Allah'ın yaratılanlar arasında üçyüzleri, beşyüzleri, kırkları vardır, hadislerinin kaynağı nedir?
a) İbn Mesud’dan nakledilen “Allah’ın yaratılanlar arasında üçyüz’leri vardır. Onların kalpleri Âdem’in kalbi üzeredir…” manasındaki hadis rivayeti için bk. Aclunî, Keşful-hafa,1/33.
b) İbn Ömer’den nakledilen “Ümmetimin her asırdaki seçkinleri beş yüz tanedir. Ebdâllar ise kırktır…” manasındaki rivayet için bk. Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 1/ 8 ; Kenzu’l-Ummal, h. no:34591
c) “Ebdâl kırk adam kırk kadındır. Her ne zamân bir adam ölse Allah onun yerine başka bir adam getirir. Her ne zaman da bir kadın ölse Allah onun yerine bir kadın getirir" hadisi için bk. Deylemi, 1/119-120/h.no: 405; el-Hallal, Keramatu’l-Evliya,1/1; Kenzu’l-Ummal, h. no: 34597.
Esasen, tasavvuftaki ricâlu’l-gayb telakkîsinin temel dayanağını, abdâl hadisleri olarak ifade edilen birtakım rivayetler oluşturmaktadır. Ancak bu hadislerin sıhhat dereceleriyle ilgili farklı görüşler dile getirilmiş, bazıları genel bir kaide olarak bu konudaki hadisleri mevzû veya zayıf olarak değerlendirmiş, bazıları da bu hadislerin tariklerinin çok olması nedeniyle kuvvet kazandığını hatta manevî mütevatir derecesine çıktığını belirtmişlerdir.
Zerkeşi ve Acluni gibi diğer bazılarına göre ise, değişik yollardan geldikleri için birbirini takviye edip Hasen mertebesine çıkabilirler. (bk. Aclunî, Keşfu’l-hafa,1/32-34)
Kettânî, Ebdal ile ilgili bu rivayetlerin, tariklerinin çok olması nedeniyle manevî mütevatir derecesine çıktığını belirtmiştir. (Kettânî, Nazmu’l-Mutenasir, s. 220)
Ebû Davud şârihi Azimabadî, bu tür hadislerin güvenilir olduğunu söylemiştir. (Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bud, XI, 378)
Âlûsî de ricâlu’l-gayb ile ilgili hadisler konusunda şu yorumu yapmaktadır:
“Bu hadisler sahabe ve tâbiûn tarafından çok kişiden rivayet edilmiştir. Fakat bazıları bunu inkâr etmiş bazıları da kabul etmiştir. Kabul edenlerin görüşü daha doğrudur. Ben de bu işin esasını henüz öğrenmemekle birlikte kabul edenlerdenim.” (1446 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c. XI, s. 178)
Netice itibarıyla ricâlu’l-gayb ile ilgili hadisler hakkında farklı değerlendirmeler olsa da, sûfilerin eserlerinde, yalan söylemeleri düşünülemeyen pek çok insandan ricâlu’l-gaybın ruhuna uygun sözler ve onlarla ilgili başlarından geçen olaylar anlatılmaktadır.
Diğer taraftan Ricâlu’l-Gayb telâkkisinin, tasavvuf ilminin dikkat çekici, anlaşılması güç konularından biri olduğu muhakkaktır. Bu nedenledir ki bu anlayışın dindeki yeri bugüne kadar hep tartışıla gelmiştir. Manevî âlemin kendine has yasaları çerçevesinde mütâlaa edilen ricâlu’l-gayb anlayışı, çoğu kimsenin tasavvufla ilgili nazarî ya da amelî olarak ihtisas sahibi olmamaları nedeniyle, anlama ve okuma hatalarına düştükleri çetrefilli bir konudur.
Dolayısıyla tasavvuf ilminin konu edindiği birçok alanda görüldüğü gibi ricâlu’l-gayb anlayışı üzerinde de geçmişten günümüze bazı yüzeysel değerlendirmeler ve bunların sonucunda ortaya çıkan yorumlama hataları görülmektedir.
Her ne kadar tasavvuf alanında uzman olmayan kişiler tarafından ricâlu’lgayb anlayışına birtakım eleştiriler getirilse de, tasavvuf alanında önder olan, Gazâlî, İbnü’l-Arabî, Mevlânâ, İmâm-ı Rabbânî, İsmail Hakkî-i Bursevî, Ahmed Ziyâuddîn-i Gümüşhânevî gibi sûfi müellifler başta olmak üzere ricâlu’l-gayb telâkkîsinin sûfi ve mutasavvıflar tarafından benimsendiği ve savunulduğu görülmektedir.
Özellikle ricâlu’l-gaybın varlıklar üzerinde tasarruf edişi, iyi anlaşılması gereken temel noktalardan biridir. Tasavvufta uzman olmayan alandışı kişiler, tasavvuftaki kozmik yetki ya da tasarruf konusunu tam olarak anlayamadıkları için, başta kutub olmak üzere ricâlu’l-gaybı ilâh olarak algılama yanlışına düşmekte ve böylelikle de ricâlu’l-gayb telâkkîsine karşı çıkmaktadırlar. Hatta bazen de eleştirilerin dozunu kaçırmaktadırlar.
Halbuki varlıkta mutlak tasarruf sadece Allah’a ait olup, ister melek ister kutub olsun, hiçbir mahlûkât ilâh olamaz. Zaten tasavvufta da böyle bir iddia asla görülmemiştir. Fakat Allah, tasarruf için melek ve insan dâhil çeşitli vasıtalar kullanır.
Dolayısıyla ricâlu’l-gayb, evrendeki düzenin işleyişinde vasıta konumundadırlar.
Anlaşılan o ki, ricâlu’l-gayb ve benzeri konuların tam olarak idrak edilebilmesi, ancak aklın ve duyuların ötesinde birtakım manevî mertebelere ulaşmakla ve tasavvufî tecrübeye sahip olmakla mümkündür.
Bu nedenle konunun en doğru şekilde anlaşılması, bu manevî tecrübeleri bizzat yaşamaya bağlıdır. Bu yüzden bu konuda yorum ve değerlendirmeler yaparken, meseleye kısır bir bakış açısıyla yaklaşmak yerine daha geniş bir perspektiften bakılması gerektiği kanaatindeyiz. (bk. Atlı, Ahmet, Tasavvufta Ricâlu’l-Gayb, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011, Yayınlanmamış Doktora Tezi)
Kaynak:http://www.sorularlaislamiyet.com/s...rklari-vardir-hadislerinin-kaynagi-nedir.html
a) İbn Mesud’dan nakledilen “Allah’ın yaratılanlar arasında üçyüz’leri vardır. Onların kalpleri Âdem’in kalbi üzeredir…” manasındaki hadis rivayeti için bk. Aclunî, Keşful-hafa,1/33.
b) İbn Ömer’den nakledilen “Ümmetimin her asırdaki seçkinleri beş yüz tanedir. Ebdâllar ise kırktır…” manasındaki rivayet için bk. Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 1/ 8 ; Kenzu’l-Ummal, h. no:34591
c) “Ebdâl kırk adam kırk kadındır. Her ne zamân bir adam ölse Allah onun yerine başka bir adam getirir. Her ne zaman da bir kadın ölse Allah onun yerine bir kadın getirir" hadisi için bk. Deylemi, 1/119-120/h.no: 405; el-Hallal, Keramatu’l-Evliya,1/1; Kenzu’l-Ummal, h. no: 34597.
Esasen, tasavvuftaki ricâlu’l-gayb telakkîsinin temel dayanağını, abdâl hadisleri olarak ifade edilen birtakım rivayetler oluşturmaktadır. Ancak bu hadislerin sıhhat dereceleriyle ilgili farklı görüşler dile getirilmiş, bazıları genel bir kaide olarak bu konudaki hadisleri mevzû veya zayıf olarak değerlendirmiş, bazıları da bu hadislerin tariklerinin çok olması nedeniyle kuvvet kazandığını hatta manevî mütevatir derecesine çıktığını belirtmişlerdir.
Zerkeşi ve Acluni gibi diğer bazılarına göre ise, değişik yollardan geldikleri için birbirini takviye edip Hasen mertebesine çıkabilirler. (bk. Aclunî, Keşfu’l-hafa,1/32-34)
Kettânî, Ebdal ile ilgili bu rivayetlerin, tariklerinin çok olması nedeniyle manevî mütevatir derecesine çıktığını belirtmiştir. (Kettânî, Nazmu’l-Mutenasir, s. 220)
Ebû Davud şârihi Azimabadî, bu tür hadislerin güvenilir olduğunu söylemiştir. (Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bud, XI, 378)
Âlûsî de ricâlu’l-gayb ile ilgili hadisler konusunda şu yorumu yapmaktadır:
“Bu hadisler sahabe ve tâbiûn tarafından çok kişiden rivayet edilmiştir. Fakat bazıları bunu inkâr etmiş bazıları da kabul etmiştir. Kabul edenlerin görüşü daha doğrudur. Ben de bu işin esasını henüz öğrenmemekle birlikte kabul edenlerdenim.” (1446 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c. XI, s. 178)
Netice itibarıyla ricâlu’l-gayb ile ilgili hadisler hakkında farklı değerlendirmeler olsa da, sûfilerin eserlerinde, yalan söylemeleri düşünülemeyen pek çok insandan ricâlu’l-gaybın ruhuna uygun sözler ve onlarla ilgili başlarından geçen olaylar anlatılmaktadır.
Diğer taraftan Ricâlu’l-Gayb telâkkisinin, tasavvuf ilminin dikkat çekici, anlaşılması güç konularından biri olduğu muhakkaktır. Bu nedenledir ki bu anlayışın dindeki yeri bugüne kadar hep tartışıla gelmiştir. Manevî âlemin kendine has yasaları çerçevesinde mütâlaa edilen ricâlu’l-gayb anlayışı, çoğu kimsenin tasavvufla ilgili nazarî ya da amelî olarak ihtisas sahibi olmamaları nedeniyle, anlama ve okuma hatalarına düştükleri çetrefilli bir konudur.
Dolayısıyla tasavvuf ilminin konu edindiği birçok alanda görüldüğü gibi ricâlu’l-gayb anlayışı üzerinde de geçmişten günümüze bazı yüzeysel değerlendirmeler ve bunların sonucunda ortaya çıkan yorumlama hataları görülmektedir.
Her ne kadar tasavvuf alanında uzman olmayan kişiler tarafından ricâlu’lgayb anlayışına birtakım eleştiriler getirilse de, tasavvuf alanında önder olan, Gazâlî, İbnü’l-Arabî, Mevlânâ, İmâm-ı Rabbânî, İsmail Hakkî-i Bursevî, Ahmed Ziyâuddîn-i Gümüşhânevî gibi sûfi müellifler başta olmak üzere ricâlu’l-gayb telâkkîsinin sûfi ve mutasavvıflar tarafından benimsendiği ve savunulduğu görülmektedir.
Özellikle ricâlu’l-gaybın varlıklar üzerinde tasarruf edişi, iyi anlaşılması gereken temel noktalardan biridir. Tasavvufta uzman olmayan alandışı kişiler, tasavvuftaki kozmik yetki ya da tasarruf konusunu tam olarak anlayamadıkları için, başta kutub olmak üzere ricâlu’l-gaybı ilâh olarak algılama yanlışına düşmekte ve böylelikle de ricâlu’l-gayb telâkkîsine karşı çıkmaktadırlar. Hatta bazen de eleştirilerin dozunu kaçırmaktadırlar.
Halbuki varlıkta mutlak tasarruf sadece Allah’a ait olup, ister melek ister kutub olsun, hiçbir mahlûkât ilâh olamaz. Zaten tasavvufta da böyle bir iddia asla görülmemiştir. Fakat Allah, tasarruf için melek ve insan dâhil çeşitli vasıtalar kullanır.
Dolayısıyla ricâlu’l-gayb, evrendeki düzenin işleyişinde vasıta konumundadırlar.
Anlaşılan o ki, ricâlu’l-gayb ve benzeri konuların tam olarak idrak edilebilmesi, ancak aklın ve duyuların ötesinde birtakım manevî mertebelere ulaşmakla ve tasavvufî tecrübeye sahip olmakla mümkündür.
Bu nedenle konunun en doğru şekilde anlaşılması, bu manevî tecrübeleri bizzat yaşamaya bağlıdır. Bu yüzden bu konuda yorum ve değerlendirmeler yaparken, meseleye kısır bir bakış açısıyla yaklaşmak yerine daha geniş bir perspektiften bakılması gerektiği kanaatindeyiz. (bk. Atlı, Ahmet, Tasavvufta Ricâlu’l-Gayb, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011, Yayınlanmamış Doktora Tezi)
Kaynak:http://www.sorularlaislamiyet.com/s...rklari-vardir-hadislerinin-kaynagi-nedir.html