İslami konularda insanların birbirlerinden farklı düşünmelerinin (ihtilaflarının) sebepleri nelerdir?
Nerede insan varsa orada ihtilaf bulunmaktadır. Zira bu insan yaratılışının bir gereğidir. Aynı kültür içerisinde, aynı maddi ve manevi ortamda yetişen ve hatta eğitici ve öğreticileri bir olan aynı ana ve babanın ikiz iki çocuğu bile bazı konularda ayrılık gösterebilirler. Durum böyle olunca, çok değişik çevrelerde yetişen insanların durumları hayli farklılık arz edecektir. Yaratılış faktörünün yanında diğer nedenler kısaca şunlardır:
İhtilaf konusu olan meselelerin aslında açık olmayıp kapalı oluşu:
Eflatun’un Fil örneği bu konuyu çok iyi izah eder. Eflatun şöyle der:
”İnsanlar her yönüyle gerçeği idrak edemedikleri gibi ondan tamamen uzak da olamazlar. Her insan gerçeğin bir yönünü idrak eder. Şu misal, bunun örneğidir: Bir kaç kör, filin yanına varırlar, her biri, onun bir organını tutar, eliyle kontrol eder ve onun ne olduğunu kendine göre hayal eder. Onun ayağını yakalayan, filin ağaç gövdesine benzeyen uzun ve yuvarlak bir yaratık olduğunu anlatır. Sırtına ulaşan, onun yüksek tepelere benzeyen bir yaratık olduğunu söyler. Kulağını tutan ise, onun, düz, ince, katlanan ve açılan bir yaratık olduğunu söyler. Görüldüğü gibi, bunlardan her biri, gerçeğin sadece bir kısmını idrak edebilmiş, diğer arkadaşlarını yalanlamış, onların Fil’i anlatma konusunda hata ettiklerini iddia etmiştir. Zaten ihtilaflar birçok kerede meselenin kapalı veya zor oluşundan değil, ihtilaf eden taraflardan her birinin, diğerinin görüşünü bilmeyişinden doğar. Bu sebeple Sokrat şöyle der: “Münakaşa konusu olan şey bilindiği taktirde her münakaşa biter”1
Bu maddeyi İslam Mezhepleri açısından değerlendirecek olursak, Kur’ana bir bütün olarak bakamayan kişiler hatalı sonuçlara varmışlardır. Örneğin, Kur’anda kişinin hür iradesinden bahsedildiği kadar, her türlü iradenin ve gücün Allah’a ait oluşundan da söz edilmektedir. Bu durumda, kulun kendi fiillerini kendisinin yarattığını ve Allah’ın “kulların fiilleri konusunda” bir müdahalesinin söz konusu olmadığını söyleyen Mu’tezile’yi destekler anlamda ayetlerin bulunmasına mukabil, kulun hiçbir iradesinin olmadığını, onun Allah’ın iradesi karşısında rüzgarın önündeki kuru bir yaprak gibi olduğunu ifade eden Cebriyye’yi destekler anlamda ayetler de bulunmaktadır. Eğer aynı ayetlere parçacı bir yaklaşımla değil de bütüncül bir şekilde bakılabilirse gerçek daha iyi anlaşılacaktır. Tabir caiz ise, Fil’e parça parça değil de gören bir göz ile bakıp bütün olarak tanımlamak daha isabetli olduğu gibi, Kur’an ayetlerine de bütüncül bir şekilde bakmak daha doğrudur. Aksi taktirde herkesin ilk bakışta doğru söylediği düşünülebilir, ancak gerçekte ise ulaştığı kanaat hatalı ve ek****ir. Bu bakımdan konuyla ilgili ayetlerin tamamına bakıldığında durum daha iyi anlaşılacaktır. Buna göre, “İnsan irade eder, Allah yaratır. İnsan, kendi irade ettiği işlerde sorumluluktan kurtulamaz.” Böylece iki yönlü gibi görünen konu açıklığa kavuşmuş olur ve aralarında herhangi bir zıtlığın olmadığı görülür.2
Arzuların, heveslerin ve mizaçların değişik olması: Her şahsın arzu, heves ve mizaçları değişik olması nedeniyle ihtilaflar zuhur etmektedir. Bu konuda Spinoza şöyle der: “Bize eşyayı güzel gösteren, basiretimiz değil, arzu ve meyillerimizdir”3
Branşların değişik olması: Çok değişik meslek grupları bulunmaktadır. Bu grupların kendilerine göre ölçü ve prensipleri vardır. Dolayısıyla her meslek grubu kendi prensipleri istikametinde yorum yapacaktır. Sonunda aynı konuda farklı sonuçlara ulaşılacaktır. Mesela, Fıkıhçılar ile Kelamcıların Kur’ana bakışları arasında farklılıklar söz konusudur.
Taklit: İhtilaf sebeplerinden biri de eskileri taklittir. Zira taklitçilik taassubu doğurur. Taassubun olduğu yerde de aşırı ihtilafların bulunması kadar normal bir şey yoktur. Zira taklit zihniyeti, objektif bakış açısını öldürür ve fikirleri donuklaştırır. Dolayısıyla herkes kendi taklit ettiği kimsenin sözünü doğru olduğu gibi kabul eder. Dolayısıyla da tarihteki ihtilaflar aynen devam eder.
Anlayış kabiliyeti ve algılama güçlerinin farklı oluşu: Ebu Zehra, “İhvanussafa” adlı teşkilatın risalelerinde bu konuyla ilgili olarak şunların zikredildiğini kaydeder: “Bir çok insan vardır ki, düşünme kabiliyeti güzel, temyiz kabiliyeti çok hassas, tasavvuru süratli ve zekidir. Yine bazıları da vardır ki, geri zekalı, kalbi kör ve şaşkındır. İşte, alimlerin görüş ve mezheplerinde ihtilaf ediş sebeplerinden biri de budur. Zira, insanların anlayış kabiliyetleri farklı olunca görüş ve inançları da ona göre değişik olur” 4
Liderlik sevdası ve başkalarına hükmetme arzusu: Böylesi bir arzu, insana kendi dediklerinin mutlak doğru ve karşıdaki fikirlerin kesin yanlış olduğu kanaatini aşılar. Dolayısıyla da düşüncesi yanlış da olsa onda ısrar eder. Böylece ihtilaflar kökleşir.
Kaynaklar:
1- Muhammed Ebû Zehra, İslam’da Siyasi İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, trc. Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, İstanbul ts., s. 10.
2- Geniş bilgi için bkz. Sayın Dalkıran, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997, s. 71-73, 155-176; a. mlf. Osmanlı Devletinde Ehl-i Sünnet’in Şii Akidesini Tenkidleri, İstanbul 2000, s. 83-132, 237-252.
3- Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.10.
4- Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, 12.
Sayın Dalkıran (Prof. Dr.)
Nerede insan varsa orada ihtilaf bulunmaktadır. Zira bu insan yaratılışının bir gereğidir. Aynı kültür içerisinde, aynı maddi ve manevi ortamda yetişen ve hatta eğitici ve öğreticileri bir olan aynı ana ve babanın ikiz iki çocuğu bile bazı konularda ayrılık gösterebilirler. Durum böyle olunca, çok değişik çevrelerde yetişen insanların durumları hayli farklılık arz edecektir. Yaratılış faktörünün yanında diğer nedenler kısaca şunlardır:
İhtilaf konusu olan meselelerin aslında açık olmayıp kapalı oluşu:
Eflatun’un Fil örneği bu konuyu çok iyi izah eder. Eflatun şöyle der:
”İnsanlar her yönüyle gerçeği idrak edemedikleri gibi ondan tamamen uzak da olamazlar. Her insan gerçeğin bir yönünü idrak eder. Şu misal, bunun örneğidir: Bir kaç kör, filin yanına varırlar, her biri, onun bir organını tutar, eliyle kontrol eder ve onun ne olduğunu kendine göre hayal eder. Onun ayağını yakalayan, filin ağaç gövdesine benzeyen uzun ve yuvarlak bir yaratık olduğunu anlatır. Sırtına ulaşan, onun yüksek tepelere benzeyen bir yaratık olduğunu söyler. Kulağını tutan ise, onun, düz, ince, katlanan ve açılan bir yaratık olduğunu söyler. Görüldüğü gibi, bunlardan her biri, gerçeğin sadece bir kısmını idrak edebilmiş, diğer arkadaşlarını yalanlamış, onların Fil’i anlatma konusunda hata ettiklerini iddia etmiştir. Zaten ihtilaflar birçok kerede meselenin kapalı veya zor oluşundan değil, ihtilaf eden taraflardan her birinin, diğerinin görüşünü bilmeyişinden doğar. Bu sebeple Sokrat şöyle der: “Münakaşa konusu olan şey bilindiği taktirde her münakaşa biter”1
Bu maddeyi İslam Mezhepleri açısından değerlendirecek olursak, Kur’ana bir bütün olarak bakamayan kişiler hatalı sonuçlara varmışlardır. Örneğin, Kur’anda kişinin hür iradesinden bahsedildiği kadar, her türlü iradenin ve gücün Allah’a ait oluşundan da söz edilmektedir. Bu durumda, kulun kendi fiillerini kendisinin yarattığını ve Allah’ın “kulların fiilleri konusunda” bir müdahalesinin söz konusu olmadığını söyleyen Mu’tezile’yi destekler anlamda ayetlerin bulunmasına mukabil, kulun hiçbir iradesinin olmadığını, onun Allah’ın iradesi karşısında rüzgarın önündeki kuru bir yaprak gibi olduğunu ifade eden Cebriyye’yi destekler anlamda ayetler de bulunmaktadır. Eğer aynı ayetlere parçacı bir yaklaşımla değil de bütüncül bir şekilde bakılabilirse gerçek daha iyi anlaşılacaktır. Tabir caiz ise, Fil’e parça parça değil de gören bir göz ile bakıp bütün olarak tanımlamak daha isabetli olduğu gibi, Kur’an ayetlerine de bütüncül bir şekilde bakmak daha doğrudur. Aksi taktirde herkesin ilk bakışta doğru söylediği düşünülebilir, ancak gerçekte ise ulaştığı kanaat hatalı ve ek****ir. Bu bakımdan konuyla ilgili ayetlerin tamamına bakıldığında durum daha iyi anlaşılacaktır. Buna göre, “İnsan irade eder, Allah yaratır. İnsan, kendi irade ettiği işlerde sorumluluktan kurtulamaz.” Böylece iki yönlü gibi görünen konu açıklığa kavuşmuş olur ve aralarında herhangi bir zıtlığın olmadığı görülür.2
Arzuların, heveslerin ve mizaçların değişik olması: Her şahsın arzu, heves ve mizaçları değişik olması nedeniyle ihtilaflar zuhur etmektedir. Bu konuda Spinoza şöyle der: “Bize eşyayı güzel gösteren, basiretimiz değil, arzu ve meyillerimizdir”3
Branşların değişik olması: Çok değişik meslek grupları bulunmaktadır. Bu grupların kendilerine göre ölçü ve prensipleri vardır. Dolayısıyla her meslek grubu kendi prensipleri istikametinde yorum yapacaktır. Sonunda aynı konuda farklı sonuçlara ulaşılacaktır. Mesela, Fıkıhçılar ile Kelamcıların Kur’ana bakışları arasında farklılıklar söz konusudur.
Taklit: İhtilaf sebeplerinden biri de eskileri taklittir. Zira taklitçilik taassubu doğurur. Taassubun olduğu yerde de aşırı ihtilafların bulunması kadar normal bir şey yoktur. Zira taklit zihniyeti, objektif bakış açısını öldürür ve fikirleri donuklaştırır. Dolayısıyla herkes kendi taklit ettiği kimsenin sözünü doğru olduğu gibi kabul eder. Dolayısıyla da tarihteki ihtilaflar aynen devam eder.
Anlayış kabiliyeti ve algılama güçlerinin farklı oluşu: Ebu Zehra, “İhvanussafa” adlı teşkilatın risalelerinde bu konuyla ilgili olarak şunların zikredildiğini kaydeder: “Bir çok insan vardır ki, düşünme kabiliyeti güzel, temyiz kabiliyeti çok hassas, tasavvuru süratli ve zekidir. Yine bazıları da vardır ki, geri zekalı, kalbi kör ve şaşkındır. İşte, alimlerin görüş ve mezheplerinde ihtilaf ediş sebeplerinden biri de budur. Zira, insanların anlayış kabiliyetleri farklı olunca görüş ve inançları da ona göre değişik olur” 4
Liderlik sevdası ve başkalarına hükmetme arzusu: Böylesi bir arzu, insana kendi dediklerinin mutlak doğru ve karşıdaki fikirlerin kesin yanlış olduğu kanaatini aşılar. Dolayısıyla da düşüncesi yanlış da olsa onda ısrar eder. Böylece ihtilaflar kökleşir.
Kaynaklar:
1- Muhammed Ebû Zehra, İslam’da Siyasi İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, trc. Hasan Karakaya, Kerim Aytekin, İstanbul ts., s. 10.
2- Geniş bilgi için bkz. Sayın Dalkıran, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997, s. 71-73, 155-176; a. mlf. Osmanlı Devletinde Ehl-i Sünnet’in Şii Akidesini Tenkidleri, İstanbul 2000, s. 83-132, 237-252.
3- Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.10.
4- Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, 12.
Sayın Dalkıran (Prof. Dr.)