Selam sana Eyy Musab!..

mekke-medine

KF Ailesinden
Özel Üye
musab.jpg


Selam sana Ey Mus'ab!
Yakışıklı ve zengin Mus'ab bin. Ümeyr!Yaşadığın dönemde senden daha alımlısı yoktu Mekke'de...Soylu bir aileden geliyordun...Bir giydiğin bir daha görülmüyordu üzerinde...Günümüz tabiriyle bir o kadar da karizmatiktin...
Mekke sokaklarında yürürken tüm genç kızlar pencerelere çıkıp mendil sallıyorlardı senin için...
Sanki Yaradan Yusuf'un(a.s) yakışıklılığını ve Süleyman'ın(a.s) zenginliğini sende buluşturmuştu...
Sonra öyle bir güneşle karşılaştın ki...O ana kadar tüm yaşantını karanlıkların tam ortasında geçirdiğini işte o zaman ve o karşılaşmada anlayacaktın...
Öyle bir sarıldın ki davana tüm ihtişamı, şaşaayı, şöhreti elinin tersiyle itivermiştin bir kenara..
Ben diyorum Senin yerinde olsaydım yapabilir miydim o yiğitliği acaba, gözümü kırpmadan itebilir miydim elimin tersiyle...sahip olduğum her şeyi...
İbrahim'in(a.s) İsmail'den(a.s)vazgeçtiği gibi,Yakup'un(a.s) Yusuf'dan(a.s) vazgeçtiği gibi , Musa'nın(a.s) saraydan vazgeçtiği gibi Sen de vazgeçiyordun tüm zaaflarından...Çünkü yolunuz aynıydı...çünkü "bir elime güneşi diğer elime ayı koysanız hak bildiğim davadan dönmem " diyen bir önderin vardı ...çünkü gökler ötesi alemdi senin gözünü diktiğin ve o kutlu yolda şehitlikti seni tatmin edebilecek mertebe...
Şehadetin sonrası tam olarak üzerine örtecek kefen bulunamamıştı da çalı çırpıyla gizlemişlerdi ayaklarını...
Örnek bir hayat bırakıp çekilmiştin tarih sahnesine....
Günümüzde hangi dava uğruna olursa olsun, davasına sahip çıkabilen babayiğitlere o kadar çok ihtiyaç var ki...Doldurulmuyor sen ve senin gibilerin boşluğu...

Ah!.. Bir gökyüzünü ağlatabilsem,
Gökyüzü mavi ağlar.
Fakat herkes gökyüzünü ağlatamaz,
Onu ancak Musab bin Umeyr’ler ağlatır.
Yıldızlara yetişilmez,
Musab yıldız bir sahabi idi.
O Musab ki, sarışın kumun sıcağında, ayağı değdiği yeri yeşerten bir çöl çiçeğiydi.
Güneşin yardımcılarıydı onlar.
Öyle ki, dâvam deyip anadan, yardan, serden geçtiler,
Şehadet şerbetini tebessümlerle içtiler.
Onlarla öğreneceğim, yaşamayı, inanmayı, sevmeyi ve ölmeyi!
O ki; sancağı taşıyordu, sırtındaki zırhıyla da Peygambere benziyordu. Ve bir müşrik,
O’nu Peygamber zannedip bir kılıç darbesiyle sağ omuzundan kesti.
Sancağı sol koluna alıyor, o da koparılıyordu.
Sancağı bırakmadı Musab! Kesik kollarının arasına alıp, göğsüne bastırmıştı sancağını.
O an, bir mızrak zırhını ve mübarek tenini delip geçti.
Ey MUSAB! Seninle ağlamayı sevdim.
Canım Şehidim!
İnancın için, herşeyini terkettin. Öyle ki, bir kefenin bile yoktu.
Ey Musab! seni ve senin gibileri, yaramıza merhem olarak saracağız.
Musab’ın vücudunu kaftanıyla, ayaklarını otlarla sardılar.
Ve Musab’ı; gökyüzü mavi mavi ağlarken defnettiler.
Gökten mavi damlalar düşüyordu. Yağan yağmurdu, veyahutta gökyüzü ağlıyordu!

EĞER SEVDA SEVGİLİYE KENDİNİ ADAMAKSA
EĞER SEVGİ KARDELEN ÇİÇEĞİ GİBİ HÜRRİYETE AÇMAKSA
ŞEHADET EN BÜYÜK AŞK, ŞEHİD EN BÜYÜK AŞIK İSE
KENDİMİ YOLUNA ADIYORUM YA RESULALLAH YA RESULALLAH YA RESULALLAH...

 
Üst