Çözüldü Buharinin 4 Mezhep İmamı hakkındaki görüşleri

İlim Talebesi

KF Ailesinden
Özel Üye
1-Ebu Hanife

قال البخاري فيه "كان مرجئا سكتوا عنه وعن رأيه وعن حديثه " التاريخ الكبير(8/81)

Buhari , Ebu Hanife'yi kitabında Mürcî olarak değerlendirir.Buharinin Ebu Hanifeye bu eleştirisi Ebu Hanifenin görüşüne göre İmanın artmadığı,azalmadığı ve imanın amelden bir cüz olmadığı görüşünde olduğu içindir.

Bu yüzden Buhari ''Ebu Hanifenin hadisleri ve görüşleri terkedilmiştir'' diyerek hadiste onun zayıf olduğunu söylemiştir.

Ebu Hanifenin Fıkıhta kuvvetli olmasına rağmen hadis ve isnad konusunda zayıf olduğunu söyleyen fakat -ondan hadis alınması konusunda- güvenilir hadisleri naklettiğini dile getiren -Hadis Alimleri- de vardır.

Şafi'nin ve daha birçok Alimin Ebu Hanifeyi fıkıh konusunda övdüğü herkesçe malumdur.

سألت محمد بن إسماعيل البخاري عن أصح الأسانيد فقال: " مالك عن نافع عن بن عمر

2-Malik b. Enes

Buharî'ye göre hadis konusunda en kuvvetli isnad İmam Malik'in Nafi'den onunda İbn Ömerden naklettiği rivayetlerdir.

Dolayısıyla Buhariye göre İmam Malik hadis konusunda kuvvetlidir.

3-İmam Şafii

Buhari, İmam Şafi'den hadis nakletmediği halde onun hakkında olumsuz bir eleştiride bulunmamıştır.Çünkü sened zincirinde Şafi'nin hocalarındanda hadis rivayet etmiştir.Ayrıca Buhari , Sahihinde Şafi'nin 2 tane görüşünü de zikretmiştir.

4-Ahmed b. Hanbel

Buhari sahihinde, İmam Ahmetten 1 hadis rivayet etmiştir.Bu da onu güvenilir olarak gördüğünü gösterir.


(NOT) : Ebu Hanife hakkında

قال ابن المبارك " أفقه الناس أبو حنيفة ما رأيت في الفقه مثله " وعن يحيي القطان قال " لا نكذب الله ما سمعنا أحسن من رأي أبي حنيفة وقد أخذنا بأكثر أقواله " وقال الامام الشافعي " الناس عيال في الفقه على أبي حنيفة " تهذيب التهذيب (04 / 229-230).

A-Ebu Hanife'yi öven Alimler

1- Abdullah b. Mübarek : Fıkıhta Ebu Hanife gibisini görmedim
2-Yahya b. Kattan: Yalan yok , ebu hanifenin görüşlerinden daha iyisini duymadık
3-İmam Şafi : İnsanlar fıkıhta ebu hanifenin iyali(çocukları) gibidir

ve bir kısım daha Ulema onu övmüştür.

B-Ebu Hanife'yi eleştiren Alimler

Ebu Davud'un oğlu İbn Ebu Davud şöyle der : Ebu Hanife’ye saldırı ve onu itham, İslam ümmetinin icma noktalarından biridir: Basra’nın fıkıh imamı Eyyüb es-Sahtiyani onun aleyhinde konuşmuştur.Küfe’nin imamı Süfyan es-Sevri öyle Hicaz bölgesinin imamı Malik bin Enes öyle Mısır’ın imamı Leys bin Sa’d öyle Şam'ın imamı Evzai öyle Horasan’ın imamı Abdullah bin Mübarek öyle Kısacası yeryüzünün her yanındaki İslam uleması onun hakkındaki kanaati menfidir.(İbn Adi el-Kamil fi Zuafair-Rical.8/241)



حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ أَحْمَدَ ، ثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ حَنْبَلٍ ، حَدَّثَنِي مَنْصُورُ بْنُ أَبِي مُزَاحِمٍ ، قَالَ : سَمِعْتُ مَالِكَ بْنَ أَنَسٍ ، وَذُكِرَ أَبُو حَنِيفَةَ ، فَقَالَ : " كَادَ الدِّينَ وَمَنْ كَادَ الدِّينَ فَلَيْسَ مِنْ أَهْلِهِ " .

İmam Malik'in yanında Ebu Hanife zikredildi. O da : ''Dinde kurnazlık yaptı.Dinde kurnazlık yapıp onun ehlinden olmayan kimsedir.'' dedi.

Ravilere baktığımızda tümü Sika(güvenilir)


أَخْبَرَنَا ابن رزق، أخبرنا ابن سلم، حدّثنا الأبار، حدّثنا أبو الأزهري النّيسابوريّ، حَدَّثَنَا حبيب [4] كاتب مالك بن أنس عن مالك بن أنس قال: كانت فتنة أبي حنيفة أضر على هذه الأمة من فتنة إبليس

Bize İbn Rezzak,Bize İbn Selm, Bize El-Abar , Bize Ebul Ezherî En-Nisâbûrî, Bize Habib Bize Malik b. Enes'in Katibi ,

İmam Malik'in şöyle dediğini nakletmiş : Bu Ümmet içinde Ebu Hanife Fitnesi , İblis Fitnesinden daha zararlıdır.(Hatibul Bağdâdî,Târihul Bağdad,396/13)

Bu rivayetin ise ravileri içinde Habib b. Zurayk vardır :
Hadis Alimlerine göre -yalan makinesi olan- bu adam ne hadis ne de rivayet konusunda güvenilir değil. (Mizanul İ'tidal,1/452)

Sonuç olarak şöyle söyliyelim :

Evet O dönem Alimleri Ebu Hanifeyi eleştirdiler/bazı görüşlerinden dolayı eleştirmeleri normal zaten/Çünkü Cumhura muhalefet ettiği noktalar vardı/fakat bu Ebu Hanifenin gerek lehinde gerekse aleyhinde sözler de uydurulmadığı anlamına gelmez/ayrıca onun Alim oluşunu da engellemez/bu işin gerek lehinde gerek aleyhinde şakşakçıları abartanları da vardı oldu da
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

Mukeka

Düzenleyici
Moderator
Özel Üye
İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahimullah Hadis hafızıdır.Bu zaman da onun ilmini sorulamak kimsenin haddine değildir.
Ebû Hanîfe’ye bilimsel yeterliliğiyle ilgili olarak öteden beri bazı suçlamalar yöneltilmektedir. Bu suçlamalar bazen mezhebî taassup ve mezhebinin çok geniş bir kitleye ulaşmasının kıskanılmasından, bazen de takip ettiği metodun yeterince bilinmemesi ve incelenmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede, hadis ve sünnete gereken önemi ve değeri vermede diğer mezhep imamlarından farkı olmamasına rağmen hadis kültürünün yetersiz olduğu, fetvalarını hadis bilgisi olmadan verdiği, sahih hadislerden haberi olmadığı söylenmiştir. Bu kitap, Hz. Peygamber’den gelen rivayetleri kabulde çok titiz davranan Ebû Hanîfe’nin hadisler ve raviler hakkında ileri seviyede donanımlı olduğunu İslam âlimlerinin gözüyle sunmaktadır.

pr_01_743.jpg
pr_01_6382.jpg


Bu eser İmam Azam Ebu Hanife (r.a.)’in hadis ilmindeki mertebesini açıklamak amacıyla kaleme alınmış bir çalışmadır. Ebu Hanife (r.a.), Kitab’a ve Sünnete önem veren ve hadis öğrenme konusunda çaba harcayıp, yolculuklara çıkan bir âlimdi. O, sünnetlere, bunları toplamaya, sünnetin kutsal sınırlarını savunmaya, ona karşı gelen ve ondan uzaklaşmak isteyenlere karşı baskı yapmaya çok önem verirdi. Zira Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetinin başka şeylere tercih ederdi. Ebu Hanife (r.a.) sika olan güçlü ravilere yönelen, rivayette zayıf olanları terk eden ilk âlimdir. Ebu Hanife (r.a.), hadis ve fıkıhtan ayrılmamış, takva ve ibadete devam etmiş ve sonunda dünyanın dört bir tarafında görüşlerine başvurulan bir âlim ve kendisine uyulan bir bilgi sığınağı haline gelmiştir.


Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-‘âlemîn. Vel ‘akıbetü’l müttakîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü ‘alâ seyyidinã ve Nebiyyinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihi ve sahbihî ve ezvâcihî ve’l-muhâcirîne ve’l-ensâr radıyallâhü anhüm ecma‘în. Ve selâmün ‘ale’l-mürselîn vettayyibîne vettâhirine ecmaîn.
Mekânetü’l İmâm A‘zam Ebî Hanîfe fi’l-Hadîs (İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe radıyallâhü anh’in Hadîs İlmindeki Yeri) isimli iş bu mübârek kitabın Misvak Neşriyat adına Berka Ajans tarafından Ağustos 2004’te yapılan birinci baskısı, şimdi bizzat Misvak Neşriyat tarafından yapılmakta ve Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’in istifâdesine arz edilmektedir. Bu vesîleyle mü’min kardeşlerimize “Hatırlat; çünkü hatırlatmak, mü’mine fayda verir” (Zâriyât s. 55) emr-i İlâhî’sine istinâden deriz ki:
Evvelâ: Dalâlete düşmemek için sünnete sarılmak; sünnete sarılmak için de sünneti mutlak müctehîd imâmlardan öğrenmek elzemdir. Bunun te’hiri câiz değildir. Sünnete sarılmak, bizzât Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in kesin emr-i Nebevîleridir.

Ahmed ibn Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Hakîm, Dârimî ve Begavî’de İrbâz bin Sâriye (r.a.)’den rivâyetle şöyle denilir: Resûlullâh (s.a.v.) bir gün sabah namazını kıldırdıktan sonra bize yönelip öyle te’sirli bir va’z ettiler ki ondan kalbler ürperip titredi, gözlerden yaşlar aktı. Bunun üzerine Ashâb (r.a.e.)’den birisi: “Yâ Resûllallâh (s.a.v.)! Bu sanki bir vedâ edicinin va’zıdır, bize neleri tavsiye buyurursunuz?” dedi. Resûlullâh aleyhi’s-selâtü ve’s-selâm: “Ben sizi, gecesi bile gündüz gibi apaydınlık olan bir dîn üzerine bırakmış oluyorum. Benden sonra ancak helâk olacak kimse ondan sapar. Allâh’ın emirlerine karşı gelmekten sakınınız. Başınızda kara bir köle de olsa, âmirinizin emirlerini dinleyiniz ve kendisine itâat ediniz. Sizden, yaşayan kimse, pekçok ihtilâflar, anlaşmazlıklar görecektir. O zaman siz gerek benim sünnetimden bildiğiniz şeylere ve gerekse hidâyete erdirilmiş olan Hûlefâ-yı Râşidîn’in sünnetlerine, canınızı dişlerinize alarak, sımsıkı yapışınız. Sonradan ihdâs edilen (dînde yeri olmayan) şeylerden de sakınınız. Çünkü (dînde olmayan) sonradan ihdâs edilen şeyler bid‘attır. Her bid‘at dalâ-lettir” buyurdular.

Yine Ahmed ibn Hanbel rahîmehullâh Ashâb-ı Kirâm’dan İmran bin Husayn (r.a.)’den şöyle rivâyet eder: “Kur’ân indirildi. Resûlullâh aleyhi’s-selâtü ve’s-selâm da sünnetleri işlemeği sünnet kıldı. Sünnetleri işlemekte bize tâbi olunuz, uyunuz. Vallâhi bunu yap-mazsanız dalâlete düşer, doğru yoldan saparsınız” diye buyurmuştur. (M. Âsım Köksal (r.h.), İslâm’da İki Ana Kaynak Kitâb ve Sünnet, Ank. 1994, 163-164. s.)
Ebû Nu‘aym el-İsfehânî, İmâm Beyhakî, İmâm Suyûtî Hz. Ömer (r.a.)’den rivâyetle Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Allâh’ın Kitâb’ından size herhangi bir hüküm verilirse, onunla amel vâcibdir, terk edildiğinde özür kabûl edilmez. Eğer aradığınız hükmü Allâh’ın Kitâb’ında bulamazsanız benim sünne-time tâbi olunuz. Sünnetimde de o hükme âid bir şey bulamazsanız, Ashâbımın sünnetine sarılınız. Zirâ Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir. Herhangi birinin sünnetine sarılırsanız hidâyete erersiniz. Ashâbımın ihtilâfı da sizin için bir rahmettir.”

Hadîs-i Şerîf’te: “Nebîler ve Resûller müstesnâ Ebû Bekir’den daha fazîletli bir kimsenin üzerine güneş ne doğdu, ne battı” buyuruluyor. İşte Ebû Bekirü’s-Sıddîk (r.a.) Efendimiz: “İslâm’dan başka dîn, Kur’ân-ı Kerîm’den derc edilmiş ahlâktan başka ahlâk, Nebî (s.a.v.)’in yolundan başka doğru yol var mı?… Resûlullâh (s.a.v.) bu ümmeti başıboş ve perîşân ve bâtıla yönelebilecek ve hakkdan gâfil, bakıcısı yok, yedicisi yok mu bıraktı sanırsın? Öyle değil Vallâhi! Rabb Te‘âlâ Hazretleri’nin dergâhına rızâsına cennetine yürümeyi niyâz etmeden önce Allâh’ın rızâsına ve cen-netiyle cemâliyle müşerref olmanın bütün alâmetlerini, şartlarını apaçık ortaya koydu; onları besbelli hâle ge-tirdi; yolları belirledi; durakları ve gidilecek kanalları hazırlayıp ta‘yîn etti ve bu yoldaki bütün kolaylıkları tesbît ve te‘mîn etti.” (Hazreti Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Hz. Ebû Bekirü’s-Sıddîk (r.a.) 119-121. s.)
Mü’minin tek hedefi, Allâhü Te‘âlâ’nın rızâsına er-mek cennet ve cemâl-i bâ-kemâliyle şereflenmektir. Bu da ancak Efendimiz, Kurtarıcımız, Bir ve Birtek Önde-rimiz Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.) Efendimiz’in ve O’nun Yüce Ashâb’ının sünnetlerine uymakla mümkündür. Bunun yolu da sünneti önce hakîkî âlimlerden öğren-mek; öğrendiğini yaşamak; yaşadığını öğretmek ve öğrettiğini de yaşatmaktan geçer.

“Âlimler, Nebîlerin vârisleridir” diye haber verilen ma‘rifetullâh ehli yani âlimibillâh kudsî âlim zâtlardır. Bu Hadîs-i Şerîf’e şu ma‘nâ verilmiştir: “Kim ki Nebîlere vâris ise, ancak âlim odur.” Cenâb-ı Hakk’ı bilmeyene, Cenâb-ı Hakk’tan korkmayıp günâh işleyen kimseye hakîkî âlim denilemez. Âlimibillâh olan, her-hangi bir maddî gâyesi olmaksızın, ücretsiz ve bir men-faat karşılığında olmayarak sâdece Allâh rızâsı için hakk yoluna, Şerîat-ı Mutahhara’nın emirlerine da‘vet eder.
Âl-i İmrân sûresi 110. âyette geçen “hayrü’l-ümmeti”den murâd zâhir ulemâsı değildir; çünkü irs tabiri, pederden evlâda intikal eden maddî (gelir olan) şeylere denir. Zâhir ulemâsının ilmi irsî değil sonradan kazanılmış olandır. Sonradan kazanılmış olan yani vehbî (Allâh vergisi) olmayan bir ilme irsî demek doğru olmaz. Bu sebeble ilmi sonradan kazanmış olan zâhir âlimlerine, Enbiyâların vârisi denilemez. (Hazreti Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Musâhabe 1, 74-75. s.)

Gavsü’l-A‘zam es-Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.) Hazretleri Fethü’r-Rabbanî (İlâhî Armağan) nâm eserinde, defâatle, “Âlimler, Nebîlerin vârisleridir.” Hadîs-i Şerîf’ini şöyle izâh buyururlar: “Ey evlâd! Şunu bil ki: İslâm’a giren müslüman olur. İmân kalbde yer eder o kimse mü’min olur. Sonra yakîn sâhibi olur. Sonra irfân sâhibi olur. Sonra her şeyi Kitâb ve Sünnet’e götürerek amel eder ki o zaman da âlim olur. Îkân (yakîn) sâhibi olmadan hakk ilimlere eremezsin. İslâm Dînî’nin emirlerine boyun eğmeyen emrin esâs sâhiblerine, Allâh ve Resûlü (s.a.v.)’e teslîm olmaz. Evvelâ İslâm ol ve bütün varlığını Allâh’a teslim et. Şerîatin emirlerini hakkıyla yerine getir ve yasaklarından da hakkıyla sakın! Mü’min kimse Allâh’ın nûruyla bakar, bundan dolayı mü’min şeytanı sindirir. Ey Evlâd! İlim hakk erenlerin (ârifibillâh, âlimibillâhların) ağzından öğrenilir ki işte bunlar yakîn, ittikâ ve irfân sâhibi kimselerdir. Bunlar, ihlâsla amel ederler her sözü her hareketini yalnız ve yalnız Allâh ve Resûlü’nün rızâsı için yaparlar. Sen her hâlini Şerîat’e uydurursan, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, kuşun yavrusunu besle-diği gibi seni besler. Âlimler, Peygamberlerin sağında ve solunda yürürler. Peygamberlerin yediğini yer, içtiğini içerler. Peygamberlerden öğrendikleri ilimle amel ettikleri için de onlara vâris olmuşlardır. Bunun için de Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz: “Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir” buyurmuşlardır. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’i, Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e öğreten ve sevdiren; Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine götüren ve onu öğretenler de işte bu ârifibillâh, âlimibillâh olan zâtlardır. Ey evlâd! Akıllı ol! Allâh yolunun bu erlerine karşı edebini iyi takın. Onlar, bölüşülmesi imkânsız kimselerdir. Beldeler onların hürmetine ayakta durur; kullar, onlar için esirgenir; yeryüzü onların şerefine muhâfaza edilir.”

Tek kurtuluş, sünnete sarılmakla mümkün olduğuna göre; bu da bizi Aleyhisselâtü ve’s-selâm Efendimiz’e ve Onun Yüce Ashâbı’na -ki Onlara, Onların sünnetle-rine tâbi olmak da Nebî-yi Ekrem (s.a.v.)’e tâbi olmaktır ki Nebî (s.a.v.)’e tâbi olmak da Allâh’a tâbi olmaktır. (Nisâ s. 80) Ârifibillâh, âlimibillâh olan Ehl-i sünnetin mutlak müctehîd imâmlarından birine tâbi olmakla mümkündür. Hepimizin Onların fıkıhlarını öğrenmek ve öğrendiklerimizle amel ederek Allâh’a kulluk yapmamız ve Nebî-yi Ekrem (s.a.v.)’e ulaşmamız gerekiyor. Bundan başka gidilecek bir yol ve tutunacak dal yok. Ehl-i Sünnet’in mutlak müctehîd imâmlarının baş tâcı da İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (r.a.) Hazretleri’dir. “İmâm-ı A‘zam yani ‘En Büyük İmâm’ rütbesini o yüce zâta, Ehl-i Sünnet imâmları vermişlerdir. Nitekim İmâm-ı Şâfii (r.a.) Hazretleri: “Fıkıh, eser ve ictihâdlarıyla Müslümanların İmâmı Ebû Hanîfe, beldeleri ve insanları ma‘mûr etti. Onun gibisi doğuda, batıda ve Kûfe’de yoktur. İslâm’da fakîh olarak O, Resûllulâh (s.a.v.) ve Halîfeleri’nin sünnetlerini nûrunu bir imâm olarak dünyaya yaydı. Öyle ise Ebû Hanîfe’nin sözlerini inkâr edenlere, Allâh kumların sayısınca la‘net etsin.” (Kasîdetü’l-Tantaranî’den Hocazâde Ahmed Hilmi, Enmûzec-i İmâm-ı A‘zam, İstanbul, 1320 (1902) 20. s.)

İmâm-ı Şâfii rahîmehullâh’ın beyânını “Altının kıy-metini ancak sarrâf bilir” sözünü hatırlayarak iyi düşü-nüp iyice teemmül edelim ve insâf ehli olarak İmâm-ı A’zam (r.a.) hakkında söylenecek bir sözün ne kadar tehlikeli olacağını göz önüne alalım ve “Nas varken, kıyâs olmaz” ve “Benim kıyaslârıma karşılık Ashâb’ın sünnetlerini bulursanız; benim kıyâslarımın hiçbir değeri yoktur, onları çarpın duvara” diye buyuran İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (r.a.) Efendimiz, Ehl-i Sünnet âlim-lerinin beyânı üzere “Hadîs-i Şerîf’lerden, hiç kimsenin göremediği ve sezemediğini görüp sezmiş ve onlardan en ince ma‘naları ve te’villeri bulup çıkartmıştır. Hü-kümlerini de bu çıkardığı ince ma’nalara dayandırmış-tır.”

İşte Hz. İmâm (r.a.) Efendimiz, Hz. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimizin ve O’nun Yüce Ashâbı (r.a.e.) Efendilerimiz’in sünnetini, tedvîn ederek Allâh-ü Teâ-lâ’nın zât-ı âlilerine mahsûs ihsânı lütûf ve keremi sâyesinde kıyâmete kadar bütün zamanlara mekânlara bu sünneti taşıyarak onu tebliğ ve infâz etmişlerdir. Bakara sûresi 30’da meâlen “And olsun ki yeryüzünde emirlerimi tebliğ infâz edecek bir halîfe yaratacağım.” Âyet-i Celîlesi’ne de doğrudan mâsadak olmuşlar. Haz-reti İmâm-ı A’zam (r.a.)’in, her biri âlemlere bedel bin-lerce talebeyi yetiştirip dünyanın dört bir yanına gön-derdiklerini ve onlar vâsıtasıyla Sün-net-i Seniyye’nin nasıl teblîğ ve infâz edildiğini İmâm-ı Kerderi Rahîmehullâh’ın İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.)’in Menkîbeleri isimli kitâbından lütfen okuyunuz. Başta Hz. İmâm-ı A‘zam (r.a.) Efendimiz’in ve talebelerinin şefâatlerini Allâh-ü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden taleb ediyoruz.

İşte Muhterem Mürebbimiz Büyüğümüz Ömer Mu-hammed Öztürk, bildiğimiz ve şâhid olduğumuz kada-rıyla, 1969’da Muhterem Mürebbileri Sâhibü’z-Zaman Hazreti Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.) tarafından MTTB’de “İslâmî bir gençlik yetiştirmekle vazîfelendirilmelerinden itibaren bizleri, hep fıkıh öğ-renmeğe ve öğrendiklerimizi de yaşamağa ve yaşadık-larımızı da öğretmeğe yönlendirmişlerdir.” İmâm-ı A‘zam (r.a.) Hazretleri’ne oradan Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.) Hazeratı’na ve “O hidâyet yıldızları”ından da Resûl-i Kibriyâ, İki Cihânın Güneşi, Âlemlere Rahmet Habîb-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’e yönlendirmişler ve götürmüşlerdir. Bu uğurda gece gündüz demeden hiçbir inceliği gözden kaçırmadan, yorulmadan, ara vermeden maddesini ma’nasını ve ömr-ü azîzlerini ve bütün maddî kazançlarını ve sermâyelerini fîsebîlillâh bu yola akıtmışlardır ve Hazreti İmâm-ı A‘zam (r.a.) Efendi-miz’i bu Ümmet-i Muhammed’e öğretmek için sancak açmışlar, neşriyat yoluyla bu sancağı kırk (40) küsür yıldır sırât-ı müstakîm üzere hedefe taşımaktadırlar. Allâhü Te‘âlâ zât-ı âlilerine sağlık ve âfiyet ihsân bu-yursun ve kendilerini başımızdan eksik etmeyip adedlerini çoğaltıp bu Ümmet-i Muhammed’e ihsân buyursun ve Zât-ı âlîlerinden bizleri dünya ve âhirette ayırmasın. (Âmin!…) Zât-ı âlîlerinin hedefi, kendilerine tâbi olanları Cenâb-ı Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.) Hazretle-ri’ne götürmektir.

Hadîs-i Şerîf’te: “İnsanlara teşekkür etmeyen, hak-kıyla Allâh’a şükretmiş olmaz” diye buyrulmaktadır. Bu Nebî-yi Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in emr-i şerîflerine, imtisâlen bizleri ve Ümmet-i Muhammed’i Sünnet-i Seniyye’ye kılavuzlayan, bunun yolunun da İmâm-ı A‘zam (r.a.) Hazretleri’ne sarılmak olduğunu yıllardır ifâde eden ve bu değişmez gerçeği teblîğ eden bunun için İmâm-ı A‘zam (r.a.) serisi ve 20 ciltlik Hadîslerle Harefî Fıkhı külliyâtını Ümmet-i Muhammed’in hizmetine sunan Muhterem Mürebbîmiz, Büyüğümüz olan Zât-ı âlileri’ne sonsuz ta‘zim ve teşekkürlerimizi bildirmeği borç biliriz.
Sa‘y ve gayret bizden tevfîk Allâhü Te‘âlâ’dandır.
(1431 Cemâziye’l Âhir – 2010 Mayıs)
Misvâk Neşriyat
 
Moderatörün son düzenlenenleri:

İlim Talebesi

KF Ailesinden
Özel Üye


Talebe: "Mü'min zina edince, başından gömleğinin çıkarıldığı gibi, îmanı da çıkarılır, sonra tevbe edince îman kendisine iade edilir"(Bkz, Ebû Davud, es-Sûnne 15; et-Tirmizi, el-îman 11.) hadisini rivayet eden kimseler için ne dersiniz?'' diye soruyor.

Ebu Hanife rh'da şöyle cevap veriyor : ''Onların rivayet ettikleri bu haber Kur'ân'a terstir.'' diyerek bu rivayeti reddediyor.

(Kaynak : Ebu Hanifenin eseri El-Alim ve'l Muteallim)

Yukardaki hadisi Buhari,Müslim,Tirmizi ve Ebu Davud sahih isnadlarla nakletmiştir.Hadis Alimlerinin Çoğunluğu bu rivayeti kabul etmiştir.


Ebu Hanife dışındaki Üç Mezhep İmamı da bu rivayeti kabul eder.

Ebu Hanife bu görüşünde tek kaldığı için bu görüşü Cumhur(Çoğunluk) tarafından kabul edilmemiştir..

Hadis , Cumhura (Alimlerin Çoğunluğu)'na göre şöyle tevil edilmiştir : Bu kimsenin imanı gerçek manada gitmiş sayılmaz.Kemalî manada gitmiş sayılır.Yani imanının kamil kısmı ve nuru gider.Kamil manada imanlı sayılmaz.Doğru olan görüş de budur.Dolayısıyla bu hadis Kurana da ters değildir.Bu görüş Hadis Alimlerinin tümünün ve Fukahanın çoğunluğunun görüşüdür.


Hadisin Ravilerine tek tek bakalım

أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ : Ahmed b. Meni' : Hadis Hafızları bu Ravi'nin güvenilir olduğunu söylemiştir.
عبيدة بن حميد :Ubeyde b. Humeyd : Bu ravide Hadisçiler indinde güvenilirdir.
الْأَعْمَشُ : A'meş : Tabiin devrinde yaşayan Güvenilir bir ravi ve Alim bir Muhaddistir.
أَبُو صَالِحٍ السَّمَّانُ : Ebu Salih Es-Semman : Tabiindendir.Güvenilir bir Alim ve Sahabelerle görüşen bir Ravidir.
أَبِي هُرَيْرَةَ : Ebu Hureyre : Sahabenin Hadis Alimlerinden ve Fetva Ehlindendir

Bu şekliyle 5 ravi senediyle naklediliyor.Ravilerin tümü Sahihin Ravileridir.Tümü güvenilirdir.

Hadisin Metni

''Zina eden kişi mü’min olduğu halde zina etmez. Hırsızlık eden de mü’min olarak hırsızlık edemez ama tevbe ettiği takdirde tevbesinin kabulü umulur''


Manası : İmanı kamil olan kimse Zina ve Hırsızlık fiilini yapmaz.

مَعَ إِجْمَاعِ أَهْلِ الْحَقِّ عَلَى أَنَّ الزَّانِيَ وَالسَّارِقَ وَالْقَاتِلَ وَغَيْرَهُمْ مِنْ أَصْحَابِ الْكَبَائِرِ غَيْرِ [ ص: 314 ] الشِّرْكِ لَا يَكْفُرُونَ بِذَلِكَ

Ehli Hakkın İcmasına göre , Bir kimse Şirk dışında Zina ve Hırsızlık yapmışsa Kafir olmaz.
 
Üst