el-Vâcid
el-Vâcid, zengin olan, her muradına erişen, dilediğini, dilediği zaman bulabilen, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her şeyi vücuda
getiren demektir.
Yâ-Sîn sûresi (36), 82: “O’nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.”
Öyle bir Yüce Yaradandan, öyle bir Hükümdardan bahsediyorum ki dostlar, O’na zorluk yoktur; O, her şeye kâdirdir. O, olmasını dilediği şeyi anında var
edendir.
O, yönleri tümüyle kuşatan, çepeçevre sarandır!
Rahmân sûresi (55), 17: “(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.”
Necm sûresi (53), 25: “Son da ilk de (ahiret de dünya da) Allah’ındır.”
Necm sûresi (53), 31: “Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah’ındır.”
Öyle bir Yaradandan bahsediyorum ki dostlar, öyle bir Hükümdardan bahsediyorum ki, O, kulunu yaratmış, sevgisiyle sarmalamış ve onu dünya yolculuğunda asla
yalnız bırakmamıştır.
Kaaf sûresi (50), 16: “Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız.”
Kuluna, “Senin yanı başındayım, seni görüyorum, seni işitiyorum ve meleklerime seni izletiyorum”, mesajı vererek, onu imtihanında yalnız bırakmayan bir
Yaradandır O!
Kaaf sûresi (50), 17, 18: “Onun sağında ve solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken, İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapt
eden bir melek hazır bulunmasın.”
Kuluna, varlığını, zenginliğini, kudretini göstererek, kendisini bilmesinde yardımcı olandır O!
Fetih sûresi (48), 7: “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Zuhruf sûresi (43), 11: “Allah gökten belli bir ölçüye göre su indirdi...”
Şûrâ sûresi (42), 12: “Göklerin ve yerin kilitleri O’na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.”
Şûrâ sûresi (42), 49: “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk verir.”
Her şey O’nun elinde, O’nun tasarrufundadır. Ölüm de O’nun elindedir. Hiç kimse ecelinden kendini kurtaramaz dostlar.
Yâ-Sîn sûresi (36), 12: “Gerçekten Biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten Biz her şeyi açık
bir kütükte, bir “imâm-ı mübîn”de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.”
Her canlı için bir ecel takdir etmiştir o Hükümdar. Kimse, bu takdiri değiştiremez. Nemrutlar, Firavunlar, kendilerini tanrı sananlar ölümden kurtulamadılar.
Çünkü O, Yüce Yaradan hükmünü infaz edeceği kimseleri, istediği vakitte, istediği yerde bulur.
Dostlar, size, öyle bir Hükümdarı anlatıyorum ki... “Zaman”ın da hükümdarıdır O! Güneş, secde ile güne başlarken; zamanın tik-taklarını aydınlıkta ilerilere
sürerken, ay, gece vaktinde alır vazifeyi üzerine, zamanı karanlıkta ilerletir “ömür takviminde”.
O, bilinen âlemlerin de bilinmeyen âlemlerin de Hükümdarıdır dostlar!
Fâtır sûresi (35), 38: “Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o, sinelerin içinde olanları da bilir.”
O, her şeyin en ince teferruatına kadar nüfuz edebilen ve her şeye yetişendir. O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çünkü her şeyin Sahibi O’dur.
Fâtır sûresi (35), 15: “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde lâyıktır.”
el-Vâcid’dir O! Dilediğini, dilediği zaman bulabilendir O!
O, bizim yüreğimizi, aklımızı ve bedenimizi kudret eliyle tutan, O’nu arayan, dileyen kuluna da, kapılarını ardına kadar açıp kendisini bulmasına yardım
edendir.
“Sana şahdamarından daha yakınım, haydi gel bana!” diyendir O! Kendisine “Bir adım yaklaşan kuluna “yürüyerek” gelen; kendisine “yürüyerek” gelen kuluna
“koşarak gelen”, kendisine “koşarak gelen” kuluna ise “kollarını açan”dır O dostlar!
O öyle yüce bir Sultandır, öyle büyük bir Hükümdardır ki, kapısı her zaman açıktır kullarına. O kapıda aracılar, kapıcılar yoktur. O kapının adı “dua”
kapısıdır. Buluşma mekânı bir seccadedir; arzın istediğiniz yerine serebileceğiniz bir seccade... Serersiniz seccadenizi, sürersiniz yüzünüzü yerlere...
Ellerinizi acz içinde O’nun sonsuz kudretine uzatırsınız... Gözleriniz yüreğinizle birleşir; ruhunuz gözyaşı yağmurlarıyla yıkanır; iç dünyanız sadece O’na
yalvarır, O’na sarılır, O’ndan; el-Vâcid olandan ister... Aracısız, vasıtasız, korkmadan; sevgi ve ümit dolu bir isteyiştir bu!
“Dua et, icabet edeyim”; “Secde et, yaklaş”, buyuran, O Güzeller Güzeli, O Zenginler Zengini, O, Mekânın ve Zamanın Sahibi, O, dilediğini “ol” emriyle
olduran Yüce Yaradan’ın huzuruna, teke tek, muhatap olarak çıkarsınız. O, günde beş vakit çağırmaktadır kullarını huzuruna. Ama siz, dilediğiniz vakit;
yüreğinizin yandığı her vakit, O’nunla konuşmayı/buluşmayı istediğiniz her vakit konuşabilirsiniz/buluşabilirsiniz Yaratıcınızla. Yeter ki isteyin, yeter ki
arayın onu!
Siz aradıkça, O, bulduracaktır Kendini! Emin olun...
el-Vâcid, zengin olan, her muradına erişen, dilediğini, dilediği zaman bulabilen, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her şeyi vücuda
getiren demektir.
Yâ-Sîn sûresi (36), 82: “O’nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.”
Öyle bir Yüce Yaradandan, öyle bir Hükümdardan bahsediyorum ki dostlar, O’na zorluk yoktur; O, her şeye kâdirdir. O, olmasını dilediği şeyi anında var
edendir.
O, yönleri tümüyle kuşatan, çepeçevre sarandır!
Rahmân sûresi (55), 17: “(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.”
Necm sûresi (53), 25: “Son da ilk de (ahiret de dünya da) Allah’ındır.”
Necm sûresi (53), 31: “Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah’ındır.”
Öyle bir Yaradandan bahsediyorum ki dostlar, öyle bir Hükümdardan bahsediyorum ki, O, kulunu yaratmış, sevgisiyle sarmalamış ve onu dünya yolculuğunda asla
yalnız bırakmamıştır.
Kaaf sûresi (50), 16: “Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız.”
Kuluna, “Senin yanı başındayım, seni görüyorum, seni işitiyorum ve meleklerime seni izletiyorum”, mesajı vererek, onu imtihanında yalnız bırakmayan bir
Yaradandır O!
Kaaf sûresi (50), 17, 18: “Onun sağında ve solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken, İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapt
eden bir melek hazır bulunmasın.”
Kuluna, varlığını, zenginliğini, kudretini göstererek, kendisini bilmesinde yardımcı olandır O!
Fetih sûresi (48), 7: “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Zuhruf sûresi (43), 11: “Allah gökten belli bir ölçüye göre su indirdi...”
Şûrâ sûresi (42), 12: “Göklerin ve yerin kilitleri O’na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.”
Şûrâ sûresi (42), 49: “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk verir.”
Her şey O’nun elinde, O’nun tasarrufundadır. Ölüm de O’nun elindedir. Hiç kimse ecelinden kendini kurtaramaz dostlar.
Yâ-Sîn sûresi (36), 12: “Gerçekten Biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten Biz her şeyi açık
bir kütükte, bir “imâm-ı mübîn”de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.”
Her canlı için bir ecel takdir etmiştir o Hükümdar. Kimse, bu takdiri değiştiremez. Nemrutlar, Firavunlar, kendilerini tanrı sananlar ölümden kurtulamadılar.
Çünkü O, Yüce Yaradan hükmünü infaz edeceği kimseleri, istediği vakitte, istediği yerde bulur.
Dostlar, size, öyle bir Hükümdarı anlatıyorum ki... “Zaman”ın da hükümdarıdır O! Güneş, secde ile güne başlarken; zamanın tik-taklarını aydınlıkta ilerilere
sürerken, ay, gece vaktinde alır vazifeyi üzerine, zamanı karanlıkta ilerletir “ömür takviminde”.
O, bilinen âlemlerin de bilinmeyen âlemlerin de Hükümdarıdır dostlar!
Fâtır sûresi (35), 38: “Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o, sinelerin içinde olanları da bilir.”
O, her şeyin en ince teferruatına kadar nüfuz edebilen ve her şeye yetişendir. O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çünkü her şeyin Sahibi O’dur.
Fâtır sûresi (35), 15: “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengin ve her hamde lâyıktır.”
el-Vâcid’dir O! Dilediğini, dilediği zaman bulabilendir O!
O, bizim yüreğimizi, aklımızı ve bedenimizi kudret eliyle tutan, O’nu arayan, dileyen kuluna da, kapılarını ardına kadar açıp kendisini bulmasına yardım
edendir.
“Sana şahdamarından daha yakınım, haydi gel bana!” diyendir O! Kendisine “Bir adım yaklaşan kuluna “yürüyerek” gelen; kendisine “yürüyerek” gelen kuluna
“koşarak gelen”, kendisine “koşarak gelen” kuluna ise “kollarını açan”dır O dostlar!
O öyle yüce bir Sultandır, öyle büyük bir Hükümdardır ki, kapısı her zaman açıktır kullarına. O kapıda aracılar, kapıcılar yoktur. O kapının adı “dua”
kapısıdır. Buluşma mekânı bir seccadedir; arzın istediğiniz yerine serebileceğiniz bir seccade... Serersiniz seccadenizi, sürersiniz yüzünüzü yerlere...
Ellerinizi acz içinde O’nun sonsuz kudretine uzatırsınız... Gözleriniz yüreğinizle birleşir; ruhunuz gözyaşı yağmurlarıyla yıkanır; iç dünyanız sadece O’na
yalvarır, O’na sarılır, O’ndan; el-Vâcid olandan ister... Aracısız, vasıtasız, korkmadan; sevgi ve ümit dolu bir isteyiştir bu!
“Dua et, icabet edeyim”; “Secde et, yaklaş”, buyuran, O Güzeller Güzeli, O Zenginler Zengini, O, Mekânın ve Zamanın Sahibi, O, dilediğini “ol” emriyle
olduran Yüce Yaradan’ın huzuruna, teke tek, muhatap olarak çıkarsınız. O, günde beş vakit çağırmaktadır kullarını huzuruna. Ama siz, dilediğiniz vakit;
yüreğinizin yandığı her vakit, O’nunla konuşmayı/buluşmayı istediğiniz her vakit konuşabilirsiniz/buluşabilirsiniz Yaratıcınızla. Yeter ki isteyin, yeter ki
arayın onu!
Siz aradıkça, O, bulduracaktır Kendini! Emin olun...
65