Ahiret Hayatının Gerekliliği

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Kur"ân, âhiret hayatının gerçekleşmesini bir kısım mühim sebeplere de bağlar. Bunları sırasıyla kısaca ele alıp inceleyelim:

c.1. Ubûdiyetin/Kulluğun Karşılığının Verilmesi

İnsanın yaratılışının önemli gayeleri vardır ve bu yaratılışta Yüce Yaratıcı"nın pek çok hikmetlerinin olduğu açık bir gerçektir. Sürekli değişen ve her an yenilenen bir dünyada yaşıyoruz. Her şeyin bir noktaya bir sona doğru seyrettiğini görüyoruz ki, varılacak bu son nokta, yaratılış gayesinin ve bu istikametteki çabaların anlam kazanacağı âhiret hayatından başkası değildir.

Bu cümleden olarak diyebiliriz ki, Allah"ın, salih kullarının amellerini karşılıksız bırakması, -O"nun hikmetine münafi bir durumun ortaya çıkması demek olacağından- düşünülemez. Zira böyle bir durumda, hayır ve şer, iyilik ve kötülük farkı ortadan kalkacak; iyi ile kötü arasında mücadele veren insanın çabası bir anlam ifade etmeyecektir. Öyleyse, insanların yapmış olduğu salih amellerin karşılığını görebilmeleri için, ölüm sonrası bu hayatın ötesinde başka bir hayatın varlığı gerekmektedir. Bu itibarladır ki, Kur"ân iyilik ve güzellik sergileyenlerin karşılığının yine aynı şekilde bir iyilik ve güzellik olacağını hatırlatır:"İhsanın (iyiliğin, güzelliğin) neticesi ondan başka bir şey mi olacaktır?"(Rahman sûresi, 55/60.)

Dünyada nefsini haramlardan Allah için koruyan, helâlin idraki içinde yaşayan ve hak-hakikat için her türlü külfete katlanan bir şahsın fedakârlıkları için Yüce Allah"ın bir mükâfat vermemesi mümkün müdür? Nitekim Kur"ân, Rablerine yönelip "Bize va"dettiğin mükâfatları lutfet."(Âl-i İmran sûresi, 3/194.) diyen kullarına Allah"ın icabetinin şu şekilde olduğunu bildirir:"Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz. Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, benim yolumda işkenceye, ziyana uğrayanların yine benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin elbette kusurlarını örtecek ve onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim. (Şu bir gerçek ki,) en güzel mükâfatlar Allah"ın yanındadır."(Âl-i İmran sûresi, 3/195.)

Yine bu münasebetle Mürselât sûresinde Yüce Allah, -yaratılış maksat ve istikametinde kulluklarını eda edenlerin bu davranışlarına karşılık olarak- bütün güzellik ve nimetleriyle Cennet"in kendilerine verileceğini şöyle beyan eder:"Biz, gerçekten güzel davrananları böylece mükâfatlandırırız…"

Netice olarak diyebiliriz ki, insanın yapmış olduğu ibadetin karşılığını alması ve amellerinin gerçek değerini görmesi gibi, yaratılışa ait gayelerin gerçekleşmesi için âhiret hayatı mutlaka vuku bulacaktır:"O gün insanlar, -yaptıklarının karşılığı kendilerine gösterilsin diye- grup grup (ilâhî divana) çıkarlar."(Zilzâl sûresi, 99/6.)

c.2. Mutlak Adaletin Gerçekleştirilmesi

Eski-yeni, medenî-gayr-i medenî, bilgili-bilgisiz herkeste, dünyada iken elde edilemeyen adaletin gerçekleşmesi konusunda bu âlemin ötesinde bir başka hayatın varlığına dair ilhama benzeyen gizli bir şuur hâli mevcuttur.

İnsan fıtratından sökülüp atılması mümkün olmayan bu şiddetli duygunun mercii, nihaî tahlilde bütün asılların aslı olan Yüce Allah"tır. Öyleyse Cenab-ı Hak, insanların fıtratına yerleştirdiği bu duygunun icabı olarak, rabbanî adaletin bir gün hükmünü tam icra edeceği ve bugünkünden daha mükemmel olan bir hayat sahası yaratacaktır.

Bu itibarla "Ceza ve mükâfat olarak vicdanî ıstırap ve vicdanî tatmin insan için yeterlidir, bu itibarla âhiret düşüncesine gerek yoktur." şeklinde gündeme getirilen bir yaklaşımın tutarsızlığı üzerinde durmamız gerekmektedir. Böyle bir yaklaşımın, "âhiret hayatına duyulan ihtiyacı ortadan kaldırabileceğini" ileri sürmenin makul hiçbir temeli yoktur. Sözgelimi, bir kimse suçsuz bir insanı öldürmüş ve bu öldüren de hemen bir kaza dolayısıyla ölmüşse, bu kişi o suçtan ıstırap çekmek için ne zaman fırsat bulacaktır? Veya bu şahıs, hak ve adalet gibi bir değer uğrunda savaşıp can vermişse, bu kişinin kalbinde duyması gereken itminan mükâfatı ne zaman gerçekleşecektir?

Görülüyor ki, bu dünyada her suça tam tamına bir ceza ve her iyiliğe tam tamına bir mükâfat verilemiyor. Bu itibarladır ki, aklın insanı ulaştırdığı en son nokta, âhiretin vuku bulmasının gerekliliğidir.

Kur"ân-ı Kerim, âhiret meselesini ve onda görülecek olan hesabı, âdil karşılık çerçevesinde ele alır:"Zerre miktar bir hayır işleyen de, şer işleyen de onun karşılığını görecektir."(Zilzâl sûresi, 99/7,8)"Kıyamet günü için Biz, âdil teraziler koyarız. Hiçbir kimseye zerre kadar bir haksızlık edilmez. Hardal tanesi ağırlığınca da olsa, yapılan iyi veya kötü işi oraya getirip tartarız. Hesap görücü olarak Biz (fazlasıyla) yeteriz."(Enbiya sûresi, 21/47)

Âhiret hayatı, ilâhî adaletin mutlak anlamda tecellisi bakımından temel ve merkezî bir konuma sahiptir. Nitekim Kur"ân, hayatlarının sonlarına kadar farklı yolları takip etmiş insanların, ölümlerinden sonra -mükafat ve ceza olarak- aynı âkıbetle karşılaşmalarının mümkün olmayacağını ve bunun Allah"tan beklenemeyeceğini kesin bir ifadeyle vurgular:"Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, iman edip güzel ve makbul işler gerçekleştirenlere yaptığımız muameleyi, kendilerine de göstereceğimizi; hayatlarında ve ölümlerinde onları bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü bir muhakeme!"(Casiye sûresi, 45/21.)"Biz şimdi Müslümanları, suçlu (kâfirler) gibi mi tutacağız? Ne oluyor size? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?"(Kalem sûresi, 68/35-6.)

Yüce Allah va"dettiği o günü mutlaka yaratacaktır. Zira, O"nun, yaratılış gayelerine uygun biçimde ömürlerini geçiren mü"minleri takdir etmemesi ve de hayata tuzak kuran, nizamı bozan inkârcı ve fasıkları tekdir etmemesi, adalet ve hikmetinden vaz geçmesi mânâsına gelecektir.

Hasılı, gerek mü"minler mükâfatlarını, gerek kâfirler cezalarını çoğunlukla bu dünyada almadıklarına göre, demek ki, netice, büyük bir mahkemeye bırakılmaktadır.

c.3. İhtilâfların Sona Erdirilmesi

İnsanın yeryüzünde yaratılışından beri, hakikatin, fertler ve toplumlar arasında anlaşmazlıklara neden olabilecek biçimde değişik şekillerde algılandığı bilinen bir husustur. Bu değişik algılamalar, farklı nazariyelere dayalı birçok toplum, kültür ve inançların doğmasına neden olmuştur. Her çağda, bu inançların taraftarları, kabullendikleri düşünceleri yaymak için büyük bir çaba sarf etmişlerdir.

Durum böyle olunca aklı başında olan her insan, bu ihtilâfların mutlaka bir gün çözümlenmesi ve neyin doğru neyin yanlış olduğunun ortaya çıkması gerektiği, sonucuna varacaktır. Ne var ki, gerçekler üzerindeki perdelerin, bu dünyada iken açılamayacağı ve her şeyin ortaya serilemeyeceği de meydandadır. Çünkü dünyanın üzerine kurulduğu yapı buna izin vermez. Öyleyse bu ihtiyacın karşılanması için başka bir âleme/hayata ihtiyaç vardır.

Gerek inat ve nefret gibi önyargıların, gerekse yanlış zihnî tavırların ürettiği ihtilâfların, ne söz meclislerinde ne de harp meydanlarında çözülebilmesi mümkün değildir. Öyleyse, her şeyin kesin ve nihaî bir hükümle karara bağlanacağı bir gün gerekir ki, insanlar hayatları boyunca daldıkları tartışmalarda yatan hakkın ve bâtılın iç yüzünü öğrenebilsinler. Bu ise, ancak, her şeyi, en iyi bilen ve görüp gözeten Allah"ın huzurunda gerçekleşebilir.

Âhiret hayatının zaruretine esas teşkil eden bu husus, Nahl sûresinde şöyle açıklanır:"Onlar "Ölecek kimseyi Allah diriltmez." diye var güçleriyle yemin ettiler. Hayır, bu O"nun üzerine aldığı hak bir vaaddir (diriltecektir.) Ama insanların çoğu bunu bilmezler. (Diriltecektir ki,) hakkında ihtilâf ettikleri gerçeği onlara açıklasın ve inkâr edenler de yalancı olduklarını bilsinler."(Nahl sûresi, 16/38-9.)

Bu âyette yüce Allah, öldükten sonra tekrar diriltmeyi üzerine aldığı bir va"d olarak bildirdikten sonra, bunu hangi sebeple üzerine aldığını da beyan etmiştir ki, bunlardan biri, ihtilâf ettikleri gerçeğin onlara bildirilmesi; ikincisi ise, inkâr edenlerin gerçekten yalancı olduklarının kendilerine gösterilmesidir.

Kur"ân, o günün, insanın, yalnız söz ve amellerinin değil, gizli maksat ve niyetlerinin de ele alınıp değerlendirmeye tâbi tutulacağı bir gün olarak vasfeder: "O gün, bütün sırlar ortaya dökülür."(Târık sûresi, 86/9.)
 
Üst