Osmanlı âdâbı ve huzurlu âileler

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Osmanlı medeniyeti; altı asrı üç kıtada kucaklayan, aklıselim, kalbi selim, zevk-i selim sacayağı üzerine oturmuş bir denge, giyim, kuşam, yeme, içme, aile, mahalle ve şehir hayatıyla, insana saygı medeniyetiydi. Osmanlı’nın aile, mahalle ve şehir hayatı, hoş bir özlemin ötesinde, insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya yaşatan bir güzellikler hazinesiydi. Osmanlı medeniyeti kelimeler üzerine bina edilememiş, güzellikler, hayatın bütün safhalarına işlenmiş ve yaşanmıştı.

Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü oluşu, toplumun huzur ve barışıyla doğrudan irtibatlıydı. Bu sırları keşfetmek gerekir. İnsana saygı medeniyeti de diyebileceğimiz, Osmanlı’nın aile, toplum ve mahalle hayatındaki güzelliklerden küçük bir demet sunarak, bugün neleri kaybettiğimizi daha iyi anlayabilir ve hiç olmazsa elimizde kalanları muhafaza adına bir gayret uyandırabiliriz.


Osmanlı’da aile genişti. Çocukların İslâm ahlâkıyla terbiye edilmesine, geleneklerimize ve manevî birikimlerimize göre yetiştirilmesine çalışılırdı. Bu geniş ailelerde, Kur’ân-ı Kerîm okuyan dedeler, Hz. Ali’nin cenklerini anlatan nineler, göz nuruyla hat çoğaltan amca ve dayılar, zarafet ve nezâketin timsali teyze ve halalar, çocuklara güzel örnek olurlardı.

Evde çocuklar dahil kimse ayakta yemek yemezdi, önce eller yıkanır, sofraya birlikte oturulur, evin en büyüğü başlamadan, yemeğe kimse başlamazdı. Büyük anne veya büyük baba yemeğe başlarken herkesin hatırlaması için besmeleyi yüksek sesle çeker, sofradan kalkılırken “hayırların fethi, şerlerin def’i için Fâtiha Suresi okunurdu.

Kimsenin yüksek sesle konuşmadığı, huzur ve sükûnun hâkim olduğu bu evlerde; edep, cömertlik, âdeta gözle görülürdü. Bunların çoğu tasavvuf terbiyesinin evlere nakış nakış işlenmesiydi. Akşamları huzur sohbetleri yapılırdı, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerifler okunurdu. Hele Ramazan ayında evler sanki birer cennet köşesiydi. İftarlar beraber yapılır, bu iftarlara gayrimüslim komşular da çağrılırdı.

Cumbalı, kafesli, payandalı evler… Bu evlerin içi ve duvarları birer aile terbiyecisiydi. Duvarın bir yerinde “Yâ Hafîz” bir başka yerinde “Yâ Mâlike’l-Mülk” yazısı görünürdü. Diğer odalar da farklı değildi. Her oda, her duvar dünyanın fâni olduğunu hatırlatır, şu üç günlük dünya hayatının hiçbir insanı kırmaya ve incitmeye değmeyeceğini ifade ederdi.

Dadıların bile çok mutlu olduğu böyle bir ortamda, anne, baba ve diğer aile fertlerinin mutsuzluğu düşünülemezdi. Onlardan herhangi birinin huzur evlerine gönderilmesi asla söz konusu değildi.

Osmanlı’da nezaket, incelik, edep her işin başıydı. Allah’a ruhunu ulaştıran, Allah’a eren, uyanık olurdu. İnsanların sözü kesilmez, işaret edilmez, gizli konuşmalar hoş karşılanmazdı.

Hanımlar eşlerine: “Efendi” ya da “siz” derlerdi. Ya da Ahmet Bey, Mehmet Bey diye hitap ederlerdi. Beyler de eşlerinden Ayşe Hanım, Fatma Hanım diye bahseder ya da hitap ederlerdi. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırdı. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için, adı “Karınca Ezmez Efendi” ye çıkan insanlar vardı.

Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edepdendi. Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirdi.

Osmanlı’da canlı cansız her şeyin bir hatırı vardı. Osmanlı Allah’ı görüyor gibi yaşamaya çalışırdı. Allah’ın huzurunda nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket etmek isterlerdi.

Tarihçi İsmail Hâmi Danişmend, Avrupalı gezginlerin ve yazarların Osmanlı için söyledikleri sözlere yer verdiği bir kitabında;

Osmanlı’da insanlar arasında yere tükürerek edepsizlik eden bir Müslüman’ın şahitliği kabul edilmezdi.cümlesini kullanıyor.


osmanlıkültürünüyaşatmaderneği


 
Üst