'Bizi aldatan bizden değildir'

YİĞİDO

Üye
Kademeli
'Bizi aldatan bizden değildir'
31 Temmuz 2011 Pazar 07:31
Hayat pratiği ve benzer durumlardan birinin, diğerini anlama açısından sağladığı imkânlar, başlıktaki hadis mealini akla getirdi.
İnsan ilk anda, "Neden 'aldatan' demekle yetinmeyip, 'bizi aldatan' denilmiş?" sorusuna takılıyor. Biraz ince düşünüp, "kim söylemiş, kime söylemiş ve hangi makamda söylemiş" gibi söze kıymet kazandıran unsurlar açısından bakınca, "bizi" kaydının orada ne kadar manidar düştüğü daha iyi anlaşılıyor.
Evvela, mümince tavrın genel çerçevesini belirleyen iki ayeti hatırlayalım:
Muhammed (sas), Allah'ın resulüdür. Onun (sas) maiyetinde olanlar kendi aralarında son derece merhametli, küffar karşısında ise son derece şedit ve aşılmaz bir sur gibidirler. (Fetih, 29)
Ey iman edenler! Dininden dönenleriniz olursa, Allah (cc) bir kavim getirir. Allah (cc) onları sever. Onlar da Allah'ı sever. Müminler karşısında zillet denecek kadar alçak gönüllü, ama küffar karşısında son derece izzetlidirler. Kınayıcıların kınamalarına aldırmaksızın Allah yolunda mücâhede ederler. İşte bu Allah'ın fazlıdır ve onu dilediğine verir. Allah, her şeyi kuşatan ve bilendir. (Maide, 54)
Küffar, yani her türlü nimetle perverde edildiği halde nankörlük edenler. Hakkı bildiği halde karalayıp, batılı hak yerine ikame etmek isteyenler. Yani insanlığı kökten aldatanlar, gerçekten sağlam, sert ve sarsılmayan, kararlı bir tavrı ve o tavrın gerektirdiği fiili yaptırımları hak ediyorlar.
Eğer bir zümre bu vazifeyi üstlenir, her türlü kınama, karalama, aşağılanma ve bunun gibi bilumum içtimai baskıları göğüsleyerek üstesinden gelmeye ahdederse, o topluluk içinde yer alanların son derece güvenilir olması lazım gelir.
Bir parantez açıp, "emin" olmanın, peygamberlerin temel vasıflarından olduğunu hatırlayalım. Sonra da soralım: Birbirinden emin olmayanlar, küffar karşısında Çin Seddi gibi durabilir mi?
Sonra da güvenmek ve güvenilir olmak ile birbirine karşı alçak gönüllü ve mütevazı olmak arasında nasıl bir ilişki olduğunu düşünmeye çalışalım.
Aldatma, münferit bir ahlaki mesele olduğu kadar, gruplar, milletler ve devletlerarası bir meseledir aynı zamanda. Münferit ahlaki bir mevzu olarak aldatma ne kadar mezmum ise savaşta taktik ve stratejinin temelini oluşturması bakımından o kadar memduh ve kaçınılmazdır. Harp hiledir.
Devletlerarası münasebetlerde taktik ve stratejiler biraz daha incelerek, medenileşir. Sonra diplomasi adı altında lacivert urbalara bürünerek salonlarda arzı endam eder. Söz, belağatle birleşip öyle bir sihre bürünür ki, normal şartlarda asla kabul etmeyip, savaşacak devletler, savaş sebebi gördükleri meselelerde gülerek imzaları atarlar. Böylece savaşsız bir değişim başlar.
Efendimiz (sas), fertleri en mükemmel ahlaki seviyeye ulaştırmak kadar, nankör ve insanları batılla oyalamak üzere, dolap üzerine dolap çevirenlerin hilelerini başlarına geçirecek basiretli hamleleri de talim etmek durumundaydı. Mesela bir Mekke fethi, strateji ve diplomasinin en nadide örneklerine sahne olmuştur. Aldatma gibi ahlaken çirkin bir şeyin, hayatını aldatma üzerine kuranları bile hakka taşımakta nasıl değerlendirilebileceği orada fiilen gösterilmiştir. Ve her şeyi yerli yerine koyan Efendiler Efendisi (sas), dünyayı değiştirmeye ahdedenlerin bir noktaya dikkatini çekiyor. Aldatmanın bir yeri vardır. Eğer, mümin o yeri de ahlakileştirecekse, "Bizi aldatanın bizden olamayacağını" unutmayacaktır.
Zaman
 
Üst