ALLAH YOLUNDA CİHAD
Yapılması icabeden her iş, alaka gösterilmeye başlanıldıktan bir müddet sonra, taravetini ve orijinalliğini kaybedip ülfet, ünsiyet ve alışkanlık nazarı altında cazibesini de yitirir.
Zaferlerin, muvaffakiyetlerin, ihtişamın sarhoşluğu ile zevk, safa ve tembelliğe dolmanın kötü sonuçları İslâm dünyası'nın her yerinde çok acı olarak yaşanmıştır. İslâm dünyası'nın sükutu, İslâm mütefekkirlerinin fikren ve kâlben ölmesi; muhteşem saraylar, devasa kubbeler ve revnekdar şadırvanların yükselmesi; rakkaseler, sazendeler ve cümbüşler ile gece-gündüz bitevi eğlenilmesi; sanat ve zevk uğruna işlenen cinayetlerledir.
Orta Asya'dan kalkıp Avrupa ve Afrika'ya akın akın giden kavimlerin gerisin geriye dönüşleri; bağlı oldukları ruhu terkedip, yağmacılık zihniyetine dönüşlerinin neticesidir.
Hazret-î Muhammed Efendimiz'in inkilâbının esasını teşkil eden "cihanları fethetme" duygusunun kaybedilmesi: Muvaffak olup, dünyanın krallığını elde ettiği zaman bile ızdıraplı günlerinden daha müreffeh yaşamama; dünyanın fena ve zevalini görüp nefsi ile benliğinin temayüllerine uymama; ahirete ait ümitler ve emeller ile Baki olan Allah'a müteveccih bir kâlble yaşama; kılıçların tehtidi, mızrakların tedhişi altında yaşayan, hanelerinin yıkılışını ve sevdiklerinin parçalanışını görmeye alışık insanların kâlb ve kafalarını tenvir etme; îman ruh ve tuuru ile birlik ve beraberlik, uhuvvet ve kardetlik ruhunu telkin etme cehdinin kaybedilmesidir.
İslâmî cihad şuuru sokaklarda başıboş gezip mücahede sevdasında bulunanların anlayışından çok daha başka bir şeydir. Kur'ân'ın telkin ve tavsiye ettiği cihad anlayışının, ne kadar farklı olduğunu anlayabilmek için Sahabi efendilerimiz ile, onların güneşi olan Allah Resûlü’nün hayatından numunelere bakmalıyız.
Cihad, bir barbarlık ifadesi olarak elde kılıç-mızrak, insanları tehdit edip, dehşet salan gaddarların veya saldırganların hareketleri demek değildir. Yağma, talan ve ganimet peşinde koşan, anlayışı kısır ve basit cemaatlerin hareketi de değildir. Bilâkis, İslâm'a dehalet edip Cennet'e gitmek isteyenlerin karşısına engel ve mania olan küfür yığınlarının önünü almak, onların da kâlplerine ve kafalarına îman şuuru vermek, Cennet'e koşmaya teşvik ederek, gerekirse zorlamaktır.
Îman cemaati olan müslümanların davranış şekilleri Hazret-i Muhammed Efendimiz'in Mekke devrindeki davranış şeklinin aynısı olmadıkça, yapılacak mücahede ve mücadeleler faydasız olacaktır. Sık sık arzettiğim gibi, "Dar-ül Erkam mücadelesi" lâzımdır. Her haneyi İbn-i Erkam Hazretlerinin evi hâline getirip, orada, cemaate şuur vermek lazımdır. Tehdiş ve teröre maruz kalınsa bile, yılmadan, usanmadan, aceleciliğe düşmeden; vaad edilen doğuşun mukaddes fecrinde ötecek horozların müjdeci sesini beklemek lazımdır.
Zorbalar, toplum psikolojisini bilmeyen kimseler, müslümanları yanlış yollara sevkediyorlar. Muvaffakiyete, yeryüzünden gökyüzüne, oradan yıldızlara ve galaksilere hâkim olmaya götürecek yol, milleti kâlben birbirine bağlayan îman ruhu ve şuurunun gönüllere yerleştirilmesi, layetezelzel ve ayrılmaz mukimi hâline getirilmesi yoludur. Îman şuuru gönüllere yerleşmedikçe, bütün oluşumlar ve gelişmeler, geri tepmeye mahkumdur. Zorla, bütün dünyaya silahlarını terkettirseniz; nükleer üslerini, elektronik sistemlerini, uzay teknolojilerini ele geçirseniz; hepsine, zorla "islâm'ın emrine amadeyiz" dedirtseniz; bu, zafer olmayacaktır, islâm'a teveccüh, Allah'a dönüş olmayacaktır. Aksine böyle birşey, İslâm'a perde olacak, küfür sinecek, kadroların içini yiyecek, içten içe kemirip, onları işe yaramaz hale getirecektir.
Ebu Zerr Efendimiz'e: "Hangi amel daha faziletlidir?" diye sorunca: "Allah'a îman ve îmanını etrafa neşretmenin mâ'nâsını ifade eden, Allah yolunda cihad" cevabını alıyordu.(57)
Cihad, inanma, yaşama, beğenme ve sonra beğendiği şeyleri neşredip beğendirme hâlidir. İslamî adaba uymayan, sünnetlere karşı lakayd kalan, farzları tenbellik ve şuursuzlukla esneyerek yapan insanların İslâm adına yapacakları cihad ayn-ı cinayettir. Çünkü muhatapları "Namaz kılmak iyi bir şeyse niye esneyerek kılıyorsun? Buyur önce sen yaşa, ben arkandan gelirim." diyeceklerdir. Bütün insanlığın özlemini çektiği halde elde edemedikleri İslâm'ın o saf, sade ve fıtrî yaşantısına teşvik edici davetçiler yumuşak koltuklarında oturdukları, lüks ve ihtişam içinde yemek-içmek gibi fantazi zevklerle meşgul oldukları müddetçe muhatapları: "Sade ve fıtrî bir hayat tarzı olarak anlattığın İslâm'ı, buyur önce sen yaşa. Biz de arkandan geliriz" diyerek reddedeceklerdir.
Gökgürültüsü gibi haykırsanız; en süslü, yaldızlı laflarla anlatıp kendiniz yaşamasanız, İslâm'a kastetmiş olursunuz. Bu hâl, hakikatın anlaşılmasına perde germekten, insanlığın huzur ve saadet iklimini teneffüs etmesine mani olmaktan başka birşeyin ifadesi olmayacaktır.
Allah Rasûlü cihanı fetheden, o bir avuç cemaatini yetiştirirken, O'nları kıvılcımlar saçan, nar-ı beyza kılıçlar hâline getiriyordu. Hiçbir taraflarında kir, pas,leke ve karanlık nokta bırakmıyordu. Her taraflarından nurlar saçıyorlar, nuranî tayflar neşrediyorlardı. O'nları görenler ışıklarına koşuyor, ateşlerinde yanıyor, şualarıyla yunup yıkanıyorlardı.
Birgün tam olgunlatmamış bir sahabi kanlar içinde huzura gelip: "Ya Resûlallah! Şunlara beddua et. Allah bunları kahretsin" deyince Efendimiz'in rengi değişti, kaşlarını çattı: "Sizden evvel, adam baştan aşağı testere ile doğanırdı da sebrederdi. Allah nurunu tamamlayacak ve siz yeryüzünde yürüyeceksiniz. Kimse size dokunamayacak. Kâlpler 'Bir' için atacak, gönüller 'Bir'e müteveccih olacaktır. Yeryüzünde sürur, sükûnet ve huzur hâkim olacak. Ama siz acele ediyorsunuz. Siz olgunlaşmadan bunların olmasını arzu ediyorsunuz."(58) dediler.
Yapılması icabeden her iş, alaka gösterilmeye başlanıldıktan bir müddet sonra, taravetini ve orijinalliğini kaybedip ülfet, ünsiyet ve alışkanlık nazarı altında cazibesini de yitirir.
Zaferlerin, muvaffakiyetlerin, ihtişamın sarhoşluğu ile zevk, safa ve tembelliğe dolmanın kötü sonuçları İslâm dünyası'nın her yerinde çok acı olarak yaşanmıştır. İslâm dünyası'nın sükutu, İslâm mütefekkirlerinin fikren ve kâlben ölmesi; muhteşem saraylar, devasa kubbeler ve revnekdar şadırvanların yükselmesi; rakkaseler, sazendeler ve cümbüşler ile gece-gündüz bitevi eğlenilmesi; sanat ve zevk uğruna işlenen cinayetlerledir.
Orta Asya'dan kalkıp Avrupa ve Afrika'ya akın akın giden kavimlerin gerisin geriye dönüşleri; bağlı oldukları ruhu terkedip, yağmacılık zihniyetine dönüşlerinin neticesidir.
Hazret-î Muhammed Efendimiz'in inkilâbının esasını teşkil eden "cihanları fethetme" duygusunun kaybedilmesi: Muvaffak olup, dünyanın krallığını elde ettiği zaman bile ızdıraplı günlerinden daha müreffeh yaşamama; dünyanın fena ve zevalini görüp nefsi ile benliğinin temayüllerine uymama; ahirete ait ümitler ve emeller ile Baki olan Allah'a müteveccih bir kâlble yaşama; kılıçların tehtidi, mızrakların tedhişi altında yaşayan, hanelerinin yıkılışını ve sevdiklerinin parçalanışını görmeye alışık insanların kâlb ve kafalarını tenvir etme; îman ruh ve tuuru ile birlik ve beraberlik, uhuvvet ve kardetlik ruhunu telkin etme cehdinin kaybedilmesidir.
İslâmî cihad şuuru sokaklarda başıboş gezip mücahede sevdasında bulunanların anlayışından çok daha başka bir şeydir. Kur'ân'ın telkin ve tavsiye ettiği cihad anlayışının, ne kadar farklı olduğunu anlayabilmek için Sahabi efendilerimiz ile, onların güneşi olan Allah Resûlü’nün hayatından numunelere bakmalıyız.
Cihad, bir barbarlık ifadesi olarak elde kılıç-mızrak, insanları tehdit edip, dehşet salan gaddarların veya saldırganların hareketleri demek değildir. Yağma, talan ve ganimet peşinde koşan, anlayışı kısır ve basit cemaatlerin hareketi de değildir. Bilâkis, İslâm'a dehalet edip Cennet'e gitmek isteyenlerin karşısına engel ve mania olan küfür yığınlarının önünü almak, onların da kâlplerine ve kafalarına îman şuuru vermek, Cennet'e koşmaya teşvik ederek, gerekirse zorlamaktır.
Îman cemaati olan müslümanların davranış şekilleri Hazret-i Muhammed Efendimiz'in Mekke devrindeki davranış şeklinin aynısı olmadıkça, yapılacak mücahede ve mücadeleler faydasız olacaktır. Sık sık arzettiğim gibi, "Dar-ül Erkam mücadelesi" lâzımdır. Her haneyi İbn-i Erkam Hazretlerinin evi hâline getirip, orada, cemaate şuur vermek lazımdır. Tehdiş ve teröre maruz kalınsa bile, yılmadan, usanmadan, aceleciliğe düşmeden; vaad edilen doğuşun mukaddes fecrinde ötecek horozların müjdeci sesini beklemek lazımdır.
Zorbalar, toplum psikolojisini bilmeyen kimseler, müslümanları yanlış yollara sevkediyorlar. Muvaffakiyete, yeryüzünden gökyüzüne, oradan yıldızlara ve galaksilere hâkim olmaya götürecek yol, milleti kâlben birbirine bağlayan îman ruhu ve şuurunun gönüllere yerleştirilmesi, layetezelzel ve ayrılmaz mukimi hâline getirilmesi yoludur. Îman şuuru gönüllere yerleşmedikçe, bütün oluşumlar ve gelişmeler, geri tepmeye mahkumdur. Zorla, bütün dünyaya silahlarını terkettirseniz; nükleer üslerini, elektronik sistemlerini, uzay teknolojilerini ele geçirseniz; hepsine, zorla "islâm'ın emrine amadeyiz" dedirtseniz; bu, zafer olmayacaktır, islâm'a teveccüh, Allah'a dönüş olmayacaktır. Aksine böyle birşey, İslâm'a perde olacak, küfür sinecek, kadroların içini yiyecek, içten içe kemirip, onları işe yaramaz hale getirecektir.
Ebu Zerr Efendimiz'e: "Hangi amel daha faziletlidir?" diye sorunca: "Allah'a îman ve îmanını etrafa neşretmenin mâ'nâsını ifade eden, Allah yolunda cihad" cevabını alıyordu.(57)
Cihad, inanma, yaşama, beğenme ve sonra beğendiği şeyleri neşredip beğendirme hâlidir. İslamî adaba uymayan, sünnetlere karşı lakayd kalan, farzları tenbellik ve şuursuzlukla esneyerek yapan insanların İslâm adına yapacakları cihad ayn-ı cinayettir. Çünkü muhatapları "Namaz kılmak iyi bir şeyse niye esneyerek kılıyorsun? Buyur önce sen yaşa, ben arkandan gelirim." diyeceklerdir. Bütün insanlığın özlemini çektiği halde elde edemedikleri İslâm'ın o saf, sade ve fıtrî yaşantısına teşvik edici davetçiler yumuşak koltuklarında oturdukları, lüks ve ihtişam içinde yemek-içmek gibi fantazi zevklerle meşgul oldukları müddetçe muhatapları: "Sade ve fıtrî bir hayat tarzı olarak anlattığın İslâm'ı, buyur önce sen yaşa. Biz de arkandan geliriz" diyerek reddedeceklerdir.
Gökgürültüsü gibi haykırsanız; en süslü, yaldızlı laflarla anlatıp kendiniz yaşamasanız, İslâm'a kastetmiş olursunuz. Bu hâl, hakikatın anlaşılmasına perde germekten, insanlığın huzur ve saadet iklimini teneffüs etmesine mani olmaktan başka birşeyin ifadesi olmayacaktır.
Allah Rasûlü cihanı fetheden, o bir avuç cemaatini yetiştirirken, O'nları kıvılcımlar saçan, nar-ı beyza kılıçlar hâline getiriyordu. Hiçbir taraflarında kir, pas,leke ve karanlık nokta bırakmıyordu. Her taraflarından nurlar saçıyorlar, nuranî tayflar neşrediyorlardı. O'nları görenler ışıklarına koşuyor, ateşlerinde yanıyor, şualarıyla yunup yıkanıyorlardı.
Birgün tam olgunlatmamış bir sahabi kanlar içinde huzura gelip: "Ya Resûlallah! Şunlara beddua et. Allah bunları kahretsin" deyince Efendimiz'in rengi değişti, kaşlarını çattı: "Sizden evvel, adam baştan aşağı testere ile doğanırdı da sebrederdi. Allah nurunu tamamlayacak ve siz yeryüzünde yürüyeceksiniz. Kimse size dokunamayacak. Kâlpler 'Bir' için atacak, gönüller 'Bir'e müteveccih olacaktır. Yeryüzünde sürur, sükûnet ve huzur hâkim olacak. Ama siz acele ediyorsunuz. Siz olgunlaşmadan bunların olmasını arzu ediyorsunuz."(58) dediler.