Zekâtın Vergiye Benzeyen Tarafları

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
1. Zekât da vergi de toplumsal yaşamın gereklerinden olup icbarîdir.2. Zekâtı kaide olarak devlet tahsil eder ve ilgili yerlere sarfeder. Vergitahsili de merkezî devlet idaresine veya onun yetki devrinde bulunduğutaşra kamu kurum ve kuruluşlarına aittir.3. Zekât mükellefi, bu farîzayı yerine getirirken kendisi için özel birmenfaat gözetmez. Vergi mükellefi de vergisi karşılığında doğrudan kendisinebir menfaat beklemez.4. Hem zekâtın hem de verginin malî hedefleri yanında iktisadî, içtimaîhedefleri de vardır.Böyle olunca, zekât ile vergi arasında ontolojik ve aksiyolojik anlamdabir farkın bulunduğu, yani aralarında menşe ve değer hükmü bakımındanfark olduğu söylenebilir. Amaçları aynı olsa bile zekât emri, ilâhî kökenlidir,dolayısıyla mânevî müeyyidelidir; vergi ise dünyevî bir otoritenin emridir vemüeyyidesi maddîdir. Fakat, bu durum aralarında pratik ve dogmatik açıdanfark bulunduğu anlamına gelmez. Meselâ, her ikisi de sosyal ve kamusalamaçlıdır. Zekâtın uygulanması mânevî müeyyideye, verginin uygulamasıise kanunî müeyyideye bağlanmıştır ve müeyyideye bağlılık açısından aralarındafark yoktur. Kaldı ki devlet, zekât uygulamasını daha düzenli halegetirmek için kanunî düzenleme yapacak olsa, bu fark da ortadan kalkar.Çağımızda zekât-vergi benzerliği veya ayrılığı konusunda bu ve benzerimülâhazalardan hareket eden İslâm âlimlerinin neticede iki gruba ayrıldıklarıgörülür.a) Çoğunluğa göre zekât ve vergi ayrı ayrı mükellefiyetlerdir. Devleteverilen vergi, aynı maldan verilmesi gereken zekât borcunu düşürmez. Vergininzekâta benzeyen bazı yönleri bulunsa da, vergiden doğan hukukî ilişkibir borç ilişkisidir. Vergi alacaklısı vergi koyma yetkisine sahip kamu kuruluşlarıdır.Vergi borçlusu ise, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcuterettüp eden gerçek veya tüzel kişilerdir. Mükellef bu ödenmesi zorunluvergi borcunu çıkardıktan sonra zekâta matrah olan servetini hesap edip bumalî bir ibadet olan zekâtını Allah’ın emrine uyarak, O’nun rızâsına kavuşmayıdileyerek gönül hoşnutluğu ve halis bir niyetle yerine getirmelidir.Bu görüşün dayandığı ana gerekçe, zekâtın dinî bir mükellefiyet ve ibadet,verginin ise tamamen dünyevî çerçevede kalan kamusal borç ilişkisiolduğu tezidir. Ayrıca, Hz. Ömer’in fethedilen topraklara haraç vergisi koymuşolması da, zekâttan ayrı olarak vergi de konulabileceğinin delili sayılmıştır.Sosyal dayanışmanın bir gereği olarak vatandaşlar devletin meşrû giderlerinekatılmak zorundadır. Devletin nimetlerinden istifade etmek vergikülfetini ödemeyi gerektirir.İslâm hukukçularının çoğunluğu sebep ve şartları gerçekleşince devletinzekât dışında adalete dayalı vergi almasının meşrû olduğunu, mükelleflerinde bunu ödemekle yükümlü bulunduklarını ifade etmişlerdir.b) Bazı İslâm âlimleri ise, zekâtın sosyal amaçlarını ve kamu hukukununbir parçası olarak devlet tarafından tahsil edilmekte oluşunu ölçü alarakve İslâm'ın zekât emrini amacı ve işlevi doğrultusunda geniş yorumlayarakzekât ile verginin esasen aynı olması gerektiğini ifade ederler. Onlara görezekât, müslüman bireyin içinde bulunduğu toplumun kamu harcamalarına,sosyal adaleti kurmayı ve kamu hizmetlerinin en iyi şekilde ifasını hedefalan her türlü yatırım ve gidere ibadet aşk ve heyecanı içinde katılmasıdır.Kur'an'da zekâta tâbi malların tek tek belirtilmeyip sadece bir kısmına işaretedilmiş olması, zekât nisabının ve nisbetinin belirtilmemiş bulunması bununbir göstergesi sayılabilir. Zekâtın sarf yerlerini bildiren âyet, toplumdaki ihtiyaçsahiplerinin ilk ve en canlı örneklerini vermeyi hedeflemiş olmalıdır.Hz. Peygamber ve sahâbe, İslâm'ın bu zekât emrini o günkü müslümanlarınekonomik şartlarını da dikkate alarak en iyi şekilde uygulamış ve örneklendirmiştir. Zekât borcunu hesap edip ödemenin gizli mallarda mükellefinkendisine bırakılması, açık mallarda ise devlet eliyle yapılması biraz dapratik zorunluluktan kaynaklanmıştır. Bu husus da zekâtın tek bir malî ödevolduğunu, tahsil zorlukları bulunduğunda bireyin kendi sorumluluğuna bırakılabileceğinigösterir.Hz. Peygamber zekât tahsilini gözetilen hedefleri sağlayacak kapsamdatutmuş, zekât dışında cebrî bir vergi tahsili yapmamıştır. İslâm'ın fert vetoplum hayatını bütün yönleriyle, prensip itibariyle veya ayrıntıya inerekkuşatıyor olması müslüman toplumlarda genişletilmiş anlamda zekâtın,kamu adına yapılan bütün malî tahsilâtı temsil etmesini de zorunlu kılar.Batı toplumlarının vergi ödemelerinde içtenliği ve gönüllülüğü sağlayabilmekiçin vergiyi kutsal bir kamu ödevi olarak tanıttıkları, toplumlarını buyönde eğitip böyle bir sağduyu oluşturmaya çalıştıkları bilinmektedir. İslâmdini, toplumun imarı ve kamu yararı için âdeta zorunlu olan bu malî katılımıdinin beş esası arasında yer alan bir ibadet olarak takdim etmiş, böylecemüslümanlara sosyal güvenliği kurma, yönetilen-yöneten, millet-devletarasında karşılıklı güveni, saygıyı ve sosyal barışı tesis etme, kamu giderlerinebütün bireylerin içtenlikle katılımını sağlama yönünde önemli bir imkângetirmiştir.Her iki görüşün de haklı gerekçeleri vardır. Zekâtın toplumsal yönü inkâredilemediği gibi, zenginliğin toplumun imarı için seferber olması, bireyleriniçinde yaşadıkları ve sayesinde çeşitli imkâna kavuştukları toplumlarınınyararı için kamu harcamalarına ibadet aşk ve heyecanıyla katılması daçağımızda fevkalâde önem kazanmıştır. Bununla birlikte Kur'an'da zekâtınsarf yerlerinden söz edilirken öncelikli olarak ihtiyaç sahibi şahısların gündemegetirilmesi de anlamlıdır. Bu bizlere, toplumun huzur ve mutluluğunusağlamanın yolunun bireylerin tek tek huzur ve güvenliğini sağlamaktangeçeceğini öğretmektedir.Öte yandan, günümüzde gerek fertlerin vergilerini gerektiği şekilde ödemede,gerekse devletlerin serveti vergilendirmede ve topladığı vergileri yerineharcamada kamu vicdanını rahatsız edecek ölçüde mütesâhil veya kusurludavrandığı, çeşitli baskı gruplarının bütçeden pay alma mücadelesiiçinde gerçek ihtiyaç sahiplerinin, kimsesiz ve yoksulların haklarının âdetaunutulduğu da bir gerçektir. Bu itibarla zekât, doğrudan ihtiyaç sahibineulaşması, toplumda sosyal dengeyi ve barışı kurmada tek başına etkili olmasısebebiyle hâlâ önem ve etkinliğini korumaktadır. Zekâtın bu anlam veönemi, bütün bireyleri kuşatacak ölçüde bir sağlık sigortası ve sosyal güvenliğin, kimsesizlik ve işsizlik sigortasının, devlet destekli sosyal dayanışmanınbulunmadığı toplumlarda daha yakından hissedilmektedir. Böyleolunca son tahlilde, söz konusu şartlar muvacehesinde zekâtın vergiden ayrıdüşünülmesi, zenginlerin yukarıda belirtilen usul ve esaslara göre zekâtborçlarını hesap etmeleri ve onu da hak sahiplerine ulaştırmaları dinî birmükellefiyet olarak devam etmektedir.
 
Üst