Kul iman üzere hayatını tanzim edip, ahir ömrünün sonu kadar şeksiz şüphesiz ve ehli sünnet itikadi doğrultusunda sebat etmeli. İtikadımız korku ile ümit arasında, sevgi ile beslemeli can bedenden çıkmadan.
Din akide üzerine kurulu çünkü, akide olmayınca imanda olmaz. HattaTevhid ilminde ihtilaf etmek bidattir, zahir ilminde hata etmek hoş görülmüş, ama itikadda hata baştan küfürdür. Ancak hata ile söylenen elfaz-ı küfür(küfür sözler) küfre götürmez, ama tevbe etmesi gerekir. Dil sürçmesi ile söylenen küfür sözlerde bu kapsamda değerlendirilir. Birkimse baskıyla , zorla küfür söz söylerse yine kafir olmaz, fakat bir başkasına küfür söz telkininde bulunan küfre girer.
Rabbül Alemin insanın önce itikadına bakar.Can boğaza geldiğinde iman etsen bile ne işe yarar ki?. Çünkü o an ölüm meleği ahiret hallerini gösterip yanıldığını gösterir insana, pişmandır, ama artık geç kalmıştır kurtuluş için.. Hüsnü hatime, yani güzel son, ancak salih imana sahip kullar için. Cehennemden insanı koruyacak tek kurtuluş reçetesi imandır. İman ne alınır ne de satılır, bu yüzden iman en büyük nimettir diyor Arifler. İmamı Azam’ın yanına bir grup inkarcı gelip daha söz söylemelerine fırsat vermeden der ki;
-Şu Dicle Nehrinde bir gemi var. Kendi başına hareket ediyor, sahile yanaşıyor, içine yiyecek, içecek ve bir sürü malzeme dolduruyor, sonra kendi başına yol alıyor, gideceği yerde yükleri boşaltıp geri dönüyor. Siz buna ne dersiniz?
Adamlar:
-Kendi başına bir geminin bunları yaptığı nerde görülmüş, hiç öyle şey olur mu? dediler.
İmamı Azam Ebu Hanife.
- Bir gemi kendi başına bu işleri yapmaya müktedir olamıyorsa, şu koca kainatı kendi
Başına kurulması, hareket etmesi mümkün mü? diye sual edince susmak zorunda kaldılar ve akabinden müslüman oldular. Bediüzzaman’da bu anlamda ; Nasılki bir köy muhtarsız, bir kitap katipsiz, bir bina ustasız, bir ülke sultansız idare edilemiyeceğine göre , şu kainatta elbette sahipsiz ve idaresiz olamaz buyurmuşlardır.
Rabbül Alemin; Size düşünecek bir kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcıda gelmişti. Şimdi tadın azabı, artık zalimler için bir yardımcı yoktur(Fatır,37) buyuruyor. Allah’ tefekkür etmeli, ama nasıl? Allah Rasulü; Allah’ın zatını düşünmeyiniz, O’nu nimetlerin ve yarattığı varlıkları düşününüz. Her ne akla gelir, hayal edilir o Allah değildir buyuruyor. İmam Şafii’de; Bir kimse kendi fikrinde tasavvur ettiği varlığı Rabbi sansa, Yaratıcıyı varlıklara benzetmiş olur, fakat O’nu anlamaktan aciz olduğunu ikrar ederse Allah’ın birliğine iman etmiş olur der. Allah gökleri ve yeri aydınlatandır ayetini baz alıpda; Allah parıldayan nur olarak söylemek caiz değildir, çünkü nur sonuçta bir ışık ve bir renktir. Miraçda Allah’ı Habibi Kibriya Efendimiz(s.a.v) kaş gözüyle değil, kalb gözüyle manen gördü, insan için aynı şey sözkonusu olamaz, ahirette sınırlama olmaksızın açılacak cemal için perdeler, ancak Rabbani alimler bu dünyada basiret gözüyle Allah’ın sıfatlarının tecellilerini temaşa ederler. Yine Rasulü Ekrem; Allah zatını nurlarla perdeledi. Eğer O perdeyi açsaydı zatının nurlarından cümle alem yanardı buyurdu.
Hayatını kibir ve bidatlarla donatmış insana son nefese kadar yakin ilmi açılmaz. Allah(c.c); O kibredenleri katiyyen sevmez buyuruyor(Nahl(16),123). Yine Rabbül Alemin; Yeryüzünde haksız yere kibredenleri ayetlerimizi görmekten ve anlamaktan men edeceğiz. Bu durumda onlar bütün mucizeleri görseler yine iman etmezler.. Onların bu hali, ayetlerimizi yalanlamalarından ve ondan gafil olmalarındandır(A’raf 146) buyuruyor. Kibir boynun kasılması ya da yüzün kırışıp karşısındakini küçük görme şeklinde dışa yansır.
Mukarrebun olabilmenin ilk adımı faziletten ve takvadan geçer, nesebe soya bakılmaz. İmanda ve amelde hiç adım atmamak kuru bir taklitçilik doğurur, kulaktan dolma bilgilerle gününü geçirenlerle bizatihi yakinen gören aynı olur mu? Elbette bir olmaz. Efendimiz(s.a.v); Kulakla duyulan haber, gözle görmek gibi değildir(Hakim) diyor ve devamında;
Allahü Teala Tur-i Sinada Musa(a.s)’a kavminin fitneye düşüp bir buzağıya taptığını haber verdi, Musa o anda oralı olmadı. Ta ki; Tur-i Sinada dönüp gözüyle görünce Tevrat levhaların yere fırlattı(Buhari ) diye buyurdu. Hz. Musa ses ve harf olmaksızın, arada melek olmaksızın ve perdeli olarak Allah’ın kelamını işittiği için kelamullah denilmiştir.Rabbül Alemin; Ve Allah Musa ile vasıtasız konuştu(Nisa/164) buyurdu. Demek ki; işitmek ayrı, görmek ayrı. Allah’ı bilme dediğimiz Marifetullah ilmi normal bir müslümanın yüzlerce fevkin üstünde bir şey. Yeter ki niyetimizi halis tutalım, inşallah tevfik noktasına (niyetimize aldığımızla kulun buluşulması) gelerek azalarımıza dirlik, sabır ve nihayetinde vuslat beraberinde gelecektir. Çünkü yollar sabırla aşılır, bu yol uzun, hem o kadarda ince ve zarif. Bu yolda bize ait diyebileceğimiz hayırda yoktur, her ne var ise güçde takatta O’ndan. Bu yüzden şu fani dünyada kalp kırmaya değmez, sevelim sevilelim işi kolay kılmaya bakalım can boğaza gelmeden. Rasulüllah(s.a.v); Merhamet edinizki merhamet olunasınız. Affedinizki affolunasınız(Heysemi) diye buyuruyor çünkü.
Velhasıl kul hayatını iman üzerine tanzim etmeli vesselam
Din akide üzerine kurulu çünkü, akide olmayınca imanda olmaz. HattaTevhid ilminde ihtilaf etmek bidattir, zahir ilminde hata etmek hoş görülmüş, ama itikadda hata baştan küfürdür. Ancak hata ile söylenen elfaz-ı küfür(küfür sözler) küfre götürmez, ama tevbe etmesi gerekir. Dil sürçmesi ile söylenen küfür sözlerde bu kapsamda değerlendirilir. Birkimse baskıyla , zorla küfür söz söylerse yine kafir olmaz, fakat bir başkasına küfür söz telkininde bulunan küfre girer.
Rabbül Alemin insanın önce itikadına bakar.Can boğaza geldiğinde iman etsen bile ne işe yarar ki?. Çünkü o an ölüm meleği ahiret hallerini gösterip yanıldığını gösterir insana, pişmandır, ama artık geç kalmıştır kurtuluş için.. Hüsnü hatime, yani güzel son, ancak salih imana sahip kullar için. Cehennemden insanı koruyacak tek kurtuluş reçetesi imandır. İman ne alınır ne de satılır, bu yüzden iman en büyük nimettir diyor Arifler. İmamı Azam’ın yanına bir grup inkarcı gelip daha söz söylemelerine fırsat vermeden der ki;
-Şu Dicle Nehrinde bir gemi var. Kendi başına hareket ediyor, sahile yanaşıyor, içine yiyecek, içecek ve bir sürü malzeme dolduruyor, sonra kendi başına yol alıyor, gideceği yerde yükleri boşaltıp geri dönüyor. Siz buna ne dersiniz?
Adamlar:
-Kendi başına bir geminin bunları yaptığı nerde görülmüş, hiç öyle şey olur mu? dediler.
İmamı Azam Ebu Hanife.
- Bir gemi kendi başına bu işleri yapmaya müktedir olamıyorsa, şu koca kainatı kendi
Başına kurulması, hareket etmesi mümkün mü? diye sual edince susmak zorunda kaldılar ve akabinden müslüman oldular. Bediüzzaman’da bu anlamda ; Nasılki bir köy muhtarsız, bir kitap katipsiz, bir bina ustasız, bir ülke sultansız idare edilemiyeceğine göre , şu kainatta elbette sahipsiz ve idaresiz olamaz buyurmuşlardır.
Rabbül Alemin; Size düşünecek bir kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcıda gelmişti. Şimdi tadın azabı, artık zalimler için bir yardımcı yoktur(Fatır,37) buyuruyor. Allah’ tefekkür etmeli, ama nasıl? Allah Rasulü; Allah’ın zatını düşünmeyiniz, O’nu nimetlerin ve yarattığı varlıkları düşününüz. Her ne akla gelir, hayal edilir o Allah değildir buyuruyor. İmam Şafii’de; Bir kimse kendi fikrinde tasavvur ettiği varlığı Rabbi sansa, Yaratıcıyı varlıklara benzetmiş olur, fakat O’nu anlamaktan aciz olduğunu ikrar ederse Allah’ın birliğine iman etmiş olur der. Allah gökleri ve yeri aydınlatandır ayetini baz alıpda; Allah parıldayan nur olarak söylemek caiz değildir, çünkü nur sonuçta bir ışık ve bir renktir. Miraçda Allah’ı Habibi Kibriya Efendimiz(s.a.v) kaş gözüyle değil, kalb gözüyle manen gördü, insan için aynı şey sözkonusu olamaz, ahirette sınırlama olmaksızın açılacak cemal için perdeler, ancak Rabbani alimler bu dünyada basiret gözüyle Allah’ın sıfatlarının tecellilerini temaşa ederler. Yine Rasulü Ekrem; Allah zatını nurlarla perdeledi. Eğer O perdeyi açsaydı zatının nurlarından cümle alem yanardı buyurdu.
Hayatını kibir ve bidatlarla donatmış insana son nefese kadar yakin ilmi açılmaz. Allah(c.c); O kibredenleri katiyyen sevmez buyuruyor(Nahl(16),123). Yine Rabbül Alemin; Yeryüzünde haksız yere kibredenleri ayetlerimizi görmekten ve anlamaktan men edeceğiz. Bu durumda onlar bütün mucizeleri görseler yine iman etmezler.. Onların bu hali, ayetlerimizi yalanlamalarından ve ondan gafil olmalarındandır(A’raf 146) buyuruyor. Kibir boynun kasılması ya da yüzün kırışıp karşısındakini küçük görme şeklinde dışa yansır.
Mukarrebun olabilmenin ilk adımı faziletten ve takvadan geçer, nesebe soya bakılmaz. İmanda ve amelde hiç adım atmamak kuru bir taklitçilik doğurur, kulaktan dolma bilgilerle gününü geçirenlerle bizatihi yakinen gören aynı olur mu? Elbette bir olmaz. Efendimiz(s.a.v); Kulakla duyulan haber, gözle görmek gibi değildir(Hakim) diyor ve devamında;
Allahü Teala Tur-i Sinada Musa(a.s)’a kavminin fitneye düşüp bir buzağıya taptığını haber verdi, Musa o anda oralı olmadı. Ta ki; Tur-i Sinada dönüp gözüyle görünce Tevrat levhaların yere fırlattı(Buhari ) diye buyurdu. Hz. Musa ses ve harf olmaksızın, arada melek olmaksızın ve perdeli olarak Allah’ın kelamını işittiği için kelamullah denilmiştir.Rabbül Alemin; Ve Allah Musa ile vasıtasız konuştu(Nisa/164) buyurdu. Demek ki; işitmek ayrı, görmek ayrı. Allah’ı bilme dediğimiz Marifetullah ilmi normal bir müslümanın yüzlerce fevkin üstünde bir şey. Yeter ki niyetimizi halis tutalım, inşallah tevfik noktasına (niyetimize aldığımızla kulun buluşulması) gelerek azalarımıza dirlik, sabır ve nihayetinde vuslat beraberinde gelecektir. Çünkü yollar sabırla aşılır, bu yol uzun, hem o kadarda ince ve zarif. Bu yolda bize ait diyebileceğimiz hayırda yoktur, her ne var ise güçde takatta O’ndan. Bu yüzden şu fani dünyada kalp kırmaya değmez, sevelim sevilelim işi kolay kılmaya bakalım can boğaza gelmeden. Rasulüllah(s.a.v); Merhamet edinizki merhamet olunasınız. Affedinizki affolunasınız(Heysemi) diye buyuruyor çünkü.
Velhasıl kul hayatını iman üzerine tanzim etmeli vesselam