Farzları yapan büyük günahları işlemeyen kurtulur

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Bismillahirrahmanirrahim

[Bu mektup gayet ehemmiyetlidir.]

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bugünlerde, Kur'an-ı Hakimin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm.

Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.

Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde amel-i salihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır.

Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.

Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i salihadır.

Risale-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtiamiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i içtinabla yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir. Malûmdur ki, bir adamın bir günde harap ettiği bir sarayı, yirmi adam, yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lazım gelirken; şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı pekharikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mucizevâri muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti.

Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idâre eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde, gayet elîm ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor.

Cenab-ı Hakka şükür ki, Risale-i Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneynin tahribiyle Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) olan sedd-i Kur'ani'nin tezelzülüyle ve Ye'cüc ve Me'cücden daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.

Risale-i Nur'un şakirtleri, böyle bir hadisede manevi mücahedeleri, inşaallah zaman-ı Sahâbedeki gibi, az amelle, pek büyük sevap ve âmâl-i sâlihaya medar olur. (Kastamonu Lahikası)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

AMEL-İ SÂLİH : İyi iş, hayırlı amel.
CÂZİBEDAR : Çekici, câzibeli.
CELB-İ NEF' : Yararlı ve faydalı şeyleri elde etme.
CEREYÂN : Akım, hareket; bir fikir etrâfında toplanıp faaliyette bulunma.
DEF'-İ MEFÂSİD : Bozgunculuk yapacak fiil ve sözlerden çekinmek; fesatlıkları defetmek.
DEF'-İ ŞER : Zararlıları, kötülükleri defetmek.
EZCÜMLE : Bu cümleden, meselâ.
FESÂDÂT : Bozukluk ve fenâlıklar, karışıklıklar, haddi aşıp zulmetmek.
FÜTÛHÂT : Fetihler, zaferler; İlâhî feyizler.
HAYAT-I İÇTİMÂİYE : Sosyal hayat, toplum hayatı.
HAYRÂT : Sevap kazanmak için Allah yolunda yapılan hayır ve iyilikler.
HEVESÂT : Nefisten gelen gelip geçici istekler, arzular.
İÇTİNÂB : Çekinme, sakınma, kaçınma.
İFSAD : Bozmak, azdırmak, fitne çıkarmak, karıştırma.
İHLÂS : Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakîki ve esas gaye etmeyerek, yalnız ve yalnız Allah rızâsını esas maksat edinmek.
KEBÂİR-İ AZÎME : Büyük günahlar.
KEBÎRE : Büyük günâh.
KESB : Çalışmak, emek sarf etmek, işlemek, yapmak, kazanmak.
MÂLÛM : Bilinen.
MÂNEVÎ : Mânâya âit, maddî olmayan.
MEDÂR : Sebep, vâsıta, vesîle. Yörünge.
MENFÎ : Nefyedilmiş, noksan, negatif, müsbetin zıddı, olumsuz.
MENHİYÂT : Allah'ın yasakladığı şeyler; dînen haram edilenler; yasak edilmişler; nehyedilenler.
MU'CİZE : Benzerini yapmaktan insanların âciz kaldığı şey.
MU'CİZEVÂRÎ : Mu'cize gibi.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
MUKAVEMET : Dayanma, karşı koyma, direnme, direnç.
MUVAFFAKİYET : Allah'ın yardımıyla başarı gösterme. * Ele geçirme, başarma.
MÜCÂHEDE : Cihad etme, çarpışma, gayret, savaş.
MÜTEKABİL : Karşılıklı, bir diğerinin karşısında.
NİYET-İ İÇTİNÂB : Çekinme, uzak durma niyeti.
RÂCİH : Üstün olan, kıymet ve fazîlet ve îtibarı fazla olan, tercih edilen.
RÜÇHÂNİYET : Üstünlük, üstün oluş, daha önemli olma hâli.
SEDD-İ ZÜLKARNEYN : Zülkarneyn'in yaptırdığı büyük sed. Çin Seddi.
SEFÂHET : Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
ŞERÂİT : Şartlar.
TAHRİBÂT : Yıkımlar, bozmalar.
TAKVÂ : Bütün günahlardan kendini korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak.
TA'MİR : Bozuk şeyi düzeltmek. Eski şeyi düzeltip yeni hâline getirmek.
TARZ-I HAYAT-I İÇTİMÂİYE : Sosyal hayat tarzı.
TEHÂCÜM : Hücum etme; üşüşme, hızlıca toplanma, saldırı.
TERK-İ KEBÂİR : Büyük günahları işlemekten kaçınma.
TESİRÂT : Etkiler. İz bırakmalar.
TEZELZÜL : Sarsıntı.
ÜSSÜ'L-ESAS : Esasların esâsı, en büyük temel, hakiki ve sağlam temel.
VÂCİP : Yerine getirilmesi Müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan İlâhî emir.
YE'CÜC VE ME'CÜC : Kur'ân'da bahsi geçen ve kısa boylu olacakları, ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacakları bildirilen bir kavmin ismi.

risalehaber
 

Bitter

KF Ailesinden
Özel Üye
Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü'l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azime içinde amel-i salihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır.

Hakk Teala razı olsun..
 
Üst