el-Mümît
el-Mümît, ölümü yaratan, ecelleri geldiğinde canlıları öldüren, mahlûkuna bağışlamış olduğu his ve hareket enerjisini zamanı gelince
kesen demektir.
En’âm sûresi (6), 61: “O, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve size koruyucular gönderir, sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç
eksiklik yapmadan, onun canını alırlar.”
Bilir misiniz? Her gün ölümü yaşarız da, bunun hiç farkında olmayız!
Her gece yatağa girerken, aslında, bir anlamda ölüme yattığımızı hiç düşünmeyiz! Uyku, ölümün küçük kardeşi değil midir?
İslâm ahlâkında, sabaha hiç çıkmayacakmışçasına bilinçli yatmamız istenir... Hatta mü’min, “vasiyeti yastığının altında olan kişi” olarak da tanımlanır.
İbn-i Ömer’den (ra) rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Bir Müslüman’ın vasiyet etmek istediği bir şey olup da, vasiyeti yanında (yastığının
altında) yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir.” (Buharî, Vesâyâ, 1; Müslim, Vasiyyet,1-4; İbn Mâce, Vesâyâ, 2.)
Pek çok dostumuzu, uykusundan uyanmadan, ebedi âleme yolcularız, gene de unutur, gafletimize döneriz farkında olmadan.
En’âm sûresi (6), 60: “Sizi geceleyin ölü gibi uyutan, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra ölüm ânı gelinceye kadar gündüzleri sizi uyandırıp kaldıran
O’dur. Sonunda da dönüşünüz ancak O’nadır. Sonra bütün yaptıklarınızı size O haber verecektir.”
Zümer sûresi (39), 42: “Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de
takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.”
Yûnûs sûresi (10), 56: “O, hem can veren, hem can alandır. Ve hepiniz O’na döndürülüp götürüleceksiniz.”
Câsiye sûresi (45), 26: “(Ey Muhammed!) De ki: “Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir
araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Kıyâme sûresi (75), 3-4: “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline
getirmeye gücümüz yeter.”
Ey Rabbim! Sana, bütün kalbimle inanıyor ve şahadet ediyorum ki; Varsın, Birsin!
Ey Rabbim! Ölüyü diriltmeye, diriyi öldürmeye Sen kâdirsin!
Ey Rabbim! Mahşer gününde bizleri toplayıp, hesaba çekeceksin.
Ne cennet, ne cehennem, gayem değil Allah’ım! Dileyene ver onu! Benim isteğim Sensin! Mahrum koma kulunu! Bir kez gülümse yeter! “Kulum” diye bak bana!
Ey Rabbim! İster cennetine al, istersen at narına! Ben Seni “dostum” bildim! Dost, kahreder mi dostuna!
Tevbe sûresi (9), 116: “Hiç şüphesiz, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O, diriltir de, öldürür de. Size O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir
yardımcı.”
Ben, Seni tek dost bildim!
Dostum Sensin Allah’ım!
Muîd ve Mümit’sin Sen!
Tek kapım, sığınağım!
el-Mümît, ölümü yaratan, ecelleri geldiğinde canlıları öldüren, mahlûkuna bağışlamış olduğu his ve hareket enerjisini zamanı gelince
kesen demektir.
En’âm sûresi (6), 61: “O, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve size koruyucular gönderir, sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç
eksiklik yapmadan, onun canını alırlar.”
Bilir misiniz? Her gün ölümü yaşarız da, bunun hiç farkında olmayız!
Her gece yatağa girerken, aslında, bir anlamda ölüme yattığımızı hiç düşünmeyiz! Uyku, ölümün küçük kardeşi değil midir?
İslâm ahlâkında, sabaha hiç çıkmayacakmışçasına bilinçli yatmamız istenir... Hatta mü’min, “vasiyeti yastığının altında olan kişi” olarak da tanımlanır.
İbn-i Ömer’den (ra) rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Bir Müslüman’ın vasiyet etmek istediği bir şey olup da, vasiyeti yanında (yastığının
altında) yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir.” (Buharî, Vesâyâ, 1; Müslim, Vasiyyet,1-4; İbn Mâce, Vesâyâ, 2.)
Pek çok dostumuzu, uykusundan uyanmadan, ebedi âleme yolcularız, gene de unutur, gafletimize döneriz farkında olmadan.
En’âm sûresi (6), 60: “Sizi geceleyin ölü gibi uyutan, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra ölüm ânı gelinceye kadar gündüzleri sizi uyandırıp kaldıran
O’dur. Sonunda da dönüşünüz ancak O’nadır. Sonra bütün yaptıklarınızı size O haber verecektir.”
Zümer sûresi (39), 42: “Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkor, diğerlerini de
takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.”
Yûnûs sûresi (10), 56: “O, hem can veren, hem can alandır. Ve hepiniz O’na döndürülüp götürüleceksiniz.”
Câsiye sûresi (45), 26: “(Ey Muhammed!) De ki: “Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde (diriltip) bir
araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Kıyâme sûresi (75), 3-4: “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline
getirmeye gücümüz yeter.”
Ey Rabbim! Sana, bütün kalbimle inanıyor ve şahadet ediyorum ki; Varsın, Birsin!
Ey Rabbim! Ölüyü diriltmeye, diriyi öldürmeye Sen kâdirsin!
Ey Rabbim! Mahşer gününde bizleri toplayıp, hesaba çekeceksin.
Ne cennet, ne cehennem, gayem değil Allah’ım! Dileyene ver onu! Benim isteğim Sensin! Mahrum koma kulunu! Bir kez gülümse yeter! “Kulum” diye bak bana!
Ey Rabbim! İster cennetine al, istersen at narına! Ben Seni “dostum” bildim! Dost, kahreder mi dostuna!
Tevbe sûresi (9), 116: “Hiç şüphesiz, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O, diriltir de, öldürür de. Size O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir
yardımcı.”
Ben, Seni tek dost bildim!
Dostum Sensin Allah’ım!
Muîd ve Mümit’sin Sen!
Tek kapım, sığınağım!