Nefsine değil h.z Allaha köle ol.

kalpteniman

KF Ailesinden
Özel Üye
Nefse köle olma, Allah’a kul ol

Bismillahirrahmanirrahim
Nefsin sıkılması, ruhun ferahlanması demektir. Ruh sıkıldığı zaman nefsimiz ferahlar ama, nefsimiz sıkıldığı zaman ruhlarımız ferahlar.
Bizim için mühim olan nedir? Nefsin ferahlanması mı, yoksa ruhun ferahlanması mi? Nefsimizi sıkmak mı, yoksa ruhlarımızı hapsetmek mi? Hangisi bizi daha memnun edecektir, hangisi daha ziyade işimize yarayacaktır? İşte bunu düşünmek lazım. Nefsin ferahlanması, bizim bu hayatta, bu vücudumuzun türlü çeşit arzularına el atması ile mümkün olur. Nefsini ferahlatan kimse, o derecede kendisini yük altına atmış olur. Nefsin ferahlanması, ne dünyada ne de ahirette bizim işimize gelmez. Çünkü nefis muvakkad bir zaman için bizimle olacak. Bu vücudun hayatı devam ettiği müddetçe, ondan sonra kesilecek o. Lakin ruhumuzun keyiflenmesi, ruhlarımızın ferahlanması, o bizim istikbalimiz hakkındadır. Hayırlı olandır.
Ruhun ferahı, dünya ve ahiret saadetimizin kaynağıdır. Nefsin ferahlanması, dünya ve ahiret felaketlerinin başlangıcıdır. Nefis neyle ferahlanır? Nefis haramla ferahlanır. Ferahlatacaksan nefsini, haram sür önüne; bak bakalım rahatlıyor mu, rahatlamıyor mu? Nefsin ferahı haramla olduğu için, haram belâ kapısını açar adama. İnsanın gerek küçük günahtan, gerek büyük günahtan irtikab ettiği – yaptığı her günah, bir belâyı üzerine çeker. Yukarıda hepsi asılıdır. Onların ipleri aşağı bizim elimize yetişmiştir. O haramlardan veya mekruhlardan, küçük günahlardan, büyük günahlardan hepsinin yukardan ipleri vardır. Hangisine sen asılıp çekersen üzerine yılan, akrep düşeceğini bil. Belâ ineceğini, taş düşeceğini, ateş düşeceğini bil. Küçük olsun büyük olsun, bu muhakkaktır. Tecrübe et, yanlışsa söyle. “Yanlıştır bu“ diye. Haramı irtikab eden adam, illâ ona karşılık başına bir belâ gelecek. Sopa yemeden bırakmaz, Allah-u Zülcelal, haram işleyip de yanına kalan adam yoktur. Günah yapıp da yanına kalacak insan yoktur.
Nefsin ferahlanması haramdır. Eh istersen haram işle. Çek başına insin. Sekizyüz menhiyat var. Sekizyüz günah haram – mekruh olan şeyler var ki, Allah razı değildir. Sekizyüz kapıdır bunlar. Hangisini açarsan bil ki, senin üzerine bir belâ hücum edecek. Açma, yaklaşma. İşte bu mühim mesele.
Amma nefsin, illâ o kapı açılsın, bunu çek diyor. Çünkü bunda bana bir lezzet var. Azıcık lezzet için çok bir belâyı başına çeken adama, akıllı demezler, akılsız derler.
Nefsin ferahı haramlardır, bil. Ruhun ferahı, helâl olan şeylerdir. Cenab-ı Allah helâl olan, tayyib olan, temiz olan şeyleri bize hazır etmişken onunla kanaat etmiyor, illâ nefis harama çekiyor. Haramdan lezzet alacak. Alçaklığından nefsin o. Allah bildiriyor: Estaizübillah: “İnne’l-nefse emmaretün bissûi“ Nefsin işi, daima kötülüklere bizi çekmektedir. Kötülüğü yapınız diyerekten emreder. Otur ve kendini dinle. Nefsinin arzularına bir kulak ver. Ne istiyor nefsin, istediği nelerdir? O istediklerini söyleyebilecek adam var mı milletin içinde? İstediği hep melanet, hep rezalettir. Burada Allah’tan korkma, tenhada Allah’tan kork. Burada Allah’tan utanma. Tenhada Allah’tan utan. Daha mü’min olamadık. Daha Allah’tan korkmuyoruz. İman-İslâm dairesinden çok uzağız. Çünkü burada toplanır nefsimiz. Birbirimizden utanma var, sakınma var, korkma var. Tenha olduğumuz yerde, o nefsin başını kaldırıyor. Neye benzer o melanet. Evde kedi olur. Sahibi yanında otururken, böyle yuvarlak olup da yatıyor. Uyur o. Bir ayak sesi işitip de, bir hareket sezince, bir parça gözünü açar böyle. Bir – iki bakınır. Bakar sahibi gittimi? Meydan bizimdir der. Hemen orda ne varsa kapıp, doğru damlara.
O sıfat var bizim nefsimizde. Birisi durursa çok akıllı, uslu durur böyle. Arada sırada biraz bakar. Kimse olmadımı, o zaman Allah var demez. Peygamber va da demez. Kimse yok, herşey benimdir der. Böyle nefistir o. Nefsin keyfinin arkasından giden adam sonunda imansız kalır. Oraya çeker bizi, Neûzübillah. Onun için nefsi sıkıya koy. Ne kadar sıkarsan korkma, ölecek diye korkma. Ölmez, yedi canlıdır o.
Ruhunu sakla. Senin yanında kalıcı ruhundur. Ruhunun gönlünü hoş eyle. Onu sıkıya koyma. Nefsi istediğin kadar sıkıla, ruhun ferahlanır. İmanın, İslâm’ın aslı bundan ibarettir. Yürüyeceğimiz yol budur. Nefsinin keyfine işleme, zarar edersin. Ruhunun ferahlanması için işle. “Ticareten lentebur“, Tükenmeyen ticarete sahib olursun. Ebedi mülke sahib olursun. Ebedi saadeti bulursun. İşte o mühimdir.
Bir parça – yarım saat burda – oturup Allah demekten yorulup duruyor orada. Lakin ruhlarımız o Allah’ın vahdaniyetinin denizlerinin içerisinde yüzüyor. Balık suda nasıl ferahla yüzer, öyle yüzüyor ruhlarımız. Malayani oldu mu, malayani meclislerinde nefisler ferahlanır. Ruh toplanır, üzülür, yok olmak diler. Peygamberimizin ve Allah Azze ve Celle’nin razı olduğu meclislerden, ruhlar gül gibi açılır. Ruhların gönlünü hoş et, kazanırsın. Dünyanın keyfi az bir zaman içindir. “Kul metau’d-dünya karin“ Allah (C.C.) Cenab-ı Peygamber’e hitab ediyor: “Söyle, o kullarıma! Dünyanın keyiflerinin arkasına düşmesinler. Çünkü dünyanın keyfı az bir şeydır.“ Aman dünyanın keyfini biz çikaracağız, dünyadan keyf edelim, zevk edelim diyerek ona aldanıp sakın o zevklerin içerisine düşmesinler. Dünya zevki azdır. Dünyanın keyfı per azdır. Hakikatan de azdır.
Şimdi bizim gibi kimseleri, ahmak sayan çok kimseler var. Neden? Yaşamasını bilmeyen adamlar bunlar. Bu kadar hayat varken dışarıda, delikanlılar gelip böyle meclislerde oturup çürüyorlar, derler bize. Onlar kendilerini hiçbir mania karşılarında görmeksizin, serbest olaraktan; her arzularını yerine getirip bu dünyadan kâm almak, bu dünyadan keyf almak, zevk almak için kendilerini koyuverirler. İlk gençlik çağında böyle bir iştah oluyor. Aç insanın sofraya hücum edişi gibi, ilk gençliğin heyecanı ile, o dünyanın şehvetlerinin hepsini birden biz yutalım diyerek, hücum eder gençlik çağında. Peki; o aç olan kimse, önündeki sofraya kendisine dur diyecek kimse bulunmadan, hücum etsin bakalım; yesin, yesin, yesin. Hudutsuz yesin ne olacak? Nihayet kendi kendine bırakacak. Nihayet; ye yahu bakalım, bir lokma ağzıma koyacak yer kalmadı diyecek. Lezzet alacak hassa kalmadı, bitti. O dünyanın lezzetlerini doyumluk hesab edip arkasına düşen kimse, çok geçmeden kendisini bu dünyanın şehvetlerinin esiri bulacaktır, Boyuna o nefsin arzusunu tatmin etmek için, oraya koşturacak, buraya koşturacak. Bunu yapacak, şunu edecek, gecesi yok gündüzü yok, öyle müthiş bir esarete mahkum edecek ki; artık ihtiyarı elinden gider. İradesi elinden gider. Bir makina adam gibi, onun íçerisinde dolaşıp durmaya başlar. Lezzet de alamaz. Yapmadan da duramaz. Esir etti kendisini. Aldığı lezzet yoktur onun artık. Haram hududunu tanımayan adamın, harama hücum ettiği vakit alacağı lezzet; helâl ile iktifa eden bir kimsenin helalden alacağI lezzetub yanında hiç kalır. Hiç lezzeti yoktur artık. Ağzının tadı kalmadı, bitti. Lezzet alamaz. İlk olarak, onları öyle cezalandırır.
Şeytan, bize süsler haramı. Biz de dalalım o denize, biz de öyle kalalım. Helalden lezzet almayalım. Tad helaldedir. Tatsızlık, zevksizlik haramdadır. Haramın arkasında koşturan adamlarda lezzet kalmadı, lezzet alamaz. Lakin, yapmadan da duramaz. İşte belâyı satın aldı o. Boynuna taktı. Haramı işlemeden haramı yemeden, haramı yapmadan rahatı yok onun. Boyuna çalıştırıyor ama lezzet almak için değil, onu esir aldığı için. Artık lezzet babı kapandı. Haramı tanımayan kimselere Allah’ın vereceği ilk ceza, onlardan lezzet almayı kaldırıyor. Onun için onlar hakkında “Metau’d-dünya karin.“ Çok az bir şey mukabilinde esir ettirir kendisini.
Helal ile iktifa eden kimse, helalden lezzet alır, zevk alır. Şeytan’ın uğraştığı, bizi harama mahkum edebilmek. Şeytanın sendeki yardakçısı, nefsindir. Nefiste ona içerden el verdi mi; ikisi beraber olup seni haramın bataklığına atar. Her defa ondan kurtulmak dilerse o kimse, çırpındıkça daha da batar, çıkması yok. Onun için, hiç zahirdekine göre bakıp ta hüküm verme. Hayatı yaşıyor zannetme. Sor bir tanesine bakalım, hayatından memnun mu?
Birkaç ay evvel bir kimse gördüm. Hayatından memnun musun diye bana sual ediyor. Allah-u Zülcelal Hazretlerinden memnun olmaz olur mu insan. İnsan olup da Rabbinden memnun olmayan var mı? Sen nasılsın? Halbuki kendisi milyoner adam. Evine girerken utanıyorum, oraya ayak basmaya, evine. Onun evinde gördüğüm; öyle şeyleri evinde mobilya diye tutmaz o, en birinci akla hayale gelmeyen mobilyalar gördüm içerisinde. Otururken bir o yana bakıyor, bir bu yana bakıyor, milyonluk adam. Ben de hava alayım diye dışarıda oturdum. Ne bileyim, birisi nişan alacak diye korkunun içerisinde. Ta kalkıncaya kadar, bu tarafa o tarafa elektrikler yaktırdı, gündüz gibi. Gene de arada – sırada bir dikkatle bu tarafa, o tarafa bakıyor.
Hayatından memnun mu? Nerede memnun olacak, memnun olmaya imkân var mı? Herşey elinde olduğu halde, Allah; herşeyi yapabilecek iktidarı, malı kuvveti vermiş olduğu halde, o hayattan memnun olacak itminanı kalbinden alıvermiş koşuyor. Kadınlar tıkır tıkır koşar, delikanlılar böyle böyle koşturur, ne aradığını bilir, ne aradığını bulup da tamin olur. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha koştururlar. Ne bulacaklar? Akşama kadar dolaşıp ne buldun, tatmin oldun mu? Yok, boş yatar.
Gece yatıp sabahleyin kalktığı vakitte, gece yattığına pişman olur. Harama bir defa mahkum etti mi, o insanın hayatından hoşnudluğu kalkar, rahat ve huzuru biter. Sen oraya bakma, şeytanın süslenmesine bakma: Yüzüne bir parça boya şekeri sürülmüş, ağzına aldığında bir parça lezzet aldırır, yutuğu vakit te içerisini berbat eder. Haram budur. Nefsin istediği de budur. Bu üstündeki bir parça şeyi yalasın diyerek o kadar belâyı satın alır, o nefis. Nefse köle olma, Allah’a kul ol. Allah’a kul olmaktır, bizim şerefimiz. O’nun üstünde şeref de arama. Sen Allah’a kul olduysan en büyük şerefi ihdas ettin demektir. Başka bir şey arama, Allah’a kul olmaya, her lahzanın içinde “Lebbeyk Ya Rabbi.“ “Senin kulun Ya Rabbi!“ diyebil.
“Buyur Ya Rabbi!“ diyen kula, Rabbisi “Lebbeyk ya abdi!“ “Buyur ey kulum“ der. Amma sende her defasında Rabbine, Buyur Ya Rabbi! Ferman senindir. Bu memleket senindir. Bu memlekette senin hükmün geçer. Başkasının geçmez, dedirttebiliyor musun, kendi nefsine? Erkek odur. Ricalullah odur. O kimseye Allah; “Buyur ey kulum, ne istersen sen emret, o olsun“ der. İnsanın şerefi büyüktür. Şerefimizi harab eden, nefsimize büyük demekliğimizdir. Mademki nefsine; “Buyur ey nefsim, sen ne istersen onu yapayım“ dersen, işte şerefinden insanı düşüren o sıfattır. Yoksa Allah-u Zülcelal’e söylese, “Buyur Ya Rabbi! Neyi emredersin? Emr-u fermanın baş üstünedir.“ Her lahzada, her nefeste, her harekette diyebildiğinde “Ey kulum! Sende mutasın. Bana muti olan kainatta mutâ olur. Bana her emrinde itaat sahibi olan bütün kevn-u mekan içerisinde emri tutulan zattır.“
O torba giyen zata da seslendik böylece, – Karaca Ahmet’e – Orda yatıp durma, bu kadar fakirfukarayız biz, bizede bir nazar et. Torbayı oraya astırıp, seyrettiriyorsun. Torbayı giyecek sıfat yok. Allah’ın inayetinden bize ümmet cübbelerini giydir, giydireceksen. Onu oraya, karşımıza asıp durdurtma. Allah-u Zülcelal bizi kulluk şerefi ile müşerref kılsın.
Hazreti Ali Efendimiz öyle söylemiş: “Kefâ bi izzen enteküne leke abden. Kefâ bi şerefen enteküne bi Rabben“ “Benim için izzet yeter; sana kul olmaklığım Ya Rabbi. En büyük şeref, senin benim Rabbım olmaklığındır.“ Aranacak hislenecek mesele bu. İzzet ve şeref onda. Benim için izzet yeter, sana kul olmak. Sana kulluk yapabilmek, sana kul olmak benim izzetimdir. Şerefim de senin benim Rabbim olmaklığındır ya Rabbi! Diyor. Bununla bütün şereflerin ve izzetin gayesini bildiriyor, Hz. Ali Efendimiz. O Babu’l-Ulûm olan zat. İlim şehrinin kapısı olan Hz. Ali Efendimiz, hülâsa olarak bunu söylüyor bize. Bunu bil, bu şerefle şereflen, bu izzetle izzetlen. Kainatta senin ismin söylensin, bütün mülk ve melekûtta. O vakit, Cenab-ı Allah’ın mülk ve melekütunda senin ismin zikrolunur. Allah bizi o makamlara doğru yürütsün.
el-Fatiha (Alıntıdır)
 
Üst