Bediüzzaman İmam Gazaliyi Beğenmiyormu?

  • Konuyu başlatan Kayıtsız Üye
  • Başlangıç tarihi
K

Kayıtsız Üye

Ziyaretçi
selamun aleyküm
geçenlerde bir arkadaşımdan duymuştum, bediüzzaman imam gazalinin kitaplarını beğenmiyor mu ki okumuyor diyorlarmış, buna da bir cevap varmış bediüzzaman dan nedir acaba bilen varmıdır?
 

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Ve aleyküm selâm....
Asla ve kat'a. Kesinlikle böyle bir şey söz konusu değildir, olamaz da. Bediüzzaman hazretleri her fırsatta defalarca Gazâli (k.s) ve benzerlerini medh etmiştir.Aşağıdaki satırlar bunlardan sadece biridir. Nette Risâle-i Nûr Külliyatları ,arama motorları ile mevcûttur. Hangisine isterseniz bakabilirsiniz. Gazâli yazarak aratırsanız tamamını görebilirsiniz.
Aşağıdaki paragraflar bunlardan sadece bir kaçıdır:

(Tevhidin bir bürhan-ı nâtıkı olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm risâlet ve velâyet cenahlarıyla, yani kendinden evvel bütün enbiyânın tevâtürle icmâlarını ve ondan sonraki bütün evliyânın ve asfiyânın icmâkârâne tevâtürlerini tazammun eden bir kuvvetle, bütün hayatında, bütün kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip, ilân etmiş ve âlem-i İslâmiyet gibi geniş, parlak, nurânî bir pencereyi, mârifetullâha açmıştır. İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbânî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylânî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiyâ ve sıddîkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar. Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var mı? Ve onu ittiham edip, bu pencereden bakmayanın aklı var mı? Haydi, sen söyle. S.)

(İşte bu hâle giriftar olanlar, mizan-ı şeriatı elde tutmak ve usulü'd-din ulemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibi muhakkıkîn-i evliyanın talimatlarını rehber etmek gerektir. Ve daima nefsini itham etmektir. Ve kusurdan, acz ve fakrdan başka nefsin eline vermemektir. Mek.)


(Eskişehir'de aynı böyle bir vehim oldu. Cevap verdiğim ve Mucizat-ı Ahmediye Risalesini gösterdiğim zaman taaccüple karşıladılar. Eğer mâbeynimizde dünyevî bir cemiyet olsaydı, bu derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemâl-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek, nasıl ben ve biz, İmam-ı Gazâli ile irtibatımız var, kopmuyor; çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor. Aynen öyle de, bu mâsum ve sâfî ve hâlis dindarlar, benim gibi bir bîçareye İmân derslerinin hatırı için bir kuvvetli alâka göstermişler. Ondan bu asılsız, mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini vermiş.

Son sözüm:
b171.gif
-1-


Mevkuf,
haps-i münferitte
Said Nursî Şualar)



(İki gün evvel sorgu hâkimi beni çağırdığı vakit, ben kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazâli'nin Hizbü'l-Masûn'unu açtım. Birden bu âyetler nazarımda göründü........Ş.)

Gördüğünüz gibi bu iddialara delil olabilecek en ufak bir emare yok.Eğer siz bulursanız tekrar bize yazın mütâlâ edelim...
Fakat, Üstad hazretlerinin tabiriyle "Eski Said yeni Said'e inkilâb etmeden önceki dönemde, bütün bu alimlerin eserlerini okumuş, daha sonra sadece Kur'ân-ı Kerîm'i rehber edinmesi gerektiğinde karar kılmış ve bunu şu şekilde ifade etmiştir:

(BİRİNCİ NOKTA: Kırk elli sene evvel, Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikatü'l-hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü, aklı, fikri hikmet-i felsefiyeyle bir derece yaralıydı, tedavi lâzımdı. Sonra, hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı, câzibedar bir hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbânî de ona gaybî bir tarzda "Tevhid-i kıble et" demiş. Yani, "Yalnız bir üstadın arkasından git"
b423.gif


O çok yaralı Eski Said'in kalbine geldi ki, "Üstad-ı hakikî Kur'ân'dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur" diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ıGazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur'ân'ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ
b425.gif
* hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said'in Risale-i Nur'uyla göstermiş.

İKİNCİ NOKTA: Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) ve İmam-ıGazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, herşeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said Yeni Said'e inkılâp etmiş. Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu'le, Lem'alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde, fakat dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.
M.N)

Konunun devamı için:
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2295



Bir de şu mesele var ki, ahir zamanın bir hassasıdır ki, şimdi dalalet cehaleten değil,ilim ve fenden geliyor. Dolayısıyla insanlar her duyduğu ve gördüğü şeylerde delil ve ispat istiyor. Bu ise eski alimlerin kitaplarından ziyade Risâle-i Nur'da mevcuttur. Üstat hz. bunu ise şu şekilde beyan etmiştir:

(Bir suale cevap olarak yazdığım bir fıkrayı, size de faydası olur ihtimaliyle beyan ediyorum:

Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalaa eden bir kısım zatlar taraflarından soruldu:
"
Risaletü'n-Nur'un verdiği zevk ve şevk ve İmân ve iz'ân onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?"

Elcevap: Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri imanın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı İmân sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu has müminlere ve fertlere hitap ederler; bu zamanın dehşetli taarruzunu defedemiyorlar.

Risaletü'n-Nur ise, Kur'an'ın bir manevi mucizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlarla imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilaç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.

O divanlar derler ki: "
Veli ol, gör; makamata çık, bak, nurları, feyizleri al."

Risaletü'n-Nur ise der: "
Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar."

Hem Risaletü'n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve halistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevi-i dalâlet karşısında tek başıyla galibâne mukabele eder.

Hem Risaletü'n-Nur sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misilli yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.
K.L)
 
Üst