el-Vekîl

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
el-Vekîl

imaj%20(53).jpg


el-Vekîl, işlerini kendisine bırakanın işlerini en iyi şekilde yapan, kendisine dayanılıp, güvenilen, her şeyi tedbir ve idare eden,

gözeten, yarattığı bütün varlıkların işlerini idare eden, her şeye karşı her şeyin hakkını müdafaa eden, hakkı yerine getiren demektir.
Müzzemmil sûresi (73), 9: “O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka ilâh yoktur. O halde yalnız O’nu vekil tut.”
Hz. Âdem’den bu yana, dünya sadece iki grup insanı ağırlamaktadır: İnananlar ve inkâr edenler. Bu keyfiyet, kıyamete kadar böyle devam edecektir.
İnananların mücadelesi devam ederken, inkârcılar da, binbir bahane ile küfürlerini sürdüreceklerdir.
İman eden kullar, yaradılış gayeleri doğrultusunda bir taraftan emr-i bil maruf, nehy-i anil münker (iyiyi emredip, kötülükten sakındırmak) ile meşgul

olurken; diğer bir taraftan da sürünün çobanı olarak, ailesinin geçimini temine çalışır ve dünyevî mücadelelerini sürdürür.
O, Yüceler Yücesi, rahmetin ve engin sevginin sahibi Allah (cc), kullarını hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Hz. Allah, kullarının her durumda kendisine

sığınmasını ve güvenmesini ister. Allah, kendisini “dost” edinmiş, sabırlı ve kararlı mü’minleri eninde sonunda her konuda zafere ulaştırır...
Âl-i İmrân sûresi (3), 173: “İnsanlar onlara: “Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun.” dediklerinde, bu, onların imanını artırdı ve şöyle

dediler: “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.”
Vekili Allah olanın, sırtı yere gelir mi hiç?
Vekili Allah olanın, kaldıramayacağı zorluk yoktur! İnananların tarihi, bunun sayısız örneği ile doludur. Mütevekkil kul, “Verin bana bir değnek, dünyayı

yerinden oynatayım” der ve kendisini dinleyenlerin akıllarını oynatır yerinden.
Allah’ın güzel isimlerini bilmek farklı; bu güzel isimleri yaşamak ise çok daha farklı boyutlardır, Hz. Allah bizlere öğrendiklerimizi yaşamayı nasip etsin!

Âmin...
En’âm sûresi (6), 102: “İşte Rabbiniz Allah bu! O’ndan başka ilâh yoktur; O, her şeyin yaratanıdır. O’na kulluk edin, O her şeye vekildir.”
Allah’ı vekil edinenin ümitsizliğe düşmesi mümkün değildir. Çünkü o bilir ki, O, el-Vekîl olan Allah, el-Fettâh’tır aynı zamanda... Bir kapıyı kaparsa, bin

kapıyı birden ardına kadar açar.
Zorluklarla mı karşılaştın, ümitsizlik yok! Zira sen el-Vekîl’in, el-Fettâh’ın kulusun. Kapıyı yalvararak, edeple çalmayı biliyorsan eğer, o kapı

açılacaktır, bekle!
Şirke bulaşmamışsa yüreğin, kapının ardına kadar açıldığını göreceksin, sabret!
Karanlıklar mı bastı gönül dünyanı? Ümitsizlik yok! Sen, el-Vekîl’in en-Nûr’un kulusun. O, kulunu karanlıklardan aydınlıklara çıkarandır! Uzat aciz ellerini,

hiçliğini bilerek yalvar. “Sen Vekîl’imsin, Sen her şeye kâdir olansın Rabbim” de. Bir değil, bin güneş birden doğacaktır gönül ufkuna.
Furkân sûresi (25), 58: “Sen, ölümsüz ve daima diri olan (Allah)’a tevekkül et/Allah’ı Vekîl kıl (Allah’a güvenip dayan)...”
Talâk sûresi (65), 3: “...Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter...”
Nisâ sûresi (4), 132: “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.”
Allah’ı (cc) vekil bilmek, “tevekkül” kavramını getirir beraberinde dostlar. Tevekkül etmek, manevî bir güç kazanma, dayanarak kazanma yoludur. Bir iş için

bize verilen cüz’î iradeyi sonuna kadar kullanıp kul olarak üzerimize düşen görevi sonuna kadar yapıp gücümüzün üstünde kalan kısmı için, Allah’a dayanmanın,

işleri “el-Vekîl” olan Yüce Kudret’e bırakmanın adıdır “Tevekkül”.
Sarf edilen bütün tedbirlerden sonra, işin sonucunu Allah’a havale etmek, O’ndan, işlerin hayırla neticelenmesi için yardım dilemek ve dua etmektir tevekkül.
“Tevekkül etmek” huzur ve saadetin kapısını açar inanan kula. Tevekkül etmek, insana muazzam bir güç verir.
O, “kulu”na bir dua öğretir; yerden alıp saçtığı bir avuç toprakla, müşrikleri, “görmez” hâle getirir.
O, kâinata meydan okuyan Nemrutları, minicik bir sineğe mağlup ettirir!
el-Vekîl’dir O!
Dayanılacak, güvenilecek, yegâne güçtür O!
O halde, gelin hep birlikte, “Beni yaratan, yokluktan çıkarıp, bana vücut nimeti veren zat, “Bana yeter” diyelim.
Bana, hayat nimeti bağışlayıp, yaşatan, kendisini bulmama yardım eden Zat, bana yeter!
Dünya ve ahiretimi, nimetlerle dolu iki sofra haline getirerek, bana iman nimetiyle takdim eden ve bana mü’min sıfatını layık görerek beni şereflendiren Zât,

bana yeter!
“Habîb’im” dediği, İki Cihan Serveri Efendimiz (s.a.s.)’e beni ümmet eyleyerek, bana ilâhî sevgiyi ve sevgiliyi bağışlayan ve bu sevgiyle imanımda gelişmeler

yaşatan Zât, bana yeter!
Beni hayvan, ya da nebat yaratmayıp, beni, mahlûkatın en üstünü olarak yaratan Zât, bana yeter!
“Beni ne yerim içine aldı ne göğüm, lakin mü’min bir kulumun kalbi Beni içine alır!” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 195; İmam Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, 287.

mektup.) kudsî hadisiyle, beni isimlerinin tecelligâhı kılıp, yüreğime teşrif eden Zât, bana yeter!
Vücudumdaki zerrelerin; kâinattaki zerrelerle çarpımı adedince O’na şükür ve hamd ederek; “Hasbünallahu ve ni’mel vekîl ni’mel Mevlâ ve ni’men-nasîr.”

diyorum.
 
Üst