Konferansın 1. Sorusu Hakkındaki Görüşler Perşembe, 08 Eylül 2011 22:36 Risale Akademi Güncel - Risale-i Nur e-Posta Yazdır PDF 1. Bediüzzaman, Münazarat isimli eserini “Azametli Bahtsız Bir Kıt’anın, Şanlı Tali’siz Bir Devletin, Değerli Sahipsiz Bir Kavmin Reçetesi” olarak tanımlıyor. Bu tanımlama yapıldığı dönem ve günümüz açısından nasıl yorumlanabilir? Bediüzzaman’ın Münazarat’ı “Ekrad Reçetesi” olarak adlandırması, güncel bir Münazarat okumasının bize Kürt sorununun çözüm haritasını ihtiva ettiğini söyleme imkanı verir mi? Nasıl? Prof. Dr. Ahmet BATTAL Münazarat elbette bu gün ve yarın için de geçerli ve kıymetli fikirler içerir. Ancak yazılıp söylendiği dönemin özelliklerinden bağımsız ele alınabilecek kısımlarını, tarihsellik taşıyan kısımlarından dikkatle ayırmak gerekir. Bu ihtiyacın örneklerinden biri de "Kürtlerin reçetesi" olma özelliğinde kendisini gösterir. Bu sıfat, cehaletle, Kürt ve dolayısıyla Müslüman ve dolayısıyla dürüst, ilimsever, çalışkan, ... olma bilincinden mahrum hale gelmiş olan o dönem doğu insanına verilen reçetenin müellifince verilen ismi idi. Yoksa Kürt olduğunun bilincine varmış ve bu yolla kendisini Türk’ten ve diğer anasır-ı İslamiyeden ayırdetmeye başlamış olan ırkçıları da barındıran ve hoşgören bir halkın bu haliyle sahip olduğu hastalıkların ya da bizzat bu hastalıklı halinin bir reçetesi değildi. Münazarat bu günkü Kürtlerin, bu günkü en önemli siyasi ve sosyal problemi olan Kürt milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliği hakkında çözüm üretmemize yardımcı olacak fazla bir şey içermez. Zira eserin yazıldığı tarihte, Kürtler, bu günkü gibi bir milliyetçilik tsunamisi içinde değillerdi. Dolayısıyla millet bilinci ümmet bilincine ve rekabetle oluşacak terakkiye katkı yapıyor ve İslamlıkla birlikte bir mana ifade ediyordu ve belli şartlarla iyiydi. Oysa bu gün millet bilinci ümmet bilincinin alternatifi olarak kullanılan ayrıştırıcı bir kavram ve iyi olma ihtimali gün geçtikçe de azalıyor. Kürt meselesi için Birinci Said'e değil, Birinci Said kafasını muvakkaten takan İkinci Said'e ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Yard. Doç. Dr. Atilla YARGICI Bu ifadelerde üç önemli husus dikkatleri çekiyor: Bunlardan birincisi Asya Kıtasıdır. İkincisi Osmanlı Devleti, üçüncüsü de Kürt kavmidir. Said Nursi, Münazarat’ta sadece Kürt kavmi ile ilgili değil, genel olarak Asya kıtası ve Osmanlı devleti için de çözüm önerileri sunmaktadır. Said Nursi'nin Münazarat isimli eserinde dikkat çeken en önemli hususlardan birisi, ülkenin meşrutiyete geçme sancılarını yaşadığı bir dönemde, Asya’nın, Osmanlının ve Osmanlı Devleti içinde bir kavim olan Kürtlerin en önemli sorunları olan istibdanın kötülüğü, meşrutiyet-demokrasinin güzelliğini dile getirmesidir. Demokrasinin İslama zıt ve yönetim şekli olduğunu ileri sürenlerin bir hayli yoğun olduğu bir coğrafyada Nursi, herşeyden önce istabdanın İslama zıt, meşrutiyet'in, demokrasinin islamiyete zıt olmadığını ifade etmeye çalışır. Demokrasinin önündeki engeleri sıralarken de, cehalet, zaruret ve husumet üzerinde durur. Buradan anlaşılmaktadır ki, demokrasinin yerleşmesi, insanların özgürlüklerini Allah'a kul olma bilinci içinde yaşamaları ancak cahilliğin, fakirliğin ve düşmanlığın ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Muhtariyet-özerklik ve adem-i merkeziyet gibi Batılı sosyologların öne sürdüğü ve Osmanlının son dönemlerindeki bazı aydınlarda makes bulunan düşünceler, Said Nursi tarafından "beylik ve tavaif-i müluk mukaddemesi ve gayr-i makul fikirler" olarak değerlendirilir. Cahilliği, din ve bilim bakımdan cahillik olarak değerlendirmek mümkündür. Dine ve bilme ağırlık verilerek, teknolojik imkanlarından bütün vatandaşların faydalanmasını sağlayarak, din üzerinden devletin tekelci yaklaşımına son verilip cemaatlere daha geniş hareket alanları tanınarak bu cehalet giderilebilir. Nursi'nin Münazarat'ta önerdiği "medresetüzzehra", yani Doğu'da üniverstise projesi, günümüzdeki üniverstilerden farklı özellikler taşımaktadır ve bilim ve din cehaletini ortadan kaldırmaya yönelik ciddi bir düşüncenin mahsulüdür. Nursi bu projeyle, din ve fen ilimlerinin birlikte okutulmasına, yani fen öğrencisinin din, din öğrencisinin fen bilimlerini öğrenmesine uygun bir zemin oluşturmak ister. Bu da insanlardaki cehaleti ortadan kaldırır. Taassup sahibi ve hilekar olmayan vatandaşların yetişmesine zemin hazırlar. Diğer taraftan yapılacak akıllı yatırımlar, bölgede yoksulluğu giderecektir. Düşmanlık ise, vatandaşların kendi devletine düşmanlığı olarak algılanabilir. Bu da zamanla, yapılan bazı ciddi yanlışlıkların sonucunda oluşmuştur. Özellikle ırkçı ve din dışı yaklaşımlar zaman zaman sertliğe, işkenceye dönüşmüş bu da insanların derinden yaralamıştır. Aradan uzun seneler de geçse bu yaraların izleri hala devam etmekte, çekilen sıkıntılar nesilden nesile aktarılmaktadır. Devletin şefkat eli bu yarayı ortadan kaldıracak tek şifalı eldir. Bu da ırkçılığı ve din düşmanlığını bırakmak, bunların bir devlet polikası olmaktan çıkarmakla mümkündür. İsmail SÜPHANDAĞI Kıt'a olarak Asya, devlet olarak Osmanlı, kavim olarak da Kürtlerin kastedildiği aşikardır. Bahtsız bir Asya ile talihsiz bir Osmanlı bünyesinde sahipsiz Kürtlerin konumu bu kocaman daireye ne gibi etkilerde bulunabilir? Münazarat eserinin misak-ı milli sınırlarının belirlenmesinden evvel yazıldığı dikkate alınmalıdır. Farklı dört bünyenin içinde yer alan Kürtlerin, (bugün itibariyle İran, Irak, Suriye ve Türkiye) sahipsizliğine gönderimde bulunan ima, bu ulusun tarih içinde müstakil bir devlet olarak kendini var etmeye yönelik girişim ve oluşumlardan uzak oluşuyla ilgili bir husustur. Bu ulusun aynı şekilde değerli addedilişinin kanaatimce birinci derecedeki önceliği vaktiyle İslam aleminin özellikle Selçuklular devrinde İslam aleminin çekirdeği konumunda iş gören nizamiye medreselerinin devamının en bariz biçimde Kürt ulusu içinde var olageldiği ve bugun dahi Kürtlerin içinde medrese geleneğinin canlı olarak sürmesine ilişkindir. Sorularınızda da yer aldığı gibi Üstad medreseye olan aidiyetini hiç bir zaman örtmemiş ve yeri geldikçe medreselere olan gönül bağını daima dile getirmiştir. (bendeki izzet, sınıfım olan medarisin izzetidir.....) Ancak Üstad medreselerin, müfredat itibariyle aşılması gerektiğini daha on beş yaşlarında fark etmiş ve arayışa medreselerin artık bu çağ ile başa çıkamayacağını fark edişinden itibaren başlamıştır. Medrese geleneğinde Kur'an’ı (dolayısıyla Arapça, fıkıh, usul esasları, kelam ilmi. vs. ) en canlı kaynaklarından anlama esastır. Bu gayretin içindeki saf ve samimi bağlılık, Üstadın gönlünden hiç çıkmamış gibidir. Ulus olarak Kürtlerin değerli oluşuna gönderimin birinci derecedeki öneminin bu saf ve samimi çaba ile ruhen ve karakteristik olarak tahakküm altında yaşamaya karşı olan ontolojik tepkileridir. Yönetimlere karşı olan bu mustağni duruş, Üstadın da kişiliğinde bir karakteristik olarak kendini gösterir. Diğer husus ise Kürtlerin coğrafya itibariyle ulusların kesiştiği yerde var olmaları, İslamın geleceği ve şirazesi konumunda olacak denli nazik bir bölgede bulunmalar Kürtleri önemli kılmaktadır. Bu bölgenin İslamdan uzaklaşması, diğer ulusların da birbirleriyle bağını zayıflatacaktır. Munazaratın bir “Ekrad reçetesi” olarak bugün için kesin bir çözüm olduğu konusunda kuşkum yok. Ancak münazaratın salt Kürtler üzerine söyledikleri yönetsel süreçlerin bütünlüğü içinde anlaşılmalı. Yani Kürtlere söylenenlerin, yönetimlerden bağımsız olarak algılanması bir eksiklik doğuracaktır. Diğer bahislerde ele alınacağı için değinmeye gerek yok. Bir bütün olarak Münazarat ve Yirmi Altınca Mektup birlikte okunmalı. Aynı şekilde On Dördüncü Şua. Yirmi Altıncı Mektup’ta özellikle hangi ulusun dikkatine sunularak bir ırkçı milliyetçi eleştiri yapıldığı ve uyarıda bulunulduğu dikkatlice okunmalı. M. Yusuf NALÇACI Defalarca okuyup, yorumlayıp, yine de okuduğumuz yıllara ve hadiselere göre, karşımıza çıkan meseleleri çözmede bize rehber olan bu “Ekrad reçetesi”, aynı zamanda bir Türk reçetesidir de. Üstad hz. nin çözmediği mesele var mı ki? Çünkü Üstad dersini ilk ağızdan yani kaynaktan yani Kur’an-ı Azimişşandan almış. BİR SÜT MİSALİ OTTAN VE BİR BAL MİSALİ SUDAN VE TOZDAN BİZE BİR İKSİR BIRAKMIŞ. Radıyallahu anhum ve rahmetullahi aleyh...