Kaf-Nun Sergisi

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
EL:ELİMİZDE DEĞİL

el.gif

Bir bebek... Dünyadaki ilk çığlığının ardından nefes nefese tutunacak bir yer arıyor. Avuçlarına dokunan herşeyi hiç tereddütsüz kavrıyor, tutuyor, sarıyor. Dünyaya elleriyle tutunuyor.
Bir kalem... Avuçlarına sıkı sıkıya tutunduğu elin hareketleriyle kara çizgiler bırakıyor ak kâğıt üstüne... Bir hayalin siyah gölgelerini düşürüyor kâğıda, bir düşüncenin harflere sızan aydınlığı taşıyor ellerin ayasından ve kalemin ince ucundan.
Bir dokunuş... Ana yüreğine varan sözsüz kelimelerin, dile gelmeyen ve dudağa sığmayan derin sözlerin tırmanışı başlıyor parmaklar arasında... Annenin parmaklarının boğumlarında şefkatli bir kalbin kıpırtıları dolanıyor, sevginin ele avuca sığmaz heyecanı eller arasında dokunuyor.
Bir kavrayış... Avuçta sıkı sıkıya sarılı bol rakamlı kâğıtlar ele avuca gelmez koyu hırsları, elden düşmez derin düşkünlükleri ele veriyor.
Sıkılmış bir yumruk... Gizli köşelerde verilen sözler, gözlerin karasına sinmiş isyanlar, sessizce razı olunmuş keskin kararlılıklar bir sıkı yumruğun kıskacına akıp taşıyor, durulup kristalleşiyor, isyanın ağırlığını taşıyor eller.
Çözülmüş bir el... Bir ömrün beklenmedik vedası, eldekilerin büsbütün terkedilişi, elinde olmadan elden gidenlerin resmi, yitirilmişliğin ve yitikliğin el değmemiş tablosu. Parmaklar arasından kayıp giden hayat.
Açılmış bir el... İstemenin son hâli, bu dünyadan geçip ötelere sığınmanın, elden gelmeyenlerin ve elde olmayanların ilanı. Elden gelen bir dua, elde kalan tek şey istemek.
Ve şimdi... Burada bu satırları yazarken klavyenin tuşlarında gezinen parmaklarım kendilerine odaklanmanın telaşıyla, biraz tereddütle ve biraz heyecanla geziniyorlar. Parmaklarımın klavyeye her vuruşunda bir harfi seçiyor, harfler arka arkaya dizildikçe aklımda gizli kalan bir anlamı ortaya koyuyorum. Parmak uçlarımdan bu satırlara dökülüyorum.
Doğrusu, sadece ben değil ve sadece bu yazıda değil, insanın neredeyse tüm halleri ele düşer, neredeyse tüm insan eylemleri elde biçimlenir. Her insan, tıpkı ilk doğduğu gündeki gibi bu âleme elle tutunur, âlemle buluşmamız ellerimiz üzerinden gerçekleşir.
Eşya ile ilişkimizi ifadelendiren kelimelerin elimizin hareketlerinde sembolleşmesi bu yüzdendir. ‘Ele geçirmek,’ ‘el altında tutmak,’ ‘elde tutmak,’ ‘elden çıkarmak,’ ‘el üstünde tutmak,’ ‘el atmak,’ ‘el vurmak,’ ‘ele almak’ gibi deyimler, eylemlerimizin elimizin etrafında gidip geldiğini anlatır. Somut el hareketlerini anlatan ‘dokunmak,’ ‘kavramak,’ ‘avucunun içine almak,’ ‘parmağında oynatmak,’ ‘okşamak’ ifadelerinin elden öte soyut anlamlara doğru derinleşmesi, hayallerimizin ve düşüncelerimizin de elimizde avucumuzda biçimlendiğine işaret eder. ‘Dokunmak’ ve ‘okşamak’ gibi hem somut hem de soyut anlamı birlikte kucaklayan ifadeler ruhumuzun sık sık elimize taştığını ve elimizle dışarı taşındığını hatırlatır. Sanki elde avuçta olanın hepsidir elimiz.





ellerin_catlaklari_yumusacik_eller.jpg

İnsan eli, insanın eşya ile ilişkisinin başlangıcı, eşyaya hükmetme ayrıcalığının sembolü, dışımızı içimizden geldiği gibi değiştirme/dönüştürme arzumuzun aracı, içimizi dışarı taşıma telaşımızın uzantısı ve içimizde saklı olanı açığa çıkarma derdimizin elçisidir. İnsana özgü iki temel duygunun, yani sahiplenmenin ve özgür iradenin ‘el’ etrafında odaklanması bu yüzden olsa gerek. Sahiplenme niyetiyle bakınca, tüm bir varlığı ‘elimizde olanlar’ ve ‘elimizde olmayanlar’ diye ayırırız. Yitirdiklerimiz ‘elimizden kayar gider,’ istemediklerimizi ‘elden çıkarırız;’ kavuştuklarımızı, bulduklarımızı ve biriktirdiklerimizi ise ‘ele geçirir,’ ‘el altında,’ ‘elde avuçta’ tutarız. İrademizin yetmediği şey ‘elimizde değil’dir, gücümüzün erişmediği iş ‘elimizden gelmez,’ ‘elden gelen’ ve ‘elimizde olan’ ise pek azdır; elden ne gelir! ‘El bağlamak’ bir yüce makama teslim olarak iradenin terkedilmesini, ‘el sıkışmak’ ise iki ayrı iradenin bir gaye etrafında paralelleşmesini ve bir’leşmesini ifade ediyor olmalıdır.
Karakterimiz bile elimize düşer bu yüzden: ‘eli açık’ cömertler, ‘eli delik’ savurganlar, ‘eli sıkı’ cimriler, ‘eline kimsenin su dökemediği’ hünerliler, ‘ele avuca sığmaz’ yaramazlar, ‘eli uzun’ arsızlar, ‘temiz el’li güvenilir insanlar, ‘eli koynunda’ yetimler, ‘el değmemiş’ güzellikler, ‘elinden çektiğimiz’ zalimler tanırız.
Bir kimseye ya da eşyaya verdiğimiz değeri elimizde belirleriz. ‘El üstünde’ tuttuklarımız vardır örneğin, ancak ‘elden düşürdüklerimiz’ ve ‘el kirimiz’ olan, ‘elimizin tersiyle ittiklerimiz’ de olur. Bir ustalığı, bir maneviyat birikimini devrederken ‘el veririz;’ sanki bir mürşidin veya bir ustanın yapıp ettiği herşey elindendir de, müridine yahut çırağına ‘el verir’ken bütün kimliğini devreder, tüm varlığını verir.
‘El avuç açmak,’ iradenin bittiği yeri, gücün-kuvvetin tükendiği sınırı ifade ediyor olmalı ki, açık ve hareketsiz bir el, irade ve gücü temsil etmekten çıkıp, elin ötelere uzanan dua halini temsil eder, “isteme’ görevini üzerine alır. Öyle ki, almak da, vermek de el üzerinde gerçekleşir: ‘Veren el’ olmak da, ‘alan el’ olmak da elin kaderidir.
El insanın iç dünyasından dış dünyaya uzanan iradesinin ve niyetinin görüntüsüdür. ‘Kalem tutan el’ ile ‘silah tutan el’ bir savaş-barış karşıtlığınının iki ucunu temsil eder. Gandhi, ünlü sözünde, barışı ve savaşı, nefreti ve sevgiyi elin iki temel hareketinde özetler: ‘Sıkılmış bir elle bir başka eli sıkamazsınız.’
İnsan ruhunun dışarıya taşıdığı ellerin ucundaki her bir parmak ucunda, her bir insanın yeganeliğini ortaya koyan parmak izleri işlenmiştir. Sanki, parmak uçlarımız ne kadar bize özgüyse, parmak uçlarımızla dokunarak, avucuzumuzda kavrayarak, elimizle tutunarak ördüğümüz tercihlerimiz ve yapıp ettiklerimiz de kimliğimizi o oranda özel olarak ortaya koyuyor. Bazen bir kalemin ucundan, bazen bir fırçanın dokunuşundan, bazen bir silahın tetiğinden, bazen bir iğne ucundan taşarız dünyaya. El, iç âlemimizi yansıtan bir ayna olduğu gibi, dış âlemde sahip olduklarımızı ve sahip olamadıklarımızı belirleyen, elimizden gelen ile elimizden gelmeyenleri ayıran gerçek sınırdır.
İnsan eli, bilim dünyasının hâlâ daha kavramakta ve anlatmakta zorlandığı bir estetik ve hareketlilik anıtıdır. Estetiğin çoğu zaman hareketlilik aleyhine geliştiği, hareketliliğin ise estetikten mahrumiyetle gerçekleştiği hatırlanırsa, insan elinde estetik ve hareketliliğin birlikte ve birbirine engel olmadan tamamlandığını görebiliriz. El, ne estetik adına hareketten alıkonmuştur, ne de hareketlilik adına estetikten mahrum edilmiştir.
El, insanın eşya ile olan ilişkisinin temas noktalarını oluşturan, dokunmak, kavramak, tutmak, yakalamak, fırlatmak, avuçlamak, okşamak, sıkmak, itmek, çekmek, yoğurmak gibi sayısız eyleme göre ayarlanmıştır. Öyle ki, el hiçbir eşya ile temas biçiminde acemilik çekmez; herkes için ve herşey için hazırlıklıdır, her yabancıya göre hazırladığı bir tutuşu ve kavrayışı vardır.
İnsan eli, toplam 27 kemiğe giydirilmiş onlarca kas ve onlarca eklem üzerinde biçimlendirilmiştir. Bedene en uzak yerde parmak uçları yer alır, daha sonra parmaklar ve avuç, ve nihayet el bileği. Elin tüm bir hayatımızı biçimlendiren ve hayatımıza renkler düşüren öyküsü burada başlar, ama burada bitmez; belki hiçbir yerde bitmez. Elimize geçecekler, elimizin altında bulunacaklar, dokunacaklarımız ve okşamak istediklerimiz giderek artıp çeşitlendiğine göre, elimiz, senaryosu baştan belli olmayan bir büyük serüvende her role hazır, eli her işe yatan, elinden geleni yapan, ele avuca sığmaz bir başrol oyuncusu olmayı sürdürecektir.



sevgi1zr9.jpg

Elimiz, iğneden ipliğe, düğmeden direksiyona, kapı kolundan klavyeye, piyanodan haltere, oltadan kaşığa kadar, bir ömür içinde temas edebileceğimiz tüm basit ya da karmaşık alet ve cihazların gizli ve vazgeçilmez parçası gibidir. Arkasında el olmayan bir kalem, tetiğine parmak dokunmayan bir silah, el değmeyen bir bıçak, avucumuzda yoğrulmayan bir hamur, parmak uçlarımızın değmediği bir saz, parmaklarımızda olmayan bir yüzük ne kadar yalnız, ne kadar zavallı ve ne kadar anlamsızdır. Elimiz eşyayı dönüştürüp değiştirdiği kadar, eşyanın varlığına anlam veren, eşyaya kıymet kazandıran, soğuk ve sessiz olan cisimlere sıcaklık ve sevecenlik katan ‘büyüleyici’ bir insan dokunuşunu taşır, sonsuz seven bir kalbin sıcağını bulaştırır, ruhumuzun sessiz konuşmasını diğer insan tenlerine aktarır.
Elin hareketleri, dış dünyanın biçimini değiştirmeye ve eşyayı bize yakınlaştırmaya ve yakıştırmaya ayarlıdır. Bu hareketlerin hiçbirinde işlevsellik ve estetik arasında bir çekişme yoktur. Örneğin bir kadehin zarif parmak hareketleriyle kavranması hem estetik gerekleri hem de işlevsel zorunlulukları yerine getirir. Bir piyanonun tuşlarında gezinen parmaklar ya da bir sazın teline vuran el, müziğin kendisi kadar âhenkli ve seyredilmeye değerdir.
Elimiz sadece fiziksel hareket becerilerinin sonsuzluğu ve pürüzsüzlüğü ile değil, ruhumuzla olan yakınlığı nedeniyle de fizik-ötesi becerileri de yerine getirir. Sözgelimi, ‘okşamak’ sadece el hareketi olduğu halde, ardında bir kalbin sonsuz şefkatinin derinliğini saklar ve açığa çıkarır. İnsan ‘dokunuş’u tende gerçekleşse de, ten yufkalığında kalmaz, tenden öte anlamlar ve yakınlıklar taşır.
Elimiz, ele avuca sığmayan bir lutfun uzantısıdır kısacası. Elimizin asla erişemeyeceği ancak elimize usulca indirilmiş bir ihsanın gölgesidir.



DR. SENAİ DEMİRCİ
 
Üst