Amelin özü

<<sevde>>

Deneyimli Üye
Üye
AMELİN ÖZÜ
Herkes bir sürü iş peşinde.. Bu itlerin herbiri insan hayatının çeşitli yönlerine bakar. Ailesine, çocuklarına, anne-babasına, muhit ve milletine, memleketin sanayiine, ziraat ve tekniğine. Daha yüzlerce yöne...
Yapılan bu işlerden her biri ya hoştur, geçerlidir, değer ifade eder; yahut nâhoştur, kalptır, değer ifade etmez.
Bu hesapla öyleler vardır ki, hayatı boyunca koşup durmuş, tehlikelere atılmış, şehitlerin gazilerin önüsıra cephelerde bulunmuş, fakat asla mesafe alamamıştır. Niceler vardır ki, Allah'a kulluk uğrunda, her türlü meşakkat ve huşunete, hem sıcak döşeğini, sıcak yuvasını terk etme pahasına katlanmıştır amma, iğne boyu yol almamıştır. Ve öyleler de vardır ki, az meşakkat, küçük bir gayret ve bir-iki adımda aşılmazları aşmış "Kavs-ı urûç" yapıyor gibi kemalin zirvesine sıçrayıvermiş.
İşte bu noktada kemmiyet bütün materyalleriyle keyfiyete teslim olur. Az, çoktan daha çok; çok, azdan daha değersiz hâle gelir. Zerre ton olur; ton zerre seviyesine düşer. Bir an, bütün bir ebediyet âleminin sümbüllenmesine vesile olur; altmış sene Cennet'e bir kerpiç olamaz. Demek işin içinde büyük bir şey var; donuk tavırlara hayat veriyor, canlı görünen çok şeyi de kadavralar hâline getiriyor.
Anlatılanlardan doğan esrarla, bu meselenin akıl almaz bir şey ve yapılacak işlerin de insan için imkânsız olduğunu sanma! Bu işe nereden girileceğini, yolculuğun nasıl biteceğini ve sefer esnasında da nazara arz edilen şeylerin ma’nâsını kavramakla, kolaylardan daha kolay, hattâ yeme–içme rahatlığı içinde müsbet hâle gelir ve yapılır. Onun için "Uzaktır, fakat uzaklığı helezoniktir; yakındır, fakat zikzağı pek çoktur." şeklinde bir ifade ile bunu dile getirmek muvafık olacaktır.
İşte, pek çokları bu bir adımın yarısında boğulma ve bir kısım bahtiyarlar da ayağı ıslanmadan koskoca deryayı, üstü tozlanmadan uçsuz-bucaksız çölü geçme gibi bir garabet olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsanoğlu kendinden kaçtığı, düşünce ve duygularına yabancı kaldığı, kendini tanımayıp, kâlbine girip çıkandan habersiz yaşadığı müddet, azı çok etme sırrını keşfedemiyecektir.
Hatim sayılarıyla Allah kelâmına hürmeti, gece-gündüz yaptığı evrad u ezkârla nurlanmasını, şeklî zikirlerle sâfîleşmeyi, cihad ettiğini sanmakla ulvileşmeyi, anladığını sandığı ma'rifet dersiyle, Hakk’a mahbub olma pâyesine erdiğini sanan niceler vardır ki, insanların en talihsizi ve şeytanın mel'abesidirler.
Özü de sözü kadar ihlaslı büyük Muhlis: "Ben günde yetmiş defa Estağfirullah derim" buyuruyor. Hangi zahir^ı sürçme içindir bu? Hayır asla! O her an mazhar olduğu arşiyelerinde başdöndürücü bir süratle mesafeleri katedişinde, umum saliklere ve gölge arşiyecilere, yüzlerce makamda, yüzlerce tehlikenin kâlb ve kafayı istilâsına karşılık "Estağfirullah"ı siper yapmayı talim buyuruyordu. Ama bu, kâlbinden haberdar olarak yaşadığı zaman, insanın anlayabileceği bir mevzu olur. Yoksa içine girip çıkanı bilmeyen nadanlar; şu güzel bahçenin cahil seyircileri oldukları gibi bu meselenin de seyircisi kalacaklardır.
"Arz ve semaya sığmam" diyen Hakk'ın "Kenzi" bilinen kâlb; İlâhî feyizlerin mevce mevce gelip aksettiği ve yaratıcının bakıp bakıp oraya göre değer verip yükselttiği ve gene oranın durumuna göre pek çoklarını huzurundan attığı kudsî bir evdir ki, bir anı bir sürü tecellisi ile süslü, dudağı tevhidle tebessümlüdür. O, oraya her an bakarsa, nasıl sen bigâne kalırsın?
Seni onunla ölçer, tartarsa, sen nasıl mizansız yaşarsın? Her türlü hissiliğin, peşinciliğin ifadesi davranışlarını temyiz edebilmen, gönlünü yaşamanla kabildir. Ona ayak uydurduğun takdirde, ne kitapları devredişin, ne evrad u ezkâr kitaplarını devamlı hatmedişin, kâlbine pas bırakmayacaktır. "Bir hayli okudum, vazifemi yaptım. Rüşte erdim. Bu büyük hizmetle parsayı topladım" gibi müzahraf düşünceler; erâcif, parola ile girilen bu kâlbe girmeye yol bulamayacaktır. Esasen, sana ben dedirten işlerin sebep ve neticelerini düşünsen, şahsî iktidarınla yüzde birinin dahi altından kalkamayacağını anlayacaksın. Hele vesile olduğun kötülüklerin sana ait olduğunu görmekle, yerin dibine girmek isteyeceksin.
Evet, sen çok şeylere mazharsın... Etrafı çepeçevre güzelliklerle donatılmış, yapraklar arasında gonca, en yüksek dallar üzerinde çiçek ve saraylarda bir şah gibisin; fakat bunlar sana, ihtiyacının çokluğundan, fakrının had safhada oluşundan, ihtimam gösterilmediği takdirde ezilip mahvolacağından, bir ihsan eli tarafından karşılıksız verilmiş şeylerdir. Binaenaleyh, bu nimetlerle O'nun hesabına övünmen gerekirken, kendini satmaya vesile kılman, menşe-i gaflet büyük bir nankörlüktür.
Benlikle köşe kovalamaca oynayan insan, her köşe başında kendine verilen şeyleri, kendisinden gidip kabule mazhar olan şeyleri, hakkındaki takdir ifadelerini ve nefsin güzelliklere sahip çıkmasını, kâlbî hayat inbiğinden geçirmezse bir muvazenesizlikle gayre ait şeyleri gasb, elde olmayan şeyler hakkında da dilenci durumuna düşmüş olur. Yokta, varlık cengi yapılır, havada su dövülür...
Baştan aşağıya bahşişler, elin yetmediği, gücün çatmadığı insanlarla ayakta duran sen, iskeletine gelip çarpan ve kopup ondan ayrılan, göklerin derinliklerine doğru bir tül gibi alıp uçuran ve toprak gibi ayaklar altında bırakan duygu ve düşüncelerle kendini kontrol mizanına tâbi tutarsan, arenada hasmını yenmiş, arslanlara, kaplanlara, meydan okumuş bir glâdyatör gibi alabildiğine şımarmış bir edâ ile tam kılıcını kaldıracağın anda, Hakk'ın hissesini Hakk'a, seninkini de sana vererek "Kul oldum, kul oldum" diyeceksin.
Büyük kumandan Tarık, zaferi sonunda krala ait hazinelerin bulunduğu yere girerek, o baha biçilmez altınların, incilerin üstüne ayağını koyarak zaferden sonra ikinci adımın nereye atılacağının hesabını yapmıştı. "Tarık! Evvelki gün bir köle idin, dün kumandan, bugün de fatih oldun. Dikkat et, yarın da toprağın altına gireceksin" diyerek krallara lâyık bir hayatın eşiğinde iken, izbede yatmaya karar verir.
"Mezarımı bir-iki talebemden başkası bilmesin. Hakk bana büyük kurtuluş gününü göstermesin, zira nefsime bir hisse ayırabilirim" düşüncesi öylesine kâlbî, öylesine içten ve o denli yüksektir ki, ne üstteki misaller ne de Kartaca'lıları yenen Roma'lı kumandan Çenzo'nun, kralın tahttan indiren endişeli bakışlarına karşılık her şeyi tepip köyüne ve çiftine dönmedeki samimiyeti buna nisbeten pek küçük kalır.
Servetini yağma edip, hiçlik ve yokluk üzerine tahtını kuran saf ruh; öylesine silinmişti ki, ona dikkatle bakmayan, iç âlemini kaplayan maddesine saplanır kalır. Ne o ruhtaki ateşten dalgaları sezebilir, ne de zerresinde güneşlerin kol gezdiğini görebilir. Çünki kuru üzüm çubuğu olduğunu hâliyle öylesine aksettirmiş ki, onu gerçekten tanımayanların, bir bakıma böyle olduğunu sanmaları normal sayılabilirdi.
Gül bitirmek için toprak olmalı, insan yetiştirmek için gene toprak olmalı, Cennet'e ehil hâle gelmek için gene toprak olmak lâzımdır.
Allah'ım bizi bize bildir; Bizi yolunda öldür. Âlemlerin özüne ulaştırıp adsızlar, sonsuzlarla beraber eyle...
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
yüreğine kalbine sağlık
069d09eff010ec69abb8c2117501c8c0.gif


ALLAH RAZI OLSUN ÇOK GÜZELDİ...
 
Üst