Filistin

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Yahudiler, aşırı hırslarından ve dünyaya olan aşırı düşkünlüklerinden târih boyunca hep manevî tokatlar yemişler, zillet içinde yaşamışlar ve bulundukları topraklardan sürgün edilmişlerdir.

Boyundurukları altında oldukları milletler, onlara katliamlar yapmış, mallarına el koyup yaşadıkları topraklardan kovmuşlardır. En sonuncusu ve bütün dünyanın gözü önünde yaşanan 2. Cihan Harbinde Almanya’da cereyan eden soykırım hâdisesi de bu vaziyete bir misâl olsa gerek.

Neredeyse Yahudileri topraklarından atmayan Avrupa devleti yok gibidir. İngiltere, Fransa, Almanya başta olmak üzere İspanya, Portekiz, İtalya, Belçika ve Rusya, Yahudilere yapılan sürgün noktasında önde gelen ülkelerdendirler. Bunlara sırasıyla birkaç misâl verecek olursak, aşağıdaki hâdiseleri sıralayabiliriz.


• İngiltere’de 6. asrın başlarında Yahudiler ülke dışına sürüldü ve üç asır boyunca İngiltere’ye girmeleri men’ edildi.

• 14. asırda Fransa Kralı Yahudilerin ülkeden kovulmalarını emretti.

• 15. asırda Endülüs Devletinin yıkılmasıyla birlikte, İspanya ve Portekiz’de yaşayan Yahudilerin tamamı ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar.

• 1881-1882’li senelerde Rusya’da yaşayan Yahudiler ülkeden çıkarıldılar. İşkence ve katliamlardan kaçabilen Rusya Yahudileri’nin bir kısmı Osmanlı Devletine sığındılar.

• İkinci Cihan Harbinde Almanya’da milyonlarca Yahudi’nin öldürüldüğü iddia edilmektedir.

Yahudiler, yaşadıkları sürgünler yüzünden 1948 senesine kadar devlet dahi kuramamışlardır. Muhtelif zamanlarda Filistin’de Kudüs merkezli bir devlet kurma teşebbüslerinde bulunmuşlarsa da, karşılarında güçlü İslâm devletleri olduğu için bu hedefleri akim kalmıştır. 1948 senesinde kurdukları ve Telaviv merkezli İsrail Devleti ise dört tarafı Müslüman devletlerle sarılı olduğu hâlde hâlâ mevcûdiyetini devâm ettirmektedir. Yahudilerin ma’nevî noktadan bugüne kadar hâlâ tokat yememesinin hikmetini ise Bedîüzzamân Hazretleri, “Enbiyâ-i ben-i isrâiliyyenin mezâristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunmaları cihetiyle bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dînî olmasından çabuk tokat yemiyorlar.” şeklinde ifâde etmektedir.

FİLİSTİN TOPRAKLARININ EHEMMİYETİ

Yahudiler’e gönderilen yüzlerce Peygamberin mezaristanı olan Filistin toprakları, târih boyunca ehl-i kitâb için hep mukaddes topraklar arasında olmuştur. Âlem-i İslâm için ise Kudüs şehri, Mekke ve Medîne’den sonra üçüncü mukaddes belde olmuştur. Filistin toprakları, Mescid-i Aksa, Tûr-i Sinâ, Kubbetü’s-Sahrâ gibi ve daha bir çok mukaddes ve mübârek mekânları bünyesinde barındırmaktadır.

İsrailoğulları’na gönderilen yüzlerce Peygamber, bu topraklarda yatmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberlerle alâkalı anlatılan bir çok kıssa bu topraklarda cereyan etmiştir. Hz. Yusuf ve Hz. Yakub’un kıssası, Hz. Musa ve Hz. Harun’un Filistin’e hicretleri, Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın hâkimiyetleri, Hz. Meryem ve Hz. İsa ile Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya’nın başlarından geçenler hep bu topraklarda vuku’ bulmuştur.

Peygamber Efendimiz’in üzerine basarak Burak’a bindiği ve semaya yükseldiği hacer-i muallak bu topraklarda bulunmaktadır. Hacer-i muallağın üzerine daha sonradan Kubbetü’s-Sahrâ inşâ edilmiştir.

Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa bu topraklarda bulunmaktadır. Bilindiği üzere Hicret’ten 18 ay sonra Şaban aynın 15. gecesinde, yani Berat Kandilinde, Bakara Sûresi 144. Âyetinin namâz esnâsında nüzûl olmasıyla Peygamber Efendimiz, yönünü Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a çevirmiş ve bu namazın kılındığı mescide de Mescid-i Kıbleteyn denilmiştir.

FİLİSTİN’İN FETHİ

Müslümanlar tarafından ilk defa Hz. Ömer (r.a.) tarafından fethedilen Filistin, 1. Haçlı Seferiyle birlikte Müslümanların elinden çıkmış, yaklaşık bir asırlık Hristiyan hâkimiyetinin ardından Selahaddin Eyyûbî komutasındaki İslâm orduları tarafından fethedilerek tekrâr Müslümanların hâkimiyetine geçmiştir.

1516 senesinde Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilerek Osmanlılar’ın eline geçen Filistin, 1917 senesine kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Kudüs ve Filistin toprakları yaklaşık dört asırlık Osmanlı hâkimiyeti boyunca âdetâ huzur, sükûn ve barışın simgesi hâline gelmiştir. Dört asır boyunca bir tek siyâsî cinâyete dahî sahne olmayan Kudüs’ün demografik yapısı, her türlü göç ve ilticaya karşı hassâsiyetle muhâfaza edilmiştir.

FİLİSTİN’E VEDÂ

Birinci Cihan Harbi’nde Osmanlı, yedi düvel karşısında yalnız kalmış, dört bir yanından saldıran düşman karşısında ancak Anadolu topraklarını elinde tutabilmiştir. Gerek Filistin, gerekse de Mısır halkından kayda değer bir yardım da alamayan Osmanlı, Filistin’i 1917 senesinde İngilizler’e terk etmek zorunda kalmıştır.

FİLİSTİN SORUNU

Kudüs ve Filistin toprakları, 90 senedir, birçok vahşetlere ve katliâmlara sahne olmaktadır. Bütün dünyanın gözü önünde Filistinli çocuklar, İsrail tanklarının altında ezilerek can vermekte, ancak başta İslâm dünyası olmak üzere bütün insanlık buna seyirci kalmaktadır. Filistin ve Kudüs’ün zulüm ve katliamlardan kurtarılması için kurulan İslâm Konferansı Teşkilatı da tavsiye niteliğinde aldığı kararlardan öteye geçememektedir.

Târih boyunca hep itilip kakılan ve sürgün edilen Yahudiler, sürgün ve katliamlardan kaçarken hep İslâm devletlerine sığınmışlardır. Sığındıkları İslâm devletleri, onlara kendi vatandaşlarından farklı muamele yapmamıştır. Osmanlı Devletinin tarihi bu tarz misallerle doludur. Ancak Yahudiler her zaman yaptıkları gibi kendilerine iyilik yapan ellere ihanet etmişlerdir.

Hristiyanlar, Kudüs’ü işgâl ettiklerinde ilk iş olarak Yahudileri ve Müslümanları kılıçtan geçirmişlerdir. Avrupa’da da Yahudileri topraklarından atmayan ve zulmetmeyen devlet neredeyse yok gibidir. Ancak Müslümanların idaresindeki topraklarda tarih boyunca hiçbir zaman Yahudiler sürgün edilmemiş, katliamlara maruz bırakılmamışlardır.

HULÂSÂ

“Küfür devâm eder ama zulüm devâm etmez” kâidesince Filistinliler’e yapılmakta olan zulüm de elbette bir gün nihâyete erecek ve bu zülüm gecesi nûrlu sabâhlara inkılâb edecektir (İnşâallâh). Yahudiler, yaptıkları zulmün yanlarına kâr kalacağını bugün için zannetseler de, geciken manevî tokat eninde sonunda başlarına inecektir. Aşırı dünya hırsı Yahudilerin başına hep bela getirdiği hâlde hâlâ akıllanmamaları da “Zarara rızâsıyla gidene merhamet edilmez” kâidesini akla getirmektedir. Duâlarımız Kudüs’ün tekrâr eski günlerde olduğu gibi huzûr, sükûn ve barışın simgesi hâline gelmesi için...

Arif Emre GÜNDÜZ
 
Üst