HUTBE
İnsanlığın dünya ve ahiret kurtuluşu için Yüce Allah tarihin çeşitli dönemlerinde pek çok peygamber göndermiştir.
Bu peygamberler sadece dar anlamda birer din temsilcisi değildi. Allah onları, aynı zamanda kendi toplumlarında, hatta bazılarını insanlık âleminde büyük değişimler yapan, derin ve kalıcı tesirler bırakan mânevî, ahlâkî ve sosyal önderler olarak göndermişti.
Ancak, Kur’an-ı Kerim’de verilen bilgilerden anlıyoruz ki, eski kavimlerin bilhassa ileri gelenleri, varlıklı, yönetici ve aristokrat kesimleri peygamberlerin tebliğlerini, bir yandan batıl dinlerini, diğer yandan zulüm ve haksızlıklara dayalı kurulu düzenlerini yıkacağı için tehlikeli görmüşler ve peygamberlere karşı savaş açmışlardı. İşte bu büyük reaksiyonla son peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâm da karşılaştı. Nitekim davete başladığı yıllarda başta kendisi olmak üzere, iman eden ilk Müslümanlar, Mekke müşriklerinin türlü eziyetlerine maruz kaldılar. Bunun sonucunda Müslümanlar önce Habeşistan’a ardından da Medine’ye hicret etmişlerdir.
Aziz Müminler!
Cenabı Hak yüce kitabında, “İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler işte onlardır[1]” buyurarak hicret edenleri takdirle anmıştır. Hicret; gerektiğinde hak din uğruna temel insanlık değerleri ve hakları uğuruna yurdunu yuvasını terk etmeyi, zorluklara katlanmayı göze almaktır.
Hicret, daha geniş manasıyla, Rasulullah (sav)’ın de ifade buyurduğu gibi, bir bütün halinde Allah’ın yasaklarından bir kaçıştır.[2]
Hicret ilim ve irfan yolunda yürümenin, hak ve adalet uğrunda mücadele vermenin adıdır.
Hicret, nefsânî arzular, dünyevi çıkar ve menfaatlerin esaretinden, Allah’a kulluğun özgürlüğüne kavuşabilmektir.
Değerli Müminler!
Bundan on beş asır evvel bu kutlu yolculuğa çıkan Rasul-i Ekrem (sav) ve ilk Müslümanlar, Mekke’de başladıkları yolculuklarını, Medine’de tamamlamış, oradan bütün bir dünyaya kanat açmışlardır.
Onlara minnet ve şükran borçluyuz. Onlar bu fedakârlıkları göze almasalardı bu camiler olamayacaktı, biz de bu mabetlerde olmayacaktık. Allah onlardan razı olsun.
Onlar, “Ülü’l-azm peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret![3]” fermanına kulak vererek, uğradıkları sıkıntılara sabretmesini bilmiş, nihayetinde ilahi yardım ve lütuflara mazhar olmuşlardır.
Muhacirler olarak çıktıkları Mekke’ye, kısa bir zaman sonra Fatihler olarak geri dönmüşlerdir.
Allah, kendi yolunda her türlü sıkıntıyı göze alanları işte böyle ödüllendirmiştir.
Bizim ecdadımız da o Aziz peygamber’in ve onun sahabesinin Allah yolunda gösterdikleri bu büyük özveriyi, sabır ve sebatı göstermişler, Yüce Rabbimiz de onları ödüllendirmiş, başarıdan başarıya koşturmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
Bizler de onların bu azim, sabır ve sebatlarını örnek olarak, dinimiz ve mukaddesatımız uğrunda, gerektiğinde her türlü sıkıntılara katlanabilmeliyiz. Dünyada izzet, ahirette cennet ancak böyle kazanılabilir.
Hutbemizi bir ayet-i kerime mealiyle bitiriyorum: “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, birbirlerini bağırlarına basıp, yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için ilahi mağfiret ve bol rızık vardır
İnsanlığın dünya ve ahiret kurtuluşu için Yüce Allah tarihin çeşitli dönemlerinde pek çok peygamber göndermiştir.
Bu peygamberler sadece dar anlamda birer din temsilcisi değildi. Allah onları, aynı zamanda kendi toplumlarında, hatta bazılarını insanlık âleminde büyük değişimler yapan, derin ve kalıcı tesirler bırakan mânevî, ahlâkî ve sosyal önderler olarak göndermişti.
Ancak, Kur’an-ı Kerim’de verilen bilgilerden anlıyoruz ki, eski kavimlerin bilhassa ileri gelenleri, varlıklı, yönetici ve aristokrat kesimleri peygamberlerin tebliğlerini, bir yandan batıl dinlerini, diğer yandan zulüm ve haksızlıklara dayalı kurulu düzenlerini yıkacağı için tehlikeli görmüşler ve peygamberlere karşı savaş açmışlardı. İşte bu büyük reaksiyonla son peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâm da karşılaştı. Nitekim davete başladığı yıllarda başta kendisi olmak üzere, iman eden ilk Müslümanlar, Mekke müşriklerinin türlü eziyetlerine maruz kaldılar. Bunun sonucunda Müslümanlar önce Habeşistan’a ardından da Medine’ye hicret etmişlerdir.
Aziz Müminler!
Cenabı Hak yüce kitabında, “İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler işte onlardır[1]” buyurarak hicret edenleri takdirle anmıştır. Hicret; gerektiğinde hak din uğruna temel insanlık değerleri ve hakları uğuruna yurdunu yuvasını terk etmeyi, zorluklara katlanmayı göze almaktır.
Hicret, daha geniş manasıyla, Rasulullah (sav)’ın de ifade buyurduğu gibi, bir bütün halinde Allah’ın yasaklarından bir kaçıştır.[2]
Hicret ilim ve irfan yolunda yürümenin, hak ve adalet uğrunda mücadele vermenin adıdır.
Hicret, nefsânî arzular, dünyevi çıkar ve menfaatlerin esaretinden, Allah’a kulluğun özgürlüğüne kavuşabilmektir.
Değerli Müminler!
Bundan on beş asır evvel bu kutlu yolculuğa çıkan Rasul-i Ekrem (sav) ve ilk Müslümanlar, Mekke’de başladıkları yolculuklarını, Medine’de tamamlamış, oradan bütün bir dünyaya kanat açmışlardır.
Onlara minnet ve şükran borçluyuz. Onlar bu fedakârlıkları göze almasalardı bu camiler olamayacaktı, biz de bu mabetlerde olmayacaktık. Allah onlardan razı olsun.
Onlar, “Ülü’l-azm peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret![3]” fermanına kulak vererek, uğradıkları sıkıntılara sabretmesini bilmiş, nihayetinde ilahi yardım ve lütuflara mazhar olmuşlardır.
Muhacirler olarak çıktıkları Mekke’ye, kısa bir zaman sonra Fatihler olarak geri dönmüşlerdir.
Allah, kendi yolunda her türlü sıkıntıyı göze alanları işte böyle ödüllendirmiştir.
Bizim ecdadımız da o Aziz peygamber’in ve onun sahabesinin Allah yolunda gösterdikleri bu büyük özveriyi, sabır ve sebatı göstermişler, Yüce Rabbimiz de onları ödüllendirmiş, başarıdan başarıya koşturmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
Bizler de onların bu azim, sabır ve sebatlarını örnek olarak, dinimiz ve mukaddesatımız uğrunda, gerektiğinde her türlü sıkıntılara katlanabilmeliyiz. Dünyada izzet, ahirette cennet ancak böyle kazanılabilir.
Hutbemizi bir ayet-i kerime mealiyle bitiriyorum: “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, birbirlerini bağırlarına basıp, yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için ilahi mağfiret ve bol rızık vardır