S.a kardeşlerim
“En Sevgili”den Gelen, En Uzun Mektup
“En Sevgili”den Gelen, En Uzun Mektup
Beş yaşlarında gözüken küçük çocuk, etrafında kendi kendine sessizce bir şeyler okuyan büyüklerine sırayla göz gezdirdi.
Sonra, bir an durgunlaştı ve âniden boşalıp:
“Ben niçin okuyamıyorum?” diye hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
Büyükleri, şefkatle onu teskine çalıştılar.
Aslında ne kendisinin ne de büyüklerinin, bu mevzuda bir hatasından veya ihmalinden bahsedilemezdi. Genellikle çocuklar okuma-yazmayı, altı yaşını bitirdikten sonra kaydoldukları ilköğretim okulunun birinci sınıfındayken öğrenirlerdi. Okula gidememiş erkekler askerdeyken, kadınlar ise okuma-yazma kurslarında okur-yazar hâle gelirlerdi. Fakat yine de o küçük çocuğun “Ben niçin okuyamıyorum?” diye hıçkırarak ağlaması, insana tesir ediyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Bir köy ilkokulu öğretmeni, talebelerini okumaya ve yazmaya alıştırmak için; “Bulduğunuz her yazıyı okuyun ve bulduğunuz her boş kâğıdı yazıyla doldurun..” tavsiyesini tekrarlarmış.
İslâmın ilk emrinin “Oku!” olduğunu bilen çoktur. “Yaratan Rabb’inin adıyla (ve Rabb’in adına) oku.” (Alak Sûresi, 96/1). Bu âyette, “Neyi?” sorusunun cevabı olacak bir nesne bulunmadığından, O’nun rızasına uygun olan bütün okumaları da içine almaktadır. Bulduğu her yazılı kâğıdı okumanın Allah’ın (c.c.) “Oku!” emrine dâhil olduğunu söyleyebilmek, mümkün değildir. Ancak, bu tavsiyenin okuma-yazmaya karşı direnci kırmak ve köy çocuklarının bu mevzudaki atâletini gidermeye faydası olabilir.
Bütün mülk, tesir, fiil, Allah’a (cc) aittir. İnsanın elindeki ve onunla dünya hayatı boyunca imtihan olduğu tek şey, “seçmek”tir (meyelânı ile, irade-i cüz’iyyesi ile). Her şeyi okumamalıdır. Okumak, akıl midesini doldurmaktır. Mideye her şey, rastgele doldurulmaz; seçim yapmak şarttır. Çünkü, doldurulan şeylerin bazısı gıda olsa da; bazısı zehir, bazısının hazmı güç, bazısı da obezite (şişmanlık) yapıcı olabilir.
İnsanın okumaya en fazla istek duyabileceği yazılı metin; “Sevgiliden gelen mektup”tur. Okuma biliniyorsa; bu mektup, kalp atışı hızlanarak, yudum yudum içer veya teneffüs eder gibi okunur, koklanır, öpülür, muhafaza edilir. Okumasını bilmeyen bir ana, sevgili oğlunun askerden veya uzak bir yerden gönderdiği mektubunu alınca ne kadar çok sevinir; eline alır, öper, koklar, satırları üzerinde göz gezdirir ve hemen onu kendisine okuyacak birini bulup, okunanları sevgi göz yaşlarıyla dinler. Sevdiklerinden gelen mektupları bizzat kendisi okuyabilmek için okuma kursuna giden yaşlı analar da çoktur.
“Evet, mevcûdatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsân ve kemâl, Bâki-i Hâkikî’nin hüsün ve ihsân ve kemâlâtının işarâtı ve çok perdelerden geçmiş zaif gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.” (Sözler).
Düşünecek olursak, Allah’ın (cc) mâsivâsını (Kendisi haricindekileri), yine O’nun hüsün, kemâl ve ihsânının gölgelerinin gölgesi, mecâzî ve çok küçük tecellîleri olarak sevip, o muhabbet sebebi sıfatların asıllarına en yüksek derecede sahip olan Allah’ı (cc) sevmekteki ihmalkârlık ve O “Hakikî Sevgili”nin bize gönderdiği uzun mektubu olan Kur’ân’a karşı alâkasızlık; ne kadar tezat, haksızlık, vefasızlık, katı kalplilik ve yabanîlik değil midir?
Bugün Kur’ân okudunuz mu? Fi-Emanillah