Tevâzu

Vuslat

Deneyimli Üye
Üye
TEVÂZU

Tevâzu; yüzü yerde olma ve alçakgönüllülük ma’nâlarına gelir ki, tekebbürün zıddıdır. Onu; insanın Hakk karşısında gerçek yerinin şuurunda olup, ona göre davranması ve halk arasındaki durumunu da bu anlayış zâviyesinden değerlendirip, kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul etmesi şeklinde de yorumlayabiliriz. İster öyle-ister böyle, insan tevâzu ruh ve düşüncesiyle kendini kapının alt eşiği, meskenin sergisi, yolların kaldırım taşı, ırmakların çakılı, başakların samanı kabul etmiş.. ve Alvar İmamı edasıyla: “Herkes yahşi men yaman, herkes buğday men saman” diyebilmişse, o baş, göklerde en yüce kametlerin dahi bûsegâhı demektir. Zaten, Hz. Sadık u Masdûk’a isnad edilen bir hoş sözde de: “ -Yüzü yerde olanı Allah yükselttikçe yükseltir, kibre girip çalım çakanı da yerin dibine batırır” demiyor mu? Demek ki, büyük görünmekle büyük olma ve küçük görünmekle küçük olma ma’kûsen mütenasip şeyler...

Bazıları tevâzuu, kendinde zâtî hiçbir kıymet görmeme; bazıları, insanları, insana yakışır saygıyla karşılayıp onlarla muamelesinde mahviyet içinde bulunma; bazıları İlâhî inayetle fevkalâde bir muameleye tâbi tutulmazsa, kendini halkın en şerlisi görme; bazıları da benlik hesabına içinde beliren büyük-küçük her çeşit dahilî kıpırdanışa karşı hemen harekete geçip onu olduğu yerde boğma cehdi ve gayreti şeklinde tarif etmişlerdir ki, herbirinin kendine göre hem bir mahmili, hem de tarz-ı telâkkisi vardır. Ancak, sonuncusu daha çok mukarrabîn ve muhlasîni alâkadar etmektedir.

Halifeler halifesi Hz. Ömer’i (ra) omuzunda kırba, su taşırken gören bir sahabi sorar: “Bu ne hal ey Allah Rasulü’nün halifesi!” Mukarrebliğin mukimi Ömer: “Dış ülkelerden bir kısım elçiler gelmişti, içimde şöyle böyle birşeyler hissettim -hâşâ ki o, bizim anladığımız ma’nâda bir bulanıklık hissetsin- o hissi kırmak istedim” der. Onun sırtında un taşıması, minberde kendini levmetmesi, levmedenlere ses çıkarmaması hep bu kabil hazm-ı nefisle alâkalı hususlardan olduğu gibi; valiliği döneminde Ebû Hureyre’nin, şuna-buna sırtında odun taşıması; Zeyd b. Sâbit’in kadı olduğu bir dönemde İbn Abbas’ın elini öpmesi; buna mukâbil Tercümânü’l-Kur’ân’ın da onun atının üzengisini tutması; Hz. Hasan’ın, ekmek kırıklarıyla oynayan çocuklarla oturup, onların yediğinden yemesi ve Hz. Ebu Zerr’in başını Bilâl-i Habeşî’nin ayağının altına koyması hep birer mahviyet ve tevâzu örneğidir.

Allah, Kelâm-ı Kadîm’inde, Rasûlullah da sünnet-i mutahharasında tevâzu etrafında o kadar tahşidat yaparlar ki, onları duyup-işitenin, gerçek kulluğun tevâzu ve mahviyet olduğunda şüphesi kalmaz. Kur’ân’ın: “ -Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde alçakgönüllü olmanın örneğidirler ve ağırbaşlı, yüzleri yerde hareket ederler.. cahiller kendilerine sataşınca da “selâm” der geçerler” beyanı onlardan sımsıcak bir ses; “ -Onlar mü’minlere karşı şefkatli ve mahviyet içindedirler”(Fetih, 48/29) beyanı da onların gönüllerinden kopup gelen ve davranışlarına akseden yumuşak bir nefestir. Hele: “ -Onlar, birbirlerine karşı şefkat ve merhamet timsalidirler.. her zaman onları rükûda iki büklüm ve secdede kıvrım kıvrım bulursun!” (Fetih, 48/29) fermanı ise onlara tasavvurları aşan bir iltifatın ünvanı olmuştur.

İnsanlığın İftihar Tablosu, bu mevzûyla alâkalı şu incileri saçar gönül gözlerimizin önüne:

1- Allah bana, tevâzu ve mahviyet içinde bulunmanızı.. ve kimsenin kimseye karşı fahirlenmemesini emretti.

2- Size ateşin kendine ilişmeyeceği insanı haber vereyim mi? Ateş; Allah ve insanlara yakın, yumuşak huylu, herkesle geçimli ve rahat insanlara dokunmaz.

3- Allah için yüzü yerde olanı, Allah yükseltir ha yükseltir; aslında o kendini küçük görmektedir ama, halkın gözünde asıl büyük odur.

4- Allahım, beni benim gözümde küçük göster! ve daha niceleri... Zaten O, hayatını hep bu çizgide geçirmemiş miydi:

a- Çocuklara uğrar, onlara selâm verir;

b- Herhangi biri elinden tutup bir yere götürmek isteyince, tereddüt etmeden kalkıp gider;

c- Ev işlerinde hanımlarına yardım eder;

ç- Herkes bir iş görürken, O da iştirak ederek, onlarla beraber olmaya çalışır;

d- Ayakkabılarını tamir eder, elbisesini yamar, koyun sağar, hayvanlara yem verir;

e- Sofraya hizmetçisiyle beraber oturur;

f- Meclisini her zaman fakirlere açık tutar;

g- Dul ve yetimleri görür-gözetir;

h- Hastaları ziyaret eder, cenazelerde hazır bulunur ve kölelerin davetine icabet ederdi..

Allah Rasûlü’nden Hz. Ömer’e, ondan Ömer b. Abdülaziz’e, ondan da dünya kadar evliyâ, asfiyâ, ebrâr, mukarrabîn ve çağın devâsâ gönül erlerine kadar, binler-yüzbinler hep aynı çizgide: “Büyüklerde büyüklük alâmeti tevâzu ve mahviyet, küçüklerde küçüklük emaresi de kibir ve enaniyettir” demiş, ilk mevhibelerini yitirmemiş olanlara insan-ı kâmil olma yolunu göstermiş ve hep tevâzuu yeğlemişlerdir.

Gerçek tevâzu; Hakk’ın büyüklük ve sonsuzluğu karşısında, sıfır-sonsuz nisbetlerine göre insanın kendi yerini belirleyip, bu düşünce, bu tesbiti benliğine mal etmesidir. Bu anlayış tabiatına işlemiş ve bu işleyişle ikinci fıtrata ulaşmış olgun insanlar, halkla münasebetlerinde mütevâzî, mahviyet içinde ve olabildiğince de dengelidirler. Zira, Allah’a karşı yer ve konumunu belirlemiş olanlar, dînî hayatlarında da, halkla münasebetlerinde de, husûsî murakabelerinde de hep muvazene içindedirler.

1- Dine karşı tevâzu ve mahviyet içindedirler; onun ne menkûlüyle ne de ma’kûlüyle hiçbir çelişkileri yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’in beyânât-ı neyyiresi, sünnet-i sahiha ve hasene ile sabit olan her hususa karşı teslimiyet ve iz’ân içinde bulunurlar. Rasûlullah tarafından tebliğ edilen, bilhassa temsil edildiği bilinen hiçbir mes’eleye, akla, kıyasa, zevke, siyasete -aslında, dinin ruhunda müstakim akla, sahih kıyasa, selim zevke, şer’i siyasete aykırı hiçbir mevzû yoktur- muhalif görseler bile karşı çıkmazlar.

Bu itibarla, “akıl-nakil çatıştığında, aklı nakle tercih ederiz” sözü tevâzudan nasipsiz bencillerin lakırdısı olduğu gibi, “re’y ve kıyas nasların önünde gelir” düşüncesi bir inhiraf ve sünnet yolunun dışındaki zevkler, keşifler, kerametler de birer istidracdır.

2- Ve yine onlar, tebliğle tanıyıp, temsil ile en küçük farklı alternatiflere bile geçit verilmemesi lâzım geldiğine inanarak, Hz. Şâri’in beyanının dışında herşeye karşı kapanır; zevk ve idraklerine açılan farklı mülâhazaları da:

“-Nice sağlam ve kusursuz sözleri ayıplayanlar vardır ki, kabahat onların sakat idraklerindedir” sözüyle karşılar ve kendi yetersizlikleriyle yorumlarlar.

3- Yine onlar, Kitap ve sünnete muhalif yollarla kurtuluşa erilemeyeceğinin idraki içindedirler.. ve en büyük güç kaynaklarını da Allah’a kullukta ararlar. Zaten, Allah’a kul olanın başkasına kulluk yapması mümkün olmadığı gibi, başkalarına kulluk zilletinden kurtulamayanın da O’na sağlam bir kul olması düşünülemez. Hz. Bediüzzaman bir yerde meâlen ne hoş söyler: “Allah’tan başka hiçbir şeyi O’na kulluk yapacak derecede kendinden yüksek görme!. ve kendini herhangi bir kimseden büyük görecek şekilde de kibre girme!. Zira mahlukat ma’bûdiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, yaratılmış olmaları itibariyle de birdirler.”

4- Onlar, sa’ylerinin semeresini kendilerinden bilmez ve Allah’ın bir imtihan olarak onlara verdiği kıdemi.. ve kimbilir, hangi mülâhazayla ortaya koydukları sa’y u gayreti başkalarına üstünlük vesilesi saymazlar.. halkın hüsn-ü zan ve teveccühlerine bel bağlamaz ve bedel arayışına girmezler.. sevilip sayılmalarını bir iptilâ kabûl ederek, Allah’ın kendilerine olan lütuflarını etraflarına karşı minnet ve eza vesilesi görüp, Hakk’ın ihsanlarını halka karşı sebeb-i istibdat yapmazlar.

Hâsılı, tevâzu hulûkullah sarayının cümle kapısı olduğu gibi, Hakk’a ve halka yakın olmanın da en birinci vesilesidir. Gül toprakta biter.. insan semâlarda değil, yerde yaratılmıştır. Mü’min, secde ünvanıyla başı ile ayakları aynı noktada birleşince Allah’a en yakın olur.. Hz. Muhammed Mustafa (sav)’e yapılan gökler davetiyesinin başında, tevâzu ve mahviyetinin remzi olarak òŸÓ»ÚœÔÁÔå (İsrâ, 17/1) kelime-i mübeccelesi yazılmıştır.
 

FERASETLİ

KF Ailesinden
Özel Üye
ellerine saglık çok güzel sagolasın




Hâsılı, tevâzu hulûkullah sarayının cümle kapısı olduğu gibi, Hakk’a ve halka yakın olmanın da en birinci vesilesidir. Gül toprakta biter.. insan semâlarda değil, yerde yaratılmıştır. Mü’min, secde ünvanıyla başı ile ayakları aynı noktada birleşince Allah’a en yakın olur.. Hz. Muhammed Mustafa (sav)’e yapılan gökler davetiyesinin başında, tevâzu ve mahviyetinin remzi olarak òŸÓ»ÚœÔÁÔå (İsrâ, 17/1) kelime-i mübeccelesi yazılmıştır
 
Üst