el-Latîf
el-Latîf, sonsuz lütuf ve kerem sahibi, bütün işleri en ince teferruatına kadar bilen, her şeyin derinliğine nüfuz eden, mahlûkatının ihtiyaçlarını en ufak detayına kadar bilen ve en mükemmel şekilde karşılayan, ince, sezilmez yollarla kullarına çeşitli faydalar ulaştıran demektir.
En’âm sûresi (6), 102: “Gözler O’nu (ihata edip) kuşatamaz, O ise bütün gözleri (ihata edip) kuşatır. O, lûtuf sahibidir, her şeyden haberdardır.”
Dostlar, görebildiğimiz, elle tutup, varlığını hissettiğimiz, bir makro dünya, bir de göremediğimiz, ancak mikroskop, elektron mikroskobu, röntgen, ultrason gibi aletlerle görünür hale getirebildiğimiz bir mikro dünya var! Bir de, can, akıl, ruh, sevgi, acı, ızdırap gibi nitelendirdiğimiz, fakat hiçbir şekilde görülemeyen bir his dünyamız da var değil mi? Son derece kompleks, ama kompleks olduğu kadar karmaşık, birbirine bağlı bir yığın alet ve edevatın çalıştığı bir fabrika sanki vücudumuz! O yüce sanatkâr “Latîf” ismiyle de her birimizi özel biçimlerde, özel ruh yapılarıyla donatarak da sanatının inceliklerini göstermiş bizlere!
Ve bütün kâinat, her şeyi derinliğine nüfuz ederek yaratmış ve yarattığı her yaratığının da ihtiyacını en ince teferruatıyla karşılamış, onu her türlü silâhla donatmış bir Yüce Kudrete şahadet etmektedir dostlar!
Kâinat, el-Latîf olan Allah’ın varlığını gösterir, görene, hissedene ve de arayana!
Lokmân sûresi (31), 16: “(Lokmân, öğütlerine devamla şöyle söylemişti) “Ey yavrucuğum, yaptığın (iş, iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi kadar bile olsa ve bu bir kayanın içinde bile olsa veyahut göklerde ya da yerin derinliklerinde bile bulunsa, yine de Allah onu, karşına getirir. Doğrusu Allah, Latîf’tir (en ince işleri görüp bilmektedir) ve her şeyden haberdardır!”
Sadece, bu âyeti okumak ve onun gölgesinde yaşamak, insana huzur verir, ruh dünyasındaki bütün çalkantıları sona erdirir dostlar! Göklerden inen rahmetin toprak tarafından emilip, en ince noktalara nüfuz edişini gören, incecik kökler vasıtasıyla, o rahmetle yoğrulmuş topraktan gıda çeken ve onları tâ yapraklarına kadar uzatan ağaçları seyredebilen, güneş ısısının hücreler tarafından nasıl emildiğini bilen ve de kendi iç yapısındaki o latîf dokuma tezgahlarında her gün, kaç bin hücrenin yenilenip, yaşamını devam ettirdiğini bilen bir insan, hiç dünyalık üzüntülerle ömrünü boşa geçirir mi dostlar? O, Latîf ismi ile, her gün yüreğine latîf dokunuşlar yağdıran “Rabbini hisseden” insan, bu dünya hayatını boşa geçirir mi?
Ve de, kendisini gören, sinesindekileri bilen Rabbinin, yaptığı hiçbir şeyi boşa götürmeyeceğini bilen bir insan, aciz olanlardan bir şey bekler mi sizce?
“el-Latîf” olan Allah’a güvenen, “huzur insanı” olur dostlar!
Ve bu, iç âleminden dışarı yansır, Latîf isminin tecellisi ile…
Hacc sûresi (22), 63: “Görmedin mi Allah’ın gökten indirdiği su ile yeryüzü (nasıl) yem-yeşil oluyor? Gerçekten Allah çok lütufkârdır, her şeyden haberdardır.”
el-Latîf’tir O!
Kulunun günahlarını, “tövbe” rüzgârları ile silip süpüren, “gözyaşı” yağmurlarıyla onun ruhuna nüfuz ederek, ruhunu yeşerten, binbir çiçeği, gönül bahçesinde açtırandır O!
Kulunun sıkıntılarını, acılarını, beklentilerini, sevinçlerini, mutluluklarını en iyi bilendir O!
Herkes, bir insanı, ancak dışarıdan görebildiği, iç haline ancak vâkıf olduğu kadar tanırken, O, kulunu yaratan Yüce Allah, onun her haline vâkıftır dostlar!
Mülk sûresi (67), 14: “O, yarattığını bilmez mi? O, Latîf’tir (en ince işleri görüp bilmektedir) ve her şeyden haberdardır.”
Kuluna, Kur’ân-ı Kerîm’i gönderip, peygamberi vasıtasıyla öğütlerini ulaştırıp, kendisini tanıtarak lütufların en büyüğüne gark edendir. O!
Ahzâb sûresi (33), 34: “Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti (Sünnet’i) anıp düşünün. Şüphe yok ki Allah Latîf’tir (lûtuf sahibidir) ve her şeyden haberdardır.”
Bütün yorgunlukları ve imtihanları ile hayatı, “yaşanır ve mutlu olunabilir” kılan, “inanç”tır dostlar! İnancımızı en güzel şekilde yaşamak da, Kur’ân’a ve Sünnet’e dayanmakla olur! O’nu tanımakla da dünya, daha ölmeden “cennet” olur dostlarım!
Ey bana, benden yakın olan, gönlümdekini, kalbimdekini bilen ve sırların kendinden gizlenemediği Rabbim!
Yaratılmış her şey, Senin nurunla hayat bulmuş! Denizlerde inciler, Latîf ismine mazhar olmuş! Rahme düşen bir damla su, yakışıklı bir delikanlı olmuş! Kuru dallar, Seni anlatmak için kırmızı güllerle dolmuş! Kudret eli, kâinatı “sıbgatullah” ile boyamış; Seni arayan, görmek isteyen kullara sunmuş!
Seni övebilmekten âcizim Rabbim! Seni, yarattığın zerreler adedince hamd ile tesbih ederim! Bizi, Latîf ismine mazhar olup, lütuflarını takdir edebilen ve şükrünü edâ edebilenlerden eyle! Âmîn.
el-Latîf, sonsuz lütuf ve kerem sahibi, bütün işleri en ince teferruatına kadar bilen, her şeyin derinliğine nüfuz eden, mahlûkatının ihtiyaçlarını en ufak detayına kadar bilen ve en mükemmel şekilde karşılayan, ince, sezilmez yollarla kullarına çeşitli faydalar ulaştıran demektir.
En’âm sûresi (6), 102: “Gözler O’nu (ihata edip) kuşatamaz, O ise bütün gözleri (ihata edip) kuşatır. O, lûtuf sahibidir, her şeyden haberdardır.”
Dostlar, görebildiğimiz, elle tutup, varlığını hissettiğimiz, bir makro dünya, bir de göremediğimiz, ancak mikroskop, elektron mikroskobu, röntgen, ultrason gibi aletlerle görünür hale getirebildiğimiz bir mikro dünya var! Bir de, can, akıl, ruh, sevgi, acı, ızdırap gibi nitelendirdiğimiz, fakat hiçbir şekilde görülemeyen bir his dünyamız da var değil mi? Son derece kompleks, ama kompleks olduğu kadar karmaşık, birbirine bağlı bir yığın alet ve edevatın çalıştığı bir fabrika sanki vücudumuz! O yüce sanatkâr “Latîf” ismiyle de her birimizi özel biçimlerde, özel ruh yapılarıyla donatarak da sanatının inceliklerini göstermiş bizlere!
Ve bütün kâinat, her şeyi derinliğine nüfuz ederek yaratmış ve yarattığı her yaratığının da ihtiyacını en ince teferruatıyla karşılamış, onu her türlü silâhla donatmış bir Yüce Kudrete şahadet etmektedir dostlar!
Kâinat, el-Latîf olan Allah’ın varlığını gösterir, görene, hissedene ve de arayana!
Lokmân sûresi (31), 16: “(Lokmân, öğütlerine devamla şöyle söylemişti) “Ey yavrucuğum, yaptığın (iş, iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi kadar bile olsa ve bu bir kayanın içinde bile olsa veyahut göklerde ya da yerin derinliklerinde bile bulunsa, yine de Allah onu, karşına getirir. Doğrusu Allah, Latîf’tir (en ince işleri görüp bilmektedir) ve her şeyden haberdardır!”
Sadece, bu âyeti okumak ve onun gölgesinde yaşamak, insana huzur verir, ruh dünyasındaki bütün çalkantıları sona erdirir dostlar! Göklerden inen rahmetin toprak tarafından emilip, en ince noktalara nüfuz edişini gören, incecik kökler vasıtasıyla, o rahmetle yoğrulmuş topraktan gıda çeken ve onları tâ yapraklarına kadar uzatan ağaçları seyredebilen, güneş ısısının hücreler tarafından nasıl emildiğini bilen ve de kendi iç yapısındaki o latîf dokuma tezgahlarında her gün, kaç bin hücrenin yenilenip, yaşamını devam ettirdiğini bilen bir insan, hiç dünyalık üzüntülerle ömrünü boşa geçirir mi dostlar? O, Latîf ismi ile, her gün yüreğine latîf dokunuşlar yağdıran “Rabbini hisseden” insan, bu dünya hayatını boşa geçirir mi?
Ve de, kendisini gören, sinesindekileri bilen Rabbinin, yaptığı hiçbir şeyi boşa götürmeyeceğini bilen bir insan, aciz olanlardan bir şey bekler mi sizce?
“el-Latîf” olan Allah’a güvenen, “huzur insanı” olur dostlar!
Ve bu, iç âleminden dışarı yansır, Latîf isminin tecellisi ile…
Hacc sûresi (22), 63: “Görmedin mi Allah’ın gökten indirdiği su ile yeryüzü (nasıl) yem-yeşil oluyor? Gerçekten Allah çok lütufkârdır, her şeyden haberdardır.”
el-Latîf’tir O!
Kulunun günahlarını, “tövbe” rüzgârları ile silip süpüren, “gözyaşı” yağmurlarıyla onun ruhuna nüfuz ederek, ruhunu yeşerten, binbir çiçeği, gönül bahçesinde açtırandır O!
Kulunun sıkıntılarını, acılarını, beklentilerini, sevinçlerini, mutluluklarını en iyi bilendir O!
Herkes, bir insanı, ancak dışarıdan görebildiği, iç haline ancak vâkıf olduğu kadar tanırken, O, kulunu yaratan Yüce Allah, onun her haline vâkıftır dostlar!
Mülk sûresi (67), 14: “O, yarattığını bilmez mi? O, Latîf’tir (en ince işleri görüp bilmektedir) ve her şeyden haberdardır.”
Kuluna, Kur’ân-ı Kerîm’i gönderip, peygamberi vasıtasıyla öğütlerini ulaştırıp, kendisini tanıtarak lütufların en büyüğüne gark edendir. O!
Ahzâb sûresi (33), 34: “Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti (Sünnet’i) anıp düşünün. Şüphe yok ki Allah Latîf’tir (lûtuf sahibidir) ve her şeyden haberdardır.”
Bütün yorgunlukları ve imtihanları ile hayatı, “yaşanır ve mutlu olunabilir” kılan, “inanç”tır dostlar! İnancımızı en güzel şekilde yaşamak da, Kur’ân’a ve Sünnet’e dayanmakla olur! O’nu tanımakla da dünya, daha ölmeden “cennet” olur dostlarım!
Ey bana, benden yakın olan, gönlümdekini, kalbimdekini bilen ve sırların kendinden gizlenemediği Rabbim!
Yaratılmış her şey, Senin nurunla hayat bulmuş! Denizlerde inciler, Latîf ismine mazhar olmuş! Rahme düşen bir damla su, yakışıklı bir delikanlı olmuş! Kuru dallar, Seni anlatmak için kırmızı güllerle dolmuş! Kudret eli, kâinatı “sıbgatullah” ile boyamış; Seni arayan, görmek isteyen kullara sunmuş!
Seni övebilmekten âcizim Rabbim! Seni, yarattığın zerreler adedince hamd ile tesbih ederim! Bizi, Latîf ismine mazhar olup, lütuflarını takdir edebilen ve şükrünü edâ edebilenlerden eyle! Âmîn.