Kur'an-ı Kerim'de İnsanın Özellikleri

  • Konuyu başlatan Ze'Mahşer
  • Başlangıç tarihi
Z

Ze'Mahşer

Ziyaretçi
Burada bahsedeceğimiz özellikler ister mü’min ister kafir isterse münafık olsun insanın genel manadaki zaaf noktalarıdır. Bu zaaf noktaları ancak muntazam bir eğitim ve terbiye ile izale edilebilir. Bu da ancak yaratıcının dilediği kadarı için geçerlidir.

1- İnsan zayıf yaratılmıştır.

يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا

“Allah(cc) sizden (yükünüzü) hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.(nisa 2

Şu halde dini teklifler ve vazifeler birer yük değildir. Tam aksine insanı dünya ve ahiret hayatında çıkmaza düşmekten altından kalkamayacağı veya kendisine fayda yerine zarar getirecek olan iş ve davranışlara girmekten alıkoyar. Böylece yükünü hafifleten temrinler, düzenlemeler ve irşatlardır.

2-İnsan nankördür:

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

“O size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah(cc)’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim çok nankördür.”(İbrahim 34)

Nimet anında şakir olan insan günahları sebebiyle bir sıkıntıya düştüğü zaman nankördür. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

... وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ

“Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama ellerinin işledikleri yüzünden başlarına bir kötülük gelirse işte o zaman insan pek nankördür.”(şura 4

Yahudi ve Hıristiyanlar kendilerini hidâyet rehberi olarak gönderilen peygamberlerini Allah(cc)ın bir parçası görerek “Allah(cc)’ın peygamber nimetine de nankörlük etmişlerdir.”

Bu hakikati Rabbimiz şöyle buyuruyor:

وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ مُّبِينٌ

“Ama onlar kullarından bir kısmını O’nun bir cüz’ü kıldılar. Gerçekten insan apaçık bir nankördür.”(Zuhruf 15)

(Yahudilerden bir bölümü, Üzeyr’ i Allah(cc)’ın oğlu saymışlardı. Hıristiyanlar İsa’yı Allah(cc) oğlu saydılar. Müşrikler de melekleri Allah(cc)’ın kızları sayıyorlardı.)

Ayrıca Rabbimiz İsra suresi 67. âyet-i kerimede :“Denizde başınıza bir musibet geldiğinde ondan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında yine eski halinize dönersiniz. Zaten insanoğlu nankördür.”

Hacc 66.Ayet-i kerimede de Rabbimiz insanoğlunun nankör olduğunu perçinlemektedir.



3-İnsan acelecidir

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً

“İnsan hayrı istediği gibi şerri de ister. İnsan pek acelecidir.”(isra 11)

(Bu âyet; insanın önemli bir psikolojik yönüne işaret etmektedir Gerçekten biz insanlar öfkelendiğimiz, sıkıldığımız ya da bir güçlükle karşılaştığımızda, öfkelendiğimiz için beddua eder; güçlüklerden sabır ve metanetle kurtulmak için çaba gösterdiğimiz yerde acele olmayınca da ümitsiz ve kötümser bir ruh haleti içinde “Allah’ım canımı da alda beni bu sıkıntıdan kurtar.”gibi sözlerle kendimiz için beddua ederiz ki bunlar doğru değildir.

خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ

“İnsan aceleci ( bir tabiatta) yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin.” (enbiya 37)

4-İnsan hırslıdır

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا

“Gerçekten insan pek hırslı (ve dar gönüllü) yaratılmıştır.” (Mearic 19)

İnsan gerçekten doymaz bir göze ve tahammülsüz bir gönle sahiptir. “Başkasına iki bana bir vereceksen ne bana bir ver nede başkasına iki ver.”mantığındadır.

5-İnsan tartışmayı sever:

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا

“Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat insanoğlu tartışmaya her şeyden çok düşkündür.”(Kehf 54)

İnsanoğlunun nefsini derinliklerinde, üstün gelme, öne çıkma duygusu fırsatını bulur bulmaz alevlenir. Hemen haksız bile olsa kendini savunmaya başlar. Karşısındakini hasım ilan edip onunla tartışmaya başlar. Durum gittikçe seviyesizleşir. Tartışma boyutlarını aşarak insanları hakikatleri inkara götürür.

6-İnsan inatçıdır:

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَـذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلاَّ كُفُورًا

“Muhakkak ki biz, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.”( isra 89)

(Müfessirler bu âyette,insanlara çeşitli şekillerde açıklandığı bildirilen misalin “mana” anlamına geldiğini belirtmişler; ayrıca hükümler, vaat, sakındırma ve geçmiş kavimlerin hikayeleri gibi anlamlara da gelebileceğine işaret etmişlerdir.)

Kur’an’da insanın vasfını anlatan manzaralar bir hayli çoktur. Biz konuyu daha fazla uzatmadan hitama erdiriyoruz. Zaten şu anlatılan insan manzaraları genel fikir vermeye kafi kanaatindeyiz.
 

Resule Hasret

Tecrübeli
Allahim Razi olsun insaALLAH Acizane Lakin Rahmanin ayetlerinden bahsederken insanin zayifligini belirttigimiz ayetlerin yani sira insanin Rabbi Rahman tarafindan yaratilmis diger varliklar tarafindan üstün kilindigi tutuldugu ayeti celileyide kuran-i azimusandan bakarak belirtirsek acizane kardeslerimiz Kendileri icinde bir kurlulus yolu oldugunun kanisina varir bilmem haksizmiyim yanlisim varsa buyurun insaALLAH düzeltmelerinizi beklerim Rabbil Alemin kuran-i Kerimde Ayeti celilesinde Yaratmis oldugum varliklarin en üstünü insandir diye tefekkür etmistir

Tefekkür; inceden inceye, tüm ayrıntıları gözönünde bulundurarak derin düşünmek, zihni yorarak işin bilincine varmak anlamlarını içerir. Kur’an’ın işaret ettiği ve bizlerden istenen tefekkür ise kısaca ; doğru düşünce yolu ile bilincin geliştirilmesi olarak tanımlanabilir. Kur’an’da, bir çok ayette insanlar tefekküre davet edilmekte ve tefekkür anlamını içeren pek çok kelime kullanılmaktadır. Düşüncenin en yüksek derecesi diye de adlandırabileceğimiz tefekkürü anlamak için, öncelikle “düşünmek” kavramı üzerinde durmak gerekir. Takvanın, günah işleme olasılığı doğuran şeylerden uzaklaşmak olduğunu belirtmiştik. Bir şeyin bizi günaha yaklaştırdığını anlamak için de, öncelikle o şeyin üzerinde düşünmemiz gerektirir.

Kur’an’da düşünce ; iyi-olumlu-güzel ve kötü-olumsuz-çirkin olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kötü düşünce; nefsin dünyaya dönük isteklerinin kışkırtması ya da şeytanın vesvesesi sonucunda oluşur;
“ Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. “ (Fusilet 36) “ O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.” (Nas 5)
“ Yemin olsun ki insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz.” ( Kaf 16) “ Nefsimi ak-pak gösteremem. Çünkü nefs, Rabbimin merhamet ettiği durumlar hariç, olanca gücü ile kötülüğü emreder.” (Yusuf 53) ayetlerinde insan, nefsani ve şeytani vesveseler konusunda uyarılmaktadır ki bu konuya “Nefsimizi Bilelim” başlıklı bölümümüzde değinmiştik.

Kötü düşünce kişiyi, Allah yolundan saptırıp inkara sürükler. Müddesir Suresi’nde bu gerçeğe dikkat çekilmekte ve Kur’an’ı yalanlayan kişinin derin derin düşündüğü ve bu düşünce sonucunda inkara yöneldiği anlatılmaktadır ; “ Derin derin düşündü o; ölçtü-biçti. Kahrolası nasıl bir ölçü kullandı?” (Müddesir 18-19) Mantık denilen ölçü nefse yenik düştüğünde, gönül de esir alınır. Ve böylece, doğru bir çıkarım için derin derin düşünülse bile, akıl tek başına yeterli gelemez. Kısacası, kötü düşünce, yetersiz ya da yüzeysel bilginin nefs ile birleşmesi sonucunda doğar ve böyle bir düşünce de, gerçek bilgiye ulaşma yollarını kapatarak, “ Bu düşünce kalbinizde süslendi de, çirkin bir sanıya saplandınız” (Fetih 12) ayetinin de işaret ettiği gibi, kişiyi düşünmeden, zan ile hareket etmeye yöneltir.

Zan; sanmak, farzetmek ya da tahmin etmektir ki, zan ile hareket etmenin ne bilimsellikle ne de gerçek bilgi ile ilgisi vardır. Zandan kaçınılması gerektiği, Kur’an’da açık bir dille ifade edilmektedir;
“ Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurat 12) Şeytani vesveseden doğan kötü düşünce şeytanla işbirliğinin göstergesidir ve bu düşünce, kötü eylemler ve kötü sonuçlar doğurur. Oysa zan ile hareket edenler, hala kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar; “ Onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Bir de kendilerinin hidayet üzere olduklarını sanırlar. “ (Araf 30) “ Bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hala hidayet üzere olduklarını sanırlar!..” (Zuhruf 37)

İnsanları Allah yolundan çıkaran en önemli faktörlerden bazıları ; yeniden diriltilmeyeceklerini, kıyametin kopmayacağını (Fussilet 50), Allah’a döndürülmeyeceklerini (İnşikak 14) ya da cennete gideceklerini (Bakara 214, Hud 10) sanmalarıdır!.. Allah’ı inkar etmenin en önemli nedeni de, sistemin kusursuzluğunu gözardı edebilecek kadar nefse yenik düşmüş bir mantık ile düşünüp, yaradılışın rastlantısal olduğunu sanabilmektir!.. Kur’an, böyle düşünenler için bakın ne diyor; “ Biz şu göğü ve yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık. Böyle düşünmek, küfre sapanların sanısıdır!..” (Sad 27)
Sonuç olarak; zan ile hareket etmek, kötü düşüncenin ürünüdür ve Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır ;
“ Onların çoğu, sanıdan başka birşeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki sanı, haktan hiçbir şey ifade etmez!..” (Yunus 36)

Tüm bu bilgilerin ışığı altında, aklımıza şöyle bir düşünce (!) gelebilir; “Kötü düşünce, böylesi kötü sonuçlar doğuruyor ise düşünmek, büyük bir riske girmek demektir. Şeytan da insanı düşünce yolu ile saptırmaktadır. O halde, Allah yolundan uzaklaşmamak ya da şeytanın vesvesesine kapılmamak için düşünmemek gerekir. “ Ancak bu mantığın devamında da şu soru sorulur ; Peki, düşünmeden, iyi ve kötü nasıl ayırtedilebilecektir? Tabi ki, bir düşünene sorarak ve bizlerden önce düşünmüş olanları taklit ederek!.. İşte bu cevap, pek çok tarikatın temelini oluşturan ve bir çok insanın aklını ipotek altına alan felaketin temelidir!… Şimdi de, tefekkürün zıddı olan ve düşüncesizliğin kaynağını oluşturan “düşünmeme” felaketine değinelim :

Gerçekten de düşünmek, olumsuz düşüncelere kapılma riskini göze almayı gerektirir. Peki bu riske girmeyip düşünmemek insanı nerelere sürükleyebilir? Düşünmek; insana yaradılıştan bahşedilen ve insanı hayvandan ayıran en temel özelliktir ; “ O Rahman, öğretti Kur’an’ı, yarattı insanı ve belletti ona duygu ve düşüncesini ifade etmeyi.” ( Rahman 1-4) Ayeti incelediğimizde görürüz ki, insana verilen düşünce yetisi ile Allah’ın Rahman sıfatı arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur. Rahman; Kendisine inanan inanmayan herkese rahmet ve merhametinin tüm nimetlerini ayrım yapmadan sunan demektir ki bu bağlamda düşünme yetisi için; İnanan inanmayan gözetmeksizin her insanda mevcut olan ve insanı diğer canlılardan ayıran bir nimettir diyebiliriz.

Düşünmeme yolu seçildiğinde, insanın aklı önemini ve fonksiyonunu yitirir ve insan ile hayvan arasındaki fark ortadan kalkar ; “ Yoksa sen onların gerçekten dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidirler. Hatta onlar, yolca daha da sapıktırlar!” (Furkan 44) “ Şüphesiz, Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir!..” (Enfal 22) Bu ayetlerde dikkat çeken şey, düşünmeyen insanın hayvandan da aşağı olarak tanımlanmasıdır. Hayvanlar düşünemezler. Tıpkı balarısında olduğu gibi (Nahl 68), Allah’tan adıkları vahyi direk olarak uygularlar. Bu nedenle de hayvanlar, yaradılışlarının gereğini kusursuz olarak yerine getirirler. Oysa insanlar, düşünebilme yetisi ile yaratıldıkları halde, kendi iradeleri ile düşünmemeyi seçerek, Allah’ın kendileri için verdiği nimete sırt çevirmiş olurlar. Başka bir deyişle düşünmeyen insanlar, yaradılışlarının gereğini yerine getirmeyerek, gerçekte hayvandan aşağı konuma düşmeyi kendileri seçerler.

Kur’an’da, kafirlerin düşünmedikleri söylenmektedir. Kafir; küfür kelimesinden türemiş olup, gerçeğin üzerini örten anlamını taşımaktadır ki bu bağlamda kafir, düşünmemekle aklının üstünü örten ve böylece akıl hazinesinden kendini mahrum eden demektir.. Düşünen insanlar önce kendilerini, sonra da düşünmeyenleri yönetirler. Düşünmeyen insanlar ise, her düşünen tarafından yönetilirler. Bunun sonucunda da, ne yazık ki bir çoban tarafından güdülmeye mahkum hale gelirler ;” Kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar, sağırdırlar, dilsizdirler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler!..” (Bakara 171)

İlahi emirleri eğlence aracı edinmenin temelinde, bu emirlerin nedenini düşünüp anlamamak yatar ;
“ Namaza çağırdığınızda onu, oyun ve eğlence edindiler. Böyle yaptılar, çünkü onlar düşünmeyen bir topluluktur. “ (Maide 58) Düşünenler ise, bütün ilahi emirleri kabul eder, hepsi Allah katındandır derler (Ali İmran 7). Çünkü tüm ilahi emirler, düşünüp öğüt almamız içindir (Enam 151-152).

Düşünenler için, yaratılan herşeyde Allah’ın mucizesini görmek ve O’nun büyüklüğünü idrak etmek mümkündür. Düşünmeyenler ise gözlerinin önündekini bile görmekten acizdirler; “ Göklerde ve yerde nice mucizeler var ki, yanlarından geçerler de dönüp bakmazlar bile.” (Yusuf 105) Oysa ki; “Yeryüzünde ayetler vardır. Görürcesine bilenler için…“ (Zariyat 20) İşte bu nedenle Kur’an, düşünmeyenleri aynı zamanda kör ve sağır olarak da nitelendirmektedir. Çünkü Kur’an’ın işaret ettiği gibi düşünmek ; gönül gözü ile görüp, nefsin isteklerinden bağımsız bir akıl ve mantık ile algılamanın sonucudur. Kur’an bu gerçeği, olağanüstü bir anlatım ile vermektedir; “ Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla düşünsünler, kulakları olsun da onlarla duysunlar. Şu bir gerçek ki; kafadaki gözler kör olmaz ama, göğüslerin içindeki gönüller körleşir. “ (Hac 46) İşte bu nedenle ;
“ Gönlünü ve aklını çalıştırandan başkası düşünüp anlayamaz!..” (Bakara 269)

Düşünen ile düşünmeyen arasındaki fark da kör ile gören, sağır ile duyan arasındaki fark kadar açık ve nettir; “ De ki; Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz? ” (Enam 50) “ Kör ile gören, iman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlarla kötülük üretenler bir olmaz. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!..” (Mümin 58)

Düşünmeyenler, Allah’ın kendilerine verdiği rızıkları haramlaştırırlar; “ Bilgisizlik ve düşüncesizlikle çocuklarını öldürenler, Allah’a iftira ederek, Allah’ın kendilerine verdiği rızıkları haramlaştıranlar, hüsrana uğramışlardır, sapıtmışlardır; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar!..” (Enam 140)
“Akıl, rızıktandır” diyor Hz. Ali. Bu bağlamda düşünmemek ; öncelikle Allah’ın insana verdiği rızkı yani aklı haramlaştırmaktır!.. Ayetten de anlaşılacağı gibi, bilgisizlik ve düşüncesizlik birleşince, insana çocuğunu öldürtecek kadar ileri giden bir taklitçilik ortaya çıkabiliyor. Düşünmeyenler, gerçekten de hiçbir zaman, doğruyu ve güzeli bulamazlar. Onlar en fazla başkalarının doğrularına ulaşabilirler. Ve düşünmedikleri için, bu doğruların bile gerçeğini idrak edemezler!..

Şimdi aşağıdaki ayetler üzerinde düşünelim;
“ Allah pisliği aklını kullanmayanlar / düşünmeyenler üzerine bırakır!..” (Yunus 100)
“ Pis ile temiz bir olmaz. Pis olanın çokluğu seni hayrete düşürse / tuhafına gitse bile. O halde ey temiz özü, düşünür beyni olanlar / akıl ve gönül sahipleri! Allah’a sığının ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 100) Ayetler arasındaki anlam bütünlüğünü çözdüğümüzde görürüz ki; düşünenlerin sayısı düşünmeyenlerden şaşılacak derecede azdır. Yani, düşünmeyenler çoğunluğu oluşturmaktadır!..
“ Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar!..
Sadece sanıya uyar onlar ve sadece saçmalarlar!..” (Enam116) Kötü düşüncenin insanı düşünmeden, zanla hareket etmeye yönelttiğini daha önce belirtmiştik. Söz konusu ayetlerin işaret ettiklerini özetleyecek olursak ; İnsanların çoğunluğu düşünmüyor ve bizden çoğunluğa uymamamız isteniyor. Kısacası bizlerden düşünmemiz ve kendi doğrularımız ile hareket etmemiz bekleniyor.

Çoğunluğa uyanlar, ya kendi doğrularını geliştirememiş ya da bu doğruları yaşayacak cesareti kazanamamış olanlardır ve onlar sürü psikolojisi ile hareket ederler. Oysa ki bizlerden koyun olmamız istenmemektedir ; “ Ey iman edenler! “Raina” demeyin, “unzurna” deyin. “Bizi davar gibi güt” diye konuşmayın, “bize bak” diye konuşun ve dinleyin. Kafirler için korkunç bir azap vardır!..” (Bakara 104) Yukarıda da belirttiğimiz gibi kafir aynı zamanda, düşünmemekle aklının üstünü örten ve böylece akıl hazinesinden kendini mahrum eden demektir. Bu bilgiler ışığı altında diyebiliriz ki; düşünmeyenler için de korkunç bir azap vardır!.. Kıyamet günü, düşünmeyenlerin sonunun nasıl olacağını yine Kur’an’dan dinleyelim; “ Size düşünecek bir kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? Hadi tadın bakalım azabı. Zalimler için hiçbir yardımcı yok artık!.." (Fatır 37)

Akıl, Allah’ın verdiği rızktır dedik. Bu rızkı haramlaştırmanın da düşünmemek olduğunu söyledik. Düşünmemenin sonucunda ; başkalarını taklit ederek dini yaşadığını, bir insana teslim olmakla Allah’a teslim olunduğunu zanneden, akıllı akılsızlar konumuna düşeriz. Bu bilgiler ışığı altında, düşünen ve düşünmeyenlerin ayrımını yine Kur’an’dan dinleyelim; “ Allah şöyle bir örnekleme yaptı: Hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının eşyası durumunda bir kul ile, bizden bir güzel rızık ile rızıklandırdığımız ve ondan gizli açık dağıtan bir kişi. Bunlar aynı olur mu? Bütün övgüler Allah’adır. Ama onların çokları bilmiyorlar!..” (Nahl 75) Evet, düşünen ve düşünmeyen aynı olmaz; düşünen özgürdür, düşünmeyen ise Kur’an’ın deyimi ile başkasının eşyası durumunda olan, esaret içindeki bir kul. Bütün övgüler de Allah’adır. Ama kula teslimiyet ile Allah’a ulaşılacağını sananlar, şefaat beklentisi içinde akıllarını rehin bırakanlar, ne yazık ki bunu bilmiyorlar!.. “ Sizin için O’ndan başka ne bir sahibiniz ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünmez misiniz? ” (Secde 4)

Kur’an’da, ilah edinmek, put edinmek ya da Allah’tan başka şeylere ibadet- kulluk etmek gibi kelimeler birçok defa tekrar edilmektedir. Bizler bu kelimelerden genellikle, Kur’an’ın indirildiği dönemde Kabe’de bulunan, taştan ya da topraktan yapılma heykelleri ve bu tür heykellere ibadet-kulluk etmeyi anlamaktayız. Oysa ayetler üzerinde detaylı düşünüldüğünde görülür ki ; bu putlar çoğunlukla, putlaştırılan kişileri işaret etmek için kullanılmakta, rabler diye Allah’ın kudretine ortak edilen insanlardan bahsedilmekte ve ibadet-kulluk etmek kelimeleri ile de, bu kişilerin putlaştırıldıklarına işaret edilmektedir. Başka bir deyişle Kur’an’da, bir insanı Allah’a ortak koşmak yolu ile şirke düşme tehlikesi açık bir biçimde ifade edilmektedir; “ Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi bir konukevi olarak inkarcılar için hazırladık. “ (Kehf 102)

Putlaştırdıkları kişilerin akılları ve düşünceleri ile hareket edenlerin, Allah’ı inkar ettikleri sanılmaktadır. Oysa tam tersine, bu insanlar Allah’a inanırlar ; “ Andolsun ki onlara ‘Gökten su indirip onunla ölümün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir? ‘ diye sorsan, mutlaka ‘Allah’ diyecekler. De ki hamd da Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu düşünmezler!..” (Ankebut 63) “ De ki; ‘Eğer biliyorsanız yeryüzü ve içindekiler kimindir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. Hala düşünüp ibret almıyor musunuz? “ (Müminun 85-86)

Allah’a şirk koşma nedenleri de; yine Allah’a yaklaşmaya çalışmak ve bu nedenle de yaklaştırıcıların şefaatini kazanmaktır. Oysa Kur’an bu konuda bizi açık bir şekilde uyarmaktadır ; “ Gözünüzü açıp kendinize gelin! Halis din yalnız ve yalnız Allah’ındır. Ondan başkalarını veliler edinerek, ‘ Biz onlara yalnız bizi Allah’a yaklaştırmaları için kulluk-ibadet ediyoruz. ‘ diyenlere gelince; hiç kuşkusuz Allah, onlar arasında tartışıp durdukları konu ile ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah, yalancı ve nankör kişiyi, iyiye ve güzele kılavuzlamaz!..” (Zümer 3) Allah’a şirk koşanlar derler ki; “ Bunlar bizim Allah katında şefaatçılarımızdır!..” (Yunus 18) Oysa; hesap gününde kimsenin şefaati, kimseye bir yarar sağlamayacaktır. (Bakara 48,123,254) Üstelik; “ Şefaat, tümden ve sadece Allah’ın elindedir!..” (Zümer 44)

Düşünmeme yolunu seçen insanların çokluğunu ve bu batağın tehlikelerini göz önüne alarak, yeri gelmişken konuyu biraz daha aydınlatmaya çalışalım:

İslam; Allah’a teslimiyet ya da Allah’tan başka hiçbir kudrete teslim olmamaktır. Tek kudret sahibi Allah’tır ve O’nunla kulu arasına hiç kimse giremez. Çünkü Allah, insana şah damarından daha yakındır. (Kaf 16) Hatta O, kişi ile kalbinin arasına bile girer. ( Enfal 24) Başka bir deyişle, insan ile Allah arasında, herhangi bir şeyin girebileceği bir mesafe, boşluk ya da sınır mevcut değildir!.. Bu gerçek, Kur’an’da tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilmektedir: “ Kullarım sana benden sorarlarsa, ben onlara gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, beni çağırıp yakardığı anda cevap veririm!..” (Bakara 186)

Ayetten de anlaşılacağı gibi; Allah, dua edenin çağrısına anında cevap vermektedir ve cevap verme ya da duayı kabul etme koşulu olarak Kur’an’da, Allah’ın nazarında hatırı sayılır birilerinin devreye sokulması asla söz konusu değildir!.. Kul olma bilincine erişmiş olan her insan Allah’a çok yakındır ve dualarına aracısız olarak cevap verilir. “Falancanın yüzü suyu hürmetine” türünden yapılan dualar, dua edenin bilinç düzeyini gösterir. Hatır ile iş görme, insanlara özgüdür ve bu bilinç düzeyinde olan insanlar, çok acıdır ki cehaletlerinden ötürü Allah’ı da kendileri gibi kişileştirerek, araya pek çok din büyüğünün hatırını koyarlar. Böylelikle de dualarının kabul edileceğine inanırlar. Bu insanlar, Kur’an’ın tanıttığı Allah yerine, kendilerinin yarattığı “insan tanrı” kavramına taparlar. Yani gerçekte, falanca kişinin hatrını Allah’ın affediciliğinin üstünde görürler ya da Allah’ı hatır için dua kabul eden mitolojik bir varlık sanırlar.

Bu nedenle yüce Allah, peygamberine bile; “ Benimle yarattığım kişiyi başbaşa bırak!..” (Müddesir 11) demektedir. Hatta yine peygamberimize hitaben; “ Onların iyiyi ve güzeli bulmaları, senin üzerine bir borç değildir. Tam aksine, dilediğini iyiye ve güzele kılavuzlayan Allah’tır. “ (Bakara 272) diyerek; insanları Allah yoluna kılavuzlama işini peygamberimize bile bırakmadığını, açıkça ifade etmektedir.

Evet, insanı kendi yoluna kılavuzlayan yine Allah’ın kendisidir. Bu nedenle de yolunu, Kur’an’da düşünen herkesin anlayabileceği ve aracıya gereksinim duymayacağı kadar açık bir biçimde ifade etmiştir; “ Dinde baskı, zorlama-tiksindirme yoktur. Doğru ve güzel olan, çirkinlik ve sapıklıktan net bir biçimde ayrılmıştır. “ (Bakara 256) Allah’ın yolu; Kur’an’da da belirtildiği gibi Sırat-ı Müstakim yani dosdoğru giden yoldur ve bu yola ulaşmak için indirilen rehber ; “ Şüpheniz olmasın ki bu Kur’an, en kalıcı en doğru yola kılavuzlar. “ (İsra 9) ayetinden de anlaşılacağı gibi Kur’an’dır. Yani Allah’a ulaşmanın yolu, Kur’an’ın yoludur!..

“ Benim dosdoğru yolum budur, onu izleyin!.. Başka yolları izlemeyin ki, bu yollar sizi O’nun yolundan ayırıp, fırkalara bölmesin. Sakınıp korunasınız diye O size bunu önermiştir. “ (Enam 153) Ayetten de anlaşılacağı gibi, inananları Allah’ın yolundan ayırıp, fırkalara bölecek başka yollar vardır. Allah’ın yolu Kur’an’ın gösterdiği yol olduğuna göre, söz konusu yollar inanan kişiyi öncelikle Kur’an’dan ayıracaklar ve hizipleşmeye neden olacaklardır.

İnsanı Kur’an’dan ayırmaya yönelik yöntemlerden en etkilisi; “Kur’an’ı okusanız da tek başınıza anlamanız mümkün değildir. Bu nedenle onu okumak yerine okuyup anlayabilen kişilere sormak gerekir “ tezidir ki bu tez, Allah,ın Kur’an’ı “ düşündürücü “ olarak tanımlamasına rağmen (Müddesir 31), yüzyıllardır düşünmeyen insanlar üretmektedir. Burada sözü edilen kişiler ; şartlara göre şeyh, mürşid, eren, evliya, Kamil İnsan, kutub, veli, Hak Eri, Tasavvuf Ehli gibi isimler alabilirler. İsimlerin ya da ifade tarzının değişmesi, içine düşülen şirk batağını değiştirmez. Oysa Kamer Suresi’nde ayrı nedenlerle tam dört kez tekrarlanan bir ayet vardır ki, bu tekrarların konunun önemine işaret etmesi açısından değerlendirilmesi gerekir. Ayette mealen şöyle denilmektedir; “ Andolsun ki biz Kur’an’I, öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? “ (Kamer 17,22,32,40)

Kendilerini Allah’a inanan adleden ve hatta dini konularda ahkam kesen pek çok insan, ne yazık ki Kur’an’ı hiç okumamış olup, sadece bu kişilerin aktardıkları ile kulaktan dolma olarak konuşmaktadırlar. Onlar düşünmezler, yalnızca düşünenlerin düşüncelerini yalan ya da yanlış naklederler.; “ İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah uğrunda ilimsiz kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın mücadele eder. Böylelerine Allah’ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler; ‘Hayır biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız!..’ Peki şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı? “ (Lukman 20-21)

Bir diğer yöntem ise; Kur’an’daki ayetleri ve uydurulmuş hadisler ile rivayet edilen hikayeleri, işlerine geldiği gibi yorumlayıp insanlara sunarak şirke zemin hazırlamaktır. Düşünmeyen ve bu nedenle Kur’an’ın ruhunu idrak etmekten yoksun kalan insanları bu yöntemle aldatmak hiç de zor değildir. Uydurma hadisler ve rivayet edilen hikayelerden ya da vahiy yoluyla elde edildiğine inanılan bilgilerden yeni dinler, Kur’an’a alternatif pek çok kitap ve peygamber üstü kişilikler yaratılmıştır. Herkes mezhep, tarikat ya da grup adı altında, Allah’ın ve Kur’an’ın dini yerine, gerçekte kendi dini, kendi kitabı ve kendi peygamberi ile övünür ; “ Fakat onlar, işlerini aralarında parçalayıp, çeşitli kitaplara ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları, bir süre daha kendi gafletleri içinde bırak. ” (Müminun 53-54)

Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi bizlere düşen; Kur’an’ın rehberliği eşliğinde, Allah’ın yolunda güzel düşünüp, güzel davranışlar sergilemek niyeti ile yola çıkmak ve yolculuğumuz esnasında rastladığımız diğer yollardakileri ise, kendi hallerine bırakmaktır!.. Çünkü Kur’an bizleri; “ Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka dostların ardına düşmeyin. Sizler pek az düşünüyorsunuz!..” (Araf 3) diye, açık bir dille uyarmaktadır.

Düşünmeme yolunu seçip, şirk batağına saplananlar, Kur’anda şöyle örneklendirilmiştir; “ Allah’tan başkalarını veliler edinenlerin durumu, bir ev edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi / en zayıfı, elbette ki dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!.. “ (Ankebut 41) “ Allah’a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir. “ (Hac 31) Düşünmemek, hür iradenin yok olması demektir ki yukarıdaki ayet bu gerçeği açık bir biçimde vurgulamaktadır.

Özetle; Şeytanın vesvesesinden uzak kalacaklarını sanarak düşünmeme yolunu seçenler, ne yazık ki çoğunlukla Kur’an’dan uzaklaşır ve şeytanın dostları elinde bir kukla haline gelirler. Bu gerçeğe işaret eden Kur’an bizleri ; “ Aldatan, sakın sizi Allah ile aldatmasın! “ (Fatır 5) diye uyarmaktadır. Nitekim şeytanın insanı aldatmak için oynadığı oyunlardan biri de onu, Kur’an’ı kullanarak Kur’an’dan uzaklaştırmaktır. Düşünmemek yolu ile şeytanın vesveselerinden kurtulduğunu sanan insan, farkında olmadan bu batağa saplanır ve kendini şeytanın dostlarının hizbi ortasında bulur ; “ Şeytan onları kuşattı da, Allah’ın Zikri’ni / Kur’an’ı onlara unutturdu. İşte bunlar şeytanın hizbidir. Dikkat edin! Şeytanın hizbi, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Mücadile 19)

Şeytanın dostu, insanı düşünmeyen ve sadece kendisine itaat eden bir kul yaparken, Allah’ın dostları ise, tıpkı peygamberlerde olduğu gibi, hiçbir insanın şirke bulaşmasında rol oynamaz ; “ Hiç bir insana yakışmaz ki, Allah kendisine hüküm-hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, ‘Allah’ı bırakıp bana kullar olun’ desin. O ancak şöyle der; ‘ Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu kitaba dayanarak benliklerini Rabb’e adamış kullar olun. ‘ Ve size, melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de emretmez. Siz müslümanlar haline geldikten sonra, inkarı mı emreder size ? “ (Ali İmran 79-80)

Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi Allah’ın dostları insanlara yol gösterirler. Onlara ; “Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu kitaba dayanarak, benliklerini Rabb’e adamış kullar olun. “ derler. Bu cümlede, insanları yönlendirdikleri üç şey göze çarpmaktadır: Birincisi okuyup araştırmak, ikincisi Kur’an’a dayanmak ve Kur’an’ı, başkalarına öğretecek kadar iyi kavramak, üçüncüsü ise benlikleri Rabb’e adamış kullar olmak, başka bir deyişle şirkten kaçınıp yalnız Allah’a yönelmek ve yalnız O’na teslim olmak.. Kısacası, başta Kur’an olmak üzere, Allah’a ulaşmaya vesile olacak herşeyi okuyup araştırarak, anlamak için inceden inceye düşünüp (tefekkür edip) çaba göstererek idrak etmek ve nihayetinde yalnız Allah’a teslimiyet bilincine ulaşmak ; “ Nihayet bizden Allah’a teslim olanlar da var, haksızlığa sapıp çizgiden çıkanlar da var. Allah’a teslim olanlar, işte onlar doğruyu ve hayrı araştırıp bulanlar / arayanlardır. “ (Cin 14)

Öyleyse, bir yol göstericiden beklenmesi gereken, başkasının adına düşünmesi ya da insanlara şefaat etmesi değil, yalnızca Allah’a giden yolu işaret etmesidir!.. İnsanlar, düşünmedikleri sürece, Allah dostlarının veya din büyüklerinin işaret ettikleri yolu idrak edemeyerek, ne yazık ki onları da rableştirme yoluna saparlar. Bu konuya en güzel örnek Şafii mezhebinin imamı İmam Şafii’nin sözleridir ; “ Benim her dediğimi taklit etme. Kendin düşünerek delillerime bak. Çünkü dinde başkasına güvenmek caiz değildir!..” Bu sözlere rağmen, şafii mezhebini din, İmam Şafii’nin görüşlerini de alternatif Kur’an kabul eden bir çok insan mevcuttur.

Sözünü ettiğimiz bağlamda şirkin en belirgin özelliği, düşünmeyi ve çaba sarfetmeyi bırakıp, yol gösterici olarak tanımlanan kişinin veya düşüncelerinin kusursuz ve tartışılamaz olduğuna gönülden inanmaktır. Bu inanç, yoğun bir sevgiyi de beraberinde getirir; “ İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, Allah dışında bazılarını Allah’a eş tutarlar da onları, Allah’ı sevmiş gibi severler.” (Bakara 165) Bu gönül bağının sonu, bir sonraki ayette gözler önüne serilmektedir. Kıyamet günü, tüm gerçekler ortaya çıkarıldığında ; “ O zaman; izlenenler, kendilerini izleyenlerden uzaklaşıp gitmişlerdir. Azabı gördüler artık. Aralarındaki bağlar parçalanıp koptu!..” (Bakara 166) Oysa ki ; “ Dost olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter!..” (Nisa 45) Gizli ya da açık şirk; net bir biçimde Allah’ı inkardır ve insanı bu sona hazırlayan ilk adım da, düşünmeme yolunu seçerek atılır!..

Şu ana kadar düşünmeme felaketinin sonuçlarına değindik. Şimdi de düşünmek üzerine düşünelim;

Kur’an’da Allah ; “ Yaratıcıların en güzeli “(Müminun 14) olarak tanımlanmaktadır. Peki Allah yaratıcıların en güzeli ise, O’nun kadar güzel olmayan başka yaratıcılar da mı vardır? Eğer Allah’tan başka yaratıcı vasfı taşıyan yaratılmışlar varsa, onların içinde hiç kuşkusuz kendisine ruhundan üflediği insanın da olması gerekir. Çünkü insan yaratılanların pek çoğundan üstün kılınmıştır!.. Peki insan nasıl yaratır? İnsan, ancak düşünerek ve düşüncesinde yaratır!..

Düşünen insan; yaratanın yaratıcılığının kendisinde tecelli ettiği insandır. Alim, Allah’ın sıfatlarından biridir ve insan düşünerek ilim sahibi olur. Böylece de Allah’ın alim sıfatı ile sıfatlanır. Başka bir deyişle, Allah’ın ilmi insanda tecelli eder. Düşünce; gördüklerimizden hiç görmediklerimizi yaratır. Mor bir ağaç çizen ressam, doğada gördüğü ağaç ile yine doğada gördüğü mor rengi birleştirerek, daha önce hiç görmediği mor bir ağaç yaratır. Bilim kurgu türündeki eserler, düşüncenin gördüklerini taklit etmenin çok ötesinde bir yaratıcılık sergilediği alanlardır. Bu bağlamda insan, düşünce yolu ile, Allah’ın kendisine verdiği yeti ve imkan dahilinde yaratıcı konumuna yükselir; “ Şimdi hiç yaratan yaratmayan gibi olur mu? Artık siz düşünmeyecek misiniz? “ (Nahl 17)

“Siz hiç düşünmez misiniz? “ (Ali İmran 65) “ Bir düşünebilseniz!..” (Şuara 113) ayetlerinden de anlaşılacağı gibi düşünmek, inanan herkes için farzdır. “ Hala Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? ” (Ali İmran 82) “ Peki bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var? “ (Muhammed 24) “ Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!..” (Müzzemmil 4) “ Kutsal / bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler. “ (Sad 29) “ Bu bir öğüt verici, düşündürücüdür. Dileyen Rabbine doğru bir yol edinir.” ( Müzemmil 19) ayetleri de gösterir ki, önce Kur’an’ın istediği doğrultuda bir düşünce sistemi geliştirmek ve Kur’an üzerinde düşünmek gerekmektedir. Nitekim hemen hemen tüm ilahi emir ve düzenlemelerin arkasından, sözü edilen emir üzerinde düşünmemiz gerektiğini belirten bir vurgu vardır. ( Örneğin; Bakara 219,242,266 )

Kur’an’ın istediği düşünce ise; iyi-olumlu-güzel düşüncedir. Güzel düşünce; şeytanın vesvesesi ile nefsin bedene yönelik isteklerinin rol oynamadığı, temelinde Allah’a ulaşma niyeti taşıyan düşüncedir. Güzel düşünce; iman bütünlüğünün, yani akıl, mantık ve gönül birliğinin sonucudur ki bu nedenle ; “Allah’ın rahmeti, güzel düşünüp güzel iş yapanlara çok yakındır.” (Lokman 22) Kur’an’da, güzel düşünenler için ödüller olduğu söylenmekte (Yunus 26, Yusuf 22) ve insanlar bu şekilde düşünmeye davet edilmektedir. (Araf 161)

Kur’an’da hikayeleştirilmiş tüm olaylar ve örnekler, düşünmemiz içindir; “ Bu misalleri insanlara, düşünsünler diye veriyoruz. “ (Hasr 21) “ Bu hikayeyi anlat ki, düşünüp taşınabilsinler!..” (Araf 176) İbret alabilmek için ise, inceden inceye düşünmek gerekir ki, işte bu bağlamda sözü edilen düşünce tefekkürdür; “ Şüphe yok ki bunda, iyice düşünecek bir toplum için ibretler vardır. “ (Zümer 42)

Düşüncenin sonucunda bilgi doğar. Başka bir deyişle düşünce, bilgi edinmeye yarar. Bilgi de insanı ilim sahibi yapar. Bu ilişki Kur’an’da açıkça ifade edilmekte ve Kur’an’ın tam manasıyla anlaşılabilmesi için, ilim sahibi olma zorunluluğuna değinilmektedir; “ Bunlar, bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Fakat onları ancak ilim sahipleri düşünüp anlayabilir!..” (Ankebut 43) Düşünen, sonunda bilen olur. Bilen, düşüncenin önemini de bilir ve bu yeti insanı diğerlerinden farklı kılar; “ Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür!..” (Zümer 9)

“ İyi ama neye taptığınızı düşündünüz mü? “ (Şuara 75)
Evet, inanan insanlar öncelikle neye taptıklarını düşünmek zorundadırlar. Kur’an’ın anlattığı Allah kavramı ile bizim taptığımızın aynı olup olmadığını bilmeliyiz. Çünkü Kur’an’da “Allah’ı yeterince takdir edemediler. “ (Zümer 67) “Allah’ı büyüklüğüne yaraşır şekilde tanıyamadılar!..” (Enam 91) denmektedir. Allah’ı tanımanın yolu O’nun sıfatlarını ve yarattıklarını düşünmekten geçer.
Çünkü Allah’ın zatı hakkında tefekkür edebilmek mümkün değildir ve bu konuda ısrar etmek bizi ancak düşüncemizdeki “insan tanrı” kavramına götürür. Bunun temelde iki nedeni vardır:

1)- Daha önce de belirttiğimiz gibi, düşünce ile ancak gördüklerimizden görmediklerimizi yaratabiliriz. Başka bir deyişle, düşüncenin yaratıcılığı beş duyu ile sınırlıdır. Oysa ki Allah’ın zatını düşünebilmek, beş duyunun ötesinde bir algılama gerektirir. Allah’ın zatını düşünmek konusunda inat edersek varabileceğimiz nokta kendimize benzer bir tanrı yaratmaktır. Çünkü daha önce görmediğimiz birşeyi, ancak ona en yakın olduğunu sandığımız şeye orantılayarak düşünebiliriz. Bu durumda da, Allah’a en yakın varlık, yeryüzündeki en güçlü canlı olan insandır.

2)- Allah’tan başka hiçbir şey mevcut değildir. O herşeyi kapsar. Bu demektir ki, Allah’ın zatını düşünmek için, Allah’ın dışına çıkmak gerekir. Tıpkı, akvaryumdaki bir balığın akvaryumu düşünebilmesi için onun dışına çıkması gerektiği gibi. Aksi taktirde, akvaryumdaki bir balığın akvaryum hakkındaki düşüncesi, ancak akvaryumun içinde gördüklerinin çağrışımı olabilir. Oysa Allah’ın dışında bir boyut, kavram ya da yer yoktur ki, dışına çıkılabilsin!..

Düşünenler, Allah’ın büyüklüğünü idrak ederler; “ Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabb’idir. “ ( Şuara 24) Bu nedenle Kur’an’da inanmayanları ya da Allah’a ortak koşanları düşünceye davet eden pek çok ayet bulunmaktadır. ( Enam 65, Yunus 16) Çünkü düşünce, insanı imana yöneltir!.. “ Bir düşünün bakalım! Allah’ın azabı yakanıza yapışırsa yahut o saat gelip çatsa, Allah’tan başkasına mı yakarırsınız?” (Enam 40)

Allah’ın yarattıklarını düşünmeye insan önce kendinden başlamalıdır ; “ İnsan bir düşünsün neden yaratıldığını!..” (Tarık 5) İnsanın yaradılışı pek çok ayette geçer. (Abese 18-22, Rum 20, Kıyamet 37-38, Yasin 77, Müminun 12-14, Enam 98 ) Bu ayetleri incelediğimizde görürüz ki insan, ömür denilen süreç içerisinde bebeklikten ergenliğe geçirilerek, fiziki görünümünün yanı sıra düşünce olgunluğuna da eriştirilmek istenmektedir. (Mümin 67) “ Kendi benlikleri içinde olup biteni de mi düşünmediler? “ (Rum 8) “ Nefsinizde de birçok alametler var. Hala görmeyecek misiniz?” (Zariyat 21) ayetleri gereğince insan, aynı zamanda nefsini tanımak için de düşünmek zorundadır. Öncelikle bu güne kadar ki günahlarını ve huy edindiği çirkin sıfatları objektif bir bakış açısı ile saptamalı, bunun yanısıra, güzel huylarını ve davranışlarını da belirlemeli ve bu yönünü geliştirmek için de planlar yapmalıdır.

En uzağa varmak, en yakını geçtikten sonra mümkündür. Düşünmeye kendi yaradılışından ve kendi nefsinden başlayan insan, bakışlarını diğer canlıların ve kainatın yaradılışına çevirdiğinde görür ki ; kainattaki herşeyde, tıpkı kendisinde olduğu gibi kusursuz bir sistem ve denge mevcuttur. İlim ile birleştirilen düşüncenin sonucunda, insanın bu kusursuzluk karşısında hayrete düşmemesi imkansızdır. İşte bu hayret içinde olanlar, gördükleri herşeyde Allah’ı anarlar ; “ Sağduyulu o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında Allah’ın varlığını iyice düşünürler.” (Ali İmran 191) Onlar; “ Biz, göklerle yeri ve aralarındakileri, eğlence ve boşuna yapanlar olarak yaratmadık. Ancak bunları hak için yarattık. “ (Duhan 38-39) “ Biz bu göğü ve yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık. Böyle düşünmek, küfre sapanların sanısıdır! “ (Sad 27) sırrına ererler. İnanmayanlar ise, bu bakış açısından yoksundurlar ve onlar gereği gibi düşünmedikleri için bütün alametlerden yüz çevirirler ; “ Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Kafirler ise, gökyüzünün alametlerinden yüz çeviriyorlar. “ (Enbiya 32)

Kısacası Allah bizlere; “ Üzerinizdeki nimetimi düşünün” demektedir ki bu, bitmek tükenmek bilmeyecek bir düşünce konusudur. Allah’ın nimetlerini düşünmek de, insana öncelikle şükretme bilincini kazandırır.
 

Mu@YMe

Vip Üye
Özel Üye
RAHMAN her ikinizden de razı olsun emeklerinize sağlık​
:33439::33439::33439::33439::33439:​
 
Üst