el-Kebîr
el-Kebîr, her hususta hiçbir kulun kavrayamayacağı kadar büyük ve ulu olan, ululuğu yanında her büyüğün küçüldüğü Mutlak Büyük, kâinattaki o eşsiz büyüklüğü her yerde hissedilen demektir.
Ra’d sûresi (13), 9: “O, (Allah) görünmeyeni de bilir, görüneni de. O, çok büyüktür ve yücelerden yücedir.”
Allah (cc) o kadar büyüktür ki dostlar, O’nu idrak edebilmek için, ancak yarattıklarına bakıp “tefekkür” edebiliyor ve “Bir saat tefekkür, altmış senelik ibâdetten daha hayırlıdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, Hadis no: 5897.) hadîs-i şerîfinin müjdesiyle, Rabbimizin büyüklüğünü hissederek, secdelere kapanıyoruz!
Çünkü O, öyle bir Sultan’dır ki, kâinata hükmetmektedir, eşsiz kudreti ile “güneş”i yeryüzünde yaşayan canlılar için bir hizmetkâr, bir lâmba ve dev bir ocak kılmıştır, arz yüzeyini, insanlara beşik, yurt ve ticaret merkezi eylemiştir.
O Yüce Sultan, “ateş”i her yerde hazır bir aşçı ve dost kılarak, insanın emrine vermiştir.
O Yüce Sultan, Bulutları süzgeç; dağları mahzen ve ambar; havayı canlılar için bir nefes; suyu âb-ı hayat dağıtan bir şerbetçi; rüzgârı da yelpaze eylemiştir.
Söyler misiniz, hangi akıl bu büyüklüğü, ululuğu tam anlamıyla kavrayabilir dostlarım?
Yâ-Sîn sûresi (36), 80, 81: “Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O’dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.”
Hacc sûresi (22), 63: “Görmedin mi Allah’ın gökten indirdiği su ile yeryüzü (nasıl) yemyeşil oluyor? Gerçekten Allah çok lütufkârdır, her şeyden haberdardır.”
Fussilet sûresi (41), 10: “O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi...”
Zuhruf sûresi (43), 10: “O, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı ve doğru gidesiniz diye orada sizin için yollar meydana getirdi.”
Mü’min sûresi (40), 79: “Kimine binesiniz, kimini de yiyesiniz diye sizin için o yumuşak başlı hayvanları yaratan Allah’tır.”
Yâ-Sîn sûresi (36), 37: “Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.”
Yâ-Sîn sûresi (36), 40: “Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.”
Söyler misiniz dostlar, akıl, aciz akıl, zavallı akıl, bu gücü yeterince kavrayabilir mi?
O, el-Kebîr olandır! O, Yücelerden Yücedir!
Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle, Resûlullah (sav), bir hadîs-i kudsîyi şöyle aktardı: “Kibriyâ ridam, azâmet izârımdır. Kim bu ikisinden herhangi birinde benimle çekişirse onu cehenneme atarım.” (Müslim, Birr, 136; Ebû Dâvûd, Libâs, 25; İbn Mâce, Zühd, 16.)
Allah Teâlâ: “Vücudunuzu örtmek için kullandığınız izâr (belden aşağısını örten parça) var ya, işte “izzet” yani yücelik ve kudret sıfatım beni öylesine sarmıştır ve bu özellik sadece bana mahsustur!” buyurur, dostlarım!
Yüce Allah bir kudsî hadiste mealen şöyle buyurur: “Sizin bir hırka gibi vücudunuzun üst kısmına giydiğiniz “rida”, nasıl vücudunuzun belden yukarısını örtüyorsa “kibir” yani büyüklük” sıfatım da beni öylesine sarmıştır ve bu sıfat da sadece bende vardır. Kim kalkıp da kendisinde yücelik, üstünlük, kudret ve büyüklük varmış gibi davranırsa, kendinde asla olmayan bu özelliklere sahipmiş gibi ululanırsa, işte o zaman bana ortaklık taslamış olur ki, benimle boy ölçüşmeye kalkanı, ben, perişan ederim!”
O, el-Kebîr olandır dostlar! O, Yüceler Yücesidir!
Dünya, görebilen gözlere, sırtında “ilâh”lık taslayanların acı sonlarını anlatır dostlarım!
Kasas sûresi (28), 38-40: “Firavun: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki, Musa’nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir.” dedi. O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!”
Duhân sûresi (44), 29: “Gök ve yer onların üzerine ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.”
Allah (cc), el-Kebîr’dir dostlar!
O’nun yüceliğine, ululuğuna sığınmalı ve merhametini dilemeliyiz. Kul olarak elimizden geleni yapmalı, O’nun gibi bir Yüce Sultan’a “yakışır” kullar olma gayreti içinde bulunmalıyız.
Dostlarım, “Sadece Rabbini yücelt.” (Müddessir sûresi (74), 3.) emrini hayatımıza geçirmeli, sadece ve sadece O’nun rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için yaşamalıyız.
Müddessir sûresinde (74), 3-7: “Sadece Rabbini büyük tanı! Elbiseni temiz tut, kötü şeyleri terk et! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma, Rabbinin rızasına ermek için sabret...” buyuran Rabbim! Sana inanıyor, buyruklarını başımda taşıyor ve “Allahü ekber” diyorum.
Sen, el-Kebîr’sin Rabbim!
Allahü ekber...
Yücelerden Yücesin Allah’ım!
Allahü ekber...
el-Kebîr, her hususta hiçbir kulun kavrayamayacağı kadar büyük ve ulu olan, ululuğu yanında her büyüğün küçüldüğü Mutlak Büyük, kâinattaki o eşsiz büyüklüğü her yerde hissedilen demektir.
Ra’d sûresi (13), 9: “O, (Allah) görünmeyeni de bilir, görüneni de. O, çok büyüktür ve yücelerden yücedir.”
Allah (cc) o kadar büyüktür ki dostlar, O’nu idrak edebilmek için, ancak yarattıklarına bakıp “tefekkür” edebiliyor ve “Bir saat tefekkür, altmış senelik ibâdetten daha hayırlıdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, Hadis no: 5897.) hadîs-i şerîfinin müjdesiyle, Rabbimizin büyüklüğünü hissederek, secdelere kapanıyoruz!
Çünkü O, öyle bir Sultan’dır ki, kâinata hükmetmektedir, eşsiz kudreti ile “güneş”i yeryüzünde yaşayan canlılar için bir hizmetkâr, bir lâmba ve dev bir ocak kılmıştır, arz yüzeyini, insanlara beşik, yurt ve ticaret merkezi eylemiştir.
O Yüce Sultan, “ateş”i her yerde hazır bir aşçı ve dost kılarak, insanın emrine vermiştir.
O Yüce Sultan, Bulutları süzgeç; dağları mahzen ve ambar; havayı canlılar için bir nefes; suyu âb-ı hayat dağıtan bir şerbetçi; rüzgârı da yelpaze eylemiştir.
Söyler misiniz, hangi akıl bu büyüklüğü, ululuğu tam anlamıyla kavrayabilir dostlarım?
Yâ-Sîn sûresi (36), 80, 81: “Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O’dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.”
Hacc sûresi (22), 63: “Görmedin mi Allah’ın gökten indirdiği su ile yeryüzü (nasıl) yemyeşil oluyor? Gerçekten Allah çok lütufkârdır, her şeyden haberdardır.”
Fussilet sûresi (41), 10: “O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi...”
Zuhruf sûresi (43), 10: “O, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı ve doğru gidesiniz diye orada sizin için yollar meydana getirdi.”
Mü’min sûresi (40), 79: “Kimine binesiniz, kimini de yiyesiniz diye sizin için o yumuşak başlı hayvanları yaratan Allah’tır.”
Yâ-Sîn sûresi (36), 37: “Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.”
Yâ-Sîn sûresi (36), 40: “Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.”
Söyler misiniz dostlar, akıl, aciz akıl, zavallı akıl, bu gücü yeterince kavrayabilir mi?
O, el-Kebîr olandır! O, Yücelerden Yücedir!
Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle, Resûlullah (sav), bir hadîs-i kudsîyi şöyle aktardı: “Kibriyâ ridam, azâmet izârımdır. Kim bu ikisinden herhangi birinde benimle çekişirse onu cehenneme atarım.” (Müslim, Birr, 136; Ebû Dâvûd, Libâs, 25; İbn Mâce, Zühd, 16.)
Allah Teâlâ: “Vücudunuzu örtmek için kullandığınız izâr (belden aşağısını örten parça) var ya, işte “izzet” yani yücelik ve kudret sıfatım beni öylesine sarmıştır ve bu özellik sadece bana mahsustur!” buyurur, dostlarım!
Yüce Allah bir kudsî hadiste mealen şöyle buyurur: “Sizin bir hırka gibi vücudunuzun üst kısmına giydiğiniz “rida”, nasıl vücudunuzun belden yukarısını örtüyorsa “kibir” yani büyüklük” sıfatım da beni öylesine sarmıştır ve bu sıfat da sadece bende vardır. Kim kalkıp da kendisinde yücelik, üstünlük, kudret ve büyüklük varmış gibi davranırsa, kendinde asla olmayan bu özelliklere sahipmiş gibi ululanırsa, işte o zaman bana ortaklık taslamış olur ki, benimle boy ölçüşmeye kalkanı, ben, perişan ederim!”
O, el-Kebîr olandır dostlar! O, Yüceler Yücesidir!
Dünya, görebilen gözlere, sırtında “ilâh”lık taslayanların acı sonlarını anlatır dostlarım!
Kasas sûresi (28), 38-40: “Firavun: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki, Musa’nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir.” dedi. O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!”
Duhân sûresi (44), 29: “Gök ve yer onların üzerine ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.”
Allah (cc), el-Kebîr’dir dostlar!
O’nun yüceliğine, ululuğuna sığınmalı ve merhametini dilemeliyiz. Kul olarak elimizden geleni yapmalı, O’nun gibi bir Yüce Sultan’a “yakışır” kullar olma gayreti içinde bulunmalıyız.
Dostlarım, “Sadece Rabbini yücelt.” (Müddessir sûresi (74), 3.) emrini hayatımıza geçirmeli, sadece ve sadece O’nun rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için yaşamalıyız.
Müddessir sûresinde (74), 3-7: “Sadece Rabbini büyük tanı! Elbiseni temiz tut, kötü şeyleri terk et! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma, Rabbinin rızasına ermek için sabret...” buyuran Rabbim! Sana inanıyor, buyruklarını başımda taşıyor ve “Allahü ekber” diyorum.
Sen, el-Kebîr’sin Rabbim!
Allahü ekber...
Yücelerden Yücesin Allah’ım!
Allahü ekber...