Allah Nurdur.(Görüntülü ve Sesli - Yazı Takipli)

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye

Nûr
Allah Nurdur.

Bir büyük evliya şöyle anlatmıştır:



Nr:
Âlemleri nûrlandıran.

Nr, Allah-u Teâlâ'nın zâhir ism-i şerifi ile tecelli etmesidir. Varlıklar O Nûr'un tecellisi ile vücut bulmuştur. O'ndan başka ne vücud var, ne de var ...

"Allah göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr: 35)

"Gökler ve yer" ibaresi Kur'an-ı kerim'de hususiyetle "Kâinat" için kullanılmaktadır. Dolayısıyla Âyet-i kerime'nin mânâsı "Allah bütün kâinatın nûrudur." nd.

Gökleri meleklerle ve parlak yıldızlarla, yeri de kendi dostları olan nebilerle velilerle aydınlatan, nûrlandıran O'dur.

Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem'ini "Sirâcen münîrâ = Nûr saçan kandil" olarak vasıflandırılmıştır. (Ahzâb, 46)

Allah-u Teâlâ Zât-ı akdes'ine Nûr ismini vermiş, Kitab-ı kerim'ini ve Resul-i Ekrem'ini nûr kılmış, mahlukatı ile kendisi arasına bu nûr ile perde çekmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir niyazlarında:

"Hamd sana mahsustur. Sen göklerin, yerin ve bunlarda bulunan her şeyin içinde!" satın almıştır. (Buhari)

Bütün kâinat cesettir, perdedir, elbiseden ibarettir. Kudret ve kuvvet sahibi ve yegane yaratıcı olan Hazret-i Allah mevcudatı yarattı ve bu perdede nakşetti. Her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. Öyle bir nakkaş, öyle bir yaratıcı ki dünyanın bütün bilginleri bir araya toplansa, yarattığı bir zerrenin karşısında aciz kalırlar.

İşte Allah budur.

O kâinatın perdesini öyle doluluklarla süsledi ki ... Ey insan! Sen de o perdedesin, sen de oların içindesin ve o perdenin üzerindesin. Zira ilk yaratılışın da topraktandır. Seni bitki biter gibi bitirdi.

Ey seni kerih bir sudan yarattı. Bir zamanlar ana rahminde üç ayrı karanlık içindeydin. Seni sudan, ısıdan ve ışıktan O koruyordu. Sonra suret verip ana karnından çıkardı.

Seni mükerrem yaptı. En güzel surette süsleyip donattı. En nefis nimetlerle merzuk etti. Bütün kâinâtı sana musahhar kıldı.

Ey mağrur, zalim ve cahil insan! O seni topraktan yarattı. Toprağın üzerinde geziyorsun. Senden evvel göçenlerin yüzüne, gözüne basa basa gidiyorsun. Yine bizi toprağa iade edecek.

"Güldüren de O'dur, ağlatan da O'dur.

Öldüren de O'dur, dirilten de O'dur. "
(Necm: 43-44)

Oysa onun huzurunda "Ol!" demekle var oldu ve sahnesinde görülmeye başladı. Dilediği zaman her şeyi yok edecek.

Yaratılmış hiçbir şey Allah değildir. Herşey "Ol!" emriyle husule oldu.

Yaratıyor, bu sahneye koyuyor, imtihan ediyor.

Gün gelecek bu uçsuz bucaksız nimetlerin onun zerresinden hesap soracak. Fakat insan O'nu bilemedi, tanıyamadı.

O Ehad'dır. O'ndan başka Allah yoktur. Vücud O, mevcud O. Bütün canlıların yaratılışı vücud nûrunun zerrelerinin zuhur mahallidir. İnsan bunu bir türlü bilemedi ve kavrayamadı, Hazret-i Allah'tan başka ayrı sandı. Dünya perdesinde O'nunla mevcud oldugunu bilemedi. O ise Samed'dir. Kâinâtı O yarattı, üzerini O donattı. Sen de O'nun esrarı ile perdede görünüyorsun. Yer, gök, cemadat, nebatat, hayvanat ... her şey O'na muhtaç. Her şey O'na muhtaç olduğunu biliyor, O'na tesbihini yapıyor. O'nun büyük kapasitesi biliyor ve anıyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız." (İsrâ: 44)

Allah-u Teâlâ göklerin ve yerin nûrudur.

__

Yine bir büyükya nur süresinin 35. Ayetini şöyle tefsir yerinde.

"Allah Göklerin ve Yerin

Nûrudur "


Allah-u Teâlâ Nûr Sûre-i şerif'inin 35. Âyet-i kerime'sinde şöyle satın alıyor:

"Allah göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandil gibidir. O kandil billur bir cam içindedir. (onun yağından) yakılır Ateş dokunmasa safra onun yağı ışık verir.Nûr üstüne nûrdur Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Ve Allah her şeyi hakkıyla bilir. " (Nûr: 35)

Nûr, Allah-u Teâlâ'nın Zâhir İsm-i şerif'inin tecelli etmesidir. Varlıklar o Nûr'un tecellisi ile vücud bulmuştur. Bütün âlemleri meydana koyan, mükevvenâtı gösteren, hakikati bildiren O'dur.

Şu gördüğün bütün bu âlem bir tabla veya bir tepsiden ibarettir. Ve fakat senin bildiğin tepsi ya tenekedir, ya da billurdur. Allah-u Teâlâ'nın tepsisi ise nurdur.

"Gökler ve yer" ibaresi Kur'an-ı kerim'de hususiyetle "Kâinat" için kullanılmaktadır. Dolayısıyla Âyet-i kerime'nin mânâsı "Allah bütün kâinatın nûrudur." demektir.

Gökleri meleklerle ve parlak yıldızlarla, yeri de kendi dostları olan nebilerle velilerle aydınlatan, nûrlandıran O'dur.

Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem'ini "Sirâcen münîrâ=Nûr saçan kandil" olarak vasıflandırmıştır. (Ahzâb: 46)

İbn-i Mesud -radiyallahu anh- şöyle buyurur:

"Rabb'inizin katında ne gece ne gündüz vardır. Göklerin ve yerin nûru, O'nun zâtının nûrudur."

Gökleri ve yeryüzünü aydınlatan nûrun hayret verici vasıflarının temsili şudur:

"O'nun nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandil gibidir." (Nûr: 35)

Burada Allah-u Teâlâ'nın nûru, içinde lâmba bulunan bir kandile benzetilmektedir.

Mümin-i kâmil'in kalbi Allah-u Teâlâ'nın hidayeti ile nûrlanmıştır:

"O kandil billur bir cam içindedir." (Nûr: 35)

Billur cam, kudsi ruhtur.

Ruhaniyet, dünyada da kabirde de mahşerde de, onunla beraber haşrolunur.

"O billur cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır." (Nûr: 35)

Öyle bir güzellikte ve parlaklıktadır ki bu güzelliği temsil için inciye benzetilmiştir. Çünkü burada nûr üstüne nûr olmuş, yeryüzünün yıldızları olmuştur.

Bu cam berraklık ve güzellik hususunda parıl parıl parlayan yıldızı andırmakta; yıldız da parlaklık, berraklık ve güzellikte inciye benzemektedir. Küçük cam, büyük bir yıldız haline dönüşüyor.

"Ki, ne batıda ne de doğuda bitmeyen mübarek bir zeytin ağacından (onun yağından) yakılır." (Nûr: 35)

O ağaç, Allah-u Teâlâ'nın sevdiği seçtiği kendisine çektiği kullardır. O muhabbetullah ile yanar, onun yağı feyzi ilâhiyedir. O nûr o feyz-i ilâhi sebebiyle hiçbir şey söylemese bile hâl ile beşeriyetin numunesi ve imtisali olduğu için nûr saçar. Bu beyanlarımız Allah-u Teâlâ'nın Habib-i Ekrem'inin yüzüsuyu hürmetine vekillerine bahşettiği lütuflardır.

"Ateş dokunmasa bile onun yağı ışık verir." (Nûr: 35)

Öyle aydınlık ki, yağın kendisi yanmadan bile ortalığı aydınlatacak durumda.

Allah-u Teâlâ'nın bu kulları hakkında Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerde bir çok beyanlar bulunmaktadır.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de:

"Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabb'inden verilen bir nûr üzerindedir." buyuruluyor. (Zümer: 22)

Bu nûru Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'i ile beyan ediyor:

"Mü'min-i kâmil'in ferasetinden korkunuz. Çünkü o Azîz ve Celîl olan Allah'ın nûru ile bakar." (Münâvî)

Bunlar vâris-i enbiya oldukları içindir ki, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin tecelliyatına mazhar olmuşlardır. Yani bildirdiği kadar bilir, gösterdiği kadar görür. Hakk'ta fani olduğu zaman bunlar husule gelir.

Cenâb-ı Hakk'ı görür kendisini görmez, zira âyân-ı sâbite ile Hakk'ı tesbih eder, O'nunla ibadet eder.

Azamet-i ilâhî'nin karşısında bir zerre olarak Allah-u Teâlâ'ya ibadet, taat ve secdesini yapar.

"Kulhüvallahü Ehad" dediği zaman azamet-i ilâhi'yi görür. "Allahüssamed" yarattığı yoğunlukların O'na muhtaç bilir olduğunu.

Bu esrar-ı ilâhiye ne zaman tecelli eder ki âyân-ı sâbite bütün "âyân-ı sâbite" lerin Hazret-i Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu görür? Ve herşeyin Hakk ile kaim oldugunu gördüğü zaman Âyet'ül-kürsi'nin sırrına mazhar olur.

Fatiha-i şerif'te "Elhamdülillâhi, Rabb'il âlemin" derken bu sırra mazhardır. Bu ise ancak Hazret-i Allah'ın boyası ile boyandığı zaman husule gelir.

"Allah'ın boyası ile boyanın! Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?" (Bakara: 138)

Bir zerre olarak Hakk ile Hakk'ı tesbih eder. Ruh Cenâb-ı Hakk'ın lütuf tecelliyatıyla nûr edilir, nefsi ruha tâbidir. O da nûrlanmış olur, gerekli olacak da nûrlanır. Hepsi husule geldiği zaman "Sirâcen münîrâ" olur. Onun tecelliyat-ı ilâhi ile "Nûrun alâ nûr" olur. O artık Hakk iledir. En hoş şeylandığı Hazret-i Allah'ın hükmü olur. Onlarda arzu yaşamaz. Hayat ve vefat arasında hiç fark olmaz. Çıkacak hükm-ü ilâhî'ye peşinen teslim olmuşlardır. Bu onlara ihsan edilen lütuflardır. Hazret-i Allah'a ram olmuştur. Bütün iradesini Hazret-i Allah'a teslim edildi.

Nur Hakkında Kuranı Kerimde Geçen Tüm ayeti kerimeler:

Öd (münafıkların) hali, karanlık bir gecede ateş yakan kimsenin nasıl benzer. Ki, ateş tam onların bilgini aydınlatmışken, Allah

onların nurlarını giderir ve karanlıklar içinde. Onlar artık hiçbir şeyi göremez olurlar
. (Bakara: 17).



Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır. İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tağut'tur. Onları nur alıp

karanlıklara götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır.
(Bakara: 257).



Eğer seni yalanladılarsa, senden önce apaçık deliller, sahifeler ve nur saçan kitap getiren peygamberler de yalanlanmıştı. (Ali imran, 184).



Ey insanlar! Boy Rabbinizden kesin bir delil geldi ve boy apaçık bir nur (Kur'an) indirdik.
(Nisa: 174).



Ey ehl-i kitap! Size Resul’ümüz geldi. Kitap’tan gizleyip durduğunuz şeylerin bir çoğunu size açıklıyor, bir çoğundan da geçiyor. Gerçekten size

Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.
(Maide:15).



Doğrusu biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat’ı indirdik. Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla

hükmederlerdi. Rabbânîler (Rabbe kul olanlar) ve Ahbar (bilginler) de Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için onunla

(hükmederlerdi). Hepsi de ona (Tevrat’a) şâhit idiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi değersiz olan şeylerle

değiştirmeyin. Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.
(Maide:44).





Onlar Allah’ı lâyıkıyle bilip takdir edemediler. Çünkü: “Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi.” dediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet

olarak getirdiği Tevrat’ı kim indirdi? Siz onu parça parça kağıtlar haline getirip, işinize geleni açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de

atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir.” Resul’üm! Sen “Allah!” de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynaya

dursunlar.
(Enam:91).



Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan

kimse gibi olur mu hiç? Kâfirlere yaptıkları böylece süslü gösterilmiştir.
(Enam:122).



Onlar ki yanlarında bulunan Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o Elçi'ye, o ümmî Peygamber'e uyarlar. O Peygamber boyalı iyiliği emreder,

kötülükten erkekler eder. Onlara temiz temizlik helâl, çirkin izleme de haram kılar. Ağır yüklerini, sırtlarındaki kaldırıp atar. İşte o

Peygamber'e inanan, saygı gösterip aziz tutan, ona yardım eden, gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte kurtuluşa ve saâdete

erenlerdir.
(Araf: 157).





Ey iman edenler! Eğer siz Allah'tan korkar, takvâ sahibi olursanız, O size furkan (iyi ile kötüyü ayırt edecek bir mârifet, bir nur) verir.

Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf nedeni.
(Enfal: 29).



Allah'ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
(Tevbe: 32).



Güneşi ışık, ay'ı nur yapan, yılların para ve hesabı bilmeniz için aya menziller (konak dışarı) tayin eden O'dur. Allah Bunları ancak hak ile

yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için âyetlerini birer birer açıklar.
(Yunus: 5).



. Allah göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandil gibidir. O kandil billur bir cam içindedir. O billur cam ise

sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Ki, ne batıda ne de doğuda bitmeyen mübarek bir zeytin ağacından (onun yağından) yakılır. Ateş

dokunmasa bile onun yağı ışık verir. Nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Ve Allah ona

bir şey hakkıyla bilir.
(Nur: 35).





Veya engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir. Üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar örter. Karanlıklar üstünde karanlıklar ...

El elini çıkarıp uzatsa, onu dahi göremez. Allah kime nur onun nuru yoktur.
(Nur: 40).



Gökte burçlar yaratan, orada ışık saçan güneşi ve nurlu ay'ı vâreden Allah, yüceler yücesidir.
(Furkan: 61).



Allah'ın izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak. (Ahzab: 46).



Şayet seni yalanlamışlardı, öncüler de yalanlamışlardı. Peygamberleri onlarla açık delillerle, sayfamız ve nurlu bir kitap ile

gelmişlerdi.
(Fatır: 25).



Allah bir kimsenin kalbini müslümanlık için açarsa, o Rabbinden verilen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah'ı zikretmeye kaskatı olan

kimselere ise yazıklar olsun! Onlar apaçık dalâlet içindedirler.
(Zümer:22).



Mahşer yeri Rabbinin nuru ile aydınlanır. Kitap konulur. Peygamberler ve şâhitler getirilir. Sonra aralarında hak ve adaletle hükmolunur ve onlar

aslâ haksızlığa uğratılmazlar.
(Zümer:69).



İşte böylece sana da emrimizden bir ruh (Kur'an) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir önceleri bilmezdin. Fakat biz onu (Kur'an'ı) bir nur

yaptık. Kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola iletiriz. Şüphesiz ki sen doğru yolu göstermektesin.
(Şura:52).



Bu (Kur'an) insanların kalp gözlerini açacak bir nur, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.
(Casiye: 20).



O gün ki, erkek münâfıklarla kadın münâfıklar, iman edenlere: 'Bize bakın, nurunuzdan alalım!' diyeceklerdir. Onlara: 'Dönün ardınıza da bir nur

arayın! ' denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapalı bir sur çekilir.
(Hadid: 13).



Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehitlerdir. Süreç mükâfatları ve nurları vardır. Kâfir olup da

âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da cehennem halkıdırlar.
(Hadid: 19).



Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Peygamber'e inanın ki; beden rahmetini iki kat versin, ışığında yürüyeceğiniz bir nur ihsan etsin ve sizi

bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
(Hadid: 28).



Ey iman edenler! Yürekten samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan

cennetlere koyar. O gün Allah Peygamber'i ve iman edip birlikte olanları rüsvay etmeyecek, utandırmayacak. Nurları önlerinde ve

sağlarında koşup parlayacak. Derler ki: "Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, şüphesiz ki sen ona şeye kâdirsin."
(Tahrim: 8).



"Diğerlerini içinde ay'ı bir nur yapmış, güneşin de ışık saçmasını sağlamıştır." (Nur: 16).



Nur kelimesi geçen tüm hadisi şerifler:

"İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: " Cibril (aleyhisselam), Hz. Peygamber (aleyhissalatu Vesselam) 'in yanında otururken karşımıza çıkan kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırıldı. Cibril (aleyhisselam) dedi ki: "İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı." Derken oradan bir melek indi. Cibril (aleyhissalam) tekrar konuştu: "İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti." Melek selam verdi ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu damaram) 'e: "Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. . " (Müslim,



"Nevvas İbnu Sem'an anlatıyor:" Resûlullah (aleyhissalatu shipam) '' da şöyle dedi şöyle dedi işittim : "Kıyamet günü Kur'an-ı Kerim ve ona dünyada iken sahip olan amel edenler getirilirler. Bu gelişte, Bakara ve Al-i İmran sureleri Kur'an-ı Kerim'in önünde yer alırlar. " Resûlullah (aleyhissalatu shipam) bu iki emin için üç teşbihte bulundu ki, bir daha onları unutmadım. Şöyle demişti: "Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve aydınlık iki olan siyah gölgelik veya sahip oldukları müdafaa vaziyeti saflar halinde iki kuş sürüsü aşağıdaki gibidir." (Müslim, Kaynak kütübi sitte: 442).



"Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:" Resûlullah (aleyhissalatu Vesselam) buyurdular ki : "Allahu Zü'l-Celal hazretleri Adem (aleyhissalatu Vesselam) 'i yarattığı zamanını meshetti. nurdan bir parlaklık koydu. sonra Adem (aleyhisselam) 'e arzetti.

"-Ey Rabbim bunlar da kim?" diye sordu.

"-Bunlar senin zürriyetindir" dedi.

Onlardan bir tanesi dikkatini çekti, gözlerinin parlaklık çok hoşuna gitmişti.

"-Ey Rabbim şu da kim?" diye sordu.

"-Davud!" deyince.

"-Pekala ne kadar ömür verdin?" diye sordu.

"-Altmış yıl!" dedi.

Adem:

"-Ey Rabbim, ona benim ömrümden kırk yıl ilave et!" dedi.

Resûlullah (aleyhissalatu damaram) buyurdular ki: Hz. Adem'in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (aleyhisselam) ona:

"-Yani benim ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?" dedi. Melek:

"-İyi ama, dedi, sen onu oğlun Davud'a vermedin mi?"

Adem inkar etti, zürriyeti de inkar etti, Adem unuttu ve meyveden yedi. Zirriyeti de unuttu. Adem hata işledi, zürriyeti de hata işledi. "
(Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 613).







"İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) buyurdu ki: " Hz. İsa (aleyhisselam) 'dan sonra bir kısım melikler Tevrat ve İncil'i tahrif ettiler. Aralarında mü'min olanlar da vardı, bunlar Tevrat ve İncil'i okuyorlardı. (Müminlerin okuduklarından rahatsız olan) insanlar, meliklerine şöyle dediler: "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidirler" (Maide, 44) diye okuyup, kitaptan Gösterdiklerinde ayetlerle bizi yaptığımız işlerimizden kınıyorlar (kafır, fasık oldunuz diyorlar.) Onları çağırıp uyarın, bizim okuduğumuz gibi okusunlar, bizim inandığımız gibi inansınlar. "







Melik onları çağırıp topladı, ya ölümü ya da tahrif edilmiş haliyle Tevrat ve İncil'i okumaktan birini tercih etmelerini teklif etti: Onlar:







"- İstediğinizde bu mu? Bizi haberdar edin (bir düşünelim)!" dediler. Sonra bunlardan bir kısmı:







"- Bize bir kule inşa edin, bizi içine tıkın, yiyecek ve içeceğimizi çekebileceğimiz (ip gibi) bir şeyler de verin, böylece bizden boyut hakaret sayılacak bir şey ulaşmamış olur" dedi. Diğer bir kısmı da:







"- Bırakın bizi başımızı gidelim. Yeryüzünde dolaşır, vahşi hayvanlar gibi yer içeriz. Bizi kendi memleketinizde (faaliyet yapar) bulursanız öldürürsünüz" dedi. Bir grup da:







"- Bize ıssız bir arazinin ortasında inşa ediverin. Biz orada kendi başımıza kuyular açıp ziraat yapalım, sizinle hiç konuşmayalım, sizlere uğramıyalım da!" dedi. Onun kabilede samimi yakınları vardı. İsteklerini kabul ettiler (ve öldürmediler). Cenab-ı Hakk (onların kalbine, şu ayette temas buyurduğu) ruhbaniyeti inzal buyurdu:







"... Üzerlerine bizim gerekli kılmadığımız fakat kendilerinin güya Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya attıkları rahbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler. İçlerinde inanmış olan kimselere ecirlerini verdik. Ama yollarına yoldan çıkmışlar" (Hadid, 27).







Geri kalanlar da şöyle dediler:







"- Falancaların ibadet ettiği gibi biz de ibadet edelim. Falancaların yeryüzünde dolaştığı gibi biz de dolaşalım, falancaların edindiği gibi biz de evler edinelim."







Bunları şirkleri üzerine devam eden kimselerdi. Bunlara ait uydukları (diğer) kimselerin imanlarını da bilmiyorlardı. Hz. Peygamber (aleyhissalatu damaram) 'e nübüvvet geldiği zaman, bu ruhbanlardan pek az kimse kalmıştı. Bu kişi, mabedinden indi, seyyah olup dolaşan bir kişi seyahatinden döndü, kişi de manastırından çıktı. Bunlar gelip iman ettiler ve tasdikte bulundular. (Bütün Ehl-i Kitap hakkında) Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Onun peygamberine de iman edin ki, (Allah) boyutu rahmetinden iki kat nasib versin" (Hadid, 28).







Burada zikri geçen iki kat nasibden biri: Hz. İsa (aleyhisselam) 'ya İncil'e ve Tevrat'a olan imanları sebebiyledir, Hz. Muhammed aleyhissalatu Vesselam) 'e olan imanları ve onu püskürtmeleri sebebiyledir.







(Ayet şöyle devam ediyor): "Sizin için yürüyeceğiniz bir nur lutfetsin ..." (Hadid, 28). Bu nurdan maksad Kur'an ve Hz. Peygamber (aleyhissalatu damaram) 'e ittiba etmeleridir.







Vahiy şöyle devam ediyor: "... Ehl-i Kitap, hakikaten Allah'ın fazl (u kerem) inden hiçbir şeye çivi olamayacaklarını, muhakkak bütün inayetin Allah'ın içinde bulunurunu, onu (ancak) dileyeceği kimselere vereceğini bilmedikleri için mi (küfürde) inad ediyorlar? Halbuki bunu pekala biliyorlar da
).



Hz. Enes İbnu Malik anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







"Karanlık gecelerde mescidlere olanların, Kıyametde tam bir nura kavuşacaklarını müjdele!"
(Kaynak kütübi sitte: 6194).



"Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: " Resûlullah (aleyhissalatu Vesselam) bir gün elimden tuttu ve şu açıklamayı yaptı:







"Allah toprağı cumartesi günü yarattı. Ondaki dağları pazar günü yarattı; gösteri pazartesi günü yarattı. Mekruhları salı yarattı. Nuru çarşamba yarattı ve onda perşembe günü yaydı. Hz.Adem (aleyhisselam) 'i cuma ikindi vaktinden sonra, ikindi ile gece arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk olarak yarattı. "
(Müslim, Kaynak kütübi sitte: 1164).





"Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: " Resûlullah (aleyhissalatu Vesselam) buyurdular ki: "Allah Teala, Hz. Adem (aleyhisselam) 'ı yarattığı ve üflediği zaman, Adem hapşırdı ve elhamdülillah diyerek, ile izni Te'ya hamdetti Rabbi de ona:







"Ey Adem, yerhamukallah (Allah sana rahmet etsin), (mukarreb) meleklerden şu oturan gruba git ve" Esselamu aleyküm "de!" dedi. (Hz. Adem öyle yaptı. Hitab ettiği melekler):







"Ve aleyke's-selamu ve rahmetullahi ve berekatuhu!" diye karşılık verdiler. Sonra Adem (aleyhisselam) Rabbine döndü. Haham ona:







"Bu cümle senin ve evladlarının aralarındaki selamlaşmadır" dedi.







Allah Teala hazretleri, elleri kapalı olduğu halde Adem'e:







"Dilediğini seç!" dedi. Hz. Adem:







"Rabbimin sağ elini seçtim! Rabbimin iki eli de sağdır, mübarektir" dedi. Sonra Allahu Teala hazretleri sağ açtı. İçinde Hz. Adem ve onun zürriyeti (nin emsalleri) vardı. Hz. Adem (aleyhisselam):







"Ey Rabbim, bunlar nedir?" dedi. Rabb Teala:







"Bunlar senin zürriyetindir" dedi. Her insanın iki gözünün arasında yazılıydı. Aralarında biri hepsinden daha parlak, daha nurlu idi. Hz. Adem:







"Ey Rabbim! Bu kimdir?" dedi. Rabb Telala hazretleri:







"Bu senin oğlun Davud'dur. Ben ona kırk yıllık ömür takdir ettim" dedi. Adem aleyhisselam:







"Ey Rabbim onun pahasını uzatın!" talebinde bulundu. Rabb Teala:







"Bu ona sahiplenmiş olandır!" deyince, Adem:







"Ey Rabbim, ben ona kendi ömrümden altmış senesini verdim" diye ısrar etti. Bunun üzerine Rabb Teala:







"Sen ve bu (talebin berabersiniz)." buyurdu.







Sonra Adem cennete yerleştirildi. Allah'ın dilediği kadar orada kaldı. Sonra cennetten (arza) indirildi. Adem burada kendi ecelini yıl be-yıl sayıp hesaplıyordu. Derken ölüm meleği geldi. Hz. Adem (aleyhisselam) ona:







"Acele ettin, erken geldin. Bana bin yıl ömür takdir edilmişti!" dedi.







Melek:







"İyi ama sen oğlun Davud bir altmış senesini verdin" dedi. Ne var ki O bunu inkar etti, zürriyeti de inkar etti; o unuttu, zürriyeti de unuttu. "







Resûlullah ilave etti: "O günderı itibaren yazma ve şahidlik emredildi." Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 1671).



"Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor:" Resûlullah (aleyhissalatu damaram) buyurdular ki: "Melekler nurdan yaratıldılar, cinler dumanlı bir alevden yaratıldılar. Adem de size vasfı yapılandan yaratıldı."
(Müslim, Kaynak kütübi sitte: 1672).





"Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor :" Hz. Peygamber (aleyhissalatu Vesselam) buyurdular ki: "Adil olanlar, kıyamet günü, Allah'ın yanında, nurdan minberler üzerine Rahman'ın sağ cihetinde olmak üzere olacaklar. -Allah'ın iki eli de sağdır Onlar hükümlerinde, aileleri ile velayeti altında bulunanlar hakkında hep adaleti gözetenlerdir. " (Müslim, Kaynak kütübi sitte: 1689).



"İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor :" Resûlullah (aleyhissalatu Vesselam) "ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim:" AlIahım! iman, dışıma amel-i salih, amellerime temizlik ve ihlas verir, rızana uygun istikameti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülerdenlük korursun.







Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakin ver ki, artık bir daha küfür () kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.







Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunIa kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhar olan) şühedaya makamları var niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!







Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve uhrevi) kürsümı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrim sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifayab kilan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helake davetten, kabir azabindan korumanı diliyorum.







Allahım! Hiçbir şeyden herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatindan birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin başka bir şey alemlerin haham, onun husülü için de sana yakarıyor, onu bana da vermeni rahmetin hakkında göndermek istiyorum.







Ey Allahım! Ey (Kur'an gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi! Kafirler için cehennem vaadettiğin kıyamet karşı, senden cehenneme karşı, arkadan başlayacak ebediyet yüzünde huzur-i kibriyana ulaşmış mukarrebin meleklerle, (dünyada iken çok) rükü ve secde yapanlar ve ahidlerle birlikte cennet yapanlar. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek paketleri ne kadar, ne kadar büyük işler isteseler yerine getirirsin.)







Allahım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidayete ermiş hidayet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşmanlarına. Seni seveni (sana olan) sevgimiz benim seviyoruz. Sana muhalefet edene, senin ona olan adavetin kendi adavet (düşmanlık) yapıyoruz.







Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.







Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!







Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver!







İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zat münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı olan olan Zat münezzehtir. Tesbih ve takdis sadece kendine layık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sahibi Zat münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zat münezzehtir. Celal ve ikram sahibi Zat münezzehtir. "
( Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 1785).



"Hz. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor:" Hz. Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalatu shipam) 'a gelerek: "Annem ve babam sana kurban olsun, şu Kur'àn göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum" dedi. Resûlullah ona şu cevabı verdi: "Ey Ebül-Hüseyin! (Bu meselede) Allah'ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde değişecek kelimelerin öğreteyim mi?"







Hz. Ali (radıyallahu anh): "Evet, ey Allah'ın Rasülü, öğret bana!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu:







min erkekler ve mü'min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü'min kardeşlerin için istiğfar et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:







tandır. "Ey Ebu'l-Hasan, bu dediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın.







İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ali (radıyallahu anh) beş veya yedi cuma geçti ki Resûlullah (aleyhissalatu damaram) 'a aynı önceki mecliste tekrar gelerek:







"Ey Allah'ın Resülü! Dedi, geçmişte dört beş ayet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı Bugün ise, artık 40 kadar ayet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün önünde gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum, bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.







Resûlullah (aleyhissalatu damaram) bu söz üzerine Hz. Ali (radıyallahu anh) 'ye: "Ey Ebü'l-Hasan! Kabenin Rabbine yemin olsun sen mü'minsin!" dedi. "
Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 1820).



"Ebu Said (radiyallahu anh) anlatıyor: "Muhacirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, bir kısmı (nın karaltısından istifade) ile çıplaklıktan korunuyordu. Bir kadın da bize (Kur'an) okuyordu. Derken Resulullah (aleyhissalatu damaram) çıkageldi ve üzerimizde dikildi. Üzerine kadın okumayı bıraktı Resulullah da selam verdi ve: "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu. "Ey Allah'ın ResuIu! dedik, o karımızdır, bize (Kur'an) okuyor. Biz de Allah Teala'nın kitabını dinliyoruz. "Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalatu Vesselam):" ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allah'ıma hamdolsun! "Dedi. Sonra, bizimle birlikte eşitlemek üzere Resulullah, ortam oturdu. Ve eliyle işaretler böylece: "şöyle (halka yapma)" dedi. Cemaat hemen sıfır halka oldu, yüzleri ona döndü. Ebu Said der ki: "Resulullah (aleyhissalatu damaram) '' ın onlar arasında benden başka birini daha tanıyor görmedim. (Herkes yeni baştan vaziyetini alınca) Resulullah mü şujdeyi verdi:" Ey yoksul muhacirler, boyut müjdeler olsun! Size kıyamet günündeki tam nuru müjde ediyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beşyüz yiI eder. " insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beşyüz yiI eder. " insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünya günleriyle) beşyüz yiI eder. " ( Ebu Davud, Kaynak kütübi sitte: 2049).



"Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor:" Resûlullah (aleyhissalatu Vesselam) buyurdular ki: "Saçtaki akları yolmayın. Zira bir kimse müslüman iken tek bir kıl ağında olsa, bu Kıyamet günü için mutlaka bir nur olur. "







Bir rivayette şöyle denmiştir: "Allah ona bu sebeble sevap yazdı, onun onun üzerine ondan günah affetti."
( Ebu Davud, Kaynak kütübi sitte: 2107).



Hz. Enes (radıyrallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu damaram) buyurdular ki:" Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda kılındı. " (Nesai, Kaynak kütübi sitte: 2112).



"Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: " Bana kadın ve güzel koku sevdirildi, gözümün nuru namazda kılındı. " (Nesai, Kaynak kütübi sitte: 2302).



"Hz. Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







" Allah Teala hazretleri buyuruyor ki:" Benim celalim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehidler onlara gıbta ederler. " (Tirmizi, Zühd 53, (2391).



"Ebu İdris el-Havlani, Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh'den naklediyor:" Resûlullah aleyhissalatu Vesselam buyurdular ki: "Allah Tebareke ve Teala Hazretleri şöyle hükmetti:" Benim rızam için birbirlerini yedilere, benim için araya gelenler, benim içiin gruplarını ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine harcayanlara sevgim vacip olmuştur. " Muvatta, Kaynak kütübi sitte: 3316).



"Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







"Allah'ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne şehidlerdir. Üstelik Kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği peygamberler de, şehidler de onlara gıbta ederler."







Orada bulunanlar sordu:







"Ey Allah'ın Resulü! Onlar kim, bize haber ver!"







"Onlar arasında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal yazdıklarında, Allah'ın ruhu (Kur'an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler.







Ve şu ayeti okudu: "Haberiniz olsun Allah'ın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar üzülecekler" (Yunus 62). "
(Ebu Davud, Kaynak kütübi sitte: 3319).



"Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu Vesselam aramızda ayağa kalkıp şu beş c dedi:



Allah Teala Hazretleri uyumaz, zaten O'na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; Gündüzleyin amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah'a yükseltilir. O'nun hicabı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, veçhinin sübuhatı, basarının ihata ettiği bütün mahlükatını yakardı. " (Müslim, Kaynak kütübi sitte: 3456).



"Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor :" Resûlullah aleyhissalatu shipam ikişer ikişer yıkayarak abdest aldı ve: "Bu, nur üzerine nurdur" buyurdu. '' " (Kaynak kütübi sitte: 3586).



"Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu Vesselam buyurdular ki : "Ümmetim, Kıyamet günü çağırıldıkları vakit abdestin izi olarak (nurdan) bir parlaklıklarıda gelirler. Öyleyse kimlikleri parlaklığını artırsın." ( Kaynak kütübi sitte: 3611).



"Büreyde radıyallahu anh anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







"Bir yerde ölen Ashabımdan hiçbirisi yoktur ki, Kıyamet günü oranın ahalisine bir nur ve onlara (cennete sevkte) bir rehber olmasın." (Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 4436).



"Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:" Üseyd İbnu Hudayr ve Abbad İbnu Bişr radıyallahu anhüma karanlık bir gecede Resûlullah aleyhissalatu Vesselam'ın yanında idiler. (Sohbet bitince) yanından ayrıldılar. Derken önlerinde iki nur peydah oldu. Yolları ayrıldığı zaman onun birinin bir nûru vardı. " (Buhari, Kaynak kütübi sitte: 4347).





"Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







Müslüman, yahudi ve hıristiyanların meseli şuna benzer: Bir adam var, bir kimseyi ücretli olarak tutmuş; kendisi için belli bir ücret mukabilinde, geceye kadar çalıştırıyor. Bunlar gündüzün yarısına kadar çalışıp:







"Bize şart koştuğun ihtiyacımız yok. (Biz gideceğiz.) Şu ana kadar yaptığımız iş için de para istemiyoruz" derler. Adam onlara:







"Böyle yapmayın, işin geri kalan kısmını da tamamlayın ve ücretinizi tam olarak alın!" diye rica eder. Ancak onlar buna yanaşmazlar ve terkedip giderler.







Adam onlardan sonra işi için başkalarını ücretle tutar. Onlara:







"Şu gününüzü tamamlayın, öncekilere vaadettiğim ücreti size tam olarak vereyim!" der. Bunlar ikindi vaktine kadar çalışırlar. O zaman:







"İşin senin olsun, yaptığımız çalışmanın ücretini de istemiyoruz. (Çalışmayı terkediyoruz)!" derler. Adam onlara da:







"İşinizin geri kısmını tamamlayın, şurada az bir zamanınız kaldı" diye rica eder, ancak onlar dinlemeyip giderler. Adam geri kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri kalan zamanda güneş batıncaya kadar çalışırlar ve önceki iki grubun ücretini de alırlar. İşte bu, onların ve bu nurdan kabul ettikleri miktarın meselidir."
( Buhari, Kaynak kütübi sitte:4472).







"Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:







"Allah sizi üç hasletten himaye etti:" Hepinizi helak edeceğiz peygamberinizin bedduasından, batıl ehlinin hak ehline (nurunu söndürecek kesin) bir galebesinden, dalalet üzerine birleşmenizden. "
Ebu Davud, (Kaynak kütübi sitte: 4482).







"Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: " Necaşi rahimehullah öldüğü zaman biz onun kabrinin üzerinde uzun müddet bir nur görüldüğünü konuşurduk. " (Ebu Davud, Kaynak kütübi sitte: 4519).





"İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







"Rükn ve makam iki cennet yakutu idiler. Allah onların nurlarını aldı. Onların nurlarını almamış olsaydı, o ikisi mağdur maşrık arasını aydınlatırdı." (Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 4544).



"Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







"Karanlıkta mescide gidenlere Kıyamet günü tam bir nura kavuşacaklarını müjdele!" (Ebu Davud, Kaynak kütübi sitte: 4623).





"Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







Elhamdülilllah mizanı doldururur; sübhanallah velhamdulillah arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur'an ise lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahı kalkar, nefsini satar; kimisi de helak ederır, kimisi de helak eder. . " (Müslim, Taharet 1, (223); Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 4638).





"İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







"Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını bir karanlık içinde yarattı. Sonra üzerlerinde kendi nurundan serpti. Bu nur, kimlere isabet ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse sapıttılar. Bu sebeple diyorum ki:" Kalem, Allah Teala'nın ilmi hususunda kurumuştur . "
(Tirmizi, Kaynak kütübi sitte: 4805).





"Müslim'in diğer bir rivayetinde Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir:" Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:







"Ümmetim Havz'ın başında yanıma. Ben, tıpkı devesinden başkasının devesini kovan bir kimse gibi, havzımdan (bazı) kovarım!" Yanımdakiler:







"Ey Allah'ın Resûlü! Bizi tanıyacak mısınız?" dediler.







"Evet buyurdu. Sizin, başkasından olmayan bir alametiniz olacak. Sizler yanıma alın ve abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben:" Ey Rabbim onlar benim Ashabım, onlar benim Ashabım! "diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip:







"Senden sonra onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?" diyecek. "







Bir diğer rivayette şöyle satın alındı: "Havuzum Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha geniştir. Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları yıldızlardan daha çoktur."
( Müslim, Kaynak kütübi sitte: 5049).







"Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor :" Resûlullah aleyhissalatu shipam Ebu Seleme radıyallahu anh'ın yanına girdi. Ebu Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra:







"Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder" buyurdu. Ehlinden olabilir feryad u figan koparmıştı. Aleyhissalatu damaram:







"Kendinize kötü temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize amin derler!" buyurdu. Sonra ilave etti:







"Allahım, Ebu Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey alemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!"
(Müslim, Kaynak kütübi sitte: 5383).



Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor : "Resûlullah aleyhissalatu shipam buyurdular ki:" Cennet ehli nimetler arasında yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab Teala'yı başlarının üstünde bulunduğuna yaklaşmış ve: "Ey cennet ehli, sizlere selam olsun!" dediğini görürler. "







Resûlullah devamla dedi ki: "İşte bu hal, Kur'an'da zikri geçen:" Rahmet sahibi Rablerinden onlara selam vardır "(Yasin 58) ayetinin haber verdiği durumdur."







Resûlullah devamla buyurdular:







"Rab Teala onlara, onlar da Rab Teala'ya bakarlar. O'na baktıkları müddetçe etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat etmezler. Bu hal onların nazarında Rabb Teala hicaba bürününceye kadar devam eder. ehlinin üzerinde ve makamlarında baki kalır. "
(Kaynak kütübi sitte: 6000).





"Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: " Ey Allah'ın Resulü denildi. Ümmetinden, görmediğin kimseleri (Kıyamet) nasıl tanıyacaksın? "Şu cevabı verdi:" Ümmetim, abdest sizinle birlikte nur, kollarında nur, ayaklarında nur taşıyacaklar (bu nurla onları tanıyacağım). " (Kaynak kütübi sitte: 6041).



"Asım İbnu Amr anlatıyor: " Irak ahalisinden bir grup, Hz. Ömer'e gitmek üzere yola çıktı. Yanına geldikleri vakit Hz. Ömer onlara: "Siz kimlerdensiniz !? diye sordu Onlar:" Biz Irak ahalisindeniz! "Dediler." İzinli olarak mı? "Dedi. Onlar:" Evet! "Dediler. Onlar Hz.Ömer radıyallahu anh'tan evde kıldığı namazın Ömer: "Ben Resulullah'a bu hususta sormuştum da:" Kişinin evinde kıldığı namazı nurdur, öyleyse evlerinizi nurlandırın "buyurdu" dedi. " (Kaynak kütübi sitte: 6360).



"Su'da'I-Mürriyye radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu Vesselam'ın vefatından sonra Hz. Ömer, (bir gün kocam) Talha'ya uğradı. (Onu üzgün bularak :)" Neyin var, niye üzgünsün? Amca oğlun (Ebu Bekr'in) halife oluşu mu seni üzdü? "Dedi. Talha:" Hayır! Lakin ben Resûlullah aleyhissalatu shipam'ın: "Ben bir kelime biliyorum, onu kim ölümü anında onu söylerse mutlaka amel defteri için bir nur olur ve onun cesedi ve ruhu, ölüm o kelime bir rıza, bir rahmet bulacaktır" satın aldığını işittim "dedi. Ben bu ne oldu o ölünceye kadar sormadım. (İşte bunun için uzgunüm) "dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ben o kelimeyi biliyorum. O, Resûlullah aleyhissaltu Vesselam'ın amcası (Ebu Talib) e vefatı anlık teklif ettiği kelime-i tevhiddir. Eğer Resülııllah aleyhissalatu Vesselam, amcası için, (Kaynak kütübi sitte: 7090).







"Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor:" Resulullah aleyhissalatu Vesselam bir gün Ashab-ı Kiramına: "İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin yoktur. Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl nurları , güzel kokulu üğrünen yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, düzgün akan nehirleri, çok çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde ebedi mekandır "buyurdu. Sahabiler: "Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah'ın Resulü!" dediler. Aleyhissalatu Vesselam: "İnşaallah!" deyiniz "dedi ve sonra cihaddan söz açtı ve ona teşvik etti."
(Kaynak kütübi sitte: 7298).
 
Üst