SINAÎ SERVET, YATIRIM ve ÜRETİM ve ARAÇLARI

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
Hz. Peygamber tarafından üzerlerinden zekât alınan mallar incelendiğinde,
bu malların nâmî (artıcı, gelir getirici) vasıfta oldukları görülür. Zekâta
tâbi mallarda aranan bir şart da o malın kişinin aslî ve zarurî ihtiyaçlarının
dışında olmasıdır. Buna havâic-i asliyyeden fazla mal denmektedir. Hz.
Peygamber zekâtın varlıktan verileceğini buyurmuş (Buhârî, “Zekât”, 18)
ashabına, önce aile fertlerine, sonra başkalarına infak etmelerini tenbihlemiştir
(Buhârî, “Zekât”, 19).
Zekâta tâbi malların iki temel özelliğini böylece tesbit ettikten sonra, bu
bilgilerin ışığında gelir getirici bina, nakil vasıtaları gibi malların, sanayi sektöründeki
üretim makinelerinin zekâtı konusunu tetkik edebiliriz.
Bilindiği gibi sanayi inkılâbı ve onu takip eden sosyal ve teknik gelişmelerden
sonra atölyeler, fabrika ve işletmeler gibi yeni mallar ortaya çıkmıştır.
Bunlar üretimde kullanılmak suretiyle birer gelir kaynağı olmakta,
dolayısıyla nâmî vasfa sahip bulunmaktadır. Bu malları aslî ihtiyaçtan,
meslekî alet ve takım tezgâhı cinsinden saymak mümkün değildir. Böyle
olunca, mezhep müctehidleri devrinde bulunmadığı için klasik kaynaklarda
haklarında açıklama yer almayan bu yeni gelir getirici malların zekâta tâbi
olacağı açıktır. Çağımız İslâm âlimleri de gelir getirici bu yeni malların zekâta
tâbi olduğunda görüş birliğine varmış, ancak bunlardan nasıl ve ne nisbette
zekât alınacağı konusunda farklı görüş ve usuller ileri sürmüşlerdir.
Fakihler zekât mallarını konu alan nassların taabbüdî olmayıp muallel,
yani hükmün dayandığı vasfın bilinebilir olduğunda görüş birliğindedir. Onlar
Hz. Peygamber'in zekât tahsil ettiği mallarda zekâtın farziyetine "illet" teşkil
eden vasfın nemâ olduğunda ittifak etmişlerdir. Fakihler teşrîin hikmetini ve
zekâtın gayesini de dikkate alarak aynı müşterek illete, yani artıcı olma (nemâ)
özelliğine sahip başka malları da zekâta tâbi tutmuşlardır. Ayrıca fakihler,
kişinin temel ihtiyaç maddelerinden olan marangoz, demirci gibi zenaat erbabının
el aletlerini, takım ve tezgâhlarını, oturulan evleri zekâttan muaf kabul
etmişlerdir.
Bu gelişmelerden sonra, yukarıdaki nâmî olma özelliği dikkate alınarak
şöyle bir ayırım ortaya çıkmıştır:
1. İnsanın temel ihtiyaçlarından sayılan mesken, sanatkârların ev aletleri,
zekâta tâbi değildir.
2. Artıcı (nâmî) özellikte olan, gelir elde etmek için edinilen mallar, bunlar
zekâta tâbidir.
3. Hem temel ihtiyaçlardan sayılan ve hem de artıcı özelliğe sahip olan
kadınların süs eşyası, çalıştırılan hayvanlar gibi mallara gelince, fakihler bu
nevi malın zekâta tâbi olup olmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Onları artıcı
vasıfta görenler zekâta tâbi kılmışlar, tabii ihtiyaçtan kabul edenler zekâttan
muaf tutmuşlardır.
Zekât mallarının, yukarıda zikredilen üçlü taksimi ve bu ayırıma göre zekât
uygulaması, fıkhın tedvin devrinde artıcı, gelir getirici olarak tanınmayan,
fakat günümüzde üretken ve gelir kaynağı olma özelliği kazanan malların
zekâta tâbi mallar grubuna katılmasını zorunlu hale getirmiştir.
Sanayide kullanılan makineler gelir getiricidir, nâmî mal sayılır. Bu makineler
marangozun, demircinin kullandığı el aletlerine kıyas edilemez.
Çünkü marangoz ve demirci bizzat kendileri el aletleri, takım ve tezgâhları
ile çalışarak üretim sağlarlar. Müctehid imamlar sanatkârların aletlerini -
haklı olarak- zekâttan muaf tutmuşlardır. Çünkü sanatkârların geçimi için
bu aletlere ihtiyaçları vardır.
Yukarıda bir kısmı belirtilen bu ve benzeri gerekçelerden hareket eden
İslâm hukukçuları, sanayi sektöründeki yatırımların hangi usul ve ölçüye
göre zekâta tâbi tutulacağı konusunda iki gruba ayrılmışlardır.
Çağımız İslâm hukukçularından bir gruba göre, sanayi makineleri ve
benzeri mallara yüklenecek zekâtın nisbeti, bu mallar ziraî araziye, gelirleri
de arazi mahsullerine kıyasla belirlenir. Zekât bu mallardan değil gelirlerinden
alınır. Böyle olunca da zekât nisbetinin, safî gelirden % 10 veya gayri
safî gelirden % 5 olması gerekir. Muasır müslüman yazarlar nezdinde, üretim
aracı makine ve fabrikaların gelirlerinin % 10 veya % 5 nisbetlerinde
zekâta tâbi tutulması görüşü, uygulama kolaylığı yönü de dikkate alınarak,
bir hayli ağırlık kazanmıştır.
Asrımız İslâm âlimleri arasında bu konuda benimsenen ikinci görüş, fabrika
gelirlerinin, gelir sahibinin elindeki para ve ticaret mallarına kıyaslanarak % 2.5
oranında zekâta tâbi tutulması şeklindedir. Ancak bu grupta yer alan görüşler
arasında da ayrıntıda bazı farklılıklar bulunmaktadır.
1965'te Kahire'de ve 1984'te Küveyt'te akdedilen konferans kararlarında
sınaî makinelerin safî gelirlerinden % 2.5 oranında zekât alınması
tavsiye edilmiştir.
Çoğunluğunu çağdaş Mısırlı âlimlerin oluşturduğu bir grup ise, sanayi
sektöründe dönen sermaye + gelirin % 2.5 oranında zekâta tâbi olması gerektiğini
savunmuşlardır. Diğer bir ifadeyle, sanayi sektöründeki üretim makinelerinin ve diğer duran sermayenin dışında her türlü giderlerin maliyethesapları yapılarak dönen sermayenin ve kârın % 2.5 oranında zekâtının
verilmesidir.
Bu görüş sahipleri şu gerekçelerden hareket etmektedirler:
1. Sanayi sektöründeki üretim makineleri ile ziraî araziler birbirine kıyas
edilemeyecek derecede farklı olduğu için, sanayi gelirlerini -arazi mahsullerine
kıyasla- % 10 veya % 5 zekâta tâbi tutmak uygun olmaz. Sanayi makineleri,
topraktan farklı olarak çalıştıkça eskir, yıpranır, kısa aralıklarla parçalarını
değiştirmek zorunluluğu ortaya çıkar. Günümüzün hızla gelişen
teknolojisi bu makinelerin tamamen yenilenmesini de zorunlu kılar. Yeni
yeni ortaya çıkan makineler daha az masraf ve iş gücü ile daha çok üretim
yapabilme kapasitesine sahip olunca -piyasada tutunabilmek için- eskileri
değiştirmek zaruret haline gelebilir. Yıllık amortisman bedelinin matrahtan
düşülmesi de, onun toprağa kıyas edilemeyeceğini gösterir. Bugün aşağıda
açıklayacağımız, bir kanunun tanıdığı amortisman bedeli vardır, bir de makinenin
belli bir kapasitede çalışması şartı ile, tahmin edilen yıpranma payı
vardır. Bu ikisine de âniden zuhur eden yanma, bozulma ve yepyeni bir
makine ile değiştirme zaruretinin ortaya çıkması dahil değildir. Ayrıca sanayi
yatırımlarını hem zekâttan muaf tutuyoruz, hem de ikinci kere tekrar
makine satın almak için ihtiyat payı ayırıyoruz.
2. Toprak mahsulleri, zekât açısından, diğer kâr ve kazançlara benzemez.
Toprak ürününün zekâtı hasat zamanı bir kez verildi mi ticaret malı
olmadıkça, yıllarca ambarda da kalsa artık bir daha zekâtı verilmez. Sanayide
sektöre göre yılda 10-15 kere imalât yapan işletmeler vardır. Bu kıyasa
göre her imalât için zekât ödemek gerekecektir.
3. İslâm tarihinde evlerin, hanların, hamamların ve hayvanların kiraya
verilip elde edilen gelirden zekât verildiğinin örnekleri vardır. Ahmed b.
Hanbel'in bizzat kendi evini kiraya verip, kira gelirinin zekâtını verdiği nakledilir.
4. Günümüzde sanayi sektör yatırımlarını, ticarî yatırım ve faaliyetlere
kıyas etmek daha uygun görünmektedir. Günümüzde sanayi sektörü -ticarî
yön daima ağır basarak- ticaret sektörüyle iç içe yürümekte, üretilen malların
en iyi şartlarda pazarlanabilmesi için tanıtım, reklam, paketleme, ambalaj
gibi faaliyetlere gelirden büyük paylar ayrılmaktadır. Bunlar hep ticarî faaliyetlerdir.
Sanayi sektörünü araziye benzetmek doğru sonuçlar vermez.Bu görüş sahipleri netice itibariyle, sanayi sektöründeki faaliyetleri ticarî
faaliyetlere kıyas ederler ve klasik zekât uygulamasındaki yerleşik kurallar
dikkate alınarak borçlar, malzeme, işçilik, üretim, pazarlama, yönetim, finansman
vb. giderlerin maliyet hesapları yapılıp çıkarıldıktan sonra duran
varlıkların zekâttan muaf olduğunu, dönen varlıkların ise net kâr ile birlikte
% 2.5 oranında zekâta tâbi olacağını ifade ederler.
 
Üst