A
AhDe_VeFaLi
Ziyaretçi
Karşılığı sadece Allah'tan beklemek
İhlası kazanmak isteyen bir insan, şu gerçeğin kesin olarak bilincine varmalıdır; insan dünya hayatında yaptıklarının karşılığını ancak ve ancak Allah'tan beklemelidir. Kişinin yaptığı işi Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti dışında herhangi bir karşılık umarak yapması ihlası kırıp, kişiyi samimiyetsizliğe sürükler. Çünkü Allah'ın vereceğinin dışında, insanlardan maddi ve manevi menfaatler besleyerek yapılan bir iyilik insana kazançtan ziyade kayıp getirir. İnsan bu düşünceyle yıllarca Allah yolunda hizmet etse bile, bu yaptıklarını sadece Allah'ı razı etmek için yapmadığı sürece, gerçek anlamda ihlası kazanmamış demektir. Ancak niyetine Allah'ın rızası dışında birşey katmadan yaptığı ibadetler kişiye büyük bir ecir ve sevap kazandırabilir.
Allah "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir." (İsra Suresi, 9) ayetiyle salih amelin 'büyük bir ecirle' karşılık bulacağını bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah "Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır." (Ahzab Suresi, 31) sözleriyle salih amelin ecrinin 'iki kat fazla' olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde insanın kurtuluşunun ancak ihlas ile mümkün olacağını söylemiş, insana ihlası kazandıracak olanın ise sadece Allah'ın rızasını gözetmek olduğunu şöyle belirtmiştir:
… Medar-ı necat (kurtuluş vesilesi) ve halas (kurtuluş), yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, ağırlıklarla halis olmayana tercih edilir. İhlası kazandıran hareketlerdeki sebebi, sırf Allah'ın bir emri ve neticesi Allah'ın rızası olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.4
Bediüzzaman bir sözünde insanın bir kişiye karşı duyduğu muhabbetin de ihlaslı olabilmesi için karşılıksız ve sadece Allah rızası için olması gerektiğini vurgulamıştır:
Herşeyde bir ihlas var. Hatta muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, ağırlıklarla resmi ve ücretli muhabbete tercih edilir. İşte bir zat bu ihlaslı muhabbeti şöyle tabir etmiş:
"Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükafat istemiyorum. Çünki karşılığında bir mükafat, bir sevab istenilen muhabbet zaiftir, devamsızdır."5
İşte ihlası kazanmak isteyen bir kimse bu gerçeği kesin olarak kavramalıdır. Çünkü yaptığı ameller ancak bu şekilde salih amel olabilecek ve ancak bu yolla Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine ulaşabilecektir.
Ancak şeytan her zaman için insanı farklı düşüncelere sürüklemek ve onu Allah'ın rızası dışında menfaatler aramaya yöneltmek ister. "Zaten bu yaptıklarımı Allah'ın rızasını kazanabilmek için yapıyorum, bunun yanında bir parça da kişisel menfaatler ummanın bana ne zararı olabilir ki", "Hem Allah'ın rızasını kazanırım, hem de çevremde biraz itibar kazanmış olurum", "Ben iyilik yapacağım ama karşılığında onlar da bana iyilik borçlu olsunlar" ya da "Fedakarlıkta bulunurum, ama herşeyin bir karşılığı var" gibi mantıklar hep şeytanın katıp karıştırmasıyla ortaya çıkar. Ancak bu düşüncelerin her biri de kişiyi Allah'ın rızası dışında karşılıklar aramaya ittiği için ihlası kazanmasını ve salih amellerde bulunmasını engeller.
Said Nursi sözlerinde ihlasın, insanın sadece Allah'ın kendisine verdikleriyle sevinip bunlara kanaat göstermesiyle elde edilebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman'ın burada üzerinde durduğu nokta ise, kişinin diliyle kanaat ettiği gibi kalbinde de Allah'ın verdikleriyle yetinip sevinmenin teslimiyetini yaşaması gerektiğidir. Çünkü insan Allah katında asıl olarak kalbindeki niyetinden sorumlu tutulacaktır:
… Sahabelerin Kuran'da övgüye mazhar olan cömertlik (kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek) hasletini kendine rehber etmek! Yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve dine hizmetin karşılığında gelen maddi çıkarları istemeden ve kalben talep etmeden, sırf Allah'ın ihsanı bilerek, insanlardan minnet almayarak ve dine hizmetin karşılığında da almamaktır. Çünkü, dine hizmetin karşılığında dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın. Gerçi hakları var ki, ümmet onların maişetlerini (yaşamak için gereken ihtiyaçlarını) temin etsin. Hem zekata da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de "hizmetimin ücretidir" denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkarane, başka ehil ve daha çok hak etmiş olanların nefislerini kendi nefsine tercih etmek (Haşr Suresi, 9) ayetinin sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlası kazanabilir…6
Yine bir başka sözünde ise Bediüzzaman "Bu dünya hizmet yurdudur, ücret almak yeri değildir. Salih amellerin ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir. O baki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi' etmek demektir. O salih amelin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder."7 diyerek insanın tüm karşılığı ahirete bırakmasının daha hayırlı olacağına dikkat çekmiştir.
Gerçekten de insanın Allah'ın rızası dışında beklediği her karşılık dünyaya aittir ve bu da dünyayı ahirete tercih etmek anlamına gelir. Bu kişi belki dünya nimetlerinden faydalanacak, ama ahiretteki sonsuz güzelliklerden mahrum kalacaktır. Oysa insan sadece Allah'ın rızasını ve ahireti hedefleyerek niyetine hiçbir katık katmadan salih amelde bulunursa, Allah ona hem dünya hem ahiret nimetlerini verecektir. Allah "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle iman edenlere bu güzel müjdeyi vermiştir.
Kuran'da Peygamberlerin bu konuda gösterdikleri üstün ahlaka dair pek çok örnek verilmiştir. Ayetlerde tüm elçilerin gönderildikleri topluluklara 'yaptıkları hizmetlerin karşılığında Allah'ın rızası dışında hiçbir ücret beklemediklerini' bildirdiklerinden şöyle bahsedilmektedir:
(Hz. Hud) Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
(Hz. Nuh) Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum. (Hud Suresi, 29)
Bediüzzaman Said Nursi de, insanın ancak peygamberlerdeki bu ahlaka özenerek ihlası kazanabileceğini hatırlatmıştır:
… Bir makama çoklar aday olur. Maddi ve manevi her bir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan zahmet ve rekabet doğup; dostu düşmana, anlaşmayı muhalefete çevirir. İşte bu müdhiş illetin merhemi, ilacı ihlastır. Yani Allah'ın rızasını nefsin rızasına tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle "Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum." (Yunus Suresi, 72) ayetinin sırrına mazhar olup, insanlardan gelen maddi ve manevi ücretten istiğna etmekle (Allah'tan başka kimsenin minneti altına girmeme) Kuran'da "... Peygamberlere düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir" (Nur Suresi, 54) ayetinin sırrına mazhar olup hüsn-ü kabul (iyi bir kabul) ve hüsn-ü tesir (iyi bir etki) ve teveccüh-ü nası (insanların ilgisini) kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lazım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.8
İhlası kazanmak isteyen bir insan, şu gerçeğin kesin olarak bilincine varmalıdır; insan dünya hayatında yaptıklarının karşılığını ancak ve ancak Allah'tan beklemelidir. Kişinin yaptığı işi Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti dışında herhangi bir karşılık umarak yapması ihlası kırıp, kişiyi samimiyetsizliğe sürükler. Çünkü Allah'ın vereceğinin dışında, insanlardan maddi ve manevi menfaatler besleyerek yapılan bir iyilik insana kazançtan ziyade kayıp getirir. İnsan bu düşünceyle yıllarca Allah yolunda hizmet etse bile, bu yaptıklarını sadece Allah'ı razı etmek için yapmadığı sürece, gerçek anlamda ihlası kazanmamış demektir. Ancak niyetine Allah'ın rızası dışında birşey katmadan yaptığı ibadetler kişiye büyük bir ecir ve sevap kazandırabilir.
Allah "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir." (İsra Suresi, 9) ayetiyle salih amelin 'büyük bir ecirle' karşılık bulacağını bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah "Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır." (Ahzab Suresi, 31) sözleriyle salih amelin ecrinin 'iki kat fazla' olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde insanın kurtuluşunun ancak ihlas ile mümkün olacağını söylemiş, insana ihlası kazandıracak olanın ise sadece Allah'ın rızasını gözetmek olduğunu şöyle belirtmiştir:
… Medar-ı necat (kurtuluş vesilesi) ve halas (kurtuluş), yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, ağırlıklarla halis olmayana tercih edilir. İhlası kazandıran hareketlerdeki sebebi, sırf Allah'ın bir emri ve neticesi Allah'ın rızası olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.4
Bediüzzaman bir sözünde insanın bir kişiye karşı duyduğu muhabbetin de ihlaslı olabilmesi için karşılıksız ve sadece Allah rızası için olması gerektiğini vurgulamıştır:
Herşeyde bir ihlas var. Hatta muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, ağırlıklarla resmi ve ücretli muhabbete tercih edilir. İşte bir zat bu ihlaslı muhabbeti şöyle tabir etmiş:
"Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükafat istemiyorum. Çünki karşılığında bir mükafat, bir sevab istenilen muhabbet zaiftir, devamsızdır."5
İşte ihlası kazanmak isteyen bir kimse bu gerçeği kesin olarak kavramalıdır. Çünkü yaptığı ameller ancak bu şekilde salih amel olabilecek ve ancak bu yolla Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine ulaşabilecektir.
Ancak şeytan her zaman için insanı farklı düşüncelere sürüklemek ve onu Allah'ın rızası dışında menfaatler aramaya yöneltmek ister. "Zaten bu yaptıklarımı Allah'ın rızasını kazanabilmek için yapıyorum, bunun yanında bir parça da kişisel menfaatler ummanın bana ne zararı olabilir ki", "Hem Allah'ın rızasını kazanırım, hem de çevremde biraz itibar kazanmış olurum", "Ben iyilik yapacağım ama karşılığında onlar da bana iyilik borçlu olsunlar" ya da "Fedakarlıkta bulunurum, ama herşeyin bir karşılığı var" gibi mantıklar hep şeytanın katıp karıştırmasıyla ortaya çıkar. Ancak bu düşüncelerin her biri de kişiyi Allah'ın rızası dışında karşılıklar aramaya ittiği için ihlası kazanmasını ve salih amellerde bulunmasını engeller.
Said Nursi sözlerinde ihlasın, insanın sadece Allah'ın kendisine verdikleriyle sevinip bunlara kanaat göstermesiyle elde edilebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman'ın burada üzerinde durduğu nokta ise, kişinin diliyle kanaat ettiği gibi kalbinde de Allah'ın verdikleriyle yetinip sevinmenin teslimiyetini yaşaması gerektiğidir. Çünkü insan Allah katında asıl olarak kalbindeki niyetinden sorumlu tutulacaktır:
… Sahabelerin Kuran'da övgüye mazhar olan cömertlik (kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek) hasletini kendine rehber etmek! Yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve dine hizmetin karşılığında gelen maddi çıkarları istemeden ve kalben talep etmeden, sırf Allah'ın ihsanı bilerek, insanlardan minnet almayarak ve dine hizmetin karşılığında da almamaktır. Çünkü, dine hizmetin karşılığında dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın. Gerçi hakları var ki, ümmet onların maişetlerini (yaşamak için gereken ihtiyaçlarını) temin etsin. Hem zekata da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de "hizmetimin ücretidir" denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkarane, başka ehil ve daha çok hak etmiş olanların nefislerini kendi nefsine tercih etmek (Haşr Suresi, 9) ayetinin sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlası kazanabilir…6
Yine bir başka sözünde ise Bediüzzaman "Bu dünya hizmet yurdudur, ücret almak yeri değildir. Salih amellerin ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir. O baki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi' etmek demektir. O salih amelin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder."7 diyerek insanın tüm karşılığı ahirete bırakmasının daha hayırlı olacağına dikkat çekmiştir.
Gerçekten de insanın Allah'ın rızası dışında beklediği her karşılık dünyaya aittir ve bu da dünyayı ahirete tercih etmek anlamına gelir. Bu kişi belki dünya nimetlerinden faydalanacak, ama ahiretteki sonsuz güzelliklerden mahrum kalacaktır. Oysa insan sadece Allah'ın rızasını ve ahireti hedefleyerek niyetine hiçbir katık katmadan salih amelde bulunursa, Allah ona hem dünya hem ahiret nimetlerini verecektir. Allah "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle iman edenlere bu güzel müjdeyi vermiştir.
Kuran'da Peygamberlerin bu konuda gösterdikleri üstün ahlaka dair pek çok örnek verilmiştir. Ayetlerde tüm elçilerin gönderildikleri topluluklara 'yaptıkları hizmetlerin karşılığında Allah'ın rızası dışında hiçbir ücret beklemediklerini' bildirdiklerinden şöyle bahsedilmektedir:
(Hz. Hud) Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
(Hz. Nuh) Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum. (Hud Suresi, 29)
Bediüzzaman Said Nursi de, insanın ancak peygamberlerdeki bu ahlaka özenerek ihlası kazanabileceğini hatırlatmıştır:
… Bir makama çoklar aday olur. Maddi ve manevi her bir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan zahmet ve rekabet doğup; dostu düşmana, anlaşmayı muhalefete çevirir. İşte bu müdhiş illetin merhemi, ilacı ihlastır. Yani Allah'ın rızasını nefsin rızasına tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle "Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum." (Yunus Suresi, 72) ayetinin sırrına mazhar olup, insanlardan gelen maddi ve manevi ücretten istiğna etmekle (Allah'tan başka kimsenin minneti altına girmeme) Kuran'da "... Peygamberlere düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir" (Nur Suresi, 54) ayetinin sırrına mazhar olup hüsn-ü kabul (iyi bir kabul) ve hüsn-ü tesir (iyi bir etki) ve teveccüh-ü nası (insanların ilgisini) kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lazım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.8