İSRÂ VE MÎRAC MUCİZESİ
Hicret'ten bir buçuk sene önce, Receb ayının 27. gecesiydi. Bu gecede Peygamber Efendimizin en büyük mucizelerinden biri olan İsrâ* ve Mîrac** mucizesi vuku buldu. Şöyle ki:
Mezkûr gecede Cebrail (a.s.) geldi ve Resûli Zîşan Efendimizi Mescidi Haram'dan ** alıp Burak'la Mescidi Aksâ'ya*** götürdü. Oradan da, gökyüzündeki hârika icraat ve Cenâbı Hakk'ın kudretine delâlet eden âyet ve alâmetlerin birer birer gösterilmesi için, semâvâta çıkartıldı. Semâ tabakalarında bulunan bütün peygamberlerle görüştürüldü. Habibi Hûda Efendimiz, sonra da Sidrei Münteha makamına götürüldü. Oradan da "imkân ve vücub ortasında da Kabı Kavseyn'le işaret olunan" makama çıktı. Kendilerine birçok acîb ve garib şeyler temâşâ ettirildi. Ve bilemeyeceğimiz, anlayamayacağımız bir şekilde, mekândan münezzeh olan Cenâbı Hakk'ın bizzat
İsrâ: Gece yürüyüşü ve yolculuğu demektir.
Mîrac: "Yükseğe çıkmak" mânâsına olan "uruç"tan alınmış isimdir ve "merdiven" demektir. Bu itibarla Mîrac, Resûli Ekrem Efendimizin yeryüzünden ulvî makamlara yükselme vasıtası demek oluyor. Mîracı anlatan hadîslerde Peygamber Efendimizn "Urîce bi [Yükseğe çıkarıldım]." tâbiri sebebiyle bu mucize "Mîrac" adıyla anılmıştır.
Mescidi Haram: Mekke Mescididir ki, Kâbei Muazzama'nın etrafında ve Kabe'yi içine alan bugünkü tavaf sahasıdır. Bu mübarek sahaya "Haremi Şerif de denilir. "Harem" denilmesi, bu sahaya hürmet göstermenin vâcib olması sebebiyledir.
Mescidi Aksa: Kudüs Mescididir. Diğer bir adı "Beyti Makdis'tir. Yeryüzünde ilk defa Kabe, ondan sonra Mescidi Aksa bina kılınmıştır. Mescidi Haram'dan yaya yürüyüşüyle bir aylık uzaklıktadır.
kelâmını işitti ve Cemâli Pâkini müşahede etti. Aynı gece hânei saadetine geldi.
Cenâbı Hakk, Sevgili Resulünün zâtıyla ilgili bu mucizesini Kur'ânı Azîmüşşanında bize şöyle haber verir:
"Kulunu (Muhammed'i [s.a.v.]) bir gece Mescidi Haram'dan (alıp) Mescidi Aksâ'ya kadar götüren (Allah Teâlâ her türlü noksanlıktan) münezzehtir. (O Mescidi Aksa ki) Biz onun etrafına (feyz) ve bereket verdik (ve bu gece yolculuğunu) ona (o peygambere) âyetlerimizden (kudretimize delâlet eden hârikalardan) bazılarını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki O, (asıl) O, (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) kemâliyle görendir."352
Bu âyeti kerîme aynı zamanda İsrâ ve Mîrac mucizesinin hikmetini de beyan etmektedir. O da, Resûli Kibriya Efendimize, Cenâbı Hakk'm kudretine delâlet eden hârikaların gösterilmesidir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, "Sözler" isimli eserinin Mîrac mucizesinin hikmetini de beyan etmektedir. O da, Resûli Kibriya Efendimize, Cenâbı Hakk'ın kudretine delâlet eden hârikaların gösterilmesidir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, "Sözler" isimli eserinin Mîracı Nebevîyeye dair kısmında, "Mîrac meselesi, erkânı îmaniyenin usûlünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkânı îmaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkânı îmaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat ispat edilemez. Çünkü, Allah'ı bilmeyen, peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miraçtan bahsedilmez. Evvelâ, o erkânı ispat etmek lâzım geliyor." dedikten sonra "Hikmeti Mîrac nedir?" sualine de şu cevabı vererek, bu büyük hâdisenin hikmetlerini şöylece izah eder:
"Miracın hikmeti o kadar yüksektir ki fikri beşer ulaşamıyor, o kadar derindir ki ona yetişemiyor, o kadar incedir ve lâtiftir ki akıl kendi başıyla göremiyor. Fakat, bâzı işaretlerle, hakikatleri bilinmezse de vücutları bildirilebilir. Şöyle ki:
"Şu Kâinatın Halikı, şu kesret tabakatında nuru Vahdetini ve tecellîi Ehadiyyetini göstermek için, kesret tabakatının müntehasından tâ mebdei vahdete bir haytı ittisal suretinde bir mîracla bir ferdi mümtazı, bütün mahlûkat hesabına, Kendine muhatab ittihaz ederek, bütün zîşuur nâmına, makasıdı İlâhîyyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun nazarıyla âyinei mahlûkatında cemâli san'atını, kemâli Rubûbiyyetini müşahede etmek ve ettirmektir. Hem sânii âlemin, âsârın şehâdetiyle nihayetsiz cemâl ve kemâli vardır. Cemâl, hem kemâl, ikisi de mahbubu lizatihîdirler, yâni bizzat sevilirler. Öyle ise, o cemâl ve kemâl sahibinin cemâl ve kemâline nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuatında çok tarzda tezahür ediyor. Masnuatını sever; çünkü, masnuatının içinde cemâlini, kemâlini görür. Masnuat içinde en sevimli ve en âlî, zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âlî, zîşuurun içinde câmiiyyet itibarıyla en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecellî, kemâlâtın numunelerini gösteren fert, en sevimlidir. İşte, sânii mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecellîi muhabbetin bütün envaını, bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün envaı cemâlini, Ehadiyyet sırrıyla göstermek için şecerei hilkatten bir meyvei münevver derecesinde ve kalbi, o şecerenin hakaikı esasiyyesini istiab edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebdei evvel olan çekirdekten, tâ münteha olan meyveye kadr bir haytı ittisal hükmünde olan bir mîracla, o ferdin, kâinat nâmına mahbubiyyetini göstermek ve huzuruna celbetmek ve rü'yeti cemâline müşerref etmek ve ondaki hâleti kutsîyyeyi başkasına sirayet ettirmek için kelâmıyla taltif edip fermaniyla tavzif etmektir.
Hicret'ten bir buçuk sene önce, Receb ayının 27. gecesiydi. Bu gecede Peygamber Efendimizin en büyük mucizelerinden biri olan İsrâ* ve Mîrac** mucizesi vuku buldu. Şöyle ki:
Mezkûr gecede Cebrail (a.s.) geldi ve Resûli Zîşan Efendimizi Mescidi Haram'dan ** alıp Burak'la Mescidi Aksâ'ya*** götürdü. Oradan da, gökyüzündeki hârika icraat ve Cenâbı Hakk'ın kudretine delâlet eden âyet ve alâmetlerin birer birer gösterilmesi için, semâvâta çıkartıldı. Semâ tabakalarında bulunan bütün peygamberlerle görüştürüldü. Habibi Hûda Efendimiz, sonra da Sidrei Münteha makamına götürüldü. Oradan da "imkân ve vücub ortasında da Kabı Kavseyn'le işaret olunan" makama çıktı. Kendilerine birçok acîb ve garib şeyler temâşâ ettirildi. Ve bilemeyeceğimiz, anlayamayacağımız bir şekilde, mekândan münezzeh olan Cenâbı Hakk'ın bizzat
İsrâ: Gece yürüyüşü ve yolculuğu demektir.
Mîrac: "Yükseğe çıkmak" mânâsına olan "uruç"tan alınmış isimdir ve "merdiven" demektir. Bu itibarla Mîrac, Resûli Ekrem Efendimizin yeryüzünden ulvî makamlara yükselme vasıtası demek oluyor. Mîracı anlatan hadîslerde Peygamber Efendimizn "Urîce bi [Yükseğe çıkarıldım]." tâbiri sebebiyle bu mucize "Mîrac" adıyla anılmıştır.
Mescidi Haram: Mekke Mescididir ki, Kâbei Muazzama'nın etrafında ve Kabe'yi içine alan bugünkü tavaf sahasıdır. Bu mübarek sahaya "Haremi Şerif de denilir. "Harem" denilmesi, bu sahaya hürmet göstermenin vâcib olması sebebiyledir.
Mescidi Aksa: Kudüs Mescididir. Diğer bir adı "Beyti Makdis'tir. Yeryüzünde ilk defa Kabe, ondan sonra Mescidi Aksa bina kılınmıştır. Mescidi Haram'dan yaya yürüyüşüyle bir aylık uzaklıktadır.
kelâmını işitti ve Cemâli Pâkini müşahede etti. Aynı gece hânei saadetine geldi.
Cenâbı Hakk, Sevgili Resulünün zâtıyla ilgili bu mucizesini Kur'ânı Azîmüşşanında bize şöyle haber verir:
"Kulunu (Muhammed'i [s.a.v.]) bir gece Mescidi Haram'dan (alıp) Mescidi Aksâ'ya kadar götüren (Allah Teâlâ her türlü noksanlıktan) münezzehtir. (O Mescidi Aksa ki) Biz onun etrafına (feyz) ve bereket verdik (ve bu gece yolculuğunu) ona (o peygambere) âyetlerimizden (kudretimize delâlet eden hârikalardan) bazılarını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki O, (asıl) O, (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) kemâliyle görendir."352
Bu âyeti kerîme aynı zamanda İsrâ ve Mîrac mucizesinin hikmetini de beyan etmektedir. O da, Resûli Kibriya Efendimize, Cenâbı Hakk'm kudretine delâlet eden hârikaların gösterilmesidir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, "Sözler" isimli eserinin Mîrac mucizesinin hikmetini de beyan etmektedir. O da, Resûli Kibriya Efendimize, Cenâbı Hakk'ın kudretine delâlet eden hârikaların gösterilmesidir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, "Sözler" isimli eserinin Mîracı Nebevîyeye dair kısmında, "Mîrac meselesi, erkânı îmaniyenin usûlünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkânı îmaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkânı îmaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat ispat edilemez. Çünkü, Allah'ı bilmeyen, peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miraçtan bahsedilmez. Evvelâ, o erkânı ispat etmek lâzım geliyor." dedikten sonra "Hikmeti Mîrac nedir?" sualine de şu cevabı vererek, bu büyük hâdisenin hikmetlerini şöylece izah eder:
"Miracın hikmeti o kadar yüksektir ki fikri beşer ulaşamıyor, o kadar derindir ki ona yetişemiyor, o kadar incedir ve lâtiftir ki akıl kendi başıyla göremiyor. Fakat, bâzı işaretlerle, hakikatleri bilinmezse de vücutları bildirilebilir. Şöyle ki:
"Şu Kâinatın Halikı, şu kesret tabakatında nuru Vahdetini ve tecellîi Ehadiyyetini göstermek için, kesret tabakatının müntehasından tâ mebdei vahdete bir haytı ittisal suretinde bir mîracla bir ferdi mümtazı, bütün mahlûkat hesabına, Kendine muhatab ittihaz ederek, bütün zîşuur nâmına, makasıdı İlâhîyyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun nazarıyla âyinei mahlûkatında cemâli san'atını, kemâli Rubûbiyyetini müşahede etmek ve ettirmektir. Hem sânii âlemin, âsârın şehâdetiyle nihayetsiz cemâl ve kemâli vardır. Cemâl, hem kemâl, ikisi de mahbubu lizatihîdirler, yâni bizzat sevilirler. Öyle ise, o cemâl ve kemâl sahibinin cemâl ve kemâline nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuatında çok tarzda tezahür ediyor. Masnuatını sever; çünkü, masnuatının içinde cemâlini, kemâlini görür. Masnuat içinde en sevimli ve en âlî, zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âlî, zîşuurun içinde câmiiyyet itibarıyla en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecellî, kemâlâtın numunelerini gösteren fert, en sevimlidir. İşte, sânii mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecellîi muhabbetin bütün envaını, bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün envaı cemâlini, Ehadiyyet sırrıyla göstermek için şecerei hilkatten bir meyvei münevver derecesinde ve kalbi, o şecerenin hakaikı esasiyyesini istiab edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebdei evvel olan çekirdekten, tâ münteha olan meyveye kadr bir haytı ittisal hükmünde olan bir mîracla, o ferdin, kâinat nâmına mahbubiyyetini göstermek ve huzuruna celbetmek ve rü'yeti cemâline müşerref etmek ve ondaki hâleti kutsîyyeyi başkasına sirayet ettirmek için kelâmıyla taltif edip fermaniyla tavzif etmektir.