Kalp nasıl konuşur?

İlim Talebesi

KF Ailesinden
Özel Üye
Ğururu’l-Müteşeyyihin’de şöyle bir hadise anlatılmaktadır. Bir gün Siyalkûti’nin meclisinde, İmam Rabbani’ye intisap eden müritlerin, kalplerini “Allah Allah ya da Lailahe illellah” diye zikrettiklerini işittikleri anlatılır. Bu durumu inkar eden Siyalkûti, kalbin bir et parçası olduğunu dolayısıyla dervişin onun zikrini işitmenin imkansız olduğunu söyler. İmam Rabbani’ye isnat edilen bu işkalin halledilmesi için O’na bir mektup yazar, mühürler ve bir talebesi ile gönderir. İmam Rabbani uzaktan postacı öğrencinin geldiğini görünce oğlu İmam Masum’u yanına çağırtıp, şöyle der: “Kapıya in, gönderilen mektubun cevabını yaz ve Siyalkûti’ye geri gönder.” İmam Masum babasının emrettiği gibi kapıya iner, postacıyı karşılar, selamlaştıktan sonra nereden geldiğini sorar. Öğrenci, Siyalkuti’den İmam Rabbani’ye bir mektup getirdiğini söyler. Bunun üzerine İmam Masum mektubu alır, hiç açmadan arkasına şunları yazar: “Ey Siyalkûti! Bir et parçası olan dile çeşitli şekilde konuşma ve el-Meliku’l-Allam’ı zikretme kudreti veren, bu kudreti yine bir et parçası olan kalbe de vermeye kadirdir.” Mektubun açılmamasına rağmen arkasına içeriği ile alakalı cevabın yazılması Siyalkûti’yi derinden etkiler, mektup kendisine ulaşır ulaşmaz yola koyulup, İmam Rabbani’nin huzuruna varır ve ona intisap eder.

Beyzavi Eskiden büyük şehirlerde devlet adamlarının da katıldığı geniş çaplı ilim meclisleri kurulur, oralarda yörenin büyük aliminin işrafında çeşitli meseleler müzakere edilirdi. Zaman zaman sorulan nükteli sorularla da katılımcıların ilmi durumu ölçülürdü. Kadı Beyzavi Tefsiri diye şöhret bulan “Envaru’t-Tenzîl ve Esraru’t-Te’vîl” adlı meşhur eserin sahibi Nasıruddin el-Beyzavi (v. 685) bu tür oturumların sıklıkla yapıldığı yıllarda Şiraz’dan Tebriz’e gider. Şehirde tevafuken büyük alimlerin hazır bulunduğu bir ilim meclisi ile karşılaşır. Kendisini kimsenin tanımamasından dolayı cemaatin arka taraflarında bir yere oturur. Meclisi idare eden alim, huzurda bulunanlardan hiç birisinin cevap veremeyeceğini zannettiği bir nükteden bahseder. Hazirundan da nüktenin şifrelerini çözmelerini ve cevap vermelerini ister. Eğer cevap veremeyeceklerse sadece çözmelerini talep eder. Bunu da yapamayacaklarsa ifadelerini tekrar etmelerini söyler. Meclis başkanının sözü bitince, Beyzavi direk cevap vermeye başlar. Başkan, Beyzavi’ye; “Ne söylediğini işitmiyorum ki nükteyi anladığını bileyim.” der. Beyzavi lafız ya da anlam olarak nükteyi tekrar edebileceğini söyler. Hadise karşısında başkan şaşkınlığını gizleyemez ve “lafzıyla tekrar et.” der. Beyzavi’de tek bir harfini atlamadan nükteyi yineler, çözümünü yapar, terkibindeki eksiklikleri beyan eder ve cevabı verir. Ardından da benzeri bir nükte ile mukabelede bulunur ve başkanı onu çözmeye davet eder. Ne var ki başkan bunda aciz kalır.” (Tacuddin Sübki, Tabakatu’ş-Şafi’iyyetü’l-Kübra, VIII, 158). Yalnız Hesaba Çekileceksin
Bir devlet başkanı düşünün ki yüksek bir tepeden seyrettiği ordusunun hiçbir cihetten sonunu göremiyor, çokluğundan dolayı servetinin hesabını yapamıyor, etrafındaki yüzlerce hizmetçi emrine amade bekliyor… Bu konumdaki bir insan dünyayı gerçek fotoğrafıyla okumaktan çoğu kere mahrum olur. Adamlarının ve servetinin sürekli kendisi ile beraber olacağını düşünür. Bir algı yanılmasından başka bir anlam ifade etmeyen bu durumla alakalı olarak Hasan Basri şöyle demektedir: “Çevrende gördüğün insanların çokluğu seni aldatmasın (La yeğurrenneke kesret-u men tera hevleke). Çünkü sen yalnız başına ölecek, yalnız başına diriltilecek ve yalnız başına hesaba çekileceksin.”
 
Moderatörün son düzenlenenleri:
Üst