SİLSİLE-İ SAADAT Selahüddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.)

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Buhara’lıdır. Nemengan’ın Tus bölgesinde dünyaya gelmiş bir Özbek türküdür. Şeyh Mazhar İşan Can-i Canan k.s. Hz. lerinin en büyük halifesi idiler. Altun Silsilenin büyük rütbesi ve 32’inci halkasıdır.
Devamlı istiğrak halinde, zamanın kutbu ve tayyi mekan sahibi idiler. Sabah namazlarının ekserisini bu suretle, yani tayyi mekan ile Kabe-I Muazzama’da kılarlardı.
Mekke Şerifi Hüseyin in İngilizlerle anlaşarak Osmanlı Devletine ihanet ettiği 1. Dünya Harbi yıllarında Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracuddin k.s. son haclarını da ifa etmek üzere Mekke-I Mükerreme de bulunuyorlar idi. Şeriflik iddiasındaki bu hain kendilerinin pek çok kerametlerini duymuş ve itibar edilir bir zat olarak tanımıştır.
Bu münasebetle kendisinden korkarak hapis ettirdi. Kapılara kalın zincir vurdurdu. Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin k.s. kalın zincirleri kırmak suretiyle hapishane kapılarını açıp kaçma kerametini gösterdiler. Ve ertesi gün Altun oluk üzerine çıkıp ‘Evradı Fethiye’yi ‘Okumaya başladılar. Şerif Hüseyin tekrar yakalatarak bu defa çok daha sıkı tedbirler aldırdı ve tekrar hapishaneye koydurttu.
Şeyh Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin k.s. zincirleri tekrar parçalayıp hapishaneden çıktı.
Bunu duyan Şerif Hüseyin memlekete kaçmaması için çok sıkı tedbirler aldırdı. Bütün yollar tutuldu. Bütün bunlara rağmen Şeyh Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin k.s. Cidde’ den hareket eden bir gemiye aile efradı ile birlikte binerek memleketine dönmek üzere yola çıktı. Bu haber duyulunca gemi tepeden tırnağa arandı fakat buna rağmen gemide bulunamadı.

Hz. Pir k.s. baştan sona kadar aranan gemi ile memleketine sağ Salim döndüler. İngilizler tarafından geminin yanaşacağı limana bulunup yakalanması için telgrafla emirler verildi ise de yine bulunamadı. Şerif Hüseyin kendilerini buldurmak için bütün Hicazı alt üst etti. Bunu bildikleri için ona su manalı telgrafı çektiler.
- sağ salim memleketime döndüm, boşuna zahmet çekmeyiniz.

Kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Sultan II. Abdulhamid Han zamanında İstanbul’u teşrif ettiler ve Sultan tarafından bizzat Kabul edilerek sarayın müsafiri oldular. Sultan II. Abdulhamid Han Hz. İle birlikte o zamanın henüz medresede talebe olan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerine, Nakşibendi yolunu talim buyurdular ve bir müddet İstanbul da kaldılar.
Ezeli takdir icabı kendisinden sonra Altun Silsilenin halkasını teşkil edecek olan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerinin terakki ve talimini temin ettiler.
20.inci asrin baslarında bu ziyaretler esnasında Osmanlı Devletinin basına gelen felaketler ve ileride gelmesi mukadder büyük dertler sebebiyle pek çok dua ve ilticalarda bulundular. Defalarca Erbain çıkardılar, Cenabı hakka yalvardılar, fakat bütün bunlara rağmen Ümmet-I Muhammed’in, üzerine gelmekte olan belaları hak ettiğinden Kader-i İlahi’nin tahakkuk edeceğini ve bunun önüne geçilmesinin mümkün olmayacağını Sultana izah buyurdular. Bu sebepledir ki Sultan Abdülhamit Han Hz. leri bir ihtilal ile tahttan indirildiğinden ihtilalcilere karsı koymamış “Zalike takdiirul Azilil Alim” ayetini okumakla iktifa etmişlerdir.
Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracuddin k.s. Saraya müsafir olduğu günler İstanbul un en mühim ziyaret yerlerinden biri olan Ebu Eyyub Sultan Hz. lerinin kabrini ziyaret ettiler. Emrine Saray tarafından tahsis edilen araba ile Eyyüb Sultan’a giderken Haliç kenarında “Ya Vedud Baba” nin türbesini ve türbeye inen Fuyuzati İlahiyeyi görünce hayretlerini ifade ettiler.
- Bu zat kimdir? Diye sordular. Kendilerine,
- Evliyadan. ( Ya Vedud Baba’dır) cevabi verildi.

Ziyaretten dönüşlerinde tekrar ayni yerden geçerken yeniden ayni soruyu sordular. Bunun üzerine Maiyetindekiler ‘Efendi Hz. İhtiyarlığından galiba az önce sorduğunu ve bizim söylediğimizi unuttu’ diye içlerinden geçirdiler.
Selahüddin Hz. İse onların iç hallerine vakıf oldular. Bunun üzerine bindiği arabanın tekerleğinden bir miktar toprak alarak:
- Su sizin dünyanızdan gözlerime biraz toprak serpeyim de bari gördüklerimi bir daha unutmayayım, buyurdular.

Salahuddin Hz. Devamlı istiğrak halinde “Musteğrakiine fi zatillah makamında” oldukları için bu sözleri ile insanlarca mühim görülen pek çok şeye ehemmiyet vermediğini izah buyurmuş oluyorlar.
Halifelerinden Mirza Abdurrahim efendiyi (Tesbihçi Baba’yı) İstanbul da Ebul Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerinin yanına bırakarak Buharay a donen Salahuddin Hz., ömrünün son yıllarını Buhara da geçirmiş ve burada da vefat etmiştir.
Kabri Şerifleri Buhara da yüksek bir tepe üzerindedir.
Kaddesellahü Sirrahülaziz.

Selahüddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.)'in Halifesinin Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) Olduğuna dair :

Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerinin babası ve dedelerinin hemen hepsi meşâyıhtandır. Kendileri, daha sonra intisab edeceği üstâzı Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddin (k.s.) hazretleri ile tanışmadan önce, babasının tarif ettiği bazı tasavvufi derslerle meşgul olurken bir gece şöyle bir rüya görürler:
Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâuddîn, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî hazerâtı ve Nakşibendî yolunun Müceddidiye kolu büyüklerinden (k. esrârahüm) bir grup zevât-ı kiram halka tertip etmişler. Fakat aralarında bir kişilik boş yer bırakmışlar. Süleyman Efendi hazretleri bu boş yeri görünce, kendisi için oturmaya müsaade ederler mi diye düşünmüş... Tam bu esnada, Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurmuşlar ki:
“Oğlum, bu boşluk sana bırakıldı. Fakat seni Müceddidîn kolundan bir zât terbiye edecek, ondan sonra sen buraya oturacaksın.”
Bunun üzerine Süleyman Efendi hazretleri, “Efendim ben o zâtı nerede ve nasıl bulabilirim” diye sorunca; “O seni bulur” cevabını almıştır.
Aradan uzun yıllar geçmiş, Süleyman Efendi hazretlerinin talebeliği sona ermiştir. O devirlerde bazı İstanbul zenginleri ramazan-ı şerifte, hocalara ve talebelere ayrı ayrı iftar yemeği verirler, hatta ramazan ayı boyunca kazanlar kaynarmış.
Bir gün hocalara ziyafet veren bir zenginin evinde Süleyman Efendi hazretleri de bulunmuş. Yemekler yenilmiş, akabinde tanımadığı bir hoca Süleyman Efendi’ye, “Oğlum Süleyman, Evrâd-ı Şerifi oku da duâmızı yapalım” demiş.
Süleyman Efendi hazretleri, hiç tanımadığı, fakat kendisini tanıyan bu zatın isteğini yerine getirerek, Evrâd-ı Bahâiye’yi okumuş. O zat da akabinde duasını yapmış. Ellerini yıkamak için sofradan kalkınca, o zat, Süleyman Efendi hazretlerinin ellerinden tutarak bir kenara çekmiş ve demiş ki:

“Oğlum, sen filan zaman bir rüya gördün. Sana, Müceddidiye kolundan bir mürşid terbiye verecek demişlerdi. Sonra sen, halkadaki boş yere oturacaktın, hatırladın mı?”
Süleyman Efendi, “Evet efendim” demiş.
Bunun üzerine o zât, “Ben Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddîn, Cenâb-ı Hakk’ın ve rûh-i Resûlüllâh’ın emri ile Türkistan’dan seni yetiştirmeye geldim” demişler.
Süleyman Efendi hazretleri, işte tam o andan itibaren teslîm-i küllî ile onun hizmetine girmiş ve bir süre beraber kalmışlar. Bilâhare Mevlâna Sirâcüddîn hazretleri yine Türkistan tarafına dönmüşler. Bu arada mektuplaştıkları olmuş.

Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a dönen Mevlâna Siracüddin hazretleri, Süleyman Efendi hazretleri ile beraber Bursa’ya giderler. Orada “Erbaîn” çıkarırlar. Süleyman Efendi hazretleri, erbaîn çıkardıktan sonra, hiç okumayı bilmeyen bir çocuğa, bir saat kadar kısa bir zaman içinde Kur’an okumasını öğretivermiş.
Süleyman Efendi hazretlerine verilen bu salahiyeti müşâhede eden üstâzı Mevlâna Sirâcüddin (k.s.), heyecanla Uludağ’a hitâben; “Ey Keşiş dağı!(2) Cenâb-ı Hak evlâdımıza öyle bir salahiyet verdi ki; isterse sana da, kımıldata kımıldata Kur’an okutur” demiş.

Yukarıda Kemal Kacar Bey’in (r.aleyh) yazısında da çok vecîz bir şekilde ifade edildiği üzere, Süleyman Efendi hazretlerine seyr u sülûk merhalalerini ikmâl ettirmişlerdir. Sonra da, “Oğlum, bizimki buraya kadar; artık bundan sonra sen, ma‘nen İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri ile ierlemeye devam edeceksin. Buradan ileriye ben de sana ittiba‘ edeceğim” diye buyurarak, Süleyman Efendi hazretlerini İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâni nisbetine teslim etmişlerdir
 
Üst