O’na Giden Yolda Bir Sahâbenin Ayak İzleri Selmân-ı Fârisî (R.A)

  • Konuyu başlatan Ze'Mahşer
  • Başlangıç tarihi
Z

Ze'Mahşer

Ziyaretçi
O’na Giden Yolda Bir Sahâbenin Ayak İzleri Selmân-ı Fârisî (R.A)

Yalnız Selman’da çözemediğim bir dalgınlık vardı.

Hala içi tam rahat değil gibiydi.


Çünkü daha Peygamberimizin sırtındaki peygamberlik mührünü görememişti. Öyle ya sırtını açıp da bakacak değildi.

Resûlullah (asm) Selman’ın meraklı ve telaşlı halini sezdi ve elbisesini sıyırarak sırtındaki peygamberlik mührünü görmesini sağladı.

O’nun mübarek sırtında o mübarek mührü gören Selman hemen Peygamberimizin ayaklarına kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Selamün aleyküm kardeşlerim. Benimle bir seyahate çıkmaya ne dersiniz? Rabbini tanımak, bilmek ve öğrenmek için çok büyük bir fedakârlık gösteren, yerini yurdunu terk eden bir güzel insanın yanına gidiyoruz şimdi.

İşte geldik… Yakıcı, kavurucu sıcağıyla İran’da çok yeşil değil ama güzel bir köy burası. Herkesin yüzünde anlamı bilinmez bir huzursuzluk var. Aman Allah’ım bu da ne! Koskocaman bir ateş! Ve çevresinde bir yandan ateşi körükleyenleri, bir yandan da yaktıkları bu ateşe tapınanları görüyorum. Evet evet bu insanlar ateşe tapıyorlar!?

Gördüğüm bu manzara köyün bütün güzelliğini gözümde yok etti âdeta. Fakat her şeye rağmen diğerlerinden farklı bir çocuk ilişiyor o sırada gözüme. Adı “Selman”. Nur yüzlü sevimli bir çocuk. Ateşin bekçiliğini yapan bu çocuk, yaptığı işten hiç de memnun değil gibi. İşin tuhaflığının farkına varmış besbelli. Yüzüne baktıkça içime huzur veren bu çocuğu takibe başladım.

Akşam olunca büyük bir çiftliğe geldik. Babası öyle çok seviyordu ki onu… Üstüne titriyor, yanına oturtuyor, seviyor, okşuyordu. Selman ertesi gün, farklı olarak o büyük ateşin yanına gitmedi. Bu kez tarlanın yolunu tuttu. Çünkü babası artık büyüdüğünü düşünüp tarlaya göndermişti onu. Yolda bir takım garip sesler duyan Selman, sesin geldiği tarafa döndüğünde Hıristiyanların ibâdet ettiği bir kiliseyi gördü. Merakla içeri girdi ve ne olup bittiğini anlayamadan ayinin içinde buldu kendini. Ayinden öyle bir zevk aldı ki; Allah inancının ateşe tapmaktan çok daha üstün olduğunu hissetti. Oradaki Hıristiyanlardan bu dinin aslının Şam tarafında olduğuna dair bilgi aldı. Üstelik kendini akşama kadar ayine kaptırıp tarlayı, köyü unuttu…

“CENNET ÜÇ KİŞİNİN HASRETİNİ ÇEKER”

Akşam olunca isteksiz bir şekilde eve dönmüştü Selman. Babası izinsiz kaybolduğu için hiddetlenmiş fakat oğlunu gördüğü için de sevinmişti. Selman babasına başından geçenleri anlattı. “Baba! Hıristiyanlık senin dininden daha üstündür” diye de açıkça babasının dinini beğenmediğini ifade etti. Bense bütün bu olanları izlerken bu güzel çocuk Selman’a babasının hiddetlenip bir şey yapmasından korkuyordum. Ve olan oldu. Babası Selman’a şiddetle kızdı ve fikrinde ısrar etmesi sebebiyle ayaklarına zincir vurarak Selman’ı hapsetti. Karanlık bir odada yalnız, üstelik zincirlere vurulmuş olan Selman’ın haline o kadar çok üzüldüm ki; teselli veren bir arkadaş olmak istedim.

“Selman üzülme! Sen Peygamberimizin (asm) zamanına yetişeceksin. Hatta ‘Cennet üç kişinin hasretini çeker; Ali, Ammar bin Yasir ve Selman’ şeklindeki müjdesine mahzar olacaksın!”

dedim, ama ne yazık ki; Selman’dan yüzlerce yıl uzakta olduğumu unutmuştum. Sesim, tesellim ulaşamadı Selman’a… Çaresiz kaldım. Onunla birlikte ben de ağladım.



“SON PEYGAMBERİN GELMESİ YAKINDIR”

Selman bir gün bir yolunu bulup zincirleri çözdü ve evden gizlice kaçtı. Şam tarafına gitmekte olan bir kervana katılıp Şam’a vardı. Oradaki Papazı (Hıristiyanların en ileri geleni) bulup yanında Hıristiyanlık dinine hizmet etmeye başladı. Çok geçmeden papaz öldü. Ölen papazın yerine gelen din adamı gerçekten inancı kuvvetli, dünyaya ehemmiyet vermeyen bir zattı. Selman onunla bu dini daha da çok sevmişti. Bir süre sonra o da hastalandı ve Selman’a şöyle vasiyet etti: “Musul’daki falan papaza gitmeni tavsiye ederim. Çünkü o da benim yolumdadır.”

Bu sırada Selman da büyümüş ve bir genç olmuştu. Anne-babasından uzak olarak, yıllar akıp gidiyordu. Ama o Rabbini tanımaya, bilmeye kendini öyle bir kaptırmıştı ki, gözü hiçbir şey görmüyordu. Tek derdi, yaratıcısını hakikatiyle bilmek ve öğrenmekti. Selman’ın bu hali bana çok ibret verdi. Peygamberimizin büyük müjdelerine mazhar olmak elbette kolay bir iş değildi.

Bundan sonra Selman Musul’a gitti. En iyiye, en güzele varmak arzusuyla didiniyor, araştırıyor, dağlar dereler aşıyordu. Musul’a ulaşınca bulduğu papaz da son yıllarını yaşıyordu. Bundan sonra daha birçok yerler dolaştı. En son hizmetinde bulunduğu rahip ona şu vasiyeti etti:

“Oğlum! Rabbimizin va’d ettiği en son peygamberin gelmesi yakındır. O; Arabistan’da çıkıp hurmalık bir şehre (Medine’ye) göç edecektir. Onun üzerinde bazı alametler olacak. Hediyeyi kabul edip yiyeceği halde, sadakayı yemeyecektir. Ayrıca sırtında Peygamberlik mührü bulunacaktır. Bir yolunu bulursan o diyara git!”

Selman’ın gözleri şimdi Arabistan diyarına gidecek bir kervan arıyordu. Gözleri ışıl ışıldı Selma’nın. Öyle heyecanlıydı ki… Rabbine ulaştıracak gerçek kaynağı bulacaktı artık. Yıllardır aradığı buydu belki de.

“AMAN ALLAHIM! BURASI MEDÎNE!”

Nihayet onu güzel sona ulaştıracak bir kervandaydı Selman. Kervanda yolculuk esnasında bazı zalim kimseler Selman’ı bir Yahudi’ye köle olarak sattılar. Ben engel olmaya çalıştım. Ama hiçbir şeye müdahale edemiyordum. Sadece izleyebiliyordum. Fakat Selman köleliğe aldırmıyor, devamlı rahibin anlattıklarını düşünerek heyecan içinde yaşıyor, sıkıntılara aldırmıyordu. Son Peygamberi bulmaktı tek gayesi. Başka hiçbir şeyi gözü görmüyordu. Günler sonra bir başka Yahudi tarafından satın alınarak hurmalık bir yere getirildi. Selman burayı hemen tanımıştı. Aman Allahım!.. Burası Medine’ydi… Selman’la birlikte ben de heyecandan ölecek gibiydim. Bu nasıl bir kaderdi böyle!? İşte Allah Selman’ı Resûlüne (asm) getirmişti artık.

Yıllar süren beklemeden sonra, Peygamberimizin Medine’ye göç ettiğini duyan Selman hemen yanına bir miktar hurma alarak Resûlullah’ın (asm) huzuruna koştu ve elindeki hurmaları “Yanımda biriktirdiğim bir miktar sadakam var” diyerek peygamberimize (asm) sundu. Niyeti rahibin anlattıklarına göre O’nun son peygamber olup olmadığını anlamaktı. Peygamberimiz (asm) ise; hurmaları aldı lakin kendi yemeyerek arkadaşlarına dağıttı. Ve bir gün tekrar bir yolunu bulup Peygamberin yanına gitmişti. Bu sefer hurmaları hediye olarak verdi. Resûlullah (asm) hediye olarak getirilen yiyecekten “Bismillah!” diyerek yedi ve arkadaşlarına da verdi. İşte artık düğümler çözülmüştü. Bu Zat (asm) sadakadan yemeyip hediyeyi kabul ettiğine göre, son gelen Peygamberdi.


PEYGAMBERLİK MÜHRÜ

Yalnız Selman’da çözemediğim bir dalgınlık vardı. Hala içi tam rahat değil gibiydi. Bir yandan bir köle olarak efendisine hizmet ediyor, bir yandan da sürekli düşünüyordu. Çünkü daha Peygamberimizin sırtındaki peygamberlik mührünü görememişti, nasıl göreceğini düşünüyordu anlaşılan. Öyle ya sırtını açıp da bakacak değildi. Selman böyle ne yapacağını bilememek içinde ve karamsar bir haldeyken, peygamberimizin vefat eden bir arkadaşının cenazesi için geldiğini haber almıştı. Hemen yanına koştu. O kadar hızlıydı ki ona zor yetişebiliyordum. Selam verip Peygamberimizin arkasına geçmek istedi.

Resûlullah (asm) Selman’ın meraklı ve telaşlı halini sezdi ve elbisesini sıyırarak sırtındaki peygamberlik mührünü görmesini sağladı. O’nun mübarek sırtında o mübarek mührü gören Selman hemen Peygamberimizin ayaklarına kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bense gördüğüm bu manzara karşısında ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Ben de peygamberimizin ayaklarına kapanıp ağlamak istedim, ama utandım. Selman O’na ulaşmak uğrunda öyle zorlukları göğüslemişti ki, böyle bir yakınlığı, o mübarek ayaklara kapanma şerefini hak etmişti. Ya ben!!?…

PEYGAMBERİMİZİN HAYATINI OKUMAK

Düşündüm, şimdiye kadar peygamberimi aramak uğrunda, bulmak uğrunda ne yapmıştım acaba!? Bu uğurdaki aşkıyla Cennet’in bile hasretini çektiği bir Selman olmuştu o. Ben ise Selman gibi şehir şehir dolaşmak, cefa çekmek, köle olup satılmak şöyle dursun kitaplığımın rafında duran “Peygamberimizin Hayatı” kitabını bile elime almaya çoğu zaman üşenmiştim. Şimdi nasıl yanlarına gidebilir, nasıl o mübarek ayaklara kapanabilirdim ki.. Ben de mahcubiyetle bulunduğum yere yığıldım ve orada ağladım.

Artık ayrılık zamanı gelmişti. O kadar zordu ki buradan, bu güzel insanlardan ve Peygamberimizden ayrılmak. Uzaktan da olsa Peygamberimizi izlemek çok büyük mutluluk vermişti bana. Eve dönünce ilk işim; “Bana Rabbimi anlatan Peygamberimi tanımak olacaktır”, dedim. Vedalaşmak için yanlarına varıp ellerini öpmek istedim, ama ne yazık ki ben bir hayaldim...


İrfan Mektebi Dergisi, 11. Sayı Aile Eki​
 
Üst