Efendim!
Sana değen rüzgarı, seni örten bulutu özledik.
sevindirilmeyi özledik Efendim.
Aşkı, gözyaşını, müsâmahayı, ah*lâkı, âdâbı, ihsânı, irfânı, iz'ânı,
fe*râseti, basîreti, şecâati, celâdeti, adâleti, meveddeti, muhabbeti özledik.
İzzeti, hikmeti, fıtratı, şefkati, hür*meti, devleti özledik.
Senden sonra tefrika meşrebimiz, taklit mezhebimiz, cehâlet mektebimiz,
atâlet fıtratımız, hamâkat şöhretimiz, ihânet sıfatımız,
küffar velînimetimiz oldu. Efendim,
Sen kendini 'abdühû ve rasûlühu: O'nun kulu ve elçisi' olarak takdim etmiştin.
Sana îman eden bazıları sana hürmet adı altında seni kulluktan 'kurtarıp'
melekleştirerek hayattan dışladılar.
Bu ifrata karşı başka bazı*ları da tefrite sapıp seni 'güzel örnek'
olmaktan çıkarıp bir 'postacı', bir 'ara kablosu' seviyesinde
görerek hayattan dışladılar.
Bunların hepsi sana îman ediyor*du.
Ama seni hayatımızdan çıkarma*nın ızdırabını çektirdiler bize.
Bu işi, göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta
ALLAH seni 'güzel örnek' olarak gös*terdi.
Sen, Hz. Kurân'ın konuşanı, yürü*yeni, hareket edeniydin.
Tıpkı bir an*nede spermin insana, bir ağaçta su*yun meyvaya,
bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir koyunda
samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayâta dönüşüyordu.
ALLAH ısrarla seni örnek gösterirken, birileri ısrarla 'kitab'ı,
kitapları örnek göstermekte direndiler.
Öylesi işlerine geliyordu, cansız bir nesneyi ör*nek edinmekle,
canlı bir insanı örnek edinmek aynı olur muydu? Efendim!.
Kitapsızlıktan değil, 'peygambersizlikten' kırıldık.
Yokluğumuz peygamber yokluğu.
Seni hatırlatan, se*ni andıran insanların hasretini çekiyoruz.
Çocuklarımız peygamberi so*runca 'evladım onun ahlâkı
tıpkı fa*lancanın ahlâkı gibiydi' diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az.
Şimdi Hz. Kurân mahzûn efendim, Hz. Kurân öksüz...
Seninle Hz. Kurân'ın arasını ayırdık, etle tırnağın, toprakla to*humun,
anayla evladın arasını ayırır gibi.
Gel de bir bak Efendim, bu maz*lum ümmetin hâli pür melâline.
Bı*raktığın din tanınmaz hâle geldi.
Bı*raktığın sitenin harâbelerinde bay*kuşlar tünedi.
Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin,
oluk oluk kan akmasın.
Bir olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını
onu parçalayanlar dahi unuttu.
Bıraktığın kutlu mirası hovarda mi*rasyediler gibi parçalayarak paylaş*tık Efendim.
Nebevî mirasın irfanî ve ahlakî boyutuna bir hizip,
ilmi ve fik*rî boyutuna bir başka hizip, siyasî ve hareketî boyutuna ise
daha başka bir hizip sahip çıktı.
Yüzyıllardır tüm bu hizipler ellerindeki parçanın 'bütü*nün kendisi'
olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler.
'Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu.'
Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup 'hak benim' dedik.
Oysa ki Efendim, bazen parçala*nan hakikat hakikat olmaktan çıkar.
Ait olduğu bütün içerisinde anlamlı olan bir parça o bütünden ayrılınca anlamsızlaşabilir.
Bunu farkedemedik Efendim .
Efendim, İsrailoğulları, peygamberlerini kat*lediyorlardı.
Biz de senin güzel hatı*ratını, emanetini, adını ve sünnetini katlettik.
Seni katlettik Efendim!
Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde,
işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, fiilerinde,
eylemlerinde, evlerinde yaşattılar.
Kimilerimiz içinde sen hiç doğma*dın.
Onlar hep senden mahrum yaşa*dılar.
Şol mâhiler ki deryâ içreydiler, deryâyı bilmediler.
Varlığının kaç bahara bedel oldu*ğunu bilmeyenler yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim?
Seni çok seviyoruz, seni çok öz*lüyoruz.
Bize kırgın mısın Efendim?
[