Buluş ve Bulunuş Desteğimiz
GENÇLİK
İnsanın bir devresi vardır ki onda upuzun bir hayatın saadet veya sefaleti gizlidir. Kıvrım kıvrım bütün bir gelecek o devrede kasıttır, niyettir ve enerjidir. Saadet hülyaları bu potansiyelle gerçekleştirilir, ebediyetler bunun üzerine kurulur ve bütün hamlıklar bu sayede oldurulur.
Tarih o devrenin kinetik hâle gelmesinden hasıl olan yapılışlar ve yıkılışlarla doludur. Hangi nebî ve velî vardır ki, yüzünün akı o devrenin gülü, çiçeği olmasın ve hangi müstebit vardır ki, kaprislerini, dikenleştirdiği o güllerle gerçekleştirmiş bulunmasın.
Hayatı ayn-ı neşe olan genç gülmek için yaratılmıştır; onu güldürmeli.. O baharımızda bir gül gibidir, sulamalı soldurmamalı...
O, gücün, kuvvetin, güzelliğin, insanlık simasında gamze gibi çiçek açmasından ibarettir. Gönlünü talan etmek onu ağlatır ve o çiçeği soldurur. Ulvî duygularıyla onu ele almama, hem onu hem de bizi öldürür. Bizi birbirimize düşman eder.
O, ne kadar şen, şakrak, ne kadar taze, ne kadar candan ise, bozulması da o kadar ölgün, solgun ve can alıcıdır! Bir sıçrayışta Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın sancağını Hayber'in sinesine saplar. "Ali gibi genç, Zülfikâr gibi kılıç olamaz" dedirtir ve bir ağlayışla bütün bir milletin gündüzünü geceye çevirir.
Evet Hazret-i Ali, İslâm fütuhatına bir remz olan Hayber kapısını kopardığı an gençti. İstanbul'u fethederken Fatih ve Bizans mezarı üzerinde yeni bir toy'un, yeni bir düğünün ilânnamesini diken hem de kendi et kemik ve kanıyla pekiştirerek diken Ulubatlı Hasan da gençti.
Hazret-i Mûsâ ile o kandan, irinden deryaları geçenler hep gençlerdi. Yol yol Ruhullah'ın önünde meşale tutanlar da yine gençlerdi.. Pek azı müstesna Allah Resûlü'nün ilk hâlesi hep gençlerden ibaretti. Başta dört Halife olmak üzere mus’ablar, Habbab'lar, Muaz'lar ve Ebu Cendel'ler hep o devrin gözü sürmeli ceylânları ve daha gençten budanmış fidanlarıydı. Bundan ötürüdür ki, genci olmayan millete helâk olmuş nazarıyla bakılagelmiştir.
Cennet ki; sinesinde, ebedî bir gençliğe mazhar gençleri barındıracaktır. Orada dahi yaşlıların bulunmamasında gençliği tebcil eder. Ne büyük bir remz var icraat-ı Îlâhî içinde, Cennet ehli hep delikanlı, Peygamber torunları da bütün delikanlıların efendisi. İşte Peygamber omuzunda büyüyen en saf, en temiz iki masuma verilen en büyük pâye. Kendi varlığını kurabilmek için gençliğini mâye yapanlar, Kudsî Hadis'in ifadesi ile hiçbir gölgenin bulunmadığı hesap gününde Hakk'tan hususî siyanet göreceklerdir. Rüsvaylık ateşlerinin yüzleri yalayıp yalayıp geçtiği o günde bir anı cihan değer o kusurların setredilişi birkaç talihli içinde, gençlere nasip olacaktır.
İmtihanını burada vermiş, zamanın her parçasına bir ma'rifet dersi işlemiş gençler; Allah'ın meleklere karşı "Bakın, bakın" deyip muhabbet ettiği en bahtiyar bir sınıftır. Peygamber diliyle ihtiyarlık gelip çatmazdan evvel gençliği ganimet bilenler, hevesat ve hissiyat galeyanı hengâmında yaşlı, kâmil insanlar gibi vakur hareket edenler, milletin cehalet ve körlüğüne karşı cihad edip belâ ve musibete katlananlar, başı gökler kadar âli, gök ehlinin elden ele dolattırdığı nazdarlardır.
Bu ma'nâda gençken ihtiyarlamış çok kimseler bulunduğu gibi, ihtiyarlığında gençliğini muhafaza eden aşk ve heyecan âbidesi pek çok kimseler de gösterilebilir. Arzu ve hevesatın iç ve dış bütün duyguları esareti altına aldığı nice gençler vardır ki, teni batmanlar geldiği hâlde, kâlp ve kafası tartıya giremeyecek kadar değersizdir. İşte, hiçbir zaman parçasına hâkim olamamış bu çeşit kimselere genç diyemediğimiz gibi, hayatının her anında iradesinin bütün ağırlığıyla zamanın üzerine çullanmış ve onu, deveyi yeder gibi yedmiş yaşlılara da ihtiyar diyemeyiz.
İstanbul surları önünde yüz senenin dertlerini yüzünde çizgi çizgi taşıyan Peygamber mihmandarı çok genç, Abdurrahman-ı Gafikî'nin ölümüyle herşeyin bittiğini sanan ve silâhını atıp kaçan asker çok ihtiyardı. Büyük zaferin verdiği gururu zafer dönüşü izbede yatmakla kıran, cihan hükümdarı Kanunî gençlerden genç, bu örfhaneye bir çanak ekşi çorba ile katılan zafer sarhoşu askercik, ihtiyarlardan daha ihtiyardı.
O hâlde gençlik, îmânın vüs'ati, aşkın payansızlığına mahsus heyecanla insanın kendini bulması ve ölümsüzlüğe ulaşmasıyla oluyor.
Çocukluğu ellerde oyuncak, gençliği ihtirasların zebunu, ihtiyarlığı serserilerin maskarası insanlar, hiç bir zaman gençliklerini yaşamamış kem talihlilerdir.
Fani şeyleri aşamayanlar, bütün zaman ve mekânlarıyla dar bir dairede boğulanlar gençlik iradesinden mahrum bir kısım sefillerdir.
İradelerini göklere merdiven yapanlar, kafalarını ayaklarının altına alıp kâlb dünyalarına samanyolları arasında yer arayanlar, Cennet güzelliklerinin, huri cilvelerinin gönül gıcıklayıcılığına meyletmemiş zinde kuvvetler ve genç nesillerdir. Artık nereden dünyevî güzeller ve güzellikler onlara kement olacak ve nereden dünya onların kadehlerini boşluğa boşaltacak?
"Rayete meylederiz kamet-i dilcu yerine.
Tuğa dil bağlamışız kâkûl-i hoş-bû yerine."
demiş, nefislerine ve cihana umumî bir sulh savaşı ilân etmişlere, kimin haddi var ki değişik istikamet gösterebilsin ve Cennet zineti değerinde ulvî gönüllerine eracif koyabilsin.
O, başı semalara değinceye kadar dinme bilmeden yükselecek, doyma bilmeden uğraşacak, düşünecek, arayıp bulacak, buldukça yeni ufuklara doğru koşacak.. O daima genç kalacak ve gençlik nimetine selim fıtratıyla, zinde dimağıyla uyanık kâlbi ile ve her an düşünen kafasıyla şükrün mukabelesinde bulunacak.
Allah îmânın, ihlâsın, metanetin sarsılmaz âbidesi gençlerimizi kem emel ve insafsız ele düşmeden korusun..
GENÇLİK
İnsanın bir devresi vardır ki onda upuzun bir hayatın saadet veya sefaleti gizlidir. Kıvrım kıvrım bütün bir gelecek o devrede kasıttır, niyettir ve enerjidir. Saadet hülyaları bu potansiyelle gerçekleştirilir, ebediyetler bunun üzerine kurulur ve bütün hamlıklar bu sayede oldurulur.
Tarih o devrenin kinetik hâle gelmesinden hasıl olan yapılışlar ve yıkılışlarla doludur. Hangi nebî ve velî vardır ki, yüzünün akı o devrenin gülü, çiçeği olmasın ve hangi müstebit vardır ki, kaprislerini, dikenleştirdiği o güllerle gerçekleştirmiş bulunmasın.
Hayatı ayn-ı neşe olan genç gülmek için yaratılmıştır; onu güldürmeli.. O baharımızda bir gül gibidir, sulamalı soldurmamalı...
O, gücün, kuvvetin, güzelliğin, insanlık simasında gamze gibi çiçek açmasından ibarettir. Gönlünü talan etmek onu ağlatır ve o çiçeği soldurur. Ulvî duygularıyla onu ele almama, hem onu hem de bizi öldürür. Bizi birbirimize düşman eder.
O, ne kadar şen, şakrak, ne kadar taze, ne kadar candan ise, bozulması da o kadar ölgün, solgun ve can alıcıdır! Bir sıçrayışta Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın sancağını Hayber'in sinesine saplar. "Ali gibi genç, Zülfikâr gibi kılıç olamaz" dedirtir ve bir ağlayışla bütün bir milletin gündüzünü geceye çevirir.
Evet Hazret-i Ali, İslâm fütuhatına bir remz olan Hayber kapısını kopardığı an gençti. İstanbul'u fethederken Fatih ve Bizans mezarı üzerinde yeni bir toy'un, yeni bir düğünün ilânnamesini diken hem de kendi et kemik ve kanıyla pekiştirerek diken Ulubatlı Hasan da gençti.
Hazret-i Mûsâ ile o kandan, irinden deryaları geçenler hep gençlerdi. Yol yol Ruhullah'ın önünde meşale tutanlar da yine gençlerdi.. Pek azı müstesna Allah Resûlü'nün ilk hâlesi hep gençlerden ibaretti. Başta dört Halife olmak üzere mus’ablar, Habbab'lar, Muaz'lar ve Ebu Cendel'ler hep o devrin gözü sürmeli ceylânları ve daha gençten budanmış fidanlarıydı. Bundan ötürüdür ki, genci olmayan millete helâk olmuş nazarıyla bakılagelmiştir.
Cennet ki; sinesinde, ebedî bir gençliğe mazhar gençleri barındıracaktır. Orada dahi yaşlıların bulunmamasında gençliği tebcil eder. Ne büyük bir remz var icraat-ı Îlâhî içinde, Cennet ehli hep delikanlı, Peygamber torunları da bütün delikanlıların efendisi. İşte Peygamber omuzunda büyüyen en saf, en temiz iki masuma verilen en büyük pâye. Kendi varlığını kurabilmek için gençliğini mâye yapanlar, Kudsî Hadis'in ifadesi ile hiçbir gölgenin bulunmadığı hesap gününde Hakk'tan hususî siyanet göreceklerdir. Rüsvaylık ateşlerinin yüzleri yalayıp yalayıp geçtiği o günde bir anı cihan değer o kusurların setredilişi birkaç talihli içinde, gençlere nasip olacaktır.
İmtihanını burada vermiş, zamanın her parçasına bir ma'rifet dersi işlemiş gençler; Allah'ın meleklere karşı "Bakın, bakın" deyip muhabbet ettiği en bahtiyar bir sınıftır. Peygamber diliyle ihtiyarlık gelip çatmazdan evvel gençliği ganimet bilenler, hevesat ve hissiyat galeyanı hengâmında yaşlı, kâmil insanlar gibi vakur hareket edenler, milletin cehalet ve körlüğüne karşı cihad edip belâ ve musibete katlananlar, başı gökler kadar âli, gök ehlinin elden ele dolattırdığı nazdarlardır.
Bu ma'nâda gençken ihtiyarlamış çok kimseler bulunduğu gibi, ihtiyarlığında gençliğini muhafaza eden aşk ve heyecan âbidesi pek çok kimseler de gösterilebilir. Arzu ve hevesatın iç ve dış bütün duyguları esareti altına aldığı nice gençler vardır ki, teni batmanlar geldiği hâlde, kâlp ve kafası tartıya giremeyecek kadar değersizdir. İşte, hiçbir zaman parçasına hâkim olamamış bu çeşit kimselere genç diyemediğimiz gibi, hayatının her anında iradesinin bütün ağırlığıyla zamanın üzerine çullanmış ve onu, deveyi yeder gibi yedmiş yaşlılara da ihtiyar diyemeyiz.
İstanbul surları önünde yüz senenin dertlerini yüzünde çizgi çizgi taşıyan Peygamber mihmandarı çok genç, Abdurrahman-ı Gafikî'nin ölümüyle herşeyin bittiğini sanan ve silâhını atıp kaçan asker çok ihtiyardı. Büyük zaferin verdiği gururu zafer dönüşü izbede yatmakla kıran, cihan hükümdarı Kanunî gençlerden genç, bu örfhaneye bir çanak ekşi çorba ile katılan zafer sarhoşu askercik, ihtiyarlardan daha ihtiyardı.
O hâlde gençlik, îmânın vüs'ati, aşkın payansızlığına mahsus heyecanla insanın kendini bulması ve ölümsüzlüğe ulaşmasıyla oluyor.
Çocukluğu ellerde oyuncak, gençliği ihtirasların zebunu, ihtiyarlığı serserilerin maskarası insanlar, hiç bir zaman gençliklerini yaşamamış kem talihlilerdir.
Fani şeyleri aşamayanlar, bütün zaman ve mekânlarıyla dar bir dairede boğulanlar gençlik iradesinden mahrum bir kısım sefillerdir.
İradelerini göklere merdiven yapanlar, kafalarını ayaklarının altına alıp kâlb dünyalarına samanyolları arasında yer arayanlar, Cennet güzelliklerinin, huri cilvelerinin gönül gıcıklayıcılığına meyletmemiş zinde kuvvetler ve genç nesillerdir. Artık nereden dünyevî güzeller ve güzellikler onlara kement olacak ve nereden dünya onların kadehlerini boşluğa boşaltacak?
"Rayete meylederiz kamet-i dilcu yerine.
Tuğa dil bağlamışız kâkûl-i hoş-bû yerine."
demiş, nefislerine ve cihana umumî bir sulh savaşı ilân etmişlere, kimin haddi var ki değişik istikamet gösterebilsin ve Cennet zineti değerinde ulvî gönüllerine eracif koyabilsin.
O, başı semalara değinceye kadar dinme bilmeden yükselecek, doyma bilmeden uğraşacak, düşünecek, arayıp bulacak, buldukça yeni ufuklara doğru koşacak.. O daima genç kalacak ve gençlik nimetine selim fıtratıyla, zinde dimağıyla uyanık kâlbi ile ve her an düşünen kafasıyla şükrün mukabelesinde bulunacak.
Allah îmânın, ihlâsın, metanetin sarsılmaz âbidesi gençlerimizi kem emel ve insafsız ele düşmeden korusun..