Taş Oğlu Taş Olmak İstiyorum!

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
350_281020111813_890373826.jpg


Taş Oğlu Taş Olmak İstiyorum!

Haiti’den misyonerlerce kaçırılmak istenen o 33 çocuktan biri bizim çocuğumuz değil diye suçlular cezasız kalabilir. Oysa Sadi ne demiş “zaman o muhtaç kişiye vurmuş deme. Zira vuran kılıç henüz kınına girmemiştir!”

Bana dokunmayan yılan, çocuğuma dokunmayan sırtlan bin yıl yaşasın. İşte bu düşünce yüzünden kaç gündür gözüme uyku girmiyor. Gözümü kapatmaya çalıştıkça Haiti’nin enkazından havalanan bir toz bulutu gelip kirpiklerime yapışıyor. Gözyaşlarım toz ile birleşince çamur süzülüyor yanaklarımdan.
“Gözyaşının temizleyici etkisi” bu kez işe yaramıyor. “Tüm çocukları seviyoruz” yalanından bir hale yükseliyor önce… Başımızın üzerinde iki tur atıp buharlaşıyor. Sonra biz buharlaşıyoruz, ellerimiz ve gözlerimiz… Yalanımız baki kalıyor. Çünkü biz tüm çocukları falan sevmiyoruz. Biz sadece kendi çocuklarımızı seviyoruz. Başına bir iş gelmesin diye dua ettiğimiz, yatmadan önce üzerini örttüğümüz, kendi ihtiyaçlarımızdan kısıtlayıp önüne oyuncaklar serdiğimiz, büyütürken emek çektiğimiz kendi çocuklarımızı… Biz sadece kendimizin(!) olanı korumaya, kaybetmemeye bayılırız. İsmail bizim oğlumuz olmadığı için boynundaki bıçağı düşünürken soğuk terler dökmeyiz. Yusuf bizim oğlumuz olmadığı için Hz. Yakup nasıl kıvrandı anlamayız. Ve Hz. Muhammed’in halini kendimiz yetim kalmadıkça yahut çocuğumuz öksüz büyümedikçe hatırlamayız. Bütün çocukları sevmek için önce kocaman bir yüreği olmalı insanın. Kendi çocuğumuz kalbimizi tıkış tıkış doldurmuşken, bizim müşfik ellerimize market arabası daha çok yakışıyor. Diğer çocukların başına her şey gelebilir. Olasıdır. Eğer bizim çocuğumuz içinde yoksa 120 çocuk Sarıkamış’ta donabilir mesela. Ya da Irak’ta bir enkazın altından çıkan o minik bebeği yaşlı adamlar ekrana doğru tutabilir. Yahudi kız çocuğu Anna Frank tüm ömrünü bodrum katlarında geçirip, bir toplama kampında ölürken bizim kızımız olmadığı için saçları kazınabilir. Saraybosna’da binlerce çocuk babasının mezarı başında ağlayabilir. Misal bizim çocuğumuz üzerine basmamışsa bir mayın bir kız çocuğunu dallara ve çimenlere asabilir. Şu Çeçenistan’da pusuya yatmış Rus askeri “eğer bu çocukları bu gün öldürmezsek onlar büyüyünce bizi öldürür” diyerek bir bombayı 14 yaşındaki çocukların üzerine yollayabilir. Allah korusun bizim kızımız olmadığı müddetçe bir adam kızını kuyuya atıp rahatlıkla arkasını dönüp gidebilir. Haiti’den misyonerlerce kaçırılmak istenen o 33 çocuktan biri bizim çocuğumuz değil diye suçlular cezasız kalabilir. Oysa Sadi ne demiş “zaman o muhtaç kişiye vurmuş deme. Zira vuran kılıç henüz kınına girmemiştir!” Empatiden nefret ediyoruz. Çünkü kalbimizi acıtıyor. Ve eminim bütün dünya insanları empatiden nefret ediyor. Eğer öyle olmasaydı karşısında kendi oğlu varmış gibi düşünen biri bir bombanın pimini çekebilir miydi, ya da bir babanın mezarını pervasızca eşebilir miydi? Dünya kurulduğundan beri Tanrının en sevmediği o eylem “öldürme” eylemi inadına devam ediyor. Tanrıyla niye inatlaşıyor insan. Neden şeytanın yaptığı gibi inatlaşıyor tanrıyla. Tanrıyla neden inatlaşıyoruz! Bunca savaş çocukların üzerinden devam ediyor. Liderler çocuk ölülerinin üzerinden nutuk atıyor. Şu uzaydan bakılınca cımbızla ayrılabilen toprak parçaları daha kaç ideolojinin emrinde çocuklara mezar olacak. Mezarlarına su dökecek kimsesi olmayan, morglarda, hastanelerde, çöplerde uyuyan çocuklara daha kaç kez okuyacağız anayasa hukukunu, Roma hukukunu… Daha kaç kez okuyacağız ezbere bildiğimiz aforizmaları… Ve daha kaç kez okuyacağız… Kaç kez okuyacağız çocukların canına… Olmuyor işte hem davuluna hem kasnağına… Ne şiş yansın ne kebap olmuyor. Fikirler idealler uğruna çocuklar ölebilir demek olmuyor. Herkese boncuk dağıtıp kendini tüm belalardan münezzeh görmek olmuyor. Kerbela’da ölen canların ağusunu yuttuktan sonra kendi çocuğunu peygamber torunundan daha kutsal görmek, pamukların içinde büyütüp kutsamak olmuyor. Dışarıda kar yağıyor… Tüm çocukların içine kar yağıyor. Evsiz kalmış, katledilmiş çocukların. İstismara uğramış ve işkence görmüş çocukların içine bir mevsim değil dört mevsim kar yağıyor. Komşunuzun, akrabanızın ve kendi çocuğunuzun içine kar yağıyor. Öyleyse en yakınınızdaki çocukları kucaklayın evvela. Onların ileride “bir çocuk öldürücüsü” olmaması için bir şeyler yapın. Tüm çocukları olmasa da bazılarını sevin canı gönülden… Dünyanın en uzun surları Diyarbakır surlarıymış. Bazen kollarımın Diyarbakır surları gibi uzun ve sağlam olmasını istiyorum. Tüm çocuklara ulaşmak için. Güneş çıksa gölge olayım diye, yağmur çiselese kuytu olayım diye. Şu pespaye insanların önüne duvar olayım diye. Kıyamet kopana kadar kaç çocuk daha ölecek, kaç çocuk ölünce birileri kar hanesini işaretleyecek hissetmeyeyim, taş oğlu taş olayım diye! Yama üzerine yama dikmekten bıkmışım. Örs gibi katılaşmış ruhuma çekiç yemekten bıkmışım. Emanetleri “benim” bilmekten bıkmışım. Kimsenin uğramadığı dükkânlarda nasihat biçmekten bıkmışım. Kainat ilahisinde çatlak sesler duymaktan bıkmışım. Okunan her kitabın silaha dönüşmesinden, egoizmin sıçrattığı kan lekelerini temizlemekten bıkmışım. Ekranda usulca can veren bir çift gözün ruhuma biçtiği kefeni yok saymaktan bıkmışım. Uyanık olmaktan, görüyor olmaktan, anlıyor olmaktan, sap gibi durmaktan bıkmışım. Şu an sadece başımı bir çocuğun mezarına koyup uyumak istiyorum. Eskiler uyuyanın üzerine kar yağarmış derler… Bırakın yağsın. Ölü bebeklerin içine yağan kar, benim üzerime yağmış çok mu?

Detay:
gencdergisi'nden alıntıdır..
 
Moderatörün son düzenlenenleri:
Üst