Tevhidi yaşam
Tecrübeli
İmam Şatıbî, bid’ati şöyle tarif etmektedir:
… bid’at “Allah’a daha çok ibadet etmek maksadıyle girilen ve sonradan ortaya konulan dini görünümlü bir yol’ dan ibarettir. Bu tarif, örf ve âdetleri bid’at anlamının dışında tutanların görüşüne göre yapılan bir tariftir. Bunlar bid’at kavramının içine sadece ibadetleri dahil etmektedirler. Günlük hayatla ilgili amel ve davranışları da bid’at kavramının içine dahil edenlerin görüşüne gelince onlar derler ki:
“Bid’at, sonradan ortaya konulan dini görünümlü bir yol olup, dini yola hangi maksatla girilirse o yola da aynı maksatla girilir.”
Bu tarifteki kelimelerin açıklanması gerekir. Yol kelimesi, üzerinde gidilmek için sınırları çizilen yer demektir. Ancak bu yol din ile kayıtlanmıştır. Çünkü bid’at, dinde icad edilen ve sahibi tarafından dine ilave edilen bir şeydir. Şayet özellikle dünya işleriyle ilgili bir konuda sonradan icad edilmiş bir yol olsaydı buna “bid’at” denilmezdi. Meselâ daha önce olmayan fabrikalar ve beldeler kurmak gibi.
… bid’atin en önemli özelliği Şâriin [Şeriat koyucunun] belirlediği sınırların dışına çıkan bir şey olmasıdır. Bu kayıtla, sarf ve nahiv ilmi, lügat ilmi, usulü fıkıh, usulü din ve şeriate hizmet eden diğer ilimler gibi dini ilgilendiren şeylerden ilk bakışta sonradan uydurulmuş gibi görülen her şey bid’at kavramının dışına çıkar. Çünkü bu ilimler ilk dönemlerde mevcut olmasalar da asılları şeriatte mevcuttur….
Bid’atin tarifinde geçen “dini görünümlü yol” tabiri gerçekte öyle olmadığı halde şer’i yola benzeyen, hatta aşağıda sıralanacağı üzere pek çok yönden şeriate aykırı bir yol demektir:
Şeriatte olmayan sınırlar koymak bunlardan birisidir. Mesela bir kimsenin hiç oturmadan ayakta, gölgelenmeden güneşte durarak, kendini ibadete vererek ve sebepsiz yere sadece belli şeyleri yiyerek ve giyerek oruç tutmayı adaması gibi.
Şeriate aykırı yönlerden bir diğeri, topluca tek bir ağızdan zikir yapmak ve Hz. Peygamber’in (s.a) doğduğu günü bayram yapmak gibi muayyen şekillere ve keyfiyetlere bağlı kalmaktır.
Bunlardan birisi de şeriatte buna dair herhangi bir belirleme olmadığı halde muayyen ibadetleri hep muayyen vakitlerde yapmaktır. Meselâ Şaban ayının 15. günü devamlı oruç tutmak ve o geceyi ibadetle geçirmek gibi.
Sonra bid’atin meşru/şer’i şeylere benzer yönleri de vardır. Şayet bid’at, meşru şeylere benzememiş olsaydı bid’at olmazdı. Çünkü o zaman onlar günlük hayatla ilgili amel ve davranışlar olurdu.
Yine bid’atçi onu sünnete benzetmek için yapar. Böylece o, bununla başkasına sünnet işliyormuş izlenimini verir ya da işlediği bid’at kendisine sünnetmiş gibi gelir. Çünkü insan meşru olana benzemeyen bir şeyin peşinden gitmek istemez. Böyle bir bid’ati işlemekle her hangi bir yarar elde edemez, herhangi bir zararı gideremez ve başkaları da onun peşinden gitmez.
Bu sebeple bid’atçinin hayırlı insanlar içindeki makam ve mevkii bilinen bir şahsa uyduğunu iddia ederek de olsa meşru gibi görünen şeylerle bid’atini desteklediğini görürsün….
“Allah’a daha çok ibadet etmek maksadıyle girilen bir yoldur”, sözü de bid’atin manasını tamamlar. Çünkü bid’ati meşrulaştırmaktaki maksat budur….
Bu kayıtla birlikte günlük hayatla ilgili amel ye davranışların bid’at kapsamına girmediği artık anlaşılmıştır. İbadet maksadı güdülmediği halde şer’i olana benzeyen, bu isimlendirmenin dışında kalır. Meselâ mal veya başka bir şey üzerinden muayyen nisbette ve muayyen miktarda ödenmesi zorunlu cezalar, zekatların ödenmesine benzediği halde (ibadet maksadı olmadığı için) bid’at diye isimlendirilemezler.
İmam Şatıbî, konuyla ilgili görüşlerini şöyle özetlemektedir:
Hz. Peygamber’in (s.a) ölmeden önce din ve dünya işi konusunda ihtiyaç duyulan her şeyi açıkladığı kesindir. Bu konuda ehl-i sünnet arasında farklı görüşte olan hiç kimse yoktur.
Hal böyle olunca bid’atçi sanki lisan-ı hal ile şöyle der gibidir:
“Şeriat tamam olmamıştır. Şeriatta telâfi edilmesi/düzeltilmesi gereken şeyler vardır veya bunlar düzeltilse daha iyi olur.”
Çünkü o şeriatın hiçbir yönden eksiğinin olmadığına, tam ve mükemmel olduğuna inanmış olsaydı bid’at çıkarmaya ve onu düzeltmeye kalkışmazdı. Böyle bir şey söyleyen kimse sırat-ı müstakimden sapmış olur.
… bid’at “Allah’a daha çok ibadet etmek maksadıyle girilen ve sonradan ortaya konulan dini görünümlü bir yol’ dan ibarettir. Bu tarif, örf ve âdetleri bid’at anlamının dışında tutanların görüşüne göre yapılan bir tariftir. Bunlar bid’at kavramının içine sadece ibadetleri dahil etmektedirler. Günlük hayatla ilgili amel ve davranışları da bid’at kavramının içine dahil edenlerin görüşüne gelince onlar derler ki:
“Bid’at, sonradan ortaya konulan dini görünümlü bir yol olup, dini yola hangi maksatla girilirse o yola da aynı maksatla girilir.”
Bu tarifteki kelimelerin açıklanması gerekir. Yol kelimesi, üzerinde gidilmek için sınırları çizilen yer demektir. Ancak bu yol din ile kayıtlanmıştır. Çünkü bid’at, dinde icad edilen ve sahibi tarafından dine ilave edilen bir şeydir. Şayet özellikle dünya işleriyle ilgili bir konuda sonradan icad edilmiş bir yol olsaydı buna “bid’at” denilmezdi. Meselâ daha önce olmayan fabrikalar ve beldeler kurmak gibi.
… bid’atin en önemli özelliği Şâriin [Şeriat koyucunun] belirlediği sınırların dışına çıkan bir şey olmasıdır. Bu kayıtla, sarf ve nahiv ilmi, lügat ilmi, usulü fıkıh, usulü din ve şeriate hizmet eden diğer ilimler gibi dini ilgilendiren şeylerden ilk bakışta sonradan uydurulmuş gibi görülen her şey bid’at kavramının dışına çıkar. Çünkü bu ilimler ilk dönemlerde mevcut olmasalar da asılları şeriatte mevcuttur….
Bid’atin tarifinde geçen “dini görünümlü yol” tabiri gerçekte öyle olmadığı halde şer’i yola benzeyen, hatta aşağıda sıralanacağı üzere pek çok yönden şeriate aykırı bir yol demektir:
Şeriatte olmayan sınırlar koymak bunlardan birisidir. Mesela bir kimsenin hiç oturmadan ayakta, gölgelenmeden güneşte durarak, kendini ibadete vererek ve sebepsiz yere sadece belli şeyleri yiyerek ve giyerek oruç tutmayı adaması gibi.
Şeriate aykırı yönlerden bir diğeri, topluca tek bir ağızdan zikir yapmak ve Hz. Peygamber’in (s.a) doğduğu günü bayram yapmak gibi muayyen şekillere ve keyfiyetlere bağlı kalmaktır.
Bunlardan birisi de şeriatte buna dair herhangi bir belirleme olmadığı halde muayyen ibadetleri hep muayyen vakitlerde yapmaktır. Meselâ Şaban ayının 15. günü devamlı oruç tutmak ve o geceyi ibadetle geçirmek gibi.
Sonra bid’atin meşru/şer’i şeylere benzer yönleri de vardır. Şayet bid’at, meşru şeylere benzememiş olsaydı bid’at olmazdı. Çünkü o zaman onlar günlük hayatla ilgili amel ve davranışlar olurdu.
Yine bid’atçi onu sünnete benzetmek için yapar. Böylece o, bununla başkasına sünnet işliyormuş izlenimini verir ya da işlediği bid’at kendisine sünnetmiş gibi gelir. Çünkü insan meşru olana benzemeyen bir şeyin peşinden gitmek istemez. Böyle bir bid’ati işlemekle her hangi bir yarar elde edemez, herhangi bir zararı gideremez ve başkaları da onun peşinden gitmez.
Bu sebeple bid’atçinin hayırlı insanlar içindeki makam ve mevkii bilinen bir şahsa uyduğunu iddia ederek de olsa meşru gibi görünen şeylerle bid’atini desteklediğini görürsün….
“Allah’a daha çok ibadet etmek maksadıyle girilen bir yoldur”, sözü de bid’atin manasını tamamlar. Çünkü bid’ati meşrulaştırmaktaki maksat budur….
Bu kayıtla birlikte günlük hayatla ilgili amel ye davranışların bid’at kapsamına girmediği artık anlaşılmıştır. İbadet maksadı güdülmediği halde şer’i olana benzeyen, bu isimlendirmenin dışında kalır. Meselâ mal veya başka bir şey üzerinden muayyen nisbette ve muayyen miktarda ödenmesi zorunlu cezalar, zekatların ödenmesine benzediği halde (ibadet maksadı olmadığı için) bid’at diye isimlendirilemezler.
İmam Şatıbî, konuyla ilgili görüşlerini şöyle özetlemektedir:
Hz. Peygamber’in (s.a) ölmeden önce din ve dünya işi konusunda ihtiyaç duyulan her şeyi açıkladığı kesindir. Bu konuda ehl-i sünnet arasında farklı görüşte olan hiç kimse yoktur.
Hal böyle olunca bid’atçi sanki lisan-ı hal ile şöyle der gibidir:
“Şeriat tamam olmamıştır. Şeriatta telâfi edilmesi/düzeltilmesi gereken şeyler vardır veya bunlar düzeltilse daha iyi olur.”
Çünkü o şeriatın hiçbir yönden eksiğinin olmadığına, tam ve mükemmel olduğuna inanmış olsaydı bid’at çıkarmaya ve onu düzeltmeye kalkışmazdı. Böyle bir şey söyleyen kimse sırat-ı müstakimden sapmış olur.