Resule Hasret
Tecrübeli
Kur'ân-i Kerîm'de 200 yerde zikredilen infâk, malin ve canin Allâh'a adanisidir. Buna göre müslüman da, hem varligini hem de canini Allâh'a adayan insandir.
Ikinci Akabe bey'atinde Abdullâh bin Revâha:
"-Yâ Rasûlallâh! Rabbin ve senin için sartlarin nedir?" demisti.
Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
"-Rabbim için sartim, O'na ibâdet etmeniz, O'na hiçbir es tutmamanizdir! Kendi hakkimdaki sartim da, canlarinizi ve mallarinizi nasil müdafaa ediyorsaniz beni de öyle korumanizdir."
Tekrar soruldu:
"-Böyle yaparsak bize ne vardir?"
Cevâben O:
"-Cennet vardir!" buyurdu.
Bunun üzerine orada bulunanlar da:
"-Ne kârli alis-veris! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!" dediler.
Iste bu muhâvereden sonra su âyet-i kerîme inzâl buyuruldu:
"Allâh, mü'minlerden, mallarini ve canlarini, kendilerine (verilecek) cennet karsiliginda satin almistir..." (et-Tevbe, 111)
Bu âyet-i kerîmede, nefsin ve mallarin Allâh'a satilisi ve adanisi vardir.
Cân, gâzî ve sehîdlikle satilir.
Iste Islâm'in ilk mübârek sehîdesi Sümeyye Hatun!.. Ne kadar ulvî bir îmân heyecaniyla canini Allâh yolunda infâk etti. Artik o, cenneti satin almis ve kiyâmete kadar gelen mü'minlerin gönüllerinde taht kurmus olarak ebedî mükâfâtinin verilecegi âni bekliyor. Demek ki, canimizla, malimizla infâka yönelmeliyiz.
Dev bir Rusya haritasi içinde bir nokta kadar olan Çeçenistan, can ve malin infâki neticesinde te'yîd-i ilâhîye mazhar oldu. Koca Rus ordusu da, ebâbîl kuslarinin perîsân ettigi fil ordusunun hazîn âkibetine dûçâr oldu.
Çanakkale harbinde de Türk ordusunun atacak barutu kalmamasina ragmen müsahhas can ve mal infâki yasandigi için zafer müyesser olmustu. Târîhte böyle misâller çoktur.
Malin satilmasi ise infâk terimiyledir. Cenâb-i Hakk, müttakîlerin vasiflarini sayarken:
"Kendilerine verdigimiz riziktan Allâh yolunda infâk ederler." (el-Bakara, 3) buyurmaktadir.
Allâh için vermenin umûmî ismi olan sadaka ve infâkin nev'i çoktur.
Sadaka ve infâk, var olani vermekten baslar. Buna göre yarim hurma dahî infâktir. Kulu cehennem atesinden muhâfaza eder. Dolayisiyla Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- her mü'mini zengin görür. Çünkü O, hadîs-i serîflerinde mü'mindeki tekbîr, tevhîd, emr-i bi'l-ma'rûf, mazlûma yardim, mü'mini tesellî, muzdarip gönülleri sevindirme, yoldan eziyet verici seyleri izâle, hasta ziyâreti v.b. husûslarin birer sadaka oldugunu buyurur.
Bu itibarla asil zenginlik, gönüldeki kanâatledir. Herkes, kanâati kadar zengindir.
Gönlü zengin kimselerin ise, bir tebessümü bile sadaka yerine geçer. Çünkü, gönül zengini, tebessümünün sevgisi ile ferâhtir ve etrafini da ferâhlatir. Ve gerçekten bu hâl, ne kadar güzel bir infâktir. Bunun aksi olarak gönül fakîri olanlari ise, hiçbir sey zenginlestiremez.
Demek ki hakîkî zenginlik, mal çoklugu degil, gönül zenginligi iledir. Gerçek mü'minler de, bu zenginlik nîmetine sâhib olup infâkda bulunanlardir. Infâk, bir mü'minin mükellef bulundugu digergâmlik ve duyarliligin en kâmil bir tezâhürüdür.
Hazret-i Ömer -radiyallâhü anh-'in Sam'a gidisinde deveye binme sirasi kölesine geldiginde sehrin kapisina varmis olmalarina ragmen deveye israrla kölesini bindirmesi ve kendisi yaya, kölesi ise devenin üzerinde oldugu halde Sam'a girmesi, kâ'bina varilmaz bir infâk tezâhürüdür.
Yine Hazret-i Alî -radiyallâhü anh- ile Fâtimatü'z-Zehrâ -radiyallâhü anhâ-, sadece iftâr edecek kadar yiyecekleri varken, üç gün üstüste miskîn, yetîm ve esîrin gelip Allâh rizâsi için istemelerine mukâbil iftarliklarini verip kendileri üç gün su ile oruç tutmuslardir ki, bu, ne ihtisamli bir infâk manzarasidir!
Yine Yermuk Seferi'nde sehîd olmak üzere bulunan üç yarali mücâhide ayri ayri verilmek istenen suyu her biri digerine havâle etmis, neticede hiçbirine vefât etmeden yetisilip su verilememis ve hepsi son nefesinde bir yudum suya hasret olarak sehîd olmuslardir. Bir bardak su, ortada kalmistir.
Bunlar, infâkin en yüksek derecesi olan îsârlardir.
Îsâr, kendinden koparip verme, kendi hakkini kardesine devretme hâdisesidir ki, bugün cem'iyyetimizde yok denecek kadar azdir. Ancak zekâtin biraz daha ötesine gitmek, infâka daha fazla yer vermek tesvîk edilmeli ve bu is müesseselestirerek düzenli bir sekle konulmalidir. Bu müesseselerde ayni zamanda Islâm'a hizmet edecek gayretli insanlar yetistirilmelidir. Ayrica ümmet-i Muhammed'in istifâde edecegi hastanelerin, sifâhanelerin, muzdariplerin kalacagi huzûr evlerinin yapilmasi da, bugünkü toplum üzerine en ehemmiyetli bir vecîbedir.
Infâkin, gerçek bir mü'minin tabîat-i asliyyesi olmasi zarûrîdir. Cenâb-i Hakk:
"O takvâ sâhipleri ki, bollukta da darlikta da Allâh için infâk ederler; öfkelerini yutarlar ve insanlari afvederler. Allâh da, (bu sekilde davranan) ihsân sâhiblerini sever." (Âl-i Imrân, 134) buyurmaktadir.
Rivâyete göre Câfer Sâdik Hazretleri'nin bir kölesi vardi. Kendisinin yakin hizmetlerini görürdü. Birgün köle, getirmis oldugu içi çorba dolu bir kâseyi kazârâ Câfer Hazretleri'nin üzerine döktü. Üstü basi çorbaya bulanan Câfer Hazretleri de, öfke ile kölenin yüzüne bakti. Bunun üzerine köle:
"-Efendim Kur'ân'da Hata! Yer imi tan?mlanmam??. takdîr buyuruluyor!" diyerek bu husûsdaki âyet-i kerîmeyi okudu.
O zaman Câfer Sâdik Hazretleri:
"-Öfkemi yendim!" dedi.
Bu sefer köle:
"-Kur'ân'da ayni yerde Hata! Ba?vuru kayna?? bulunamad?. da takdîr buyuruluyor!" dedi ve âyetin bu husûsla alâkali kismini okudu.
Câfer Hazretleri:
"-Haydi bagisladim seni!.." dedi.
Bu defâ da köle:
"-Kur'ân'da ayni âyetin devaminda Hata! Ba?vuru kayna?? bulunamad?. buyuruluyor!" diyerek âyetin, bu son kelimelerini okudu.
Bunun üzerine Câfer Sâdik Hazretleri:
"-Haydi git, hürsün artik; seni Allâh için âzâd ettim!.." dedi.
Bunlar, ümmete nümûne olacak infâkin ne güzel müteselsil tezâhürleridir.
Allâh Rasûlü'nün bildirdigi üzre, susuzluktan soluyan bir köpege su veren günâhkâr bir kadin, sirf bu merhamet tezâhürü sebebiyle binlerce günâhinin afva mazhariyetiyle taltîf edilerek cennete nâil olmustur. Buna mukâbil, kedisine merhametsiz davranarak, onun açligina aldiris etmeyen bir kadin da cehenneme dûçâr kilinmistir. Bu misâller, bir müslümanin gönül âlemini istikâmetlendirmesi bakimindan ibretlidir.
Mü'min, muzlim ve karanlik bir gecenin mehtâbi gibi derin, hassâs, rakîk, digergâm, merhamet ve sefkat sâhibi, cömert ve nûrlu olmalidir.
Kardeslik duygularinin zayifladigi, ictimâî huzûr ve sükûnun selb oldugu, kin ve husûmetin çogaldigi cemiyetimizde bugün ciddî bir infâk seferberligine ihtiyaç vardir. Muzdarip ve muhtaç insanlarin yerinde biz olabilirdik. Bunun için onlara olan infâkimiz, Rabbimize karsi bir sükür borcudur. Büyük velî Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, halkla beraber pâdisâhlari bile infâk seferberligine dâvet etmistir. Sultan III. Murad'a yazdigi bir mektupda söyle buyurur:
"-Deden Kânûnî Sultan Süleyman nasil Istirancalar'dan su getirip Istanbul halkini suya kavusturdu ise, sen de Bolu ormanlarindan odun getirip bu kis Istanbul halkinin fakîrlerine tevzî et!"
Infâk seferberligi, hem kendimiz hem de yavrularimiz için çok ehemmiyetlidir. Bizler, çocuklarimizi nasil küçük yasta namaza alistirmakla mükellefsek, ayni zamanda infâk heyecani vermege ve bir muzdaribi sevindirme ibâdetine alistirmaya da mecbûruz. Sâyet bu isin aliskanligini küçük yaslarda kazandirmazsak, onlara yazik etmis oluruz. Onlar, mülkün sâhibinin Allâh oldugu idrâki içinde büyümelidirler.
Islâm'i ihyâ etmek isteyen, imkânlari mahdûd olsa dahî elinden geldigi kadar muhtaç ve muzdariplere omuz vermek, gönül vermek, duâ etmek mecbûriyetindedir. Bir muzdaribin derdini paylasmak da infâktir. Ve bugün için en büyük hizmet, rehber insanlar yetistirecek müesseseleri ihyâ etmek, onlara infâkta bulunmaktir. Bir mütefekkirin dedigi gibi:
"Hâkim milletlerle mahkûm milletler arasindaki en mühim fark, bir avuç iyi yetismis insandir!"
Iste bu bir avuç insanadir cihânin bütün susuzlugu.
Islâm, hayât hâlinde degilse, müslüman eziliyor ise, çikis yolu için yeniden silkinmemiz lâzimdir. Önce bu silkinise gönül vermek gerekiyor. Toplum, bizlerle gerçek bir müslüman yüreginin nasil oldugunu tanimalidir. Bunun için örnek bir hassâsiyet ve digergâmlik sergileyebilmeliyiz.
Bu da infâk ile mümkündür.
Nitekim Islâm'da en ulvî müesseselerden biri olan vakiflarin rûhu, temeli hep bu infâk temâyülüdür.
Yâni infâkta müesseselesme, vakfi meydana getirir. Vakif, mülkiyetin Allâh'a adanmasi, temlîk ve temellükten menedilen malin Allâh için ebedîlestirilmesi demektir. Insanlikta kemâl, yaradilan her seye sefkat, merhamet ve tebessümle yaklasabilmekle kâimdir. Cani ve mali Allâh için hîbe edebilme ise, bir nevî cenneti satin alabilme gayretidir.
Insanoglu için kalbi Allâh'dan alikoyma ve kendine bendetme istidâdi en fazla malda ve evlâdda mevcûddur. Bundan dolayi Allâh Teâlâ buyurur:
"Dogrusu mallariniz ve çocuklariniz sizin için bir imtihândir. Büyük mükâfât ise, Allâh'in yanindadir." (et-Tegâbün, 15)
"Ey îmân edenler! Mallariniz ve çocuklariniz sizi Allâh'i anmaktan alikoymasin!.." (el-Münâfikûn,9)
"... Kim nefsinin cimriliginden korunursa, iste onlar kurtulusa erenlerdir." (et-Tegâbün, 16)
"Eger Allâh'a (rizâsi ugruna) borç verirseniz, Allâh onu sizin için kat kat artirir ve sizi bagislar. Allâh çok mükâfât verendir, cezâ vermekte acele etmeyendir." (et-Tegâbün, 17)
Bunun içindir ki, yoksullar, fakîrler ve garîbler, varlik sâhipleri için aslinda büyük bir nîmettir. Cennet kapilari, onlarin duâlari ile açilir.
Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem-, infâk etmeyi çok tavsiye ederlerdi. Hazret-i Bilâl'e:
"Yâ Bilâl! Infâk et! Infâk etmekle, Ars'in sâhibinin senin malini azaltacagindan korkma!.." buyurmuslardir.
Infâklar, sermâyenin bir kanser hâline gelmemesine en güzel bir devâ ve çâredir.
Dolayisiyla bu devânin maddî ve mânevî dagitim yeri olan vakiflar, toplumun merhamet âbideleridir. Infâklarin en güzel tevzî yerleridir. Zenginlerin infâklarina ulvî bir köprüdürler. Öyle ki, zenginle fakîr arasindaki kin ve hasedi gidererek cemiyette müsfik bir âhengin en mükemmel bir âmili olurlar.
Câlib-i dikkattir ki, ecdâdimiz Osmanli'da yüzbinlerce vakif kurulmus, her biri infâkin en güzel örneklerin vererek uzun asirlar devam etmis ve son zamanlarindaki talana ragmen 26.798'i hâlâ ayakta kalabilmistir. Derûnî ve yüce hislerle Islâm'i en güzel bir sekilde anlayip yasayan Osmanlilar, dünyâya müslüman yüregindeki engin sefkat ve merhameti böylece sergilemislerdir. O derecede ki, insana hizmet en kâmil bir sekilde îfâ edildikten sonra kalblerdeki merhamet, kis aylarinda aç kalan kuslardan diger sakat hayvanlarin korunmasina kadar genislemistir.
Onlar, yüzbinlerce vakifla toplumu sefkat ve merhametle ag gibi örmüsler ve âdetâ sarilmadik yara birakmamislardir.
Diger bir ifâdeyle vakif, Islâm'in, yaradilmis her seye karsi müslümana yükledigi bir mes'ûliyyettir. Vakiflar, yaradandan ötürü yaradilanlara sevgi, sefkat ve merhametin ortaya kondugu müesseselerdir. Allâh -celle celâlühü- insani, kâinâti, esyâyi emânet olarak vasiflandirmaktadir. Kâinâtta her sey insana emânet olarak tevdî edilmistir. Evlâd, mal, mülk, sihhat, hepsi bu muhtevâ içindeki emânetlerdir. Insan bunlari titizlik ve hassâsiyetle korumak mecbûriyetindedir. Emânetin yerine teslîmi de rahmettir, berekettir.
Nitekim Cenâb-i Hakk'in "sadaka" husûsundaki emrinden sonra ashâb-i kirâm arasinda âdetâ bir seferberlik baslamis, herkes, neyi varsa Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in önüne getirmisti. Onlar, her zaman "Sadakalari Allâh alir!" âyetinin verdigi coskuyla, getirdiklerini Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e Allâh yolunda cân ü gönülden takdîm ediyorlardi.
Infâk, yalniz maddî degildir. Rabbin ihsân ettigi her sey infâk edilecektir. Yasanarak teblîg edilen Islâm, en güzel infâktir. Ashâb, dünyânin en ücrâ köselerine kadar i'lâ-yi kelimetullâh askiyla kendilerini Islâm'a infâk etmislerdir. Bunlarin ikisi Abbâs -radiyallâhü anh-'in oglu Kusam -radiyallâhü anh- ile Hazret-i Osmân -radiyallâhü anh-'in oglu Muhammed -radiyallâhü anh-'dir. Gidebildikleri son nokta olan Semerkant'a Islâm'in nûrunu ve huzûrunu tasimislardir. Bu hâlis infâk niyeti, bereketli bir rahmet olarak tecellî etmis, ardindan Imâm Buhârî, Imâm Kâsânî, Imâm Tirmizî, Sâh-i Naksibend gibi birçok zirve Allâh dostlarinin yetismesine vesî-le olmustur.
Bugün de, ayni vecd ve heyecanla Islâm'i yasayip, teblîg ederek bir hayat tarzi hâlinde dünyâya sunmak, yine en güzel bir infâk olacaktir.
Yâ Rab! Infâk, kalblerimizin tükenmez hazînesi olsun!
Ikinci Akabe bey'atinde Abdullâh bin Revâha:
"-Yâ Rasûlallâh! Rabbin ve senin için sartlarin nedir?" demisti.
Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
"-Rabbim için sartim, O'na ibâdet etmeniz, O'na hiçbir es tutmamanizdir! Kendi hakkimdaki sartim da, canlarinizi ve mallarinizi nasil müdafaa ediyorsaniz beni de öyle korumanizdir."
Tekrar soruldu:
"-Böyle yaparsak bize ne vardir?"
Cevâben O:
"-Cennet vardir!" buyurdu.
Bunun üzerine orada bulunanlar da:
"-Ne kârli alis-veris! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!" dediler.
Iste bu muhâvereden sonra su âyet-i kerîme inzâl buyuruldu:
"Allâh, mü'minlerden, mallarini ve canlarini, kendilerine (verilecek) cennet karsiliginda satin almistir..." (et-Tevbe, 111)
Bu âyet-i kerîmede, nefsin ve mallarin Allâh'a satilisi ve adanisi vardir.
Cân, gâzî ve sehîdlikle satilir.
Iste Islâm'in ilk mübârek sehîdesi Sümeyye Hatun!.. Ne kadar ulvî bir îmân heyecaniyla canini Allâh yolunda infâk etti. Artik o, cenneti satin almis ve kiyâmete kadar gelen mü'minlerin gönüllerinde taht kurmus olarak ebedî mükâfâtinin verilecegi âni bekliyor. Demek ki, canimizla, malimizla infâka yönelmeliyiz.
Dev bir Rusya haritasi içinde bir nokta kadar olan Çeçenistan, can ve malin infâki neticesinde te'yîd-i ilâhîye mazhar oldu. Koca Rus ordusu da, ebâbîl kuslarinin perîsân ettigi fil ordusunun hazîn âkibetine dûçâr oldu.
Çanakkale harbinde de Türk ordusunun atacak barutu kalmamasina ragmen müsahhas can ve mal infâki yasandigi için zafer müyesser olmustu. Târîhte böyle misâller çoktur.
Malin satilmasi ise infâk terimiyledir. Cenâb-i Hakk, müttakîlerin vasiflarini sayarken:
"Kendilerine verdigimiz riziktan Allâh yolunda infâk ederler." (el-Bakara, 3) buyurmaktadir.
Allâh için vermenin umûmî ismi olan sadaka ve infâkin nev'i çoktur.
Sadaka ve infâk, var olani vermekten baslar. Buna göre yarim hurma dahî infâktir. Kulu cehennem atesinden muhâfaza eder. Dolayisiyla Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- her mü'mini zengin görür. Çünkü O, hadîs-i serîflerinde mü'mindeki tekbîr, tevhîd, emr-i bi'l-ma'rûf, mazlûma yardim, mü'mini tesellî, muzdarip gönülleri sevindirme, yoldan eziyet verici seyleri izâle, hasta ziyâreti v.b. husûslarin birer sadaka oldugunu buyurur.
Bu itibarla asil zenginlik, gönüldeki kanâatledir. Herkes, kanâati kadar zengindir.
Gönlü zengin kimselerin ise, bir tebessümü bile sadaka yerine geçer. Çünkü, gönül zengini, tebessümünün sevgisi ile ferâhtir ve etrafini da ferâhlatir. Ve gerçekten bu hâl, ne kadar güzel bir infâktir. Bunun aksi olarak gönül fakîri olanlari ise, hiçbir sey zenginlestiremez.
Demek ki hakîkî zenginlik, mal çoklugu degil, gönül zenginligi iledir. Gerçek mü'minler de, bu zenginlik nîmetine sâhib olup infâkda bulunanlardir. Infâk, bir mü'minin mükellef bulundugu digergâmlik ve duyarliligin en kâmil bir tezâhürüdür.
Hazret-i Ömer -radiyallâhü anh-'in Sam'a gidisinde deveye binme sirasi kölesine geldiginde sehrin kapisina varmis olmalarina ragmen deveye israrla kölesini bindirmesi ve kendisi yaya, kölesi ise devenin üzerinde oldugu halde Sam'a girmesi, kâ'bina varilmaz bir infâk tezâhürüdür.
Yine Hazret-i Alî -radiyallâhü anh- ile Fâtimatü'z-Zehrâ -radiyallâhü anhâ-, sadece iftâr edecek kadar yiyecekleri varken, üç gün üstüste miskîn, yetîm ve esîrin gelip Allâh rizâsi için istemelerine mukâbil iftarliklarini verip kendileri üç gün su ile oruç tutmuslardir ki, bu, ne ihtisamli bir infâk manzarasidir!
Yine Yermuk Seferi'nde sehîd olmak üzere bulunan üç yarali mücâhide ayri ayri verilmek istenen suyu her biri digerine havâle etmis, neticede hiçbirine vefât etmeden yetisilip su verilememis ve hepsi son nefesinde bir yudum suya hasret olarak sehîd olmuslardir. Bir bardak su, ortada kalmistir.
Bunlar, infâkin en yüksek derecesi olan îsârlardir.
Îsâr, kendinden koparip verme, kendi hakkini kardesine devretme hâdisesidir ki, bugün cem'iyyetimizde yok denecek kadar azdir. Ancak zekâtin biraz daha ötesine gitmek, infâka daha fazla yer vermek tesvîk edilmeli ve bu is müesseselestirerek düzenli bir sekle konulmalidir. Bu müesseselerde ayni zamanda Islâm'a hizmet edecek gayretli insanlar yetistirilmelidir. Ayrica ümmet-i Muhammed'in istifâde edecegi hastanelerin, sifâhanelerin, muzdariplerin kalacagi huzûr evlerinin yapilmasi da, bugünkü toplum üzerine en ehemmiyetli bir vecîbedir.
Infâkin, gerçek bir mü'minin tabîat-i asliyyesi olmasi zarûrîdir. Cenâb-i Hakk:
"O takvâ sâhipleri ki, bollukta da darlikta da Allâh için infâk ederler; öfkelerini yutarlar ve insanlari afvederler. Allâh da, (bu sekilde davranan) ihsân sâhiblerini sever." (Âl-i Imrân, 134) buyurmaktadir.
Rivâyete göre Câfer Sâdik Hazretleri'nin bir kölesi vardi. Kendisinin yakin hizmetlerini görürdü. Birgün köle, getirmis oldugu içi çorba dolu bir kâseyi kazârâ Câfer Hazretleri'nin üzerine döktü. Üstü basi çorbaya bulanan Câfer Hazretleri de, öfke ile kölenin yüzüne bakti. Bunun üzerine köle:
"-Efendim Kur'ân'da Hata! Yer imi tan?mlanmam??. takdîr buyuruluyor!" diyerek bu husûsdaki âyet-i kerîmeyi okudu.
O zaman Câfer Sâdik Hazretleri:
"-Öfkemi yendim!" dedi.
Bu sefer köle:
"-Kur'ân'da ayni yerde Hata! Ba?vuru kayna?? bulunamad?. da takdîr buyuruluyor!" dedi ve âyetin bu husûsla alâkali kismini okudu.
Câfer Hazretleri:
"-Haydi bagisladim seni!.." dedi.
Bu defâ da köle:
"-Kur'ân'da ayni âyetin devaminda Hata! Ba?vuru kayna?? bulunamad?. buyuruluyor!" diyerek âyetin, bu son kelimelerini okudu.
Bunun üzerine Câfer Sâdik Hazretleri:
"-Haydi git, hürsün artik; seni Allâh için âzâd ettim!.." dedi.
Bunlar, ümmete nümûne olacak infâkin ne güzel müteselsil tezâhürleridir.
Allâh Rasûlü'nün bildirdigi üzre, susuzluktan soluyan bir köpege su veren günâhkâr bir kadin, sirf bu merhamet tezâhürü sebebiyle binlerce günâhinin afva mazhariyetiyle taltîf edilerek cennete nâil olmustur. Buna mukâbil, kedisine merhametsiz davranarak, onun açligina aldiris etmeyen bir kadin da cehenneme dûçâr kilinmistir. Bu misâller, bir müslümanin gönül âlemini istikâmetlendirmesi bakimindan ibretlidir.
Mü'min, muzlim ve karanlik bir gecenin mehtâbi gibi derin, hassâs, rakîk, digergâm, merhamet ve sefkat sâhibi, cömert ve nûrlu olmalidir.
Kardeslik duygularinin zayifladigi, ictimâî huzûr ve sükûnun selb oldugu, kin ve husûmetin çogaldigi cemiyetimizde bugün ciddî bir infâk seferberligine ihtiyaç vardir. Muzdarip ve muhtaç insanlarin yerinde biz olabilirdik. Bunun için onlara olan infâkimiz, Rabbimize karsi bir sükür borcudur. Büyük velî Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, halkla beraber pâdisâhlari bile infâk seferberligine dâvet etmistir. Sultan III. Murad'a yazdigi bir mektupda söyle buyurur:
"-Deden Kânûnî Sultan Süleyman nasil Istirancalar'dan su getirip Istanbul halkini suya kavusturdu ise, sen de Bolu ormanlarindan odun getirip bu kis Istanbul halkinin fakîrlerine tevzî et!"
Infâk seferberligi, hem kendimiz hem de yavrularimiz için çok ehemmiyetlidir. Bizler, çocuklarimizi nasil küçük yasta namaza alistirmakla mükellefsek, ayni zamanda infâk heyecani vermege ve bir muzdaribi sevindirme ibâdetine alistirmaya da mecbûruz. Sâyet bu isin aliskanligini küçük yaslarda kazandirmazsak, onlara yazik etmis oluruz. Onlar, mülkün sâhibinin Allâh oldugu idrâki içinde büyümelidirler.
Islâm'i ihyâ etmek isteyen, imkânlari mahdûd olsa dahî elinden geldigi kadar muhtaç ve muzdariplere omuz vermek, gönül vermek, duâ etmek mecbûriyetindedir. Bir muzdaribin derdini paylasmak da infâktir. Ve bugün için en büyük hizmet, rehber insanlar yetistirecek müesseseleri ihyâ etmek, onlara infâkta bulunmaktir. Bir mütefekkirin dedigi gibi:
"Hâkim milletlerle mahkûm milletler arasindaki en mühim fark, bir avuç iyi yetismis insandir!"
Iste bu bir avuç insanadir cihânin bütün susuzlugu.
Islâm, hayât hâlinde degilse, müslüman eziliyor ise, çikis yolu için yeniden silkinmemiz lâzimdir. Önce bu silkinise gönül vermek gerekiyor. Toplum, bizlerle gerçek bir müslüman yüreginin nasil oldugunu tanimalidir. Bunun için örnek bir hassâsiyet ve digergâmlik sergileyebilmeliyiz.
Bu da infâk ile mümkündür.
Nitekim Islâm'da en ulvî müesseselerden biri olan vakiflarin rûhu, temeli hep bu infâk temâyülüdür.
Yâni infâkta müesseselesme, vakfi meydana getirir. Vakif, mülkiyetin Allâh'a adanmasi, temlîk ve temellükten menedilen malin Allâh için ebedîlestirilmesi demektir. Insanlikta kemâl, yaradilan her seye sefkat, merhamet ve tebessümle yaklasabilmekle kâimdir. Cani ve mali Allâh için hîbe edebilme ise, bir nevî cenneti satin alabilme gayretidir.
Insanoglu için kalbi Allâh'dan alikoyma ve kendine bendetme istidâdi en fazla malda ve evlâdda mevcûddur. Bundan dolayi Allâh Teâlâ buyurur:
"Dogrusu mallariniz ve çocuklariniz sizin için bir imtihândir. Büyük mükâfât ise, Allâh'in yanindadir." (et-Tegâbün, 15)
"Ey îmân edenler! Mallariniz ve çocuklariniz sizi Allâh'i anmaktan alikoymasin!.." (el-Münâfikûn,9)
"... Kim nefsinin cimriliginden korunursa, iste onlar kurtulusa erenlerdir." (et-Tegâbün, 16)
"Eger Allâh'a (rizâsi ugruna) borç verirseniz, Allâh onu sizin için kat kat artirir ve sizi bagislar. Allâh çok mükâfât verendir, cezâ vermekte acele etmeyendir." (et-Tegâbün, 17)
Bunun içindir ki, yoksullar, fakîrler ve garîbler, varlik sâhipleri için aslinda büyük bir nîmettir. Cennet kapilari, onlarin duâlari ile açilir.
Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem-, infâk etmeyi çok tavsiye ederlerdi. Hazret-i Bilâl'e:
"Yâ Bilâl! Infâk et! Infâk etmekle, Ars'in sâhibinin senin malini azaltacagindan korkma!.." buyurmuslardir.
Infâklar, sermâyenin bir kanser hâline gelmemesine en güzel bir devâ ve çâredir.
Dolayisiyla bu devânin maddî ve mânevî dagitim yeri olan vakiflar, toplumun merhamet âbideleridir. Infâklarin en güzel tevzî yerleridir. Zenginlerin infâklarina ulvî bir köprüdürler. Öyle ki, zenginle fakîr arasindaki kin ve hasedi gidererek cemiyette müsfik bir âhengin en mükemmel bir âmili olurlar.
Câlib-i dikkattir ki, ecdâdimiz Osmanli'da yüzbinlerce vakif kurulmus, her biri infâkin en güzel örneklerin vererek uzun asirlar devam etmis ve son zamanlarindaki talana ragmen 26.798'i hâlâ ayakta kalabilmistir. Derûnî ve yüce hislerle Islâm'i en güzel bir sekilde anlayip yasayan Osmanlilar, dünyâya müslüman yüregindeki engin sefkat ve merhameti böylece sergilemislerdir. O derecede ki, insana hizmet en kâmil bir sekilde îfâ edildikten sonra kalblerdeki merhamet, kis aylarinda aç kalan kuslardan diger sakat hayvanlarin korunmasina kadar genislemistir.
Onlar, yüzbinlerce vakifla toplumu sefkat ve merhametle ag gibi örmüsler ve âdetâ sarilmadik yara birakmamislardir.
Diger bir ifâdeyle vakif, Islâm'in, yaradilmis her seye karsi müslümana yükledigi bir mes'ûliyyettir. Vakiflar, yaradandan ötürü yaradilanlara sevgi, sefkat ve merhametin ortaya kondugu müesseselerdir. Allâh -celle celâlühü- insani, kâinâti, esyâyi emânet olarak vasiflandirmaktadir. Kâinâtta her sey insana emânet olarak tevdî edilmistir. Evlâd, mal, mülk, sihhat, hepsi bu muhtevâ içindeki emânetlerdir. Insan bunlari titizlik ve hassâsiyetle korumak mecbûriyetindedir. Emânetin yerine teslîmi de rahmettir, berekettir.
Nitekim Cenâb-i Hakk'in "sadaka" husûsundaki emrinden sonra ashâb-i kirâm arasinda âdetâ bir seferberlik baslamis, herkes, neyi varsa Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in önüne getirmisti. Onlar, her zaman "Sadakalari Allâh alir!" âyetinin verdigi coskuyla, getirdiklerini Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e Allâh yolunda cân ü gönülden takdîm ediyorlardi.
Infâk, yalniz maddî degildir. Rabbin ihsân ettigi her sey infâk edilecektir. Yasanarak teblîg edilen Islâm, en güzel infâktir. Ashâb, dünyânin en ücrâ köselerine kadar i'lâ-yi kelimetullâh askiyla kendilerini Islâm'a infâk etmislerdir. Bunlarin ikisi Abbâs -radiyallâhü anh-'in oglu Kusam -radiyallâhü anh- ile Hazret-i Osmân -radiyallâhü anh-'in oglu Muhammed -radiyallâhü anh-'dir. Gidebildikleri son nokta olan Semerkant'a Islâm'in nûrunu ve huzûrunu tasimislardir. Bu hâlis infâk niyeti, bereketli bir rahmet olarak tecellî etmis, ardindan Imâm Buhârî, Imâm Kâsânî, Imâm Tirmizî, Sâh-i Naksibend gibi birçok zirve Allâh dostlarinin yetismesine vesî-le olmustur.
Bugün de, ayni vecd ve heyecanla Islâm'i yasayip, teblîg ederek bir hayat tarzi hâlinde dünyâya sunmak, yine en güzel bir infâk olacaktir.
Yâ Rab! Infâk, kalblerimizin tükenmez hazînesi olsun!