Kazancın Kısımları

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Kazancın Kısımları

Kazanç iki kısımdır: Bir kimsenin kendi lehinde elde ettiği kazanç; bir de aleyhinde elde ettiği kazanç. Kendi lehinde kazanan, kendisi için gerekli olan şeyi mubah yollardan kazanandır. Nefsi aleyhinde kazanan ise, elde ettiği şeyde günah bulunduğu için haddi aşmıştır ve bâgî durumundadır. Meselâ hırsızlık gibi. Bu ikinci kısım ulemanın ittifakı ile haramdır. Allahü teâlâ şöyle buyuruyor:

Kim bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhinde kazanmış olur. Allah Alimdir, Hakimdir.” Kim bir hata veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üstüne atarsa, muhakkak ki o, bir iftirayı, apaçık bir günahı da sırtına yüklenmiştir.”20

Selef ve haleften bütün fukahaya göre, kazancın birinci kısmı mutlak olarak mubahtır. Hatta ihtiyaç ânında farzdır.

Kazançla Meşgul Olmanın Haram Olduğunu İddia Edenlere Cevabımız

Tasavvuf ehlinin kabukta kalmış olanlarının cahillerinden ve ahmaklarından bir topluluk şöyle dediler: Kazanç ile meşgul omak haramdır. Bu ancak meyteyi yemek gibi zaruret ânında helâl olur. Yine şöyle dediler: Kazançla meşguliyet, Allah’a tevekkülü yok eder ve onu noksanlaştırır. Halbuki biz Allah’a tevekkülle emrolunduk. Nitekim Allahü teâlâ da şöyle buyuruyor:

“…Gerçekten iman etmiş kimselerseniz, Allah’a (tevekkül edin, Ona) güvenin.”21

Tevekkülle emrolunduğumuz şeyin aksini tavsiye eden her şey haramdır. Buna delil de, Hz. Ömer’in (ra) rivayet ettiği şu hadistir. Rasûlullah (sas) şöyle buyuruyor:

Eğer sizler Allah’a tam bir tevekkülle tevekkül etseydiniz, kuşları rızıklandırdığı gibi elbette sizi de rızıklandırırdı. Kuş sabahleyin aç olarak çıkar, akşam karnı tok olarak döner.”22

Kur’an’da da şöyle buyuruluyor: “Rızkınız ve size va’dolunan şeyler semadadır.”23

Bu âyette, kesble meşgul olmayı terketmeye teşvik ve bir kimse için va’dolunan şeyin şüphesiz geleceğine işaret vardır.

Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: “Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz. Güzel akıbet takva erbabınındır.”24

Bu âyette hitab Rasûlullah (sas)e ise de, bundan murad ümmetidir. Onlar sabır ve namaz kılmakla, bunun yanında rızık aramak için kesble meşgul olmayı da bırakmakla emrolundular.

Bir başka âyette de şöyle buyuruluyor: “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmetle değil) ancak bana kullak etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yemek yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz rızkı veren güç ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.”25 Kesble meşguliyet, bir kimsenin ehli için yapması gerekeni ve Rabbine ibadetten emredildiği şeyi terketmesini netice verir. Nitekim Rasûlullah (sas) de bir hadislerinde buna işaret ediyorlar: “Bana mal toplamam ve tüccarlardan olmam vahyolunmadı. Bana şu âyet vahyolundu: “Rabbini hamd ile an ve secde edenlerden ol.“26

Kur’an’da bazı âyetlerde geçen alışverişle ilgili kelimelerden maksad, mal ve kazançda olan tasarruf değildir. Bunlardan murad, kulun nefsini Allah’a itaate hasrederek ve ibadetle meşgul olarak Rabbi ile bu tarz bir alışveriş ve ticaret yapmasıdır. Buna da ticâret ismi veriliyor. Nitekim bazı âyetlerde şöyle buyuruluyor:

Ey iman edenler, sizi can yakıcı bir azabtan kurtaracak kazançh bir yolu (ticareti) size göstereyim mi? 27 “Allah, mü’minlerin mallarını ve canlarını Cennet karşılığında satın almıştır...”28 Bu âyetlerde geçen ticaret ve alışverişten maksad, insanın cihad ve çeşitli tâat şekilleri ile sevaba nail olmak için kendisini o yolda harcamasıdır.

Allahü teâlâ, dinde yapılması helâl olmayan bir şey karşılığında bir mal almayı da bizzat alışveriş olarak isimlendiriyor: “.. .Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür? Keşke (bunu) bilselerdi.“29 “Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattılar da (halkı) Onun yolundan alıkoydular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür. “3. Aynı meseleye Rasûlullah (sas) de şöyle işaret ediyorlar: “İnsanlar iki kısımdır: Bir kısmı kendi nefsini satar ve mahvına sebeb olur. Bir kısmı da kendi nefsini satın alır ve azad eder.“31

Sahabe-i Kiramın hepsi de Allah onlardan razı olsun mescide devam ediyorlar, fakat kesble meşgul olmuyorlardı. Bunun için de onlar övüldüler. Aynı şekilde Hulefâ-i Raşidîn ve diğer meşhur sahabelerin (ra) hepsi de kesble meşgul olmadılar. Onlar bu ümmetin imamları ve örnek liderleridir.

Bu meselede bizim delilimiz de şu âyetlerdir: “…Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır...”32 “Ey iman edenler, birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazın...”33 “Ey iman edenler, mallarınızı aranızda hırsızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin. Haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”34 “.. .Ancak aranızda peşin alışveriş olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur… “35

Ticaretle meşgul olmak, bu âyetlerden bazılarına göre helâl, bazılarına göre ise mendubdur. Kim haram olduğunu söylerse, bu âyetlere muhalefet etmiş olur.

Şeriatı koyan Allah’ın kelâmı mutlak olduğu zaman, muhatabı olan insanların anladıkları manaya hamledilir. Çünkü şeriat bize, anlayacağımız şekilde hitabeder. Alışveriş karşılığı olarak kullanılan “bey’ ve şirâ‘” lâfızları da,iktisab yolu ile malda yapılan tasarruf için hakikat olarak kullanılır. Kelâm öncelikle hakikî manasına hamledilir. Bir delil bulunmaksızın hakikî manasının terkedilip mecaza gidilmesi caiz olmaz. Şahid olarak getirdikleri “Allah, mü’min-lerin mallarını ve canlarını Cennet karşılığında satın almıştır...”36 âyetinde “satın alma”dan maksadın mecazî olduğuna delil bulunmaktadır. Diğerlerinde ise böyle bir delil yoktur. Dolayısıyle diğer âyetler hakikate hamledilirler.

Yine Cuma Suresinde şöyle buyuruluyor: “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfun-dan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki, kurtuluşa eresiniz.”37 Bu âyette kasdedilen ticarettir. Bir başka âyette de şöyle buyuruluyor: “Rabbinizin lütuf ve keremini aramanızda sizin için bir günah yoktur...”38 Yani hac yolunda ticaret yapmanızda sizin için bir vebal yoktur. Rasûlullah (sas) de şöyle buyuruyorlar: ‘Yediklerinizin en güzeli, kendi elinizle kazandığınız şeydir. Kardeşim Davud (as) da kendi el emeğini yiyordu“39 Bu hadis şu âyet-i kerimeye işaret ediyor: “…Size verdiğimiz güzel rı-zıklardan yiyin...”40

Bizim dayandığımız delillerin en kuvvetlisi de şudur: Rızık kazanmakla meşgul olmak, peygamberlerin yoludur.—Allah’ın selâmı hepsinin üzerine olsun—Nitekim bu hususa yukarıda değindik. Onların bu konuda İsa ve Yahya (as) ile bize karşı çıkmalarının bir manası yoktur. İsa (as)ın annesinin eğerdiği yünle geçindiğini açıklamıştık.

Hem sonra bu meselede Peygamberler, diğer insanlar gibi değildirler. Onlar insanları hak yola davet ve bunu açıklamak için gönderildiler. Bunun için de Peygamberlerin asıl meşguliyeti, tebliğdir. Bütün vakitlerini rızık temini için harcamadılar. Onlar bunun, kişinin meşgul olması gereken

şeylerden olduğunu göstermek için bazı vakitler kesble meşgul oldular. Yoksa, bu cahillerin zannettikleri gibi, Allah’a tevekküle mugayir hareket etmediler. Nitekim bu husus Hz. Ömer’den (ra) gelen bir rivayette şu şekilde açıklanıyor:

Hz. Ömer (ra) kurrâdan bir topluluğa rastladı. Onların başlarını önlerine eğmiş, oturduklarını gördü. “Bunlar kimler?” diye sordu. Denildi ki: “Onlar tevekkül edenlerdir.” Hz. Ömer (ra) şöyle cevab verdi: “Hayır, onlar yiyicilerdir. İnsanların mallarını yiyorlar. Size asıl mütevekkili haber vereyim mi?” “Evet” şeklinde cevab aldıktan sonra Hz. Ömer (ra) şöyle buyurdular: “Asıl mütevekkil, tohumu toprağa atıp sonra da Allah’a tevekkül edendir.” Diğer bir rivayette de şöyle demiştir: “Ey kurrâ topluluğu, başlarınızı kaldırınız ve kendiniz için bir şeyler kazanınız.”41

Onların, sahabelerden ileri gelenlerinin (ra) kesble meşgul olmadıkları iddiası da bâtıl bir iddiadır. Rivayet edildiğine göre, Hz. Ebû Bekir (ra) bezzaz, yani kumaş alır satardı.42 Hz. Ömer (ra) deri ticareti ile uğraşırdı. Hz. Osman (ra) da tüccar idi. Yiyecek maddesi alır satardı. Hz. Ali (ra), rivayet edildiğine göre, defalarca ücretli işçi olarak çalışmıştır. Hatta bir hadiste kaydedildiğine göre, bir Yahudinin işinde ücretli olarak çalışmıştır.43

Sahih bir hadisde geçtiğine göre, Rasûlullah (sas), iki dirheme bir serâvil (şalvar, uzun don) satın aldı ve tartana buyurdu ki: “Tart ve müşteri tarafını ağır yap. Muhakkak biz Peygamberler topluluğu böyle tartarız.“44 Rasûlullah (sas) büyük bir su kabı ile bir keçeyi en çok fiat verene açık arttırma ile sattılar.45 Birisinden bir deve satın aldılar ve bedelini ödediler. Sonra bu arabî inkâr etti ve şa-hid getirmesini istedi. Rasûlullah (sas) de “Kim benim için şahidlik yapar?” diye sordular. Huzeyme b. Sabit (ra): “Ben, devenin karşılığını arabîye ödediğinize şehadet ederim.” dedi. Rasulûllah (sas): “Sen hazır olmadığın halde, benim için nasıl şehadet edersin?” diye sordular. Huzeyme (ra) şöyle cevab verdi: “Yâ Rasûlullah (sas), muhakkak biz seni semadan getirdiğin haberler hususunda tasdik ediyoruz da, devenin karşılığını ödemen hususunda verdiğin haberde tasdik etmeyelim mi?” Bunun üzerine Rasulûllah (sas): “Kim ki ona Huzeyme şehadet etti, ona kâfidir. “46 buyurdular.

Diğer taraftan “Rızkınız ve size vadolunan şeyler semadadır.”47 âyetinde onların lehine bir delil de yoktur. Burada rızkın semadan olmasından murad, gökten inen yağmurdur ki, nebatat onunla büyür. Selefden bazılarından nakledildiğine göre de bu, nzık diye isimlendirilir. Ey Ademoğlu, muhakkak Allah seni rızıkl andırıyor. Senin rızkını da rızıklandırıyor. Senin rızkının rızkını da veriyor. Yani yağmur gökten bitkilere nzık olarak iniyor. Sonra bitkiler hayvanlar için nzık oluyor. Hayvanlar da insanoğlunun rızkıdır. Şayet âyeti zahirî manasına hamledersek, deriz ki, Allah’ın haber verdiği gibi rızkımız semadadır. Fakat biz bu rızkı kazanıp elde edebilmek için sebeblere yapışmakla emrolunduk. Nitekim şu hadis-i kudsîde bu hususa temas edilmektedir: “Ey kulum, sen elini hareket ettir, ben de sana rızık göndereyim.”48 Allahü teâlâ Meryem (as)a hurma ağacını sallamasını emretti ve buyurdu ki: “Hurma dalını sana doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurma dökülsün.”4^ Halbuki Allahü teâlâ, hurma ağacını sal-lamaksızın da ona nzık vermeye muktedir idi. Nitekim mihrabda da rızıklandırmışti: “…Zekeriyya onun yanına mihraba (mabede) her girdiğinde yanında bir yiyecek bulurdu…”50 Buna rağmen kullarına bir tavsiye olması için ona böylece emretti. Kullar Allah’ın mutlak nzık verici olduğunda mutmain iseler de, sebebe yapışmayı ihmal etmemeleri gerekir.

Bu mesele, Allah’ın mahlûkatı yaratmasının bir benzeridir. Şüphesiz Allahü teâlâ tek yaratıcıdır. O bazan sebebsiz (annesiz) ve illetsiz (babasız) yaratır. Hz. Âdem (as)ı yarattığı gibi. Bazan da sebeb ve illetle yaratır. Diğer insanların yaratılışı gibi, Nitekim şu âyette buna işaret edilerek buyu-ruluyor ki: “Ey insanlar, doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık…”51 Bunun için de Allah insanlara evlenmelerini emretti. Bir kimsenin Allah’tan çocuk istemesi, tek yaratıcısının Allah olduğu hususundaki yakînî inancını ortadan kaldırmaz. Rızık meselesi de böyledir. Hakikî tevekkülün, çalışıp kazanmayı terketmede olduğunu zanneden kimse, bunun şeriata muhalif olduğunu bilmelidir. Şu hadisde Rasûlullah (sas) buna işaret ediyorlar. Enes b. Mâlik’in rivayetine göre, bir adam dedi ki: “Yâ Rasûlallah bağlayıp sonra mı tevekkül edeyim, yoksa salıverip te mi tevekkül edeyim?” Rasûlullah (sas) şöyle cevab verdiler: “Bağla ve sonra tevekkül et“52

Bunun bir benzeri de duâ meselesidir. Biz duâ etmekle emrolunduk. Kur’an’da Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: “.. .Allah’tan O’nun lûtf u inayetinden isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”53 Bilindiği gibi her ferd için takdir edilen şüphesiz gelecektir. Fakat hiç kimse bundan Allah’a duâ etmeyi ve ondan istemeyi terketme gibi bir mana çıkaramaz. Peygamberler (as), Allah’ın kendilerini Cennet’e koyacağını bildikleri halde, ondan Cennet istiyorlardı. Bu onlara vadedilmiştir. “…Şüphesiz Allah ver-djğijözden caymaz.”54 Muhakkak onlar akıbete, neticeye iman ediyorlardı. Sonra da dualarında Allah’tan bunu istiyorlardı.

Şifâ meselesi de böyledir. Hastalıklara şifâ veren ancak Allahü teâlâ’dır. Fakat biz yine de tedavi ile emrolunduk. Nitekim Rasûlullah (sas) de şöyle buyuruyorlar: “Ey Allah’ın kulları tedavi o .unuz. Muhakkak Allah her hastalık için bir deva yaratmıştır. Ancak “ölüm” müstesna.” Bir rivayete göre de “ihtiyarlık” müstesna.55 Rasûlullah (sas) Uhud günü yüzleri yaralandığında tedavioldular.

Hem sonra, hastalığın tadavisine teşebbüs etmek, Allah’ın tek şifâ verici olduğu hususundaki ferdin yakînî itikadına ters düşmez. Aynı şekilde rızkın sebeblerine yapışmak ta, Allahü teâlâ’nın tek rızık verici olduğu hususundaki kulun inancına muhalif değildir.

Ne garibdir ki, böyle diyen sofiler, bunu bildikleri halde, kendi el emeği ve ticaretle geçinen insanların kazandıklarından ikram edilen şeyleri almaktan kaçınmıyorlar. Şayet çalışıp çabalayıp bir şeyler kazanmak haram olsaydı, bu yolla elde edilen malı almak ta haram olurdu. Çünkü haram işlenerek elde edilen şeyler de haramdır. Görmez misin ki, müslümanlar için şarabın ticaretini yapmak haram olduğu gibi, onun karşılığındaki parayı almak ta haramdır. Müslümanların hiçbirinin bundan alması helâl olmaz. Böylece onların bu sözlerinin cehalet ve tembelliğin bir neticesi olduğunu gördük.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatten cumhur-u fukahaya göre ise, insanın kendisine yetecek kadar rızık temini ile uğraşması gereklidir ve farzdır.

Kesb Meselesinde Kerrâmiye Mezhebinin Görüşü

Kerrâmiye mezhebine5^ göre ise, kazançla meşgul olmak ruhsat tariki ile mubahtır. Çünkü kesb, ya bütün vakitlerde farzdır, veya belli bir vakitte farzdır.

Birincisi bâtıldır. Çünkü bu, bir kimsenin farz ve vacib-lerden diğerlerini işlemek için, bu farizayı edâ etmekten hiç boş vakit bulamamasını netice verir.

İkincisi de bâtıldır. Çünkü şer’an belli bir vakitte farz olan, sadece bu vakte bağlı olur. Namaz ve oruç gibi. Halbuki şeriatta ise, kesbin belli bir vakte nisbetine dair bir hüküm yoktur. Sonra bu farziyyet, ya insanların ona karşı aşırı meylinden, veya zaruretten dolayıdır.

Birincisi bâtıldır. Çünkü dünyada olan bütün insanların mala karşı bir meyli vardır. Fakat hiç bir kimse, bunların hepsini herkesin elde etmesinin gerekli olduğunu söyleyemez.

İkincisi de aynı şekilde bâtıldır. Çünkü zaruretten dolayı farz olan, ancak zaruret halinin tahakkuku ânında farz olur. Zaruret hali tahakkuk ettikten sonra da, zaten ferdin çalışıp çabalayıp rızkı temin etmesi mümkün olmaz. Bu durumda kesbin farziyeti, nasıl olur da kulun acziyet vaktine kadar tehir edilebilir? Bu durumda kesb, ya bütün çeşitleri ile farz olur, veya ondan belli bir kısmı farzdır.

Birincisi bâtıldır. Çünkü kesbin bütün çeşitlerini öğrenip kullanmaya beşerden hiç kimsenin gücü yetmez. Bunların hepsini öğrenmesi de mümkün değildir Çünkü bunları öğrenmeden insanın ömrü biter.

İkincisi de bâtıldır. Çünkü farziyyette kesbin bazısı bazısından daha evlâdır şeklinde bir ayırım yapmak ta doğru olmaz. Kesb, insanların ya hepsine farz olur, veya bir kısmına farz olur:

Birincisi bâtıldır. Çünkü Peygamberler (as) bütün vakitlerini rızık kazanma yolunda harcamadılar. Sahabelerin (ra) ileri gelenleri de öyle. Onlardan sonra gelen hayırlı nesillerin, kendilerine farz olan bir şeyi terketme hususunda birleştikleri gibi bir kanaata da varılamaz.

İkincisi de bâtıldır. Çünkü insanlardan bazısının, diğer bazılarından bu farzı işlemeğe daha lâyık olduğu şeklinde bir tahsis de doğru değildir.

Bütün bu izahlar gösteriyor ki, kesb aslında farz değildir. Buna delil de şudur: Şayet aslında farz olmuş olsaydı, onunla çok meşgul olması da mendub olurdu. En azından nafile ibadetler mertebesinde olması gerekirdi. Diğer taraftan onunla çok meşgul olunması da hoş karşılanmamıştır. Nitekim Kur’an’da buna işaret edilerek şöyle buyuruluyor:

“Bilin ki (âhiret kazancına yer vermeyen) dünya hayatı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir süsdür, aranızda bir öğünmedir. Mallarda ve evlâdlarda bir çoğalıştır. (Bunun) misali, bitirdiği nebat ekicilerin hoşuna giden bir yağmur gibidir. (Fakat) sonra o (nebat) kurur da sen (onu) sapsarı bir hale getirilmiş görürsün. Sonra da o, bir çörçöp olur. Âhirette çetin azab vardır. Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir. “57

Bu durumda rızık peşinde koşmakla ilim peşinde koşmak arasındaki fark da ortaya çıkıyor. Şöyle ki: Şayet kes-bin aslı farz olmuş olsaydı, onunla çok meşgul olmanın da mendub olması gerekirdi.

Kerrâmiye Mezhebine Cevabımız

Bu meselede bizim delilimiz şu âyettir: “Ey iman edenler, kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan harcayın.. ,”58 Emir sigası vücub için hakikattir. Kazanılmış şeylerin infakı, ancak kazanıldıktan sonra tasavvur edilebilir. İbadetlerin yerine getirilmesi de ancak bununla mümkün olur. Farzın yerine getirilmesi ancak kendisi ile mümkün olan şey de farzdır. Bir başka âyette de Allah, şöyle buyuruyor: “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağdın ve Allah’ın lütfundan (nasibi nizi) arayın. Allah’ı çok anın ki, kurtuluşa eresiniz.”59

Bu âyette kasdedilen rızkı araştırmaktır. Buradaki emir, vücub için hakikattir.

Mücâhid (v. 100/718) ve Mekhûl’den (v. 116/734) bu âyette kasdedilenin “ilmi araştırmak” olduğuna dair bir rivayetin bulunduğu ileri sürülürse, biz de deriz ki: Bu âyeti tefsir sadedinde bizim zikrettiğimiz Rasûlullah (sas) den mervidir. Rasûlullah (sas) şöyle buyuruyor: “Farz olan namazdan sonra rızkı aramak, farzdan sonra farzdır. “6° Rasûlullah (sas) bundan sonra da “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağdın... “6i ayetini okudular. Bu naslar Mekhûl ve Mücâhid’in sözleri ile terkedilemez. Bundan sonra gelen âyetlerin zahirî manası da bizim bu görüşümüzü teyid ediyor: “Ey Muhammed, onlar bir kazanç veya bir eğlence gördüklerinde, seni ayakta bırakarak oraya yöneldiler. De ki: Allah katında olan eğlenceden de kazançtan da hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en ha-yırlısıdır.”62 Rasûlullah (sas) hutbe okurken Sahabe-i Kiram bu şekilde dağıldıkları için bundan nehyedildiler ve ticarete namaz bittikten sonra koşmakla emrolundular.

Nehiyden sonra emir mübahlık ifade eder.” denilirse, biz de deriz ki: Emir, vücub için hakikattir. Şayet bundan maksad mübahlık veya ruhsat olsaydı, Allahü teâlâ hacda ticaret yapmakla ilgili âyette buyurduğu gibi, “Sizin için bir günah yoktur.” derdi. Adı geçen âyette şöyle buyuruluyor: “(Hac mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde sizin için bir günah yoktur... “63

Onların aleyhinde bir delil de şudur: Allah, hanımlar ve evlâdlar gibi aile efradına infakla emrediyor. Bunlara infak ta, ancak mal kazanmakla mümkün olur. Kendisi ile vacibin edâ edildiği şey de vacibdir.

Kaynak : İmam Muhammed Şeybani – İslam İktisadında Helal Kazanç
Dipnot:
17. Buhârî, îcâre, 2, III, 48, Kenzu’l-Ummâl, IV, 11. Ebû Hureyre (ra)
Rasûlullah’ın (sas) şöyle dediğini rivayet ediyor: “Allah hiçbir Peygamber göndermemiştir, muhakkak o Peygamber koyun gütmüştür.” Bunun üzerine ashab: ‘Siz de mi yâ Rasûlallah?” diye sordular. Rasûlullah (sas): “Evet ben de Ehl-i Mekke’nin Karârît mevkiinde koyunlarını güderdim.” buyurdular.
Buhârî, İcâre, 2, III, 48, Tecrid-i Sarih, VII, 28).
18. Ahmed b. Hanbel, II, 425.
19. Bkz. Serahsî, Mebsût, XXIII, 2, Zeyleî, Nasbu’r-Râye, IV, 179- “Curf, Şam tarafında Medine’ye üç mil uzaklıktaki bir mevkiin adıdır. Orada ekmek için tarlalar bulunmaktadır. Bkz. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, II, 62, (Tahran, 1965).
20. Nisa (4): 11, 12.
21. Mâide (5): 23.
22. Tirmizî, Zühd, 33, H. No: 2344, IV, 573, tbn Mâce, Zühd, 14, H. No: 4164, II, 83.
23. Zâriyât (51): 22.
44
45
24. Tâhâ, (20): 132.
25. Zâriyât (51): 56-58.
26. Hicr (15): 98. Hadis içirj bkz. Münâvî, Künfizü’l-Hakâyık, II, 83, Ayrıca bkz. Kurtubî, el-Câmi’ Li Ahkâmi’l-Kur’ân, X, 64.
27. Saff (61): 10.
28. Tevbe (9): 111.
46
29. Bakara (2): 102.
30. Tevbe (9): 9.
31. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 321.
32. Bakara (2): 275.
33. Bakara (2): 282.
34. Nisa (4): 29.
35. Bakara (2): 282.
Al
36. Tevbe(9): 111.
37. Cum’a (62): 10.
38. Bakara (2): 198.
39. Buhârî, Büyü’, 15, III, 9, îbn Mâce, Ticârât, 1, H. No: 2137, 2138, II, 723, Dârimî, Büyü’, 6, II, 247, Ahmed b. Hanbel, II, 334, 357.
40. A’raf (7): 160.
48
41. Kenzu’l-Ummâl, IV, 129.
42. Kenzu’l-Ummâl, IV, 33.
43. Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 34, H. No: 2473, IV, 645, 646.
44. Ebû Davud, Büyü’, 7, III, 631, H. No: 3336, Tirmizî, Büyü1, 66, H. No: 1305, III, 589, İbn Mâce, Ticâret, 34, H. No: 2220, II, 747, Neseî, Büyü’, 54.
45. Ebû Davud, Zekât, 26, H. No: 1641, II, 263, Tirmizî, .Büyü1, 10, H. No: 1218, III, 513.
49
46. Ebû Davud, Akdiye, 20, H. No: 3607, IV, 31, İbn Hacer, el-tsâbe, I, 426.
47. Zâriyât (51): 22.
48. İbn Kutlûbuga, Tahrîcu’l-Ehâdis’de bu hadisi tahric etmemiş, boş bırakmıştır. Bkz. vr. 200/a.
49. Meryem (19): 25-
50. Âli tmrân (3): 37.
51. Hucurât (49): 13.
52. Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 60, H. No: 2517, IV, 668.
53. Nisa (4).- 32.
54. Âl-i İmrân (3): 9-
50
51
55. Tiimizı, Tıb, 2, H. No: 2038, IV, 383, Ahmed b. Hanbel, III, 156.
56. Kerrâmiye Mezhebi: Muhammed b. Kerrâm’ın (v.255/869) tesis ettiği bâtıl bir mezhebdir. Bunlar Allah’a cisim ve mekân izafe ederler. Onun hâdiselere mahal teşkil ettiğini kabul ederler. Kalbin tasdiki ol maksızın bile imanın sahih olabileceğini savunurlar. Bkz. Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihâl, Beyrut, 1975, I, 108 v.d., Çağatay, N.-Çubukçu, İ.A., İslâm Mezhebleri Tarihi, Ankara, 1965, s. 125-129, Topaloğlu, Bekir, Matüridiyye
Akaidi, Ankara, 1979, s. 204.
53
52
57. Hadîd (57): 20.
58. Bakara (2): 267.
54
59. Cuma (62): 10.
60. et-Terğîb, II, 546, el-Câmiu’s-Sağîr, IV, 270, Kenzu’l-Ummâl, IV, 5, 9-
61. Cuma (62): 10.
62. Cuma (62): 11.
63. Bakara (2): 198.
55
 
Üst