Hadd:
Hudut. Çizgi. Sınır.
* Cürüm.
* Salahiyyet.
* Şeriatça verilen ceza.
* Derece. Son derece. Münteha.
* İnsana ârız olan şiddet ve titizlik.
* Def etme. Men etmek.
* Keskin. Sivri. * Sert. Gergin.
* Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas.
* Ekşi.
* Tesirli, müessir.
Hadd-i asgar:
Man: Bir hükmün veya neticenin mevzuu. Küçük kaziye.
Hadd-i bülûğ:
Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.
Hadd-i ekber:
Man: Bir hükmün veya neticenin mahmulü, yani sıfatı veya hali, oluşu. Büyük kaziye.
Hadd-i evsat:
Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.
Hadd-i i'caz:
Edb: Fasahatın mu'cize şeklinde olanı. (Bak: İ'caz)
Hadd-i imkân:
Mümkünün son haddi. Olabilirlilik. İmkân nisbetinde olan.
Hadd-i ittisal:
Bitişme noktası.
Hadd-i kat'-i tarîk:
Huk: Yolkesenlere verilecek ceza.
Hadd-i kazif:
Nâmuslu bir kadına zina isnad edene karşı verilen şer'î ceza.
Hadd-i kemâl:
Olgunluk hâli. Kemalât haddi.
Hadd-i kifâye:
Kifâyet derecesi, yeterlik derecesi.
Hadd-i kusvâ:
Son derece. Son had.
Hadd-i ma'rûf:
Şeriatça bilinen, makbul olan had. Emredilen, müsaade edilen hudud.
Hadd-i müntehâ:
Son nokta.
Hadd-i müşterek:
Ortak derece.
Hadd-i sekr:
Fık: Şarap haricindeki diğer içkilerin bil'ihtiyar içilmesinden hâsıl olan sarhoşluğun icab ettirdiği ceza.
Hadd-i şer'î:
Şeriat kanunlarıyla verilen ceza.
Hadd-i şürb:
Fık: Az veya çok miktarda şarap (alkollü içki) içilmesinden dolayı uygulanacak ceza.
Hadd-i te'dîb:
Bir suç işleyeni başkalarına örnek olacak şekilde cezalandırmak. Darp ve ta'zir gibi.
Hadd-i zâtında:
Aslında. Yaradılışında.
Hadd-i zinâ:
Zinâ suçu işleyene verilen ceza.
Hadd:
Gürültülü bir sesle çağıran.
* Denizden gelen gürültülü dalga sesi.
* Gürültü ile yıkılan.
Hadd:
Yol. * İnsan cemaatı.
* Bir şeye tesir ederek iz bırakmak.
* Yanak, yüz, vecih.
* Yeri kazmak, yeri yarmak.
K:Yeni Lûgat
Hudut. Çizgi. Sınır.
* Cürüm.
* Salahiyyet.
* Şeriatça verilen ceza.
* Derece. Son derece. Münteha.
* İnsana ârız olan şiddet ve titizlik.
* Def etme. Men etmek.
* Keskin. Sivri. * Sert. Gergin.
* Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas.
* Ekşi.
* Tesirli, müessir.
Hadd-i asgar:
Man: Bir hükmün veya neticenin mevzuu. Küçük kaziye.
Hadd-i bülûğ:
Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.
Hadd-i ekber:
Man: Bir hükmün veya neticenin mahmulü, yani sıfatı veya hali, oluşu. Büyük kaziye.
Hadd-i evsat:
Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.
Hadd-i i'caz:
Edb: Fasahatın mu'cize şeklinde olanı. (Bak: İ'caz)
Hadd-i imkân:
Mümkünün son haddi. Olabilirlilik. İmkân nisbetinde olan.
Hadd-i ittisal:
Bitişme noktası.
Hadd-i kat'-i tarîk:
Huk: Yolkesenlere verilecek ceza.
Hadd-i kazif:
Nâmuslu bir kadına zina isnad edene karşı verilen şer'î ceza.
Hadd-i kemâl:
Olgunluk hâli. Kemalât haddi.
Hadd-i kifâye:
Kifâyet derecesi, yeterlik derecesi.
Hadd-i kusvâ:
Son derece. Son had.
Hadd-i ma'rûf:
Şeriatça bilinen, makbul olan had. Emredilen, müsaade edilen hudud.
Hadd-i müntehâ:
Son nokta.
Hadd-i müşterek:
Ortak derece.
Hadd-i sekr:
Fık: Şarap haricindeki diğer içkilerin bil'ihtiyar içilmesinden hâsıl olan sarhoşluğun icab ettirdiği ceza.
Hadd-i şer'î:
Şeriat kanunlarıyla verilen ceza.
Hadd-i şürb:
Fık: Az veya çok miktarda şarap (alkollü içki) içilmesinden dolayı uygulanacak ceza.
Hadd-i te'dîb:
Bir suç işleyeni başkalarına örnek olacak şekilde cezalandırmak. Darp ve ta'zir gibi.
Hadd-i zâtında:
Aslında. Yaradılışında.
Hadd-i zinâ:
Zinâ suçu işleyene verilen ceza.
Hadd:
Gürültülü bir sesle çağıran.
* Denizden gelen gürültülü dalga sesi.
* Gürültü ile yıkılan.
Hadd:
Yol. * İnsan cemaatı.
* Bir şeye tesir ederek iz bırakmak.
* Yanak, yüz, vecih.
* Yeri kazmak, yeri yarmak.
K:Yeni Lûgat