İslam Genişlik ve Ferahlık Dinidir, Allah’ın El-Vâsi’u Güzel İsmi
Allah (c.c.) bilgisi, gücü ve iradesiyle bütün varlıkları kuşatmıştır. Uçsuz bucaksız evren bütün yönleri ile Allah’ın (c.c.) bilgisi, gücü ve iradesi altındadır.
İnsana verilen kısmi irade ile ona bir özgürlük tanınmıştır. İnsan iyi ile kötüyü tercih edebilir. Bunda serbesttir. Kimse karışamaz. Allah (c.c.) insanın bu yönünü kuşatmamış, açık bırakmıştır. Yani Allah (c.c.) mutlak iradesiyle insanı iyi yola yada kötü yollara zorlamamıştır. Gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla iyi yada doğru yolları tanıtarak insanların doğru veya yanlış yolları kendilerinin bulmalarını murat etmiştir. Ama Allah (c.c.) ezelde her bir insanın neyi tercih edeceğini biliyordu ve bu tercihini bir hüküm olarak Levh-i Mahfuz’a kaydetti. Bu bilgisinden ötürü de kimseyi kötü fiili yapmaya zorlamadı. Demek ki Allah (c.c.) insanın kısmi iradesini mutlak iradesiyle değil ezeli ilmiyle kuşatmaktadır. Ama insanın iradesi dışındaki durumları mutlak iradesiyle kuşatmıştır. Bu çeşit kuşatmada ise pek çok hikmet, mutlak bir adalet ilkesi ile sınırsız bir rahmet söz konusudur. O’nun pek çok hikmetini, sınırsız rahmetini ve mutlak adaletini bu dünya sınavında görmemiz ve anlamamız mümkün değildir, bunları ancak ahrette gözlerimizdeki perde çekilince tam anlamıyla kavrayabileceğiz.
El-Vâsi’ (Allah [c.c.] her yönüyle varlıkları kapsayıcıdır, O’nun dini ve nimetleri geniştir) güzel ismi ile Allah’ın (c.c.) bilgisi, gücü ve iradesi ile bütün varlık âlemini kuşatması anlamı yanında bir de nimetlerinin genişliği üzerinde düşündürülmek istenmektedir. Allah (c.c.) sadece bir meyve çeşidi yaratıp kullarını onu yemeye zorlamamıştır. Herkesin damağının zevk alacağı sayısız meyve çeşidi dünya sofrasında önümüze sürülmüştür. Allah’ın (c.c.) kullarına verdiği genişlik nimeti aile kurumunda en güzel biçimde tecelli etmektedir: Verilen göz ve kalp nimetleri ile insanlar eşlerini beğenerek seçiyorlar, ayrıca geçimlerinde çok büyük bir sıkıntı yaşadıklarında din pek hoş karşılamasa da boşanma seçeneği bir nimet olarak onlara veriliyor. Anne ve babanın büyüyünceye kadar evlatlarının maddi ve manevi her türlü sıkıntısını omuzlarına almaları da evlatları lehine bu nimet genişliğinin bir başka boyutudur.
Din her ne kadar emir ve yasaklarla insanın hayatını daraltıyor görünse de aslında helal dairesi keyfe yetecek kadar geniştir. İnsanın hayatını daraltan şeyler günahlardır. İnsan haramlarla yaşamını daraltır; kaygıyla adeta boğar, yaşanmaz bir duruma sokar. Örneğin zina gibi büyük bir günahın içerisinde olan birisi, bilinçli veya bilinçdışı olarak her gün rezil olmak, toplumda şeref, haysiyet ve namusunun lekelenmesine yol açmak kaygısı içerisindedir. Ayrıca anne-babasının, kardeşlerinin (varsa eşinin) böyle bir zina günahını işlemesine iç dünyasında tepki gösterirken kendisinin zina etmesi kişinin iç dünyasında kaldıramayacağı büyük bir çatışmaya, manevi baskıya ve ağırlığa neden olacaktır. Böyle birisinin kendisiyle barışık, iş ve toplumsal hayatında verimli olması da imkânsızdır.
İnsanın hayatını daraltan şeyler sadece fiili olarak yapılan haramlar değildir; ayrıca kibir, kendini beğenme (ucub), kin, haset, riya… gibi dinin büyük günah saydığı duygular onlara göre daha etkili bir şekilde insanın hayatını daraltır ve çekilmez kılar. Bunlar psikolojide de birer komplekse tekabül ederler. Kompleksler ise manevi hayatın hastalıklarıdır. Hayatı güçleştirirler, zorlaştırırlar. Bazen kişiyi acınacak oranda zavallı ederler. Ama tabii kompleksli kişilerin topluma, insanlara verdikleri zararlar çok büyüktürler.
Bunlardan sadece haset üzerinde bir miktar durmak yerinde olacaktır sanırım. Peygamberimizin (s.a.s) bir hadis-i şerifte belirttiği üzere ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi doğrudan insanın güzel amellerini ve imanını yok eden ve büyük bir günah olan haset, karşı tarafa hiçbir zarar vermezken sahibine dünyayı daraltır, adeta başına yıkar. Hâlbuki haset yaptığı nimeti o kişiye çok gören insan biraz geniş düşününce ne büyük bir akılsızlığın pençesinde olduğunu anlayacaktır. O nimete başka insanların sahip olduğu gibi haset ettiği kişinin sahip olmasını çok görmesi hiçbir mantıki gerekçeye dayanmaz. Kör bir duygusal saplantıdır. Basit bir aşağılık kompleksidir. İnsanlar yabancıları değil bir şekilde ilişkide bulundukları kişileri veya yakınları kıskanırlar, onlara haset ederler. Aslında biraz geniş düşününce bildiği, tanıdığı veya yakını olan birisinin öyle haset edilen bir nimete sahip olmasının kendisine de büyük bir yarar sağlayabileceğini görür. Çünkü her nimet ışık gibi etrafına da bir fayda verir. Kişi haset duygusunu içinden attığında büyük bir genişlik hissedecek ve huzura erecektir. Haset, kadere yapılan büyük bir itirazdır, isyandır. Dolayısıyla kişinin doğrudan imanına zarar veren büyük bir afettir. Allahu Zülcelâl bizleri ondan korusun. Âmin. Hasedin verdiği sıkıntı ve iç darlığı ise insanın daha dünyada iken imansızlık cehenneminde yanmasına neden olur.
Hicret de Allah’ın El-Vâsi’ güzel isminin bir başka tecellisidir. Müslümanlar içerisinde bulundukları ortamlarda dinlerini yaşamada bir sıkıntı ile karşılaştıklarında hicret edebilirler. Bu çağımızda iş, ortam, mekân değişikliği biçiminde olabilir. Bunda büyük bir rahmet ve ferahlık vardır. Onun için atalar, ‘Tebdil-i mekânda ferahlık vardır.’ demişlerdir.
El-Vâsi’ (Allah [c.c.] her yönüyle varlıkları kapsayıcıdır, O’nun dini ve nimetleri geniştir) güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Mümin iradesini Allah’ın (c.c.) iradesine teslim eder. Allah’tan (c.c.) uzak olarak yaratılan nefsine Allah’ı (c.c.) yaklaştırır. Gerçekte Allah, (c.c.) insana şahdamarından da yakındır. El-Vâsi’ güzel ismiyle insanı her yönüyle kuşatmıştır. Ama nefis O’ndan uzaktır. Mümin, iradesi ile nefsine Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarını kuşatıcı kıldığı gibi nafile ibadetlerle de Allah’a (c.c.) yakın olmaya çalışır. Ayrıca mümin genişliği, rahatı ve huzuru Allah’ın (c.c.) dininde yani emir ve yasaklarında arar.
İslam dini her emri ve yasağı ile ruha büyük bir genişlik ve ferahlık verir. Onu tutkularının esiri olmaktan kurtarır. İnsanı dünyaya aşırı bağlanmaktan alıkor. Yüce davalara yöneltir. Bu açıdan dinin her emri ve yasağı bir psikoterapi gibi işleve sahiptir. Her birisinin iç dünyamızda bir anlamı vardır. İnsan İslam dininin emir ve yasaklarına göre yaşadığı zaman ruhsal dünyasında büyük bir genişlik ve ferahlık duyar. Bütün ruhsal hastalıklar dünyaya ve nefse aşırı bağlanmaktan kaynaklanır. İslam her hükmü ile insana bir denge kazandırır, onu ruhsal açıdan hastalanmaktan korur. İbadetler ruha ihtiyacı olan nur ve feyzi kazandırarak onu güçlendirir, yasaklar da nefsi manevi olarak hastalanmaktan korur. Böylece İslam’ın her hükmü insanın ruh sağlığını korumuş olur. Bir Müslüman’ın hayatın zorlukları karşısında ruh sağlığını yitirerek kendisini kaybetmesi, hastalanması adeta imkânsızdır.
Allah (c.c.), bizlere İslam dinini kolaylaştırsın ve genişletsin. Rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
Allah (c.c.) bilgisi, gücü ve iradesiyle bütün varlıkları kuşatmıştır. Uçsuz bucaksız evren bütün yönleri ile Allah’ın (c.c.) bilgisi, gücü ve iradesi altındadır.
İnsana verilen kısmi irade ile ona bir özgürlük tanınmıştır. İnsan iyi ile kötüyü tercih edebilir. Bunda serbesttir. Kimse karışamaz. Allah (c.c.) insanın bu yönünü kuşatmamış, açık bırakmıştır. Yani Allah (c.c.) mutlak iradesiyle insanı iyi yola yada kötü yollara zorlamamıştır. Gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla iyi yada doğru yolları tanıtarak insanların doğru veya yanlış yolları kendilerinin bulmalarını murat etmiştir. Ama Allah (c.c.) ezelde her bir insanın neyi tercih edeceğini biliyordu ve bu tercihini bir hüküm olarak Levh-i Mahfuz’a kaydetti. Bu bilgisinden ötürü de kimseyi kötü fiili yapmaya zorlamadı. Demek ki Allah (c.c.) insanın kısmi iradesini mutlak iradesiyle değil ezeli ilmiyle kuşatmaktadır. Ama insanın iradesi dışındaki durumları mutlak iradesiyle kuşatmıştır. Bu çeşit kuşatmada ise pek çok hikmet, mutlak bir adalet ilkesi ile sınırsız bir rahmet söz konusudur. O’nun pek çok hikmetini, sınırsız rahmetini ve mutlak adaletini bu dünya sınavında görmemiz ve anlamamız mümkün değildir, bunları ancak ahrette gözlerimizdeki perde çekilince tam anlamıyla kavrayabileceğiz.
El-Vâsi’ (Allah [c.c.] her yönüyle varlıkları kapsayıcıdır, O’nun dini ve nimetleri geniştir) güzel ismi ile Allah’ın (c.c.) bilgisi, gücü ve iradesi ile bütün varlık âlemini kuşatması anlamı yanında bir de nimetlerinin genişliği üzerinde düşündürülmek istenmektedir. Allah (c.c.) sadece bir meyve çeşidi yaratıp kullarını onu yemeye zorlamamıştır. Herkesin damağının zevk alacağı sayısız meyve çeşidi dünya sofrasında önümüze sürülmüştür. Allah’ın (c.c.) kullarına verdiği genişlik nimeti aile kurumunda en güzel biçimde tecelli etmektedir: Verilen göz ve kalp nimetleri ile insanlar eşlerini beğenerek seçiyorlar, ayrıca geçimlerinde çok büyük bir sıkıntı yaşadıklarında din pek hoş karşılamasa da boşanma seçeneği bir nimet olarak onlara veriliyor. Anne ve babanın büyüyünceye kadar evlatlarının maddi ve manevi her türlü sıkıntısını omuzlarına almaları da evlatları lehine bu nimet genişliğinin bir başka boyutudur.
Din her ne kadar emir ve yasaklarla insanın hayatını daraltıyor görünse de aslında helal dairesi keyfe yetecek kadar geniştir. İnsanın hayatını daraltan şeyler günahlardır. İnsan haramlarla yaşamını daraltır; kaygıyla adeta boğar, yaşanmaz bir duruma sokar. Örneğin zina gibi büyük bir günahın içerisinde olan birisi, bilinçli veya bilinçdışı olarak her gün rezil olmak, toplumda şeref, haysiyet ve namusunun lekelenmesine yol açmak kaygısı içerisindedir. Ayrıca anne-babasının, kardeşlerinin (varsa eşinin) böyle bir zina günahını işlemesine iç dünyasında tepki gösterirken kendisinin zina etmesi kişinin iç dünyasında kaldıramayacağı büyük bir çatışmaya, manevi baskıya ve ağırlığa neden olacaktır. Böyle birisinin kendisiyle barışık, iş ve toplumsal hayatında verimli olması da imkânsızdır.
İnsanın hayatını daraltan şeyler sadece fiili olarak yapılan haramlar değildir; ayrıca kibir, kendini beğenme (ucub), kin, haset, riya… gibi dinin büyük günah saydığı duygular onlara göre daha etkili bir şekilde insanın hayatını daraltır ve çekilmez kılar. Bunlar psikolojide de birer komplekse tekabül ederler. Kompleksler ise manevi hayatın hastalıklarıdır. Hayatı güçleştirirler, zorlaştırırlar. Bazen kişiyi acınacak oranda zavallı ederler. Ama tabii kompleksli kişilerin topluma, insanlara verdikleri zararlar çok büyüktürler.
Bunlardan sadece haset üzerinde bir miktar durmak yerinde olacaktır sanırım. Peygamberimizin (s.a.s) bir hadis-i şerifte belirttiği üzere ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi doğrudan insanın güzel amellerini ve imanını yok eden ve büyük bir günah olan haset, karşı tarafa hiçbir zarar vermezken sahibine dünyayı daraltır, adeta başına yıkar. Hâlbuki haset yaptığı nimeti o kişiye çok gören insan biraz geniş düşününce ne büyük bir akılsızlığın pençesinde olduğunu anlayacaktır. O nimete başka insanların sahip olduğu gibi haset ettiği kişinin sahip olmasını çok görmesi hiçbir mantıki gerekçeye dayanmaz. Kör bir duygusal saplantıdır. Basit bir aşağılık kompleksidir. İnsanlar yabancıları değil bir şekilde ilişkide bulundukları kişileri veya yakınları kıskanırlar, onlara haset ederler. Aslında biraz geniş düşününce bildiği, tanıdığı veya yakını olan birisinin öyle haset edilen bir nimete sahip olmasının kendisine de büyük bir yarar sağlayabileceğini görür. Çünkü her nimet ışık gibi etrafına da bir fayda verir. Kişi haset duygusunu içinden attığında büyük bir genişlik hissedecek ve huzura erecektir. Haset, kadere yapılan büyük bir itirazdır, isyandır. Dolayısıyla kişinin doğrudan imanına zarar veren büyük bir afettir. Allahu Zülcelâl bizleri ondan korusun. Âmin. Hasedin verdiği sıkıntı ve iç darlığı ise insanın daha dünyada iken imansızlık cehenneminde yanmasına neden olur.
Hicret de Allah’ın El-Vâsi’ güzel isminin bir başka tecellisidir. Müslümanlar içerisinde bulundukları ortamlarda dinlerini yaşamada bir sıkıntı ile karşılaştıklarında hicret edebilirler. Bu çağımızda iş, ortam, mekân değişikliği biçiminde olabilir. Bunda büyük bir rahmet ve ferahlık vardır. Onun için atalar, ‘Tebdil-i mekânda ferahlık vardır.’ demişlerdir.
El-Vâsi’ (Allah [c.c.] her yönüyle varlıkları kapsayıcıdır, O’nun dini ve nimetleri geniştir) güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Mümin iradesini Allah’ın (c.c.) iradesine teslim eder. Allah’tan (c.c.) uzak olarak yaratılan nefsine Allah’ı (c.c.) yaklaştırır. Gerçekte Allah, (c.c.) insana şahdamarından da yakındır. El-Vâsi’ güzel ismiyle insanı her yönüyle kuşatmıştır. Ama nefis O’ndan uzaktır. Mümin, iradesi ile nefsine Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarını kuşatıcı kıldığı gibi nafile ibadetlerle de Allah’a (c.c.) yakın olmaya çalışır. Ayrıca mümin genişliği, rahatı ve huzuru Allah’ın (c.c.) dininde yani emir ve yasaklarında arar.
İslam dini her emri ve yasağı ile ruha büyük bir genişlik ve ferahlık verir. Onu tutkularının esiri olmaktan kurtarır. İnsanı dünyaya aşırı bağlanmaktan alıkor. Yüce davalara yöneltir. Bu açıdan dinin her emri ve yasağı bir psikoterapi gibi işleve sahiptir. Her birisinin iç dünyamızda bir anlamı vardır. İnsan İslam dininin emir ve yasaklarına göre yaşadığı zaman ruhsal dünyasında büyük bir genişlik ve ferahlık duyar. Bütün ruhsal hastalıklar dünyaya ve nefse aşırı bağlanmaktan kaynaklanır. İslam her hükmü ile insana bir denge kazandırır, onu ruhsal açıdan hastalanmaktan korur. İbadetler ruha ihtiyacı olan nur ve feyzi kazandırarak onu güçlendirir, yasaklar da nefsi manevi olarak hastalanmaktan korur. Böylece İslam’ın her hükmü insanın ruh sağlığını korumuş olur. Bir Müslüman’ın hayatın zorlukları karşısında ruh sağlığını yitirerek kendisini kaybetmesi, hastalanması adeta imkânsızdır.
Allah (c.c.), bizlere İslam dinini kolaylaştırsın ve genişletsin. Rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi