Sekizinci Bölüm
Yıl 1984!
Tüm giriş ve çıkışları tutulan mahallenin sokakları, silahlı İsrail askerleri, tanklar ve askeri araçlarla kaynıyordu. Her taraftan sarılan bina, Şeyh Yasin'in İslami irşad ve tebliğ faaliyetlerinin yürütüldüğü İslam Cemiyeti'ydi. Bürosu dâhil birçok oda, mescit, eğitim yerleri postallarla çiğnendi. Şeyh Yasin başta olmak üzere yardımcılarından bişçok kimse buradan yahut evlerinden alınarak tutuklandı. İsrail yönetimi tarafından genel bir baskındı yapılan. Vakit geçirmeden gözleri bandajlı bir halde sorgu odasına alman Şeyh Yasin, birçok işkence ve hakaretlere maruz kaldı. Sakat olması, tekerlekli sandalyede bulunması, başkasının yardımına muhtaç olması fayda vermedi. Oldukça şiddetli işkenceler yaşadı. Sorgucular onun bu tahammülü ve sabrı karşısında her yolu denediyseler de nafile...
- Bak, dedi sorgucu. Hakkında silah kaçakçılığı yaptığına dair istihbaratımız var. Aslında her şeyi biliyoruz. Bu şekilde eğitim ve yardım faaliyetleri adı altında örgütlenerek halkı silahlandırıp bize karşı isyan ve direnişe teşvik ettiğini bilmediğimizi mi sanıyorsun? İsrail'i yıkmayı hedef alan gizli emirlerinden haberimiz yok mu sanıyorsun? Gizli gizli bize karşı terörist yetiştirmenin cezasını bir gün çekeceğini bilmiyor muydun? Duyduğun gibi her şeyi biliyoruz. Sa- ' na zarar vermeden bize her şeyi anlatacaksın, tamam mı?
- Madem her şeyi biliyorsunuz, dedi Şeyh Yasin. Artık bir şey anlatmaya gerek yok.!
- Var var! Biz her şeyi biliyoruz; ama bir de senden duymak istiyoruz.
Şeyh Yasin sadece gülüyordu söylenenlere... Daha Önce de birkaç defa gözaltına alınması, kısa zaman aralıklarıyla tutuklanması, ona sorgu hakkında tecrübeler kazandırmıştı. Birden işkenceye ara verildi. İşkence odasındakilerin hepsi dışarı çıkarıldı. İçeri giren biri sesine merhametvari bir ton vererek konuştu:
- Vah, vah, vah! İnsan felçli bir adama bunu yapar mı?: Şeyh Yasin'in gözlerindeki bandajı çözdü. Biraz su içirdi.
- Bir ihtiyacın var mı? diye sordu.
- Hayır!
Yapmacık hareketlerine samimiyet yüklemeye çalışan
bu adama baktı Şeyh Yasin.
- Neden sana bu kadar hakaret ettiler, dedi adam. Suskundu Şeyh Yasin, konuşmak gelmiyordu içinden. Adam yine konuşmaya devam etti:
- Bak! Ben diğerleri gibi değilim. Konuşmaktan, anlaşmaktan yanayım. Şayet konuşmazsan sana çok daha kötü işkenceler yaparlar. Bu halinle sana yazık olur. Haydi, bu işi ikimiz aramızda halledelim ne dersin ha! İçinde gizli bir tehdit olan bu sorgu tekniği, iyi ve kötü adam rolleri üzerine kuruluydu. Önceki kötü, sözde bu iyiydi. Bir çeşit Ali-Cengiz oyunu oynanıyordu. Bir cevap vermek gereğini düşündü Şeyh Yasin, gözlerini ona dikerek konuştu:
- Demek konuşmamı istiyorsun ha! Vatanımızı ve toprağımızı işgal edip köylerimizi başımıza yıkan; insanlarımızı çoluk- çocuk, genç- yaşlı demeden katleden, halkımızı sürgünlere yollayan; Mescid- i Aksa'mızm hürmetini ayaklar altına alan size karşı ne dememi bekliyorsun ey Yahudi! Tutmayan bu ellerim ve ayaklarımdan bu kadar korktuğunuza göre korktuğunuzun başınıza gelmesi yakındır inşaal-lah! Şeyh Yasin'in sözleri birer kurşun gibiydi. Böyle bir şeyi beki emiyor muşçasma birden deliye dönen adam tüm yumuşaklığını bir kenara bırakarak bağırdı:
- Yeter, yeter! Kes sesini! Sen başı ezileceklerin ilkisin. Sana az yapmışlar bile. İşkence neymiş göreceksin. Hırsla, sinirli sinirli terk etti sorgu odasını. Bir sorgucu daha bozulmuş, çileden çıkmıştı. Çektiği ızdırabı ve gördüğü hakaretleri unutarak acı acı güldü içinden Şeyh Yasin onca halsizliğine rağmen.
Zindana konuldu Şeyh Yasin. Hz. Yusuf aleyhisselamm mekânına... Etrafını saran yarenleri çevresinde pervane oldular. Yardımcılarından bazılarına gözü ilişince sevinçler yaşadı, bu beton âlemde. Çevresine göz gezdirdi. Bu tarihi binanın sağlıksız ve kötü şartlan hemen göze çarpıyordu. Uzun koridorlar, basamak basamak aşağılara inen merdivenler, rutubetli ve nemli duvarlar, adım başı parmaklıklar... Tam bir zindandı burası. Baskı ve hakaretin, işkencenin sürdüğü bir mekândı. Aşman duvarlar nice zulme yıllar boyu şahitlik yapmıştı. Dört bir yanı taş ve betonla inşa edilen bu zindanda koğuşların kalabalık ve tıka basa olması, ayrı bir sorundu. Dışarıdayken yardım ettiği ailelerin bir kısmı tutuklu ve mahkûm aileleriydi. Yetimler, öksüzler gibi boyunları bükük eşler, çocuklar görmüştü. Şimdi b manzaranın eksik fertleriyle iç içeydi. İşgale direnen adsız kahramanlarla be­raberdi. Yahudi zulmünün canlı şahitleriydi bu insanlar. Kimi aylar, kimi yıllardır mahkemelere, duruşmalara çıkarılmamış mazlum Filistinli mahkûmlar gördü. Hepsinin gözlerinde direnişin izzeti, direnişin şerefi muştu muş-tuydu. Alınları nurdan bir aydınlık, yüzleri bir sürür abide-siydi bu karanlık dünyada. Günler geçti; Şeyh Yasin'in aralarında olmasıyla zindan ehli daha neşeli, daha diriydi. Yapılan dersler, Kur1 an çalışmaları, tefsir- hadis sohbetleri, siyasi söyleşiler mahpushaneyi Medrese- i Yusufiye'ye çevirmiş, bir canlılık getirmişti. Nihayet mahkemeye çıkarıldı Şeyh Yasin. Karşısındaki yargıçlara baktı. Gözlerindeki habis parıltıyı fark etmemek imkânsızdı. Manalı manalı süzüyorlardı Şeyh Yasin'i. Önce kimlik tespiti yapıldı. Daha sonra yargılanmaya geçildi: Savcı, kararı çoktan verilmiş yargılanmanın iddianamesini okudu. Lehte ve aleyhteki tüm savunmalardan sonra yargıç kararı açıkladı. Sanık Ahmet Yasin'in eğitim ve yardım faaliyetleri adı altında yasadışı örgütlenme yoluna gidip İsrail devletini yıkmak, yerine İslami bir devlet kurmak için çalıştığı ve bu gayeye binaen silah kaçakçılığı yaptığı, yapılan soruş­turmalar ve iddia makamının sunduğu delillerle suçu sabit bulunduğundan on üç yıl hapsine... Daha önceki birçok yargılama gibi sathi olan bu yargılama, tam bir tiyatroydu. Her şey adaletsizlik ye zulüm üzere kurulu olan işgalci bir gücün gösterisiydi. Kendi vatanında, işgalcilere karşı direnmenin adı terörizm olmuştu. Halbuki işgalci barış havarisi kesilen masum (!) Yahudi'ydi. Mahkemenin kararı halkın büyük tepkisine sebep oldu. Sendikalar, kitle örgütleri, Öğrenciler gösteriler düzenliyor, tepkilerini dile getiriyordu. Bir de ağlayanlar vardı kuytu köşelerde: Esir ve şehit çocukları, dullar, yetimler, fakirler, yoksullar, Kufan ve eğitim talebeleri... Kimileri için hami, kimileri için baba, kimileri için bir öğretmendi Şeyh Yasin. Artık duvarların arkasında; ama bu insanların dualarındaydı. Şeyh Yasin, kararı büyük bir tevekkülle karşıladı. Zindan arkadaşları bir yandan seviniyor, bir yandan üzülüyorlardı. Çünkü zindanın hasta ve felçli, bakıma muhtaç bir insanın yeri olmadığını biliyor, buna üzülüyorlardı. Çünkü dışarıdaki halkın ona ihtiyacı vardı: Dul ve yetimlerin, fakir ve yoksulların, öğrencilerin... Kısaca herkesin bir şekilde hamisi, bir şekilde ümidiydi. Şeyh Yasin zindanda olmasına rağmen, dışarıdaki teş-kilatsal faaliyetler olduğu gibi devam etti. Sanki o varmış
gibi yardımlar yapılıyor, Öğrencilere İslami dersler veriliyor, sportif ve sosyal içerikli faaliyetler devam ediyordu. Zira kurulan yapı zayıflamayacak tarzda, sağlam bir şekilde yıllardır sürüyordu. Şeyh Yasin'in zindandaki mahrumiyetinden bu yana ön bir ay geçmişti. îlk defa bu kadar uzun kalmıştı zindanda. Bu Yusufî hayatı kendisi için bir lütuf, bir ihsan-ı ilahi belledi. Bu güne kadar insanlarla iç içe, insanlarla birlikte yoğun kalabalıklardaydı. Fark etmemişti manevi eksikliklerini. Nefsi zaafiyetlerini kemale erdirmek için, zindan bir çi-lehaneydi. Bir arınma, nefsi terbiye ve ıslah yeri olarak idrak etti zindanı. Sabır ve irfan mektebi anlayışıyla gönlünü tefekküre, dilini teşbihe, kalbini zikre adadı. Hayatının mücadele içindeki hızlı gelişimini, zindanın Yusufi öğretisiyle süsledi. Maneviyatını zenginleştirip nefsine sükûnet, ruhuna letafet verdi. Hayatına yön veren gönül zenginliği ve ruhunun yol göstericiliğini gece-gündüz ibadetinde, sünnetin ihyasında ve nafilenin Allah'a yakınlaştırıcı olma vasfında gördü. Bir tekkeye girmiş gibi kemale yönelen bir gidişata doğru yol aldı. Bu ayların, sonraki hayatında bir dönüm noktası olduğunu anlayacaktı. Bu diriler kabri, bu gerçek dostlar edinme diyarı onun hayatının mekteplerinden en
önemli mektepti. İsrail'in zulüm dolu zindanlarını, Müslüman mahkûmlar gülsen- i cennete çevirmişti. Mahpuslar Şeyh Yasin'den ve ilminden faydalanıyor, halka halka, koğuş koğuş bir mektep inşa ediyorlardı. Onun varlığı kısa bir sürede zindanın varlığını değiştirmiş, bir Medrese- i Yusufiyeye çevirmisti. Gündüzü ilim, gecesi ibadetti. Hayırlı günler yahut fertlerin gücü nispetinde belli zamanlar oruçla geçirildi. Aşk ve vecdin şahikasını yaşadı gönüller. Dışarıda eğitim faaliyetlerini koordine eden Şeyh Yasin'i Yüce Allah bu insanlar için mi bu mekânda tutuyordu acaba? Kim bilir? Şeyh Yasin'in mahpus olduğu bu döneme kadar Filistin'de İsrail'e karşı yer yer direniş gösteren birçok örgütlenme vardı. Kimi Yaser Arafat'ın FKO'sü gibi demokrat, kimi milliyetçi, kimi de sol söylem sahibi direniş gruplarıydı. Hepsinin de ortak noktası işgale karşı kararlı eylemlerde ve direnişte bulunmaktı. Tunus'a sürgün edilen Arafat, Tunus'taki karargâhından Örgütünü yönlendirirken, bazı örgütler de Filistin topraklarında ısrarla eylemlerini ve direnişlerini sürdürüyordu. Fakat Ekim 1985'in başında İsrail jetlerinin Arafat'ın Tunus'taki ikametgâhını bombalaması sonucu FKÖ, sürgünden sonra ikinci büyük darbeyi aldı. Bu bombardımanın ardından, FKÖ'nün karargâh binası yok olurken, binanın çevresinde bulunan elli kişi de öldü. İsrail jetlerinin sınırları aşan bu saldırganlığının emrini veren, o sıralarda başbakan olan Şimon Perez'di.
Yine bu yıl içinde İsrail'in artan zulmüne karşı, Ahmed Cibril liderliğindeki Filistin Halk Cephesi, büyük bir direniş gösteriyor, işgale karşı mücadeleden geri durmuyordu. Birçok örgüt İsrail askerlerini, casuslarını yahut önemli adamlarını kaçırıp Filistinli mahkûmlara karşılık serbest bırakırdı. Bu taktik revaçta olan bir yöntemdi. Zira işgalci İsrail, kaçırılan adamlarının mevki ve konum olarak değerli olduklarını biliyor, ölülerini dahi geri istiyordu. Bunda Yahudi ırkının "seçkin ırk" olma dogması da etkiliydi. Bu milli ırkçılık nev- i şahsına münhasır bir İsrail öğretişiydi. Bu sırada Ahmed Cibril'in liderliğindeki Filistin Halk Cephesi Örgütü birtakım Yahudileri kaçırmıştı. İşgalci İsrail ile muhtelif zamanlarda yapılan müzakereler sonucu 1260 Filistinli mahkûma karşılık elindeki Yahudileri bırakacaktı. Siyonist İsrail'in kabul ettiği bu mübadelede bırakılan 1260 Filistinli mahkûmlardan biri de Şeyh Yasin oldu.
Tevekkülle karşılanan kader-i ilahi, şükür ve hamdle neticelenen lütfü ilahiyle nihayet buldu. Şeyh Yasin artık serbestti. Yüce Allah; Şeyh Yasin hiç ummadığı ve beklemediği halde kendi dışında cereyan eden bir olayı, onun necatına vesile kıldı. Zira Yüce Allah tevekkül sahibi teslimiyetçi kullarına ikramını, ummadıkları bir anda verir. Her şey ve herkesten ümitlerin kopup kalplerin dergâhına yöneldi­ği; bir samimiyetin, mazlum, yetim, dul, fakir, yoksul kalplerin ümit beslediği; halkın dualarının yönlendirdiği bir kader- i ilahinin lütfü ve ikramıydı. Bu lütufia manevi sorumluluğunu idrak eden Şeyh Yasin işgale karşı verilen direnişe değişik boyutlar kazandırmak için mücadele meydanına yeniden atıldı. O gün büyük bir sevinç, büyük bir coşkuyla Filistinliler özgürlüğe kavuşan mahkûmları bağırlarına bastılar. Nice evde olduğu gibi Şeyh Yasin'in mütevazı evinde de bir coşku yaşanıyordu. Çocukları; etrafında pervane misali dönüyor, babalarına kavuşmanın sevinciyle gülücükler saçıyorlardı. Anneleri Halime Hatunun gözleri ışıl ısıldı. Takriben bir yıllık ayrılık süresince evinde hep bir sessizlik, bir sükûnet vardı. Şimdi ise evi yine eski neşesine kavuşmuş, şenlenmişti. Abdi, on- on bir yaşlarında gelişkin bir çocuk olmuştu. Sevinci, yüzünden okunuyordu. Kızları da babalarının etrafını çevirmiş; kimi sarılmış Öpüyor, kimi de çekiştiriyordu. Şeyh Yasin, hepsini sevdi, iltifat etti: Abdi'yi/ küçük Meryem'i, Abdulhamit'i, Abdulğani'yi... Çocuklarını tek tek dinliyor, alakalı alakasız konuşmalarını/sözlerini kesmiyordu. Özellikle kızlarının aşırı ilgisi onu etkilemiş, duygulan-dırmıştı. Şefkat ve merhameti nedense çocuklara karşı fazlaydı. Hele şehit ve esirlerin çocuklarıyla yetimleri görünce daha bir duygulanırdı. Kızma baktı. Onları edepli, iffetli ve haya timsali birer mümine olarak yetiştirmek, en büyük arzusuydu. Çocuklarının, Özelikle kızlarının çok olmasının maddi olanaklarının az olmasıyla ilgisi yoktu. İnsanlar, onun felçli olmasını az çocuk sahibi olması gerektiğine yorsalar da; o, Allah'ın takdirinin tecelli edeceğini biliyordu. Kız ya da erkek ilahi takdirden başka bir şey değildi. Bunu böyle bir teslimiyetle kabullenirken, insanlara neler oluyordu ki? Cehaletin ürünü olan, ruha sıkıntı veren bu düşüncelere sürekli karşı durdu. Kız çocuklarını erkeklerden ayırmadı. Hep sevdi, hep okşayıcı sözlerle gönüllerini aldı. Kalbin meyvesi olan çocukları, hele kızları bir başka sever, bir başka görürdü. Etrafını çeviren çocuklarına baktığında cıvıl cıvıl koşuşturmalarını görünce, onları ne de çok sevdiğini daha bir anladı. Hemen her sabah onları görmeden evden ayrılmazdı. Sık sık onlarla konuşmadan, mutluluklarını paylaşmadan geçen her gün hep bir şeylerin eksikliğini hissederdi. Rabbi-ne şükretti, sonsuz sonsuz.
Dokuzuncu Bölüm
Çalışma bürosunda günlük rutin işlerini takip eden Şeyh Yasin, tekrar direnişin öncüsü tekrar faaliyetlerin önündeydi. İhvan çatısı altında "Müslüman Kardeşler" ola-Irak daha farklı çalışmalar, daha farklı projeler düşünüyor, (istikrarlı ve kararlı bir metod geliştirmeyi planlıyordu. Bu sıralarda Filistin direniş Örgütleri arasında işgalci Siyonistlerin ekmek için çalıştığı fitne tohumlan filizlenmeye başlamıştı. Birlik ve beraberliklerini bozmak, bölüp parçalamak ve tek tek yutmak esasına dayalı olan tarihi "böl, parçala, yut!" siyaseti güdülüyordu işgalci İsrail yönetimi tarafından. .. Önü alınmazsa kötü sonuçlar yaşanacak, kardeş kardeşe kırdırılacaktı. Şeyh Yasin buna bir çözüm düşünüyor, fitne büyümeden Filistinli tüm direniş grupları/örgütleri arasında birlik ve beraberliği sağlamayı istiyordu. Bu gayeye binaen "Islah Komitesi" adı altında bir arabulucu komite oluşturulmuştu. Seçkin ve saygın kişilerden teşekkül eden bu komite, fitnenin önüne geçecek bir rolü üstlenecekti. Lakin yine de bir eksiklik vardı. Ortalık durul­muyordu. "Bir adam gerekli" diye düşündü Şeyh Yasin. "Öyle biri ki bu fitne ateşini söndürmede aktif ve etkin olmalı." Bu düşünceler içerisindeyken ziyaretçisinin olduğunu haber verdiler. Kim olduğunu sorunca "Ebu Şenneb" dediler. Birden düşünce duvarındaki eksik taş yerini buldu. Her şey yerli yerine oturdu. "Ebu Şenneb bu iş için en münasip insan. Adeta biçilmiş kaftan" diye düşündü. Ebu Şenneb'in, İslami Cemiyet'in gençlere yönelik . t-kinliklerindeki organizesini, öğretim görevlisi olarak Nab-lus'ta görev yaptığı En-Neccah Ulusal Üniversitesi'ndeki ve sivil kuruluşlardaki teşkilatçılık ve halkı yönlendirmedeki öncülüğü gibi aktif görevlerini hatırladı. Hepsini başarıyla gerçekleştirmişti. Hatta akrabaları, arkadaşları ve tanıdıkları içinde çıkan sorunlarda hep Ebu Şenneb hakem olmuş; en uygun çözümle bu işlerde görev almıştı. Öyle ise tüm gayret ve becerisini bu işte de ortaya koyar, ihtilafı ortadan kaldırmayı başarırdı. Öyle ki bu uzlaşmacı vasfını herkes bildiği için onun birlik ve beraberliği sağlamadaki gayreti takdirle karşılanacaktı. Neden hemen düşünememişti ki? İçeri giren Ebu Şenneb, her zamanki gibi mütebessim bir çehre ile Şeyh Yasin'i selamladı. Sohbetleri koyulaşmıştı.
- Üniversitede durumlar nasıl Ebu Şenneb? İşgalci Siyonistlerin zaman zaman rahatsızlık verdiğini duyuyorum.
Ebu Şenneb;
- Doğru efendim, dedi. Fakat yine de silahların gölgesinde elimizden geleni yapıyoruz. Sadece biz değil, Nab-lus'taki kardeşlerimiz de faaliyetlerini fertten topluma kadar gayretle yapıyor, sohbet ve derslerle İslami şuur ve bilinci yayıyorlar. Zaman zaman işgalcilerin baskılarına maruz kalsalar da yılmıyorlar.
- Buna sevindim. Allah'u Teala, kendi yolunda çalışanların gayretlerini zayi etmez. Peki, inşaat mühendisliğinin bölüm başkanlığına getirilmende bir sorun yaşandı mı?
- Hamdolsun efendim. O konuda da bir sorun yok. Her ne kadar üç yıf önce doktoramı tamamlamak için gittiğim Amerikan Üniversitesi beni çağirttıysa da bir sorun yaşamadım şimdiye kadar.
Şeyh Yasin'in aklına farklı bir soru gelmişti:
- Ebu Şenneb, dedi. Gerçi Amerika'da kısa bir süre kaldın; ama yine de sorayım. Bizden o kadar uzak olan bir ülkede insanların Filistin davasına bakış açısı hakkında bir fikir edinebildin mi?
- Nasıl söylesem efendim! Sizin de bildiğiniz gibi Amerika büyük bir ülke... Gücünü emperyalizmden alıyor. Dünya'da fitne ve fesat tohumu ekmediği tek bir coğrafya kalmamış. Menfaat ve çıkarı neyi gerektiriyorsa, onu bir şekilde yapıyor. Zayıflara karşı uluslararası hiçbir kuralı ve antlaşmayı takmaz.
- Tıpkı işgalci Siyonistler gibi...
- Evet! Tıpkı onlar gibi. Fakat bir farkla ki Siyonistlerin işgalci tutumuna göz yuman da yine Amerika'dır. Hatta onları besleyen, ekonomik ve savunma sanayine yönelik her türlü desteğini gittikçe arttıran da yine Amerika'dır. Yani İsrail'i semizleten güç... Yine de şunu belirtmeden geçmeyeyim; Yahudi lobisinin Amerikan yönetimini ve finansmanını ele geçirdiği bir hakikattir. İsrail'e verilen Amerikan desteği ve her türlü Amerikan yardımının altında bu lobinin etkinliği yatıyor. Üzülerek şunu da ifade edeyim ki Amerika-da çok
sayıda Ortadoğu ve Arap kuruluşları olması, hatta finans gücü bulunmasına rağmen etkin lobicilikten mahrumdurlar. Birlik ve beraberlik içinde hareket edememeleri birçok zararı da beraberinde getirmektedir. Buna sebep ise aralarındaki fitne ve fesattır...
- Doğru, Ebu Şenneb; çok doğru... dedi Şeyh Yasin, başını sallayarak. Hazır fitne ve fesattan söz açılmışken bu aralar işgalci gücün direniş grupları arasına ekmeye çalıştığı fitne hakkında da konuşmak istiyorum.
- Sizi dinliyorum efendim.
- Biliyorsun ki işgalci İsrail, Filistinliler arasındaki bu birlik ve beraberliği bozmak için birçok sinsi plânı uygulamaya çalışıyor. Gazze'mizde de bu durum söz konusu... Direniş, farklı farklı kesimlerin değişik örgütlenmeleri altında dayanışma içinde ilerlerken; metodun ayrı, nihai gayenin aynı olduğundan kuşkuda değiliz. Kimi bizim gibi İsla-mi bir şuur ve bilinçle direniş mücadelesi verirken; kimi demokrat, kimi milliyetçi, kimi laik, kimi de sol bir kimlikle direniyor. Adı direniş olan bu birlik ve beraberlik şimdiye dek sorunsuz sürdü. Şimdi ortaya çıkan bu nevzuhur fitne ateşinin büyümesine fırsat vermememiz gerektiğine kani-yim. Bu konu üzerine nice zamandır düşünüyordum. "Islah Komitesi" her ne kadar çalışıyorsa bile, yine de birinin bu işle ilgilenmesini tefekkür ediyordum. Senin gelişin hayra vesile oldu. Zira akraba ve dostların arasında ve bulunduğun ortamda bu işe layık girişimlerde daha önce bulunmuştun. Bunun için özel gayretinle, bu işte hayırlı neticelere sebep olacağına inanıyorum.
- Siz nasıl uygun görürseniz efendim. Elimden geleni mutlaka yapacağım.
Şeyh Yasin buna sevindi.
- Öyleyse git ve bu hayırlı işle uğraş. Fakat önce iki rekât namaz kıl. Allah'tan yardım dile ve kalben bu fitneyi söndürmek için istek duy. Rabbimize, sözlerini taraflara etkili kılması için biz de dua edeceğiz. Biraz önce de dediğim gibi ihlâsı elden bırakma. Ayrıca sana yardımcı olabilecek arkadaşlarını da yanına alabilirsin. Allah yardımcın olsun. Kısa bir müddet sonra İsmail Ebu Şenneb'in, yüklendiği bu vazifeden de yüzünün akıyla çıktığı görüldü. Tüm direniş gruplarıyla görüştü. Onlara işgalci siyonistin hile ve oyunlarını anlatıp fitneye alet olmamalarını telkin eden Ebu Şenneb, Allah'ın izni ve yardımıyla bu fitnenin kaybolmasında başarı sağladı. Filistinliler arasında birlik ve beraberliğin sağlanmasında oldukça önemli mesafeler katetti.
Ebu Şenneb, Gazze'de değişik örgütler arasında çıkan bu fitnenin ortadan kaldırılmasındaki olumlu gayretlerinden dolayı 'Islah Komitesi' üyeliğine seçildi. Bu durum onun azmini daha da kamçıladı. Nitekim fitneyi tamamen ortadan kaldırarak büyük bir tehlikenin Önüne geçti. Uzlaşmacı kişiliğiyle tüm grupların takdirini kazandı. Şeyh Yasin, bu başarının gizli anahtarının Ebu Şenneb'in ihlâsı, takvası ve halis niyeti olduğunu biliyordu. O, el attığı her işte Allah'ın izniyle başarılı oluyordu. Bu birlik ve beraberliğin sağlanmasında Ebu Şenneb'in şahsında Şeyh Yasin'in İhvan abasıyla gerçekleştirdiği direnişin değeri daha çok arttı. Halkın teveccühü, sempatisi her geçen gün çoğalıyordu.
Halk, gerek bireysel bazda, gerek aşiretsel yahut toplumsal bazda aralarında çıkan anlaşmazlıklarda soluğu Müslüman Kardeşler Cemaati'nde, Ebu Şenneb'in yanında alıyor; bir çözüm, bir hakemlik istiyordu. Tüm bu gelişmeler Allah'ın nusretiyle tabanın gittikçe yer bulmasına ve direnişin İslami şuur ve bilinçle yapılmasına katkıda bulunuyordu. Şeyh Yasin, durgun ve düşünceliydi. Yıllardır ektiği tohumlar bölge bölge gelişmiş, Filistin'e serpilmiş, boy boy fidanlar vermişti. Gazze'nin yanı sıra Batı Şeria'da da teşkilatlanmalar gittikçe artmıştı. İşgale karşı kabaran kin ve öfke seli patlama noktasındaydı.
İşgalci İsrail'in Gazze yakınlarına yahut Batı Şeria gibi bölgelere Yahudi yerleşimcileri, planlı ve sinsi oyunlarla yerleştirmesi, halkın öfkesini daha da arttınyordu. İleriki yılarda sayıları 7800'lere kadar varacak olan bu Yahudi yerleşimcileri koruma adına işgalci güçlerin tank ve ağır silahlarla Gazze'ye yerleşmesi ise, halkın öfkesini dizginlenmez bir boyuta sürüklüyordu. Öyle ki bu durum Şeyh Yasin'i düşündürüyor, bir çözüm bulma noktasında zorluyordu.
Direnişin ulaştığı boyutu düşündü. Bu yapı ve bu kor-dinasyon artık ihvan abasına sığmayacak bir boyuta/bir seviyeye gelmişti. Zamanıydı; direnişe yeni bir elbise biçilme-li, yeni bir yapılanmaya gidilip yeni bir hüviyete bürünme-liydi. Lokal direnişten umumi direnişe geçirecek bir kimlik gerekiyordu. Tamamıyla Filistin'e has, Filistin'e özgü... Artık İhvan havası bu yapıyı taşımayacak kadar dardı. Zira direniş büyümüştü. İşgal devletine karşı fiili bir mücadele ve halk ayaklanması tarzında bir örgütlenme yapısı, direnişe giydirilmeliydi. Bugünlerde halkın artan öfkesi bir kıvılcım bekler gibiydi. Bu öfkeyi disiplinli ve kontrollü bir şekle sokmak onu işgalciye karşı diri tutmak ancak bu çapta bir örgütlenmeyle mümkün oacaktı. Bu amaçla Abdulaziz Rantisi ve Ebu Şenneb vasıtasıyla, teşkilat içinde güvenilen ve öncü kadroda bulunan üç-dört kişiye daha haber gönderdi. İki gün sonra toplanacak ve düşündüklerini yeni bir hüviyete büründürecek bir karar alacaklardı. Yeni ve daha kapsamlı, daha kuşatıcı, daha ^ aktif bir yapı, yeni bir direniş, yani yeni bir kan, yeni bir can.
8 Aralık 1987...
Gazze'nin Cebalya mülteci kampı….
Sabahın erken saatleriydi. Sokak başında bir tank görüldü. Paletli, geniş ve oldukça büyüktü. Bu demir yığını tankın üstüne şeritli üç ağır makineli silah monte edilmişti. Uzunca olan top namlusuyla mülteci kampında devriye gezmekten çok, savaş alanında gibiydi. Ağır ağır ilerleyerek geçtiği sokaklardaki evleri yıkarcasma sarsıyordu. Tanktaki işgalci askerler zırhlı bir aracın içinde olmalarına rağmen hep sıkıntılı, hep tedirgindiler. Dışarıyı gözetleyen askerin gülüşü, diğerlerinin dikkatini çekti.
- Ne oluyor dedi, tank komutam. Neden gülüyorsun?
- Bir çocuk yolun üstüne çıkmış komutanım, dedi asker. Elindeki taşı bize atmaya çalışıyor.
Komutan da bakınca dokuz- on yaşlarında yolun ortasında pervazsızca duran bir çocuk gördü. Üstünde kolsuz gri bir penye ve ona uygun renkte bir şort, ayaklarında da sandalet tipi bir ayakkabı vardı. Manzarayı çocuğun elindeki taş, gözlerindeki kin ve öfke tamamlıyordu. Çocuk, üstüne doğru ilerleyen tanka birkaç adım daha yaklaştı. Elinde tuttuğu taşı tüm gücüyle tanka doğru savurdu. Komutan demir yığını tanka değen taşın sesini bile duymadı. Birden kan beynine sıçradı komutanın. Bir çocuk hangi cesaretle bunu yapabilirdi. Sinirlenip tank sürücüsüne bağırdı. - Hızlan, çabuk hızlan! Ez şunu! dedi.
Paletler hızlanınca çocuk bir ok gibi geriye doğru fırladı. Peşinde tank olduğu halde dar bir sokağa girip kayboldu. Aniden tekbir sesleri arasında nereden geldiği belli olmayan yüzlerce taş, tankın üzerine düştü. Tanka monte edilmiş silahlar kırıldı. Açık olan üst kapaktan içeri düşen taşlar askerleri ürkütmeye yetmişti. Komutan ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gördüğü manzara karşısında şaşkındı. Çoğu genç olan yüzlerce Filistinli ellerinde sapanlar ve taşlarla saldırıyordu. Kiminin yüzü kefiyelerle örtülü, kiminin de başı bandajlıydı. Gittikçe çoğalan bu insanlar durmadan sloganlar atıyor, durmadan bağırıyorlardı. Hepsinin gözlerinde kıvılcım kıvılcım bir kin, bir öfke dolaşıyordu.
Komutan aniden irkildi:
- Tuzak bu, dedi şaşkın şaşkın. Çocuk bizi tuzağa çekti; aptallar!...
Ne yapacağını bilememenin öfkesiyle emirler yağdırıyordu.
- Çabuk geri çekil, çabuk geri çekil! Tuzak bu! Ardından üzerinden ilk şoku atar atmaz telsize sarıldı.
- Merkez, beni duyuyor musunuz? Acil yardım istiyoruz. Cebalya'da isyan var; gittikçe artan direnişçiler her taraftan türüyorlar. Cebalya'da başlayan öfke seli kısa bir zamanda tüm Gazze'ye yayıldı. Derken Batı Şeria başta olmak üzere birçok şehirde tutuşup tüm Filistin'i saran bir hareket, bir öfke doğdu: İNTİFADA!
Önceki akşam İsrail'deki işlerinden Gazze'deki evlerine dönen bir grup Filistinli işçi, kontrol noktasında işgalci askerler tarafından durdurulmuştu. Kontrol bahanesiyle durdurulan ve içinde işçi Filistinlilerin bulunduğu bu aracın üzerine sivil bir Yahudi yerleşimci kamyoneti kasten Çarpmış; dört Filistinli işçinin Ölümüne, dokuz Filistinli işçinin de yaralanmasına sebep olmuştu.
Bu olayın verdiği öfkeyle Cebalya mülteci kampında başlayan Birinci İntifada alevi gittikçe tüm Filistin'i sardı. Kin ve nefrete bürünen öfke, sapanlarda taş olup işgalci gücün üzerine yağıyordu. Aynı gün önemli bir gelişme daha yaşandı. Gazze'deki Müslüman Kardeşler Cemaati'nin önde gelenleri Şeyh Yasin'in liderliğinde önemli bir toplantı düzenledi. Yedi kişilik bu toplantıda, birazdan tarihi bir gelişmenin temeli olacak bir karar alınacaktı.
- Kardeşlerim! diye söze başladı Şeyh Yasin. Yıllardır toprağımızı, sevgili Filistin'imizi, kutsal Kudüs'ümüzü ve Mescid- i Aksa'mızı işgal eden Siyonist düşmana karşı halkımız bir direniş vermektedir. Başından bu yana gayemiz, şuurlu ve Islami bir direnişi gerçekleştirmektir. Zira İslami olmayan bir direniş özümüze, kimliğimize uygun değildir. Rabbimizin inayetiyle yıllardır verdiğimiz emekler boşa çıkmadı. Bugün tutuşan 'İntifada' ateşi ellerde taş olup Yahudi'nin suratını yakmaktadır. Bugüne kadar giydiğimiz bu aba, bu yapıya artık dar gelmektedir. Dünya arenasında biz Filistinlilerin hakkım, mağduriyetini, maruz kaldığımız zulmü artık kendi adımıza başkaları değil, biz savunacağız. Bunun savaşını biz vereceğiz. Artık Rabbimizin nusretiyle bünyemizde bu bilinçle yetişen, hareketimizin tüm kadrolarında görev ve sorumluluk alabilecek, dünya siyasetinde bizi çekinmeden ve bihakkın temsil edecek kardeşlerimiz var. Şimdiye kadar attığımız adımlara birçok engel çıkarılmasına rağmen, büyük mesafeler katettik. Şimdi bir adım daha atıp direnişimizi daha disiplinli, daha örgütlü, daha kapsamlı ve kuşatıcı bir hale getireceğiz. Bundan böyle yeni yapılanmamızı HAMAS (Hareketü'l Mukavemetü'l İs-lami/İslami Direniş Hareketi) çatısı ve adı altında gerçekleştireceğiz. HAMAS anlamı gibi Filistin'e ve direnişe cesaret, güç ve kuvvet olacaktır. Şeyh Yasin, oy birliğiyle hareketin manevi liderliğine seçildi. Zira o, direnişin ve İntifada'nm sürmesinde motor görevi görüyordu. Toplantıda kurucu üyelerden bazıları çeşitli vazifeler aldılar. Kimi sözcü, kimi güvenlikçi, kimi de koordine edici olarak Şeyh Yasin'in kontrolünde faaliyetlerine devam ettiler. Toplantıdan bir gün sonra HAMAS'm resmen kurulduğunu ilan etme görevi Doktor Abdulaziz Rantisi'ye verildi. Başta öğretim görevlisi olarak çalıştığı Gazze İslam Üniver-sitesi'nde olmak üzere halkı, İntifada için örgütleme faaliyetlerinde Mahmud Zahar'la beraber sorumluluk aldı.Daha sonra Ebu Şenneb de Gazzze'de aynı görevle görevlendirildi. İntifada süresince intifada alevinin sürekli tu-tuşturulmasmda, işgale karşı mücadelenin yönlendirilmesinde ve özellikle Gazze'de intifadanın koordine edilmesi konusunda sorumluluk yüklendi. Aynı zamanda Şeyh Yasin'in yardımcısıydı. Ebu Şenneb, İntifada'nın ilk gününden itibaren, HA-MAS'm önderliğinde tüm faaliyetleri aşkla, şevkle, ihlâsla takip ediyordu. Sürekli mücadele metotlarını geliştirecek çalışmalarda bulunuyordu. Şeyh Yasin'in adeta sağ kolu gibiydi. Ertesi gün 9 Aralık 1987'ydi. HAMAS'm kurulduğu resmi olarak ilan edildi. Kısa vadedeki gayesi; işgal altındaki Filistin topraklarından İsrail askerlerini çıkarmak, uzun vadedeki gayesi ise İslami temele dayalı bir Filistin devleti kurmak olarak açıklandı. Artık mücadele sahasında, şanlı intifada meydanında yepyeni bir direnişçi güç vardı: HA-MAS... Filistinlileri merhametsiz ve gaddar bir askeri işgale karşı savunan, halka dayalı bir güç... Bir gün sonra HAMAS, yayınladığı ilk bildiride kuruluş gayesine binaen işgale karşı Filistin halkının en kapsamlı cihadını başlattığını ilan etti. Böylece intifada yeni bir ruh, yeni bir dinamizmle gittikçe kök saldı. Sokak sokak, cadde cadde her gün sapanlarla koca koca tanklara, tam donanımlı işgalci İsrail askerlerine karşı bir intifada gücü sürüp gitti. İntifada'nın ateşleyicisi ve sahibi olan HAMAS, sadece fiili bir direnişte bulunmadı. Eskiden beri süregelen sosyal ve kültürel etkinlikler aksamadan devam etti. Yıllar boyu toplanan akdi ve nakdi yardımları birçok mülteci kampında işgalci güçler tarafından kaderine terk edilmiş Filistinler için kullandı. Kimi yerde anaokul, kimi yerde Kur'an kursu açtı; kimi yerde de esir, şehid ve mahkûm aileleri başta olmak üzere fakir ve yoksul ailelere erzak yardımı yaptı. Sadece fiili cihadı esas tutmadı. Filistinlilerin hemen her sorunuyla ilgilendi. Hastaneler kurup çocuklar ve yaralıları bedava tedavi etti. Muhtaçların ve ihtiyaç sahiplerinin yanında oldu. Sadece Gazze'de değil; Kudüs'ten Cenin'e, Hayfa'dan Askalan'a kadar örgütlenmenin gerçekleştiği birçok yerde halkın yanında her yönüyle yer aldı. Sürgüne gönderilenlerin, işgalcilerin verdiği ağır yaraların sarılmasında Önde hep o vardı. Tavan hareketi boyutunu çoktan geride bırakmış, taban hareketi haline gelmişti. HAMAS Filistinliler için artık bilindik direniş gruplarının ötesinde halka mal olan, hayatın içinde ve hayatın gerçeklerini halkla paylaşan bir direniş olmuştu. Filistinliler için anlamı ve çağrışımı oldukça farklıydı. Zor günlerinde yanlarında buldukları direnişin adıydı. Şimdiye kadar yaşanan çaresizlik karşısında bundan sonrası için dillerde ve gönüllerde bir ümit, bir sevdaydı. Bu organizasyonun beyni ve kilit ismi Şeyh Ahmed Ya-sin'di. Hastalığına ve sakatlığına bakmadan gece-gündüz sorunlarla ilgileniyor, yol gösteriyor, gelişmelere göre strateji üretiyordu. Artık teşkilatsal çalışmalar, bir organizasyon disiplini ve koordinasyonu altında yürütülüyordu. Başta ismail Ebu Şenneb olmak üzere diğer yardımcıları, günlük çalışmalar ve programlan koordine edip bilgi ve belgelen ona arz ediyor, gösterdiği doğrultuda Filistin çapında örgütlenmeyi idare ediyordu. El-Halil ve Kudüs'ün özellikle doğu kesimi, Ramallah, Nablus, Cenin, Hayfa, Askalan, Gazze ile Güney Filistin'e kadar tüm Filistin bir HAMAS direnişi, bir intifada yaşıyordu. Disiplinli ve teşkilatlı bir hak arama mücadelesiydi bu. Tanklara ve ağır silahlara karşı sapan taşlan... Ebrehe'nin fillerine karşı Ebabil kuşları... Tüm dünyaya haklılıklarını sapanlarıyla ispatlamaya çalışan onurlu ve izzetli bir direniş, onurlu ve izzetli bir intifada yaşanıyordu Filistin'de.
Onuncu Bölüm
Ebu Şenneb, bu raporların çoğunda olumlu gelişmeler gördüm. Bu gelişmelerin Gazze'nin dışında da tüm hızıyla devam etmesi Allah'ın bir yardımıdır.
- Kesinlikle efendim. Allah'ın lütfü ve inayeti olmazsa, bizler aciz kullar olarak hiçbir şey beceremeyiz.
- Kudüs, Cenin, El- Halil gibi merkezlerde özellikle cami eksenli çalışmaları ve teşkilatımızın halkla iletişimim İntifada seviyesine getiren kardeşlerden Allah gani gani razı olsun... Buralarda da çalışmaların gidişatı iyi olsa gerek öyle değil mi?
- Allah'a hamd olsun. Gayretli çalışmalarımızın semeresini Allah Teala arttırıyor.
- Bu çalışmalar içinde ilerleme gösterip ilerde daha büyük sorumluluklar alabilecekler için özel düşüncelerin olsun Ebu Şenneb.
- Elbette efendim. Bu sebeple sürekli yeni mücadele metotları üzerinde çeşitli fikirlerin temel oluşturması için, yapılan gayretlerden sizi de haberdar ediyorum. Bu çalışmalarımızda İsmail Haniye ve Muhammed Deif in katkılarının büyük bir payı var. En ücra yerlerde bile intifada ruhunu diri tutmasında direnişimizin üstün bir performansı olduğu açıktır. Bu ilahi bir lütuftur.
- Ya yardım faaliyetleri... İhtiyaç sahiplerine ulaştırmada bir sorun oluyor mu?
- Hayır efendim! Ortalık gergin olmasına rağmen her
türlü gayret gösteriliyor.
Şeyh Yasin, biraz düşündü. Bakışlarını bir noktaya dikip öylece kalakaldı. Biraz sonra başını Ebu Şenneb'e çevirdi.
- Biliyor musun, Ebu Şenneb? dedi. Faaliyetlerimizin güvenliğini sağlamak bize düşüyor. Bunun için küçük bir güvenlik birimine ihtiyacımız vardır. Geçenlerde de konuştuğumuz gibi bu görevi yapabilecek ve bu işte kabiliyetli, gözü pek, cesur gençlerden bir birim oluşturduk. Ama yeni olduğundan eğitim ve gelişmeleri için gayret gösterilse, kışkırtmalara ve heyecana gelmeyecek soğukkanlılık aşılansa iyi olur.
- İnşaallah efendim. Bu konuda size ayrıntılı bir rapor getirecğim.
- Bir de sen ve Rantisi dikkatli olmalısınız. Mahmud Zahar ve diğerleri de... Bu yeni yapılanmamız hakkında, işgalci yönetim kesinlikle istihbarat toplamıştır.
Bu küçük büroda büyük işler planlanıyor, büyük bir di-renişin/intifadanm perçinlenmesi için her gün konuşuluyor, fikir teatisinde bulunuluyordu. İnce ayrıntılar, ince detaylar tek tek ele almıyor; istikbale dair programlar şekille­niyor, atılan her adım, yıllar sonrası da hesaplanarak atılıyordu.
İntifadanm başlamasından 37 gün sonraydı. Ocak ayının ayazında gece yarısından sonraki bir vakitte sokaklarda sessizlik hüküm sürüyordu. Birden askeri cemseler belirdi. Sokağın başında kalabalık bir askeri birlik bir evi kuşatma altına aldı. Sessizce alman tüm tedbirlerden sonra, evin kapısını çalma tenezzülünde bulunmadan kapıyı kırarak, büyük bir gürültüyle içeri daldılar. Aradığını bulmanın sevinciyle zafer kazanmış bir kumandan pozuna bürünen subay, operasyonun bittiğini işaret etti. Aceleyle araçlarına binen işgalci askerler, arkalarında gözü yaşlı bir kadın ve çocuklarını bıraktılar. Gecenin sessizliğini bozan sesler, işgalcilerin arkalarında bıraktıkları lanetler, beddualar ve Rableriyle aralarında perdenin olmadığı mazlumların yakarışlarıydı. Bir saat sonra gözleri kapalı bir şekilde sorgudaydı Ab-dulaziz Rantisi.
- Evet! dedi sorgu subayı. Söyle bakalım Bay Rantisi. Şimdi de HAMAS çıktı ha! Biz birini kapatıyoruz, siz diğerini açıyorsunuz... Sessizdi Rantisi. Konuşulanlardan çok, Rabbiyle meşgul olmaya karar verdi. O'na sığındı. Kendini en zor işkencelere hazırladı. Bu saatleri bir gün yaşayacağını biliyordu. İşte o saatler gelmişti. Sabretmeli ve direnmeliydi. Allah için, rızası için...
Gelişmeyi Şeyh Yasin duyar duymaz Ebu Şenneb'i, Rantisi'nin evine yolladı. Teselli için Rantisi'nin evi ziyaret ediliyor, ailesi yalnız bırakılmıyordu. Her türlü maddi ve manevi destek gösterilmiş, sıkıntı yaşatılmamıştı. Bir ay kadar sonra serbest bırakılan Rantisi mutluydu. Çektiği çileler ve gördüğü zulüm Allah içindi. İçerde olduğu sürece ailesine gösterilen ilgi onu daha çok sevindirdi. Sahipsiz değildi. Bir davası ve bir mücadelesi vardı.
- Bugünden sonra daha dikkatli olmamız gerekiyor, dedi Şeyh Yasin karşısında oturan Rantisi'ye. Zannedersem zor günler bizi bekliyor. Bir ateş sahasının ortasındayız. Gücümüzü ve gittikçe tehlikeli olduğumuzu idrak ediyorlar. Asıl korktukları, İslami şuurla yoğrulmuş bir direniştir. Çünkü onlar da biliyor ki bu bilinç ve şuur onların sonu olur. Bu bilince sahip olan her mücahit için canı, malı ve ailesi ikinci plandadır. Yani ölümü alnına yazan insan neden, kimden ve niçin korksun? Fakat bu şuura sahip olmayan anlayış, bir şekilde memnun edilebilir! İşte bu ince çizgiyi işgalci düşman, tarihi tecrübelerinden biliyor. Bunun için adımlarımızı çok dikkatli atmalıyız Rantisi! Her an, her şeye hazırlıklı olmalıyız.
- Doğru efendim. Sorguda dikkatimi çekti: Hep maddi destek ve makam tekliflerinde bulunuyor, bu yolla direnişi bölmeye çalışıyorlar.
- Bu da çok Önemli bir nokta, dedi Şeyh Yasin. Tüm HAMAS fertlerine sosyal ve kültürel faaliyetlerde, ders ve sohbet halkalarında özellikle imani konuların pekişmesi ve perçinlenmesine yönelik nasihatler yapılsa iyi olur. Zira imam güçlü olmayan her nefse böylesi teklifler cazip gelebilir. Hz. Yusuf aleyhisselam dahi; "Rabbimin esirgediği müstesna her nefis gerçekten kötülüğü emreder" demiştir. Bu konuya ayrı bir Önem verilse iyi olacağı kanaatindeyim.
- İnşaallah verilecektir efendim.
Şeyh Yasin'le görüşmesinden yaklaşık bir ay sonra tekrar tutuklanan Abdulaziz Rantisi, bu defa 2. 5 yıl zindanda kaldı. Fiziki işkencenin yanı sıra yargı işkencesine de tabi tutuldu. Askeri yargıç önüne her çıkarılışında, hakkında herhangi bir hüküm verilmeden her celsesi erteleniyordu. Böylece günleri Yusufî bir hayata alışarak geçti. O atlas ; iklimin havasını teneffüse çalışıyor, bundan azami derecede faydalanıyordu. Aynı zamanda teşkilatçılık ruhuyla cezaevindeki mahkûmları örgütleyerek haklarını aramaları konusunda direnişin başka bir boyutunda mücadele ediyordu. Koğuş koğuş, seviye seviye eğitim çalışmaları, siyasi çalışmalar ve dini ilimler konusunda planlar ve programlar çerçevesinde, zindan çalışmalarını koordineli bir şekle sokuyordu. Tıp doktoru olması özel ilişkilerde çok faydasını gördüğü bir konuydu. Sosyal ilişkisini geliştirici tavırları ve güven verici yaklaşımlarıyla kendini zindana kabul ettirmiş, sevdirmişti. Zira o bir direnişçinin, her zaman ve mekânda Allah rızasını gözeterek fayda verebileceği yahut faydalanabileceği bir gayreti elden düşürmeyeceğinin bilincindeydi.
•
18 Mayıs 1989!..
Zaman, Rantisi'nin son tutuklanışından bir küsur yıl sonraydı. HAMAS'm çalışmaları, yönlendirmeleri sonucu intifada tüm hızıyla devam ediyordu. Her gün yüzlerce çatışma haberi yayılıyor, İsrail askerlerinin acımasızca katlettiği genç fidanlar Filistin'e feda oluyordu. Kimi 9, kimi 10, kimi 15, kimi 16 yaşlarında hayatlarının baharında intifa-daya adanmış canlardı bunlar. Vuruldukça çoğalan, çoğaldıkça işgalci İsrail'in korkulu rüyası olan çocukların direni-Şi karşısında ellerinden bir şey gelmiyordu. Ellerinde taş-ten başka silahları olmayan çocukların yürüttüğü intifa- iyice sıkışan İsrail, hırsını yine Şeyh Ahmet Yasin'den aldı. Fakat bu defa daha kapsamlı, daha geniş çaplı bir operasyon düzenlendi. Şeyh Yasin'le birlikte Islami Direniş Ha-reketi'nin pek çok mensubunu da tutukladılar, Böylesine büyük bir operasyon intifadaya darbe vurmayı amaçlayan bir hareketti. Remle hapishanesinin karanlık dehlizlerinde Şeyh Yasin, bir yıl boyunca sorgulandı, bu süre zarfında mahkemeye de çıkarılmadı. Sağlık durumu gittikçe kötüleşiyordu. İşkence ve hakaretlerle ruh sağlığına zarar verilmek istendi. Fakat o, vakarla ve tam bir kararlılıkla direndi.
- Şeyh Yasin! diye seslendi, işkenceci subay, alayvari bir sesle. Ziyaretçilerin varmış! Sana giyecek getirmişler. Aslında onları içeri almamız yasak ama sana kıyak yapalım dedik. Sağına baktı.
- Getirin çocuğu dedi, kapıdaki askerlere.
Kapı açılınca içeri 14-15 yaşlarında olan oğlu Abdi girdi. Elinde elbise çantası vardı. Subay bir çırpıda Abdi'nin elindeki çantayı kaptı.
- Vay, vay, vay! dedi, alaycı bir tavırla. Demek sevgili isyancı babana elbise getirdin ha! Bakalım neler varmış çantada. Hımm! İki adet atlet, bir adet çorap...
Çıkardığı her parçayı hırsla yere atıyor, postallarryla basıp çiğniyordu. Son parça elbiseyi de yere attıktan sonra hırsla çantayı yere çaldı. Birden durdu. Yanı başında kendisini şaşkınlıkla izleyen Abdi'nin suratına şiddetli bir tokat attı. Ne olduğunu anlayamadan gayri ihtiyari bir çığlık sonucu kendini yerde bu-
lan Abdi'nin burnundan kızıl kızıl kanlar akmaya başladı. Abdi'nin yerdeki haline kahkahalarla gülen işkenceci subay ve erleri; sadist ruhlu, dengesiz kişiliklerini sergiliyorlardı. Şeyh Yasin'in olanlar karşısında ruhunda fırtınalar koptuğunu ve bir şey yapamamanın ızdırabını yaşadığını bilen subay;
- Nasıl? dedi. Yüreğinin taa derinliklerinde bir acı hissediyor musun Şeyh Yasin? Bizi uğraştırma da bizimle anlaş. Senin için iyi olur. Yoksa...
Olanlara duyarsız değildi Şeyh Yasin. Metanetini Voru-ma zamanıydı. Duygusal olmaktan çok basiretli olmak gerektiğini bilen biriydi. Rabbine tevekkül etti. O'na sığındı ve inayetini istedi. Ona ve aile fertlerine karşı devam eden bu tür işkenceler, onu ümitsizliğe sevk etmiyordu. Yine bir başka gündü. Fiziksel özürlü olması sıkıntılarını arttırmasına rağmen taviz vermemekteydi. Gözlerinin Önünde çocuklarına yapılan işkenceler dahi onu yıldırmadı. O gün işkence dolu bir gündü. İşkenceci bir subay saatlerdir konuşmaya ikna edemediği Şeyh Yasin'in seslendiğini duyunca hemen yanma sokuldu.
- Bir şey mi istedin? ded; ümitle.
- Tuvalet ihtiyacımı görmem lazım. Saatlerdir... Sözünü tamamlamasına fırsat vermeden bağırdı subay:
- Nee!.. Beni bunun için mi sandalyemden kaldırdın?..
Ağzına geleni söylüyor, köpürüyordu. Bu şekilde psikolojik baskı uygulayan işkenceci subay, Şeyh Yasin'e acı çektirmek istiyordu.
Sakat bir insanı en doğal haklarından dahi mahrum eden işkenceci Yahudiler, boşuna çıpmdılar. Zira dört yıl
önceki tutuklamada da aynı direnişçi tavırla karşılaşmışlardı. Fakat Şeyh Yasin de bu süre içinde daha bir bilenmiş oyunlarını başlarına geçirecek tavrı hakkıyla bir daha sergilemişti.
Yaklaşık bir yıla yakındı tutuklanan... Bir gün kapısından içeri giren bir asker onunla ilgilendi. Üstünü başını düzeltti. Temiz elbiseler giydirdi. Tekerlekli sandalyesiyle alıp camekanlı bir odaya götürdü. İçeride avukatını görünce se­vindi Şeyh Yasin. Birbirlerini sorduktan sonra;
- Gelişmeler nasıl? diye sordu.
- Efendim, diyerek başladı avukat. Yakalanışınızdan sonra çeşitli insan hakları Örgütleri dünya kamuoyuna çeşitli açıklamalarda bulundular. Lehinize bazı gelişmeler olsa da işgalci yönetim tavrını yumuşatmıyor. Fakat sizinle görüşmem dahi büyük bir başarı.
- Benimle görüştürdüklerine göre mahkemeyle ilgili bir gelişme olmalı...
- Evet efendim! Bir gelişme var. 3 Ocak 1990 yani, üç gün sonra mahkemeniz var. Ayrıca hakkınızda oldukça yüklü bir dosya hazırlamışlar. Anladığım kadarıyla kurt-kuzu meselesi.
- Hiç bir halt beceremezler, dedi Şeyh Yasin. Takdir ne ise o olur.
Bunca eziyet çekmesine rağmen hâlâ izzetli bir duruş sergileyen Şeyh Yasin'e hayranlıkla baktı avukat. Şeyh Ya-sin'in sorusuyla kendine geldi:
- İntifada'da bir gevşeklik yok inşaallah.
- Hayır, efendim, yok! dedi avukat. Sizin ve diğer kardeşlerinizin tutuklanmasından gaye; intifadayı kesintiye
uğratmaktı. Ancak Siyonist işgalci umduğunu bulmadığı gibi, intifada tutuklanmanızla daha da şiddetlendi.
-Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd olsun! dedi. Ya İsmail Ebu Şenneb... Ondan haberin var mı?
- Şey! Bildiğiniz gibi o da burada, Remle zindanında. İlk etapta sorguya alındığını ve şiddetli işkencelere maruz kaldığını biliyorum. Üç ay boyunca kesintisiz bir şekilde iş-kenceli sorgusu devam etmiş. Daha sonra ışığın bile görünmediği tek kişilik bir hücreye kapatılmış, yakında onunla da görüşeceğimi umuyorum. Teslimiyetçi sözler döküldü Şeyh Yasin'in dudaklarından.
- Allah yardımcısı olsun, dayanma gücü versin... Ya Rantisi... Ondan da haberin var mı?
- O da, dedi avukat. 4 Mart 1988'deki tutuklanmasından bu yana hâlâ zindanda. İşin tuhaf yanı işgal yönetimi onu mahkemeye çıkarıyor ve her hangi bir karar vermeden davasını erteliyor. Bir çeşit yargı işkencesi uyguluyorlar. Aslında öne sürebilecekleri somut bir delilleri yok. Zaten Rantisi de onca işkenceye rağmen ser verip sır vermeyen bir tavır sergilemiş.
- Doğru, dedi Şeyh Yasin sevinçle. Tutuklandığı zaman henüz dışarıdaydım. O, izzetli bir tavır sergiledi her zaman. Birçok kardeşimiz gibi. Bu yol çile ve aşkla yoğrulmuş ilahi, hak bir yoldur. Yolunda gayret gösterenleri ummayacağı ni­metlere eriştireceğini vadeden yüce Allah her şeye kadirdir.
- Size yapılan hakaret ve işkenceleri gündemde tutmak istiyoruz efendim. Zaten Abdi'ye ve ailenize yapılan hakaretler herkesin malumu.
- Oğullarımız ailelerimiz ve canlarımız birer imtihan vesilesidir. Abdi ve ailem, Hz. Ammar'm ailesi ve bizden öncekiler kadar değerli değil. Yasir ve Sümeyye sabrettiler. İnşaallah biz de sabredenlerden oluruz. Avukat, sohbeti başka bir mevzuya çekti.
- Efendim, dedi. Biraz da mahkemenizde olabilecek gelişmelere yönelik konulan konuşsaydık... Bir tebessüm yayıldı, Şeyh Ya sin'in_ yüzüne. "İşgalci yönetimin mahkemesi ha!"diye düşündü. Avukatı bir şeyler söylüyordu. Ama o başka şeyler düşünüyor, başka iklimlerde geziyordu. Nihayet 3 Ocak günü gelmişti. Askeri mahkemenin her biri gurur ve kibir abidesi olan yargıçları Şeyh Yasin'e yüksek kürsülerden bakıyorlardı. Hakkında bir bardak suda onca fırtınalar kopartılan, dünya medyasının ve insan haklan örgütlerinin diline doladığı adam bu muydu? Tekerlekli sandalyede oturan bu mefluç adam nasıl kitleleri peşinden sürükleyebiliyordu? Duruşmayı açan hakimin kimlik tespitinden sonra söz alan savcı, iddianameyi okudu. 15 ayrı suç isnadını sıraladıktan sonra iddianamesini on beş yıl hapis cezasının yanı sıra ömür boyu hapis istemiyle tamamladı. Mahkeme salonunda büyük bir sessizlik vardı. Hakimin ve mahkeme heyetinin gözleri Şeyh Yasin'e odaklanmıştı. - Sanık Ahmed Yasin, dedi hakim. Tüm bu iddialar karşısında kendinizi nasıl savunacaksınız?
Tekerlekli sandalyesinde oynanan tiyatroyu seyreden Şeyh Yasin, tane tane konuştu:
- Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Zira bu mahkeme işgalciler tarafın- , dan kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanun dışıdır. Başta hâkim olmak üzere herkes şok olmuştu. 15 ayrı , suçla yargılanan, hasta ve mefluç bir adamın bu kadar per- , vasızca konuşması büyük bir cesaretti. Karşısında kendisini, mahkemesini ve düzenini reddeden bu adam neyine gü­veniyordu? Hangi cesaretle bunu söyleyebiliyordu? Üzerindeki şaşkınlığı atan hâkim, heyete dönüp bir-iki defa öksür-dükten sonra bu ilk duruşmayı, zamanı sonradan açıklanmak üzere belirsiz bir tarihe erteledi. Apar topar Remle zindanına getirilen Şeyh Yasin, yine karanlıklara gömüldü. Artık Yusufî dünyanın derinliklerin-deydi. 1984 yılında on bir aylık zindan hayatından aldığı lezzeti hatırladı. Manevi doyumun şahikasını yaşamıştı. Tekrar Yusufî öğretiye sarılmak, Yusufî ahlakı, disiplini ve irfanı yaşamak için şu ana kadar yaşadıklarını ruhi bir hazırlık saymalıydı.
6 Ekim 1991'de yine mahkemeye çıkarıldı. Fakat mahkeme vardığı kararı ileride açıklayacağını ilan ederek duruşmayı kapattı. Ama kararın mahiyeti hakkında fısıltılar dolaşıyordu ortalıkta. HAMAS, bu son mahkeme sırasında Şeyh Yasin'in yargılanmasını protesto için grev ilan etti. Halk hareketine dönüşen HAMAS'm çağrısı, hayatı felce uğrattıysa da, işgalci yönetim geri adım atmadı; fakat karşısındaki gücün mahiyetini gittikçe kavrıyordu. 1991 yümm sonlarına doğruydu. Şeyh Yasin hücresinden tekrar alındı. Avukatıyla görüşüyordu. Hal- hatırdan sonra, Şeyh Yasin, avukatının gözlerindeki hüznü fark etti. Yüzünden eksik etmediği mütebessim bir çehreyle:
- Seni hüzünlü görüyorum, dedi.
- Şey!., dedi avukat. Efendim, mahkeme geçen 16 Ekim'de kararını açıklamıştı. İlgili kararın bir nüshasını size getirdim.
- Okur musun? dedi, Şeyh Yasin güven veren bir sesle... Sana zahmet, dinliyorum. Avukat karan okudu. Neler yazılmamıştı ki!.. 15 ayrı suçlama tek tek zikredilmiş, Filistin'in asıl sahipleri onlar-mış gibi ceza yağdırılmıştı. Hâlbuki öz vatanlarından sürülen, çocukları öldürülen, köyleri ve kentleri boşaltılan, evleri baslarına geçirilen, meşru müdafaa hakları ellerinden alınan, işkenceye uğrayan, toprak ve vatanları işgal edilen, insani her türlü yardımdan, ilaçtan, gıdadan, sudan, elektrikten mahrum bırakılan, sokaklarda her gün rasgele açılan ateşlerle insanları öldürülenlerden biriydi kendisi. Şimdi ise dağdan gelen bağdakini kovmuş misali suçlanmıştı. "Bu, hep böyle oldu" diye düşündü. "Tarih boyunca mazlumlar hep ezildi, hor ve hakir görüldü. Sabırla ve izzetle direnmekten başka çare olmayan bir yoldayız. Yardımcımız yüce Allah olduktan sonra ne gam!" Avukatının okuduklarından en son, öldürme emirleri verdiği için ömür boyu, İsrail'i yıkarak yerine İslami bir devlet kurmayı açıklayan kanun dışı (!) bir örgüt olan HA-MAS'ı kurduğu iddiasıyla da on beş yıl hapis cezasına çarptırıldığını duydu. Gülümseyen simasryla avukatına baktı.
- Allah'a hamdolsun, dedi. Onların bizim için öngördükleri cezayı inşaallah Rabbim uhrevi bir mükâfata çevirecektir. Şunu biliyorum ki Rabbimin buyurduğu gibi, onların kalplerinde Allah'tan çok bizim korkumuz var.
Karşısındaki insanın mütevekkil haline bakan avukat, düşünüyordu. Bunca sıkıntı, eziyet, hakaret, işkence ve zorluk karşısında sağlam bir insan dahi sabredemezken bu sakat adam Rabbinin yardımıyla olanları hiç umursamıyordu. Ona bu direnci, bu sabrı, bu tevekkülü, bu teslimiyeti yüreğinin sahibi ve imanı veriyordu. "Allah'a inanan bir insan tek başına kâinata meydan okuyabiliyormuş" diye geçirdi içinden.
- Ebu Şenneb'e ne oldu, görebildin mi? sorusuyla dalgınlığından sıyrıldı avukat.
- Geçenlerde, dedi. Işığın bile girmediği tek kişilik hücresinden 17 ay sonra çıkarılıp koğuşlara alındığını müjdelemek istiyorum. Ayrıca Rantisi hakkında da bir müjdem var: Geçen Eylül aymda 2,5 yıllık zindan hayatından sonra bıra­kıldı. Ama üç ay geçmeden tekrar tutuklandı.
- Evet, duymuştum.
- Hiçbir sebep gösterilmeden işgalci yönetim "idari dava" bahanesiyle onu bir yıldır zindanda tutuyordu. Allah'ın lütfü ve inayetiyle yine azat oldu. Şeyh Yasin, bu gelişmeden mutlu olmuştu.
- Bu haberlerine ve müjdelerine sevindim. Rabbim seni de cennetiyle müjdelesin.
- Amin, hepimizi...
- Ebu Şenneb'le görüşme imkânın var mı?
- Hımm! Zannedersem yakında görüşebilirim.
- Ona selamlarımla beraber zindan şartlarının düzeltilmesi başta olmak üzere kardeşler arasındaki teşkilatlanmanın koordine edilmesinde mesuliyet yüklenmesinin güzel olacağını iletebilirsin. Özellikle ön plana çıkmayışının fay­damıza olacağım bilerek hareket etmeli. Kardeşlerimizin daha çok imani konularda maneviyatlarının pekiştirilmesi yönündeki çalışmaların, sohbet ve derslerin düzenlenmesi ve bir programa yönelik olarak bu faaliyetlerin yapılması­nın faydalarını bilecek biridir. Özellikle her gün toplu Kur'an okunup şahsi programların dışında vird ve zikirle-riyle meşgul olmalarında fayda vardır. Yine özellikle yapılabilirse günün başında ve sonun da tefekkür etmek ihmal edilmemelidir. Zindandan çok iyi bir şekilde faydalanmak için tutukluluk zamanımızı bir fırsat bilmeliyiz.
- Doğrusu bazen buradaki fırsata özenmemek mümkün değil.
Hiç zindan hayatı yaşamamış olan avukata bakan Şeyh Yasin:
- Hayır hayır! Böyle düşünmemelisin, dedi. Bizler Allah'tan hiçbir zaman musibet dilemeyiz. Fakat başa geldiğinde de en iyi ve en güzel şekilde sabretmesini de bilmeliyiz. Bu şekildeki imtihanlardan da ancak bu suretle faydalanabiliriz.
- Anladım efendim.
- Ayrıca Rantisi'ye de haber ulaştırılabilse sevinirim. Tekrar dikkatli olmasını hatırlatıyorum. İntifadanm koordi-nesinde de Mahmud Zahar'la dayanışma içerisinde olmaları gerek. Seçkin gençlere seçkin görevler vermeleri gerekebilir. Muhammed Deif ve İsmail Haniyye'ye sorumluluk yüklenebilir.
Şeyh Yasin birden durdu. Biraz düşündü.
- Bir de dedi, ağır ağır. Önemli bir durum daha var. HA-MAS çatısı altındaki faaliyetlerimizin güvenliği için kurduğumuz küçük bir silahlı birliğimiz vardı. Onu aktifleştirme, daha fazla işlenir hale getirmenin yollarını arasınlar. Bu bir­lik HAMAS'ımızm silahlı kolu konumunda olmalı. Madem işgal gücü bizi kendisini yıkmakla itham ediyor, biz de bu iddiaya layık olmalıyız. Zaten şartlar da bizi buna zorluyor. MOSSAD'm kışkırtmalarını da bu arada unutmamak ge­rek. Bu sebeple Rantisi birliğimizi "İzzeddin Kassam Tugayları" adıyla silahlı direniş kanadımıza çevirecek çalışmaları başlatmalıdır. Şeyh İzeddin Kassam, İngilizlerin işgali sırasında şanlı bir direniş gösteren önderlerimizdendi. İnşaallah onun adını taşıyan bu silahlı direniş kanadımız, adına yaraşır bir mücadele verecektir. Rantisi, neler yapacağını çok iyi biliyor. Özellikle Yahya Ayyaş'ı bu işte görevlendirmesinde faydalar görecektir, İnşaallah bu girişim İsrail işgal gücüne karşı büyük bir atılım olacaktır. Zira şartların gölgesinde HAMAS, artık yeraltına çekilmeye itildi. Tekrar hatırlatıyorum: Rantisi ve Zahar çok dikkatli davranmalılar. Kısa bir sükûnetten sonra avukat konuştu:
- 6 Ekim'deki son mahkemenizden sonra ilan edilen genel grev hayatı felç etti. Öğrencilerin okullara, işçilerin fabrikalara, İsrail'de çalışanların işlerine gitmemesi birçok işin aksamasına sebep oldu. Kudüs, Cenin, Nablus, Batı Şeria ve Gazze'de hayat durdu.
- Allah'u Teala bu halkı bir gün azatlığına kavuşturacaktır. Yeter ki azimle, sabırla şerefli olan direnişimizi ve intifadayı sürdürelim.
- Efendim, dedi avukat. Sanırım yakında zindanda biraz daha rahat etmenize vesile olacak gelişmeler yaşayabilirsiniz.
- Ne gibi?
- Dünya kamuoyunun ve insan haklan kuruluşlarının tepkileriyle gündemde tutulmanız neticesinde sizi koğuşla- , ra alabilirler. Böylece daha rahat edersiniz.
- Biz lütuf ve ikramlar için vesile olanları velinimet bilmiyoruz. Onlar sadece vesiledir. Dolayısıyla şükrümüz, ancak Allah'a olacaktır. Böylece günler birbirini kovalarken Şeyh Yasin ömür boyu ceza almış bir mahkûm olarak Remle zindanındaki günlerini dolduruyordu. Bu aralar elbiseleri içeri almıyor, ziyaretçilerine iyi davranıyor, ilgi gösteriliyordu. Doğrusu bu davranışlardan iş-killenmişti. O gün ziyaretine hanımı ve on iki yaşlarında olan oğlu Abdulgani geldi. Kocasının hastalığının arttığını gören halime Hatun, üzgündü. Abdulgani ise babasını görmenin sevincini sözlerine yansıtıyordu.
- Baba! Seni çok seviyorum.
- Ben de yavrum.
Çift camların arkasında da olsa sevinçliydi Abdulgani, Güzel sözler söyledi oğluna Şeyh Yasin. Nasihatler etti. Bir ara gözleri hanımına takıldı.
- Hayrola, dedi. Seni üzgün görüyorum. Evde bir şey mi oldu.?
- Hayır, dedi hanımı. Evde bir şey olduğu yok tek sıkıntımız senin yokluğun... Çok da zayıflamışsın. Tebessüm etti.
- Anlıyorum, dedi. Sabredin. İnşaallah Rabbimiz onları utandıracak. Bize düşen izzetimizi muhafaza ederek sabr-1 cemil göstermektir.
- Halimizden şikâyetimiz yok elhamdülillah. Hem zaten çocuklar da büyüdü sayılır. Manalı gülümsedi Şeyh Yasin.
- Seni bilirim hatun. Rabbinin rızasını gözettiğini de... Çocuklarımız hususunda gözüm arkada değil. Rezzak olan Allah elbette kullarını unutmaz. Sana da bana da bundan böyle sabırla ve namazla Allah'tan yardım dilemek, ona sığınmak ve Filistinimiz'in özgürlüğü için dua etmek düşer... Nasihatler ve hasret dolu konuşmalar sonunda hanımı ve oğlu gitmiş, Şeyh Yasin odasına alınmıştı. Fakat gözünden kaçmayan tek şey hâlâ kendisine iyi davranılmasıydı. "Elbet bu işte bir hikmet var" dedi kendi kendine, "Bekleyip göreceğiz..." Şeyh Yasin, aynı saatlerde tekrar hücresinden çıkarıldı. Müdürün şatafatlı bir şekilde döşenmiş makam odasına alındı. Hiç görmediği ve tanımadığı sivil giyimli iki şahıs odaya girdi. Cezaevi Müdürü onlara hürmet ve saygı gösteriyor, değerli olduklarını hissettiriyordu. Koltuklara oturduktan sonra müdür, misafirlerine dönerek:
- Ne içerdiniz efendim? Çay, kahve...
- Çay iyi olur müdür bey, dedi iri yarı olanı. Şeyh Yasin de içmez mi acaba?
Müdür Bey, hatırlamış gibi Şeyh Yasin'e döndü. Fakat sormadan cevabını aldı.
- Hayır! Bir şey içmiyorum. İri yarı yabancı:
- Lütfen Şeyh Yasin! İkramımızı reddetmeyin, dedi Şeyh Yasin kendisine iyi davranılmasının sebebini anlamıştı. Tekrar bir şey içmeyeceğini beyan edince, iri yarı sivil yabancı konuştu:
- Şeyh Yasin! Biliyorsun ki ömür boyu hapse mahkûm edildin. Artık bir ömür burada ailenden, çocuklarından, en önemlisi de çok sevdiğin insanlarından ayrı kalacaksın. Ayrıca sürekli bakıma muhtaç ve hastasın. Gördüğüm kadarıyla epeyce de zayıflamışsın. Sana yazık değil mi? Hâlbuki bizler seni bu durumdan kurtarabiliriz. Böyle bir şansının olduğunu bilmeni isterim.
- "Bizler" demekle neyi kastediyorsunuz?
- Bizler, dedi adam. Yani ikimiz, diyerek suskun arkadaşını da işaret etti eliyle.
- Hangi sıfatla?
Gayet rahat bir şekilde konuşuyordu adam:
- Biz, seninle İsrail devleti adına konuşuyoruz. Senin buradan kurtulma şansının olduğunu söylüyoruz!
-Yaa!
- Evet! Bizimle anlaşırsan. Yani yardımcı olursan neden olmasın? Hem o kadar zor bir şey değil. Böylece sen de bu karanlık zindandan kurtulur, rahat edersin.
- Nasıl bir anlaşmaymış bu? dedi Şeyh Yasin.
- Aslında, dedi adam. Basit birkaç söz söylemeniz yeterli. Bizi, yani İsrail'i tanıdığınızı kamuoyuna açıklarsanız, dışarıdasınız.
- Asla!
Aniden ve hiddetle söylenen bu tek kelimelik tepki iri yarı adamı ürküttü. Ama tepki vermedi. "Bu sakat adam söylendiğinden de çetin cevizmiş anlaşılan" diye düşündü. Şeyh Yasin'i sırıtarak dinledi.
- Asla İsrail'i tanıdığımı açıklayamam. Böyle bir teklifi değil kamuoyuna açıklamak, kendi kendime dahi söylemem.
İri yan adam yumuşadı:
- Sakin olun! Lütfen sakin olun. Yine de anlaşacağımızı umuyorum. Biz sadece bir teklifle gelmedik. Diyaloga açığız. Şayet bu teklifimizi beğenmediyseniz o zaman bize karşı direnen çoluk- çocuğun yaptığı taşkınlıkların uygun olmadığını söylemeniz dahi kâfidir. Unutmayın! Bir cümlecik söyleyecek, Özgürlüğünüze kavuşacaksınız. Acı acı gülümsedi Şeyh Yasin. Bunlar değil miydi peygamberleri Hz. Musa aleyhisselama karşı çıkan, hile ve tuzaklar kurarak Hz. Zekeriya aleyhisselamı ve Hz. Yahya aleyhisselamı katleden. Şimdi de yumuşak sözlerle zehir dolu bal şerbetini içirmeye çalışıyorlar. Tabiatları hile ve oyunlarla doğrulmuş; lanetli sinsi insanlardı bunlar.
- O çoluk-çocuk dediğiniz kimseler, dedi Şeyh Yasin hırsla. Bizim direniş kahramanımız, intifadanın yiğitleridir. Onlar aleyhine söz söylemek benim ne haddime! Taşlan küçük, yürekleri büyük insanlardır onlar. Daha devam edecekti ki Şeyh Yasin'in karşısında hop oturup hop kalkan ikinci sivil izin vermedi.
- Yani, dedi asabi bir sesle. Bizimle anlaşmaya yanaşmıyorsunuz öyle mi? Unutmayın ki bu durumda hep burada kalacaksınız.
Şeyh Yasin kızgın ve sertti:
- Evet! Bu zelil tekliflerinizle beni korkutacağınızı mı sanıyorsunuz? Değil sizi, işgalci yönetiminizi dahi muhatap kabul etmiyorum. Zaten mahkememde de bunu dile getirmiştim. En basit bir teklifinizin, dahi yanımda hiçbir kıymeti olmadığın! bilmenizi istiyorum. Hepsi bu kadar!..
- Pekâlâ; Şeyh Yasin! dedi, iri yarı olanı. Seninle aslında daha çok konuşmak isterdik. Lakin biraz dinlenirsen daha iyi olur, diye düşünüyorum. Zira şu an tüm tekliflerimize karşı negatif yüklüsün. Belki ileride yine görüşebiliriz; kim bilir?