Tahrîm sûresi

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Kur'an-ı Kerim'in altmış altıncı sûresi. Oniki ayet, ikiyüzkırkdokuz kelime ve binaltmış harften ibarettir. Fasılası elif, râ, mim ve nun harfleridir. Hucurât sûresinden sonra nâzil olmuştur. Adını birinci ayetten almıştır. Fakat bu ismin surenin muhtevası ile doğrudan bir alakası yoktur. Muteharrim adıyla da anılmaktadır.

Resulullah (s.a.s)'in hayatı, her yönüyle müminlere örneklik edecek olan bir hayattır. Allah Teâla dinini inzâl ederken onu, Peygamber (s.a.s)'e yaşatmış ve gereklerinin ne şekilde yerine getirileceğini, sonraki insanlara pratik hayata dökülmüş bir şekilde aktarmıştır. Bunlardan birisi de bu surenin nâzil olmasına sebep olduğu rivâyet edilen olaydır. Hz. Âişe (r.a)'dan nakledilen bir hadis: Resulullah (s.a.s), bir hanımının odasında daha fazla kalıyormuş. Bunu kıskanan diğer hanımları, bir hileye başvurarak bunun önüne geçmek istemişler Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) helâl olduğu halde kıskanılan hanımının ikrâm ettiği baldan içmeyecegine yemin ederek, onu kendisine yasak kılmıştı (Buhar Talâk, 8; diğer rivâyetler için bk. bn Kesir, Tefsir, VIII, 184 vd).

Allah Teâlâ bu olay üzerine Resulullah (s.a.s)'i uyararak serzenişli bir uslûbla helâl-haram, caiz olan olmayan ve bunun gibi diğer bütün yasaklama ve serbest bırakmaların sadece Allah Teâlâ'nın belirlemesi ile olduğunu, Peygamber dahi olsa, kanun koyma hususunda hiç kimsenin söz hakkı bulunmadığını şöyle bildirmiştir: "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını kazanmak için Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?. ." (1).

Hz. Peygamber (s.a.s) bu yasaklamayı, sadece kendi nefsi için öngörmüştü. Ancak o, sıradan bir insan konumunda olmadığı gibi, işlediği her şey ümmet için bir numûne idi. Bunun için, çok basit görünse bile yaptığı hatalar hemen Allah tarafından düzeltiliyordu. Ayrıca, diğer bir takım insanlar buna bakarak kendilerine bir takım haramlar ihdas ederler ve bunda bir sakınca görmeyebilirlerdi. Allah Teâlâ böyle bir sapmaya, açık kapı bırakmamak için, peygamberin hatasını hemen düzeltmiştir.

Allah Teâlâ, Peygamber (s.a.s)'in yaşayışındaki basit bir yanlışı bile ihmal etmeyip düzelttiğine göre Resulullah (s.a.s)'ın işlediği her şey Allah'ın murakabesi ve yönlendirmesi ile cereyan etmektedir. Böyle olunca da işlediğinin ve yasaklayıp serbest bıraktığının müminler için bağlayıcı olduğu sonucu çıkar. Nitekim Allah Teâla; "Onun her konuştuğu Allah tarafından vahiy edilen başka bir şey değildir" (en-Necm, 53/4) buyurmaktadır.

Allah Teâlâ bu tip küçük hataları düşüp, sonra tevbe edenleri ise bağışlayacaktır: "...Allah, "Gafur'dur, Rahim 'dir" çok affeden ve çok merhamet edendir. (1).

Allah'ın helâl kıldığı şeyleri, kendilerine yasaklayarak, yeminlerden bir rahmet olsun diye, kefâretini vermek şartıyla yeminlerden vazgeçilebileceğini beyan ediyor:

"Şüphesiz Allah, yeminlerinizi kefâret vermek suretiyle bozmanızı size meşru kıldı" (2).

Daha sonra gelen ayetlerde Allah Teâlâ, Peygamber (s.a.s) hanımlarının bu takım hareketlerini zikrederek, onları Peygamber (s.a.s)'e karşı davranışlarında daha dikkatli olmaları için uyarmaktadır.

Peşinden, iman eden insanların çocuklarına ve eşlerine karşı olan vazifeleri uyarıcı bir uslûbla zikredilmektedir. Bu görev, sorumlulukları üstlenilen kişilerin ebedî olan ahiret hayatına hazırlanmalarını sağlamaktır. Yani onları önlerindeki ateş çukurlarına düşürecek olan tuzaklardan koruması gerektiği bildirilerek, Cehennemin başında bekleyen ve verilen emirleri eksiksiz uygulayan meleklerin tavırları gözler önüne serilmektedir: "Ey İman edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin başında sert ve şiddetli Allah'ın emrine karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerine getiren melekler vardır" (6).

İman edenlerden, kalpten, içtenlikle tevbe etmeleri istenmekte ve ancak böyle tövbe etmekle Allah'ın bağışlamasının umulabileceği gerçeği dile getirilerek, bağışlanıp Cennete girmeye hak kazananların o gün içinde bulunacakları durumların güzelliği zikredilmektedir: "Ey iman edenler! Allah'a samimiyetle tövbe edin. Belki Rabbiniz kötülüklerinizi siler. Peygamberi ve beraberindeki müminleri utandırmayacağı günde sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar..." (8)

Bunun hemen peşinden gelen ayette İslâm ümmetinin korunması için, kâfirlerle ve münâfıklarla savaş edilmesi emri gelmektedir. Ayrıca onlara karşı takınılacak tavrın nasıl olma gerektiğine de temas edilmektedir: "Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad et. Onlara sert davran. Onların sığınacakları yer Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir." (9)

Burada konunun birden değişerek kâfirlere ve münafıklara karşı cihat emredilmesinin hikmeti, daha önceki ayette cehennem ateşinden korunması emredilen yuvanın, ancak yeryüzünde zulüm yapan azgın ve bozguncu kitlelerin ifsadının önüne bir sed çekilerek İslâm toplumunun emniyete alınması ile mümkün olabileceği gerçeğidir. Bunun da tek yolu, İslâm'a savaş ilân edenlere karşı savaşmaktır.

Surenin bundan sonraki ayetlerinde inanan kadınlara örnek ve ibret olsun diye, tarihte yaşamış iki mümin ve iki de kâfir kadından söz edilir. Nuh ve Lût (a.s)'ın hanımları onlara ihânet edip, kâfirlerle birlik oldukları için helâk olanlardan olmuşlardı. Peygamber hanımı olmaları, onları bu elim azaptan kurtaramamıştı. Bu insanoğlunun kendi amelleriyle başbaşa kalacağının açık bir delilidir.

Firavun'un hanımı ise yaşadığı şirk ve küfür tufanı içerisinde tek başına kurtuluş yolunu bulabilmiş ve kralın sarayında, bütün dünyevi nimetleri teperek, ahiret yurdunun güzelliklerine talib olabilmişti. Firavun'un bir kötülüğünün dokunmasından endişe ettiği için de Allah'a sığınmıştı: "Rabbim Cennete rahmetine yakın bir yerde bana bir ev yap. Beni Firavun 'dan ve onun kötü amellerinden kurtar. Beni şu zâlim kavimden kurtar" (11). Allah Teâlâ, iman edenlere yine, seçkin kadınlardan biri olan Meryem'i misal vererek, sureyi bitirmektedir; Meryem, kendini Allah'a adamanın bir numûnesidir: "Allah iman edenlere, namusunu koruyan İmran'ın kızı Meryem'i de misâl gösterir. Biz ona, ruhumuzdan üfledik. O, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve itaatkâr olanlardandı" (12).

Ömer TELLİOĞLU
 
Üst