Bu yazı 3 Mart 09 tarihli olmasına rağmen etkisinden birşey kaybetmiş değil
Gecen cuma Beyazıt Meydanı’nda gözüme ilişen en anlamlı pankart sanırım şuydu: “Hamas İstanbul’u savunuyor, farkında mısınız?”
Bu pankart insana neler düşündürmez ki…
Bir an filmlerdeki patlama efekti ile başlayan geri dönüşler gibi 90 yıl öncesine gittim.
Hani o 1 milyon 600 bin kayıpla çıktığımız 1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı yıllarına…
Cephelerdeki şehit sayısına bakar mısınız, ne çok şey anlatıyor;
Çanakkale: 101.000 (Hasta, Kayıp ve Yaralılarla 253.896)
Kafkasya: 270.000
Irak/Körfez: 220.000
Arabistan/Yemen/Filistin: 280.000
Mısır/Kanal: 280.000
Acem: 20.000
Rumeli: 60.000
Yani bugün adı “Arap” toprakları konulan cephelerde verdiğimiz şehit, Çanakkale, Kafkasya, Acem ve Rumeli’de verdiğimiz kayıpların iki katı: 770 bin…
Bu sayının sadece 30 bini 9 Kasım 1917’de düşen Kudüs savunmasında…
1917 baharında 1. ve 2. Gazze savaşlarında ise İngilizleri iki kez geri püskürtmüşüz.
Fakat bütün bu direniş ve şehitlere rağmen 1918 sonbaharında Filistin’in tamamen İngiliz işgaline girmesine engel olamamış, Kudüs’ü 400 yıl aradan sonra hüzünle terk etmişiz.
***
Öte yandan…
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün cephelerden Anadolu’ya çekilmiş, burada ise 1919-1922 yılları arasındaki Kurtuluş Savaşı’ında toplam 9 bin 117 şehit vermişiz. (Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, cilt; 1).
Düşünün…
Anadolu’da 9 bin iken Rumeli’de 60 bin…
Anadolu’da 9 bin iken Kafkasya’da 270 bin…
Anadolu’da 9 bin iken Irak, Filistin, Yemen, Hicaz ve Mısır’da 770 bin insanımızı toprağa gömmüşüz.
Daha 1911-12 yıllarındaki Trablusgarb (Libya), Adriyatik denizi, Kızıldeniz, boğaz ve Ege adalarındaki savaşlar buna dahil değil…
Rakamlar işin büyüklüğünü göstermesi bakımından dehşet vericidir.
Bu rakamlar neyi gösteriyor?
Sakın “Onlar Osmanlı’ydı biz Cumhuriyetiz” gibi “zevzek” ayrımlar yapmayasınız. O cephelerde Mustafa Kemal’den İsmet İnönü’ye, Enver Paşa’dan Fevzi Çakmak’a hepsi vardı…
Bu rakamlar, bize, asıl nerede kaybettiğimizi göstermiyor mu?
***
…
Çünkü…
Aslında savunulan tek bir ülke, tek bir coğrafya, tek bir aidiyet, tek bir haysiyet!
Gazze’ye bomba yağdırmakla, İstanbul’a bomba yağdırmak arasında ne fark var? 90 yıllık tarih farkından başka tek bir mantıklı gerekçe söyleyin.
Bağdat’ı işgal etmekle, Urfa’yı, Antep’i, Maraş’ı işgal etmek arasında ne fark var?
Medine’yi savunmakla, Kars’ı, Edirne’yi, Kırım’ı, Yemen’i savunmak arasında hiçbir fark yok!
9 bin Anadolu’ya 270 bin Kafkasya’ya…
9 bin Anadolu’ya, 770 bin Mısır’a, Irak’a, Hicaz’a, Yemen’e, Filistin’e can gömmüşüz.
Bunları unutacakmıyız sanıyorlar?
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı/ Düşün altında binlerce kefensiz yatanı” derken Akif, nereleri kastediyor dersiniz?
“Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli/Ebedi yurdumun üstünde benin inlemeli” derken Akif, hangi yurttan bahsediyor sanıyorsunuz? Sadece Edirne ile Kars arasından mı?
Bu yurt ezeli ve ebedi bir yurttur.
Bu yurt ontolojik ve kozmik bir yurttur, sınırları yoktur.
Bu yurt üzerinde ebediyen ezan okunan her yerdir.
Birbirinden kuvvet alarak; “toprağın ruhundan” ve “kitabın kavlinden” güç olarak her dem yeniden doğar.
Dün kırmızı beyazdır, bugün yeşil, beyaz, siyah.
Dün Fahrettin Paşa’dır, bugün İzzettin Kassam.
Rumeli’den Kafkasya’ya, Anadolu’dan Filistin’e bir aidiyetin, haysiyetin ve varoluşun adıdır.
BOP değil; Evrensel Adalet ve Barış Yurdu (Daru’s-selam) der kitabın kavli buna. (Yunus; 10/25)
***
Bu uyduruk sınırların hepsi bir gün kalkacak!
Hz. Peygamber’in rüyası gerçekleşecek: Bu koca ülkenin bir ucundan bir ucuna bir kadın yalnız başına yürüyecek ve Allah’tan başka kimseden korkulmadığını görecek!
Hz. Süleyman’ın hülyası gerçek olacak: Evrensel Adalet ve Barış Yurdu (Daru’s-Selam) ilelebet kurulacak!
Hz. İbrahim’in kuşları toplanacak: Parça parça ayrı tepelerde olsalar bile “Kalkın/birleşin” diye bir ses duyulacak ve hepsi yuvalarına dönecek, birleşecek, yekvucut olacak!
Enver’in intikamı çetin olacak: İngiliz’in/Rus’un dipçiği bumerang gibi kendi karnını deşecek!
Cemaleddin’in layihası bedenlenecek: Sinek olsak, vızıltımız, Atlantiği sele boğacak!
***
Cebeli Tarık’tan Orta Asya içlerine, Kırım’dan Yemen’e Namık Kemal’in deyişi ile “Asumani heykeller gibi” sereserpe yerlere serilmiş şu coğrafyayı dolaşın…
Akif’in tabiriyle ot basmış evler, yıkık damlar, işgaller, feryatlar, acılar, ızdıraplar, üstüne üstlük “gaza namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar” görecekseniz, evet…
Tarihten çekilmiş bir dünya, rüzgarı dinmiş bir din, yenilmiş bir uygarlık, kalbura dönmüş bir coğrafya, güneşi doğmayan bir gök, yıldızları parıldamayan bir sema görecekseniz, evet…
İbn Haldun’un tabiriyle üstünden “ümran rüzgarı dönmüş” beldeler, İkbal’in tabiriyle “göç katarları toplanmış” diyarlar görecekseniz, doğru…
Ama değil mi ki her bir köşesinde şehitler yatıyor ve değil mi ki şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara…
Değil mi ki ot basmış evlerde mahzun kalsa da… Göç katarları toplanmış diyarlarda mehcur olsa da… Şii mescitlerinden Sunni camilerine bir Kitap hala elden ele dolaşıyor.
Değil mi ki düşülen yerden bir de bakıyorsun HAMAS’lar doğuyor. Yeni Fahrettin Paşa’lar, Cemaleddinler, Enverler , Akifler, İkballer, Kassamlar, Şeriatiler çıkıyor.
O zaman ümit var demektir.
Bu Kitap bir gün üzerimize serilmiş bu ölü toprağını atacak.
Körler görecek, sağırlar duyacak, çamurdan bir kuş, Allah’ın izni ile üfürünce kanat çırpıp uçacak… Yani Bu Kitap çamurlara batmış bir halkı ayağa kaldıracak, gözlerini açacak, kulaklarının pasını silecek…
Bu toprak münbit…
Suyu bol, gübresi sağlam. Sakın kimse çöl, bozkır diye bakmasın.
Lozan’dan sonra bize 100 yıl lazımdı, o da doluyor.
Ey işbirlikçi İngiliz uşakları! Ey gerici Arap rejimleri! Ey petrol şeyhi taslakları! Ey HAMAS’ı ezsin diye Siyonistlere ellerini ovuşturarak Bel’am duaları eden entarili saray mollaları! Toprağın altı nasıl kaynayacak, toprağın üstü nasıl gürleyecek, o zaman göreceksiniz.
Gazze ile İstanbul’un, Diyarbakır’la Kerkük’ün, Kırım’la Yemen’in nasıl görünmez hatlarla birbirine bağlı olduğunu, bunun demiryolu hatlarından daha sağlam örüldüğünü, tek bir ruhun nasıl bedenleneceğini o zaman anlayacaksanız.
Ne zaman? Kiminle? Nasıl? mı diyorsunuz?
Heyhat! Göçtü kervan… türküsü mü çığırıyorsunuz?
“Geldikleri gibi giderler” dedik birazı kurtulmadı mı?
“Aldıkları gibi verirler” var sırada.
“Yıktıkları gibi yıkılırlar” var sonra.
Allah’ın günlerine inanın.
HAMAS’ın İstanbul’u savunduğunu fark edin önce.
alıntı
Gecen cuma Beyazıt Meydanı’nda gözüme ilişen en anlamlı pankart sanırım şuydu: “Hamas İstanbul’u savunuyor, farkında mısınız?”
Bu pankart insana neler düşündürmez ki…
Bir an filmlerdeki patlama efekti ile başlayan geri dönüşler gibi 90 yıl öncesine gittim.
Hani o 1 milyon 600 bin kayıpla çıktığımız 1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı yıllarına…
Cephelerdeki şehit sayısına bakar mısınız, ne çok şey anlatıyor;
Çanakkale: 101.000 (Hasta, Kayıp ve Yaralılarla 253.896)
Kafkasya: 270.000
Irak/Körfez: 220.000
Arabistan/Yemen/Filistin: 280.000
Mısır/Kanal: 280.000
Acem: 20.000
Rumeli: 60.000
Yani bugün adı “Arap” toprakları konulan cephelerde verdiğimiz şehit, Çanakkale, Kafkasya, Acem ve Rumeli’de verdiğimiz kayıpların iki katı: 770 bin…
Bu sayının sadece 30 bini 9 Kasım 1917’de düşen Kudüs savunmasında…
1917 baharında 1. ve 2. Gazze savaşlarında ise İngilizleri iki kez geri püskürtmüşüz.
Fakat bütün bu direniş ve şehitlere rağmen 1918 sonbaharında Filistin’in tamamen İngiliz işgaline girmesine engel olamamış, Kudüs’ü 400 yıl aradan sonra hüzünle terk etmişiz.
***
Öte yandan…
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün cephelerden Anadolu’ya çekilmiş, burada ise 1919-1922 yılları arasındaki Kurtuluş Savaşı’ında toplam 9 bin 117 şehit vermişiz. (Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, cilt; 1).
Düşünün…
Anadolu’da 9 bin iken Rumeli’de 60 bin…
Anadolu’da 9 bin iken Kafkasya’da 270 bin…
Anadolu’da 9 bin iken Irak, Filistin, Yemen, Hicaz ve Mısır’da 770 bin insanımızı toprağa gömmüşüz.
Daha 1911-12 yıllarındaki Trablusgarb (Libya), Adriyatik denizi, Kızıldeniz, boğaz ve Ege adalarındaki savaşlar buna dahil değil…
Rakamlar işin büyüklüğünü göstermesi bakımından dehşet vericidir.
Bu rakamlar neyi gösteriyor?
Sakın “Onlar Osmanlı’ydı biz Cumhuriyetiz” gibi “zevzek” ayrımlar yapmayasınız. O cephelerde Mustafa Kemal’den İsmet İnönü’ye, Enver Paşa’dan Fevzi Çakmak’a hepsi vardı…
Bu rakamlar, bize, asıl nerede kaybettiğimizi göstermiyor mu?
***
…
Çünkü…
Aslında savunulan tek bir ülke, tek bir coğrafya, tek bir aidiyet, tek bir haysiyet!
Gazze’ye bomba yağdırmakla, İstanbul’a bomba yağdırmak arasında ne fark var? 90 yıllık tarih farkından başka tek bir mantıklı gerekçe söyleyin.
Bağdat’ı işgal etmekle, Urfa’yı, Antep’i, Maraş’ı işgal etmek arasında ne fark var?
Medine’yi savunmakla, Kars’ı, Edirne’yi, Kırım’ı, Yemen’i savunmak arasında hiçbir fark yok!
9 bin Anadolu’ya 270 bin Kafkasya’ya…
9 bin Anadolu’ya, 770 bin Mısır’a, Irak’a, Hicaz’a, Yemen’e, Filistin’e can gömmüşüz.
Bunları unutacakmıyız sanıyorlar?
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı/ Düşün altında binlerce kefensiz yatanı” derken Akif, nereleri kastediyor dersiniz?
“Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli/Ebedi yurdumun üstünde benin inlemeli” derken Akif, hangi yurttan bahsediyor sanıyorsunuz? Sadece Edirne ile Kars arasından mı?
Bu yurt ezeli ve ebedi bir yurttur.
Bu yurt ontolojik ve kozmik bir yurttur, sınırları yoktur.
Bu yurt üzerinde ebediyen ezan okunan her yerdir.
Birbirinden kuvvet alarak; “toprağın ruhundan” ve “kitabın kavlinden” güç olarak her dem yeniden doğar.
Dün kırmızı beyazdır, bugün yeşil, beyaz, siyah.
Dün Fahrettin Paşa’dır, bugün İzzettin Kassam.
Rumeli’den Kafkasya’ya, Anadolu’dan Filistin’e bir aidiyetin, haysiyetin ve varoluşun adıdır.
BOP değil; Evrensel Adalet ve Barış Yurdu (Daru’s-selam) der kitabın kavli buna. (Yunus; 10/25)
***
Bu uyduruk sınırların hepsi bir gün kalkacak!
Hz. Peygamber’in rüyası gerçekleşecek: Bu koca ülkenin bir ucundan bir ucuna bir kadın yalnız başına yürüyecek ve Allah’tan başka kimseden korkulmadığını görecek!
Hz. Süleyman’ın hülyası gerçek olacak: Evrensel Adalet ve Barış Yurdu (Daru’s-Selam) ilelebet kurulacak!
Hz. İbrahim’in kuşları toplanacak: Parça parça ayrı tepelerde olsalar bile “Kalkın/birleşin” diye bir ses duyulacak ve hepsi yuvalarına dönecek, birleşecek, yekvucut olacak!
Enver’in intikamı çetin olacak: İngiliz’in/Rus’un dipçiği bumerang gibi kendi karnını deşecek!
Cemaleddin’in layihası bedenlenecek: Sinek olsak, vızıltımız, Atlantiği sele boğacak!
***
Cebeli Tarık’tan Orta Asya içlerine, Kırım’dan Yemen’e Namık Kemal’in deyişi ile “Asumani heykeller gibi” sereserpe yerlere serilmiş şu coğrafyayı dolaşın…
Akif’in tabiriyle ot basmış evler, yıkık damlar, işgaller, feryatlar, acılar, ızdıraplar, üstüne üstlük “gaza namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar” görecekseniz, evet…
Tarihten çekilmiş bir dünya, rüzgarı dinmiş bir din, yenilmiş bir uygarlık, kalbura dönmüş bir coğrafya, güneşi doğmayan bir gök, yıldızları parıldamayan bir sema görecekseniz, evet…
İbn Haldun’un tabiriyle üstünden “ümran rüzgarı dönmüş” beldeler, İkbal’in tabiriyle “göç katarları toplanmış” diyarlar görecekseniz, doğru…
Ama değil mi ki her bir köşesinde şehitler yatıyor ve değil mi ki şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara…
Değil mi ki ot basmış evlerde mahzun kalsa da… Göç katarları toplanmış diyarlarda mehcur olsa da… Şii mescitlerinden Sunni camilerine bir Kitap hala elden ele dolaşıyor.
Değil mi ki düşülen yerden bir de bakıyorsun HAMAS’lar doğuyor. Yeni Fahrettin Paşa’lar, Cemaleddinler, Enverler , Akifler, İkballer, Kassamlar, Şeriatiler çıkıyor.
O zaman ümit var demektir.
Bu Kitap bir gün üzerimize serilmiş bu ölü toprağını atacak.
Körler görecek, sağırlar duyacak, çamurdan bir kuş, Allah’ın izni ile üfürünce kanat çırpıp uçacak… Yani Bu Kitap çamurlara batmış bir halkı ayağa kaldıracak, gözlerini açacak, kulaklarının pasını silecek…
Bu toprak münbit…
Suyu bol, gübresi sağlam. Sakın kimse çöl, bozkır diye bakmasın.
Lozan’dan sonra bize 100 yıl lazımdı, o da doluyor.
Ey işbirlikçi İngiliz uşakları! Ey gerici Arap rejimleri! Ey petrol şeyhi taslakları! Ey HAMAS’ı ezsin diye Siyonistlere ellerini ovuşturarak Bel’am duaları eden entarili saray mollaları! Toprağın altı nasıl kaynayacak, toprağın üstü nasıl gürleyecek, o zaman göreceksiniz.
Gazze ile İstanbul’un, Diyarbakır’la Kerkük’ün, Kırım’la Yemen’in nasıl görünmez hatlarla birbirine bağlı olduğunu, bunun demiryolu hatlarından daha sağlam örüldüğünü, tek bir ruhun nasıl bedenleneceğini o zaman anlayacaksanız.
Ne zaman? Kiminle? Nasıl? mı diyorsunuz?
Heyhat! Göçtü kervan… türküsü mü çığırıyorsunuz?
“Geldikleri gibi giderler” dedik birazı kurtulmadı mı?
“Aldıkları gibi verirler” var sırada.
“Yıktıkları gibi yıkılırlar” var sonra.
Allah’ın günlerine inanın.
HAMAS’ın İstanbul’u savunduğunu fark edin önce.
alıntı