Cemal-i Hikmet Mehtabı Sevgiliye

<<sevde>>

Deneyimli Üye
Üye
CEMAL-İ HİKMET MEHTABI SEVGİLİYE
Hatıranın cihanı bir daha velveleye verişiyle seni düşünüyor, daha binlercesine muntazır gözler olarak lütfunu diliyor ve dileniyoruz. Ey ak alınlı, açık yüzlü, serverler serveri!.. Bilsen, gündüzlerin bulandığı, gecelerin karardığı şu günlerde, âleme âb-ı hayat getiren mücessem hikmet ağzının bârına ne kadar muhtacız. Eğer canı dudağına gelmişlere bir nazar ediversen, rengi solmuşlara, yolda kalmışlara da hayat olacak bakışın, semamızda hayta kuşları uçuracak...
Ey, adına, güneşin keremine mercan dizilen serfirâz! Devran kurulduğu günden beri senin bir bestecin ve şu dönüp duran küçük yuvarlak, edeple sana ninni söyliyen ve her nâmesinde bin bülbül ahı gizli bir dayen ...Mülk denen muamma senin dilin, melekût o sadeften içre gönlündür. Dilini aç, yeniden inciler saçılsın, kapındaki dilencilere mutluluk gelsin...
Şu bizim gecenin kıvırcık saçlarını sen tara, gönlümüzde âsûde bir şafak şem'ası yak ve krallara taç giydiren o elinle ikiye ayırdığın Ay'ın Hilâl olmuş bir parçasını taç diye başımıza koy, bu yoksullara sultanlık bağışla!..
Yaşlı dudaklar gülüşünle gülecek, ayağını bastığın yerde ümitten tomurcuklar bitecek, yüzbinlerce Mehmet'in ve Muhammed'in beklediği şu anda "sulh" adlı atını "ihtilâf" tepesine sür.. Adını taşıyan mübarek sancağı, kanlarımızın ve irinlerimizin kaynaştığı noktaya saplayıver!..
Asırlardır yerin göbeği Kâbe'de bir kemer gibi, Sen'in adın, kıskıvrak sarmış o beldeyi... Ya Türk'ün dağılan sarığını ne zaman saracak, adların incisi ismini "Sorguç" diye o başa ne zaman takacaksın. İnan ki, bu Rum ülkesinin yiğitleri, bir "Ah!" ile mercanın içini boyamış soylu bir geçmişten akıp gelmektedir. Mesih'in müjdelediği "Faraklit" ve Hazret-i Ahmet'in müjdelediği Hazret-i Mesih, bu bilmece Rum ülkesinde hâlledilecekse; şu okyanusları taşıyan hamile bulutlara bakıp biz de ağlayalım... İnsanlığın yeniden var olacağı ve Rahmet'in yeniden cihanı saracağı o güne...
Sen firûze kubbeler üzerinde elden ele gezen bir gül olduğun hâlde, şanına sezâ hürmeti gösteremedik. Sen de bu asrın bilmemişlerine, görmemişlerine kırılma. Huzurunda dahi bu mahcûbiyeti hissetmiş, geldiğime sıkıldıkça sıkılmıştım. "Ama sultana sultanlık, fakire fakirlik yaraşır". Kurtuluş sabahı senin zülfünün teline takılmıştır... Ufkumuzun karardığı şu günlerde gönlümüze doğ, Sultan olduğunu bir daha içimize duyuruver. Çünki Sen eskilerin; Arab'ın Acem'in mahı isen, hizmetine âmâde Türk'ün şâhısın... Bayraktara bayrağı ver ve tüllenen şafaklarda ona varacağı ufukları göster!..
Aklın ve kâlbin izdivacını bir kere daha yenile. O düğüne bütün Şarkı ve Garbı çağır! Sistemler, sündüsler kuşanıp "Biz kuluz!" diye gelsinler. Al yanaklı Süheyl yıldızına öyle bir şarkı söylet ki, gecenin kadehi karanlığa dökülsün...
Bir ağlayana karşılık binlerce mahzun gülsün ve ilmin etekleri mücevherlerle dolsun. İlimler senin dilin, dilin ise, gizli hazinenin tercümanı kâlbine tercüman olsun...
Ey Medine varlığına bir peçe Ravzâ!.. Elmacık kemiklerini, güneşe fer veren gözlerine perde yapan nikaplı güzel! Sen bir yere, bir zamana, mahsus olamazsın. Her yerde, her zaman, herkesin gönlünde tek varlık incisi Sen'sin. Öyle ise, İslâm âlemi senden ibaret ve bizler de zerreler ve hücreler hâlinde küllî bir vücud olarak bir çok yönle senden ibaretiz. Artık varlığına gül; güller açılıp âlem bir hoş olsun.Gamzende çiçekler açtıkça açsın ve sâbâ rüzgârı uğradığı her yerde o kokuyu sürünsün gezsin...
Getirdiğin ışığın yeniden yok'u yok etmesini, feleğe varlık dersini öğretmesini senden diliyor ve dileniyoruz. Ola ki, biz de şu dönen dolaplar içinde varlığımızı hisseder ve bu hissi senin meclisinde fedaya koyuluruz...
Köyüne uğramadığımızı yüzümüze vurma. Eğer sıkılmasaydık; kusurlarımızın ağırlığını omuzlarımızda duymasaydık ve şu kayıtlardan ve bentlerden kurtulsaydık, bir "Ah!" ile huzurunu velveleye verip, gelmişe-geçmişe yeni bir aşk erkânı öğretirdik. Sen'in köyünün bir avuç çakılı cihanlara bedeldir. Toprağını göze sürme yapma, bin sultanlıktan yeğdir; ama bilmem ki vaslını yâd edip, kemiklerimize kadar sızladığımız şu bir kaç bâki dakikaya denk gelir mi? Bütün bu saadetler, Sen'in bütün bir kemiyet ve keyfiyet ölçüsü içinde duyulman; şerha şerha olmuş sinelerde yüz çeşit yaralar bırakıp geçmene hangi saadet mukabil gelebilir?
Hem Hakk kelâmı ve Hakk nizamının iç içe girişinde seni buluyor ve seni duyuyoruz. Öyleyse müsaade buyur, duygularımızda seni bir mücerret olarak ebediyyen muhafaza edelim. Zaten bize gösterdiğin güzel sanatlar anlayışı da bundan ibaret değil miydi? Kaldı ki, verâlardan emip biriktirdiğin deryaların, ancak katresinin kaldığı şu asrın sahillerinde dahi, binlerce, yüzbinlerce gündüzün şafağı çakmakta. Ve her an, milyonlarca karanlık boğulmakta... Şafaklar, senin kapında kemer bağlamış kullar... Güneşler, bezmine girmek için sıra bekleyen bendeler. Öyle görüyor ve mânevî şahsiyetine karşı binlerce şükran ve minnetle kul olduğumuzu itiraf ediyoruz.
Bütün kusurlarımıza rağmen, diktiğin işaretlerin dibinde, tavafta, sâ'yde, Arafat'da, Müzdelife'de ve Minâ'da ve sonra günahlardan arınmışlara karışarak, yeşil parmağı ile mübarek ruhuna işaret eden temiz kubbenin altında el-etek açanlarla hayalen huzuruna geliyor ve sıkıla sıkıla içimizde keşfedilmemiş dertleri yine sana açıyoruz. Sevmeyen gönüllerimizi, ehramlaşan benliğimizi, Cehennem gibi öfkemizi, af etmeyi unuttuğumuzu, içimize yabancı kalışımızı, başkalarının hatalarında boğulup varlığımızı aşamayışımızı, merkeziyetci ve inhisarcı fikrimizi, nihayet büyük iddiaların hodbin inatçıları olarak, bütün gizli şeylerimizi "Yevme tübles-Serâir"in kameri, şefkat cemâline arzediyor, tatlı dillerin arkasındaki dikenli gönüllerden bîzar olduğumuzu şikâyette bulunuyoruz...
"Emrolunduğu şeylerin onda birini yaparsa, kurtulur" diye ferman ettiği bir yığın mücrim olarak, vaadini kalkan yaparak, büyük ümidlerle kavuşma yerine mahrem olmak için çırpınıyoruz.
Emanetini başa taç edemedik. Ama o kor ateşi yere de bırakmadık. İşte o gariplere, müjdeyi, çöl yolcusuna su yetiştirir gibi sen getirdiğin için yere baktıran binbir hacâletin altında soluklarımızın her zerresi, ümidden helezonlar çizerek sana geliyoruz.
Ey şanı yüce Nebî! Atının yularını şu günahkâr ellere ver! Senin seyisin ve nöbetdârın olarak, şu bâkir ülkenin bütün bağ ve bostanını sana gezdirelim. Nefesin âb-ı hayat olsun bu çöle... Gökten yıldızları indirip atının ayaklarının altına serelim. Yok eğer istersen saç ve sakalımızla geçtiğin yerleri süpürüp varlığımızı yoluna kaldırım taşları gibi dikelim... Yeter ki, nefislere hayat veren nefesini omuzlarımızda duyalım...
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
yüreğine kalbine sağlık
069d09eff010ec69abb8c2117501c8c0.gif


ALLAH RAZI OLSUN ÇOK GÜZELDİ...
 
Üst