Nefs Kelimesi Geçen 143 Hadis

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Nefs hakkında hadisler, nefis ile ilgili hadisler peygamber efendimizin söyledikleri.
Kaynak:Kütübi Sitte
11 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Muhammed'in nefsini kudret eliyle tutan zata yemin ederim ki, bu ümmetten her kim -Yahudi olsun, Hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır”."

71 "Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de, Ey Osman, Allah'tan kork, zira ehlinin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bazan oruç tut, bazan ye. Namaz da kıl, uykunu da al” Rezin merhum, şunu ilave ediyor: Osman (radıyallahu anh) bütün gece namaz kılmak, gündüzleri de hep oruç tutmak, kadınlarla da hiç nikah yapmamak üzere yemin etmişti. Osman Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a yemininden sordu. Bunun üzerine meali şu olan ayet nazil oldu: “Allah sizi rastgele yeminlerinizden (lağv) dolayı değil, fakat kalplerinizin kasdettiği yeminden dolayı sorumlu tutar” (Bakara, 225)."

79 "Ebu Cuheyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Selman'la Ebu'd-Derda (radıyallahu anhüma)'yı kardeşlemişti. Selman bir defasında Ebu'd-Derda'yı ziyaret etti. Evde, Ebu'd-Derda'nın hanımını düşük bir kıyafet içinde buldu. “Bu halin ne?” diye sordu, kadın: “Kardeşiniz, Ebu'd-Derda'nın dünya ile alakası kalmadı” diye açıkladı. Ebu'd-Derda geldi ve Selman (radıyallahu anh)'a yemek getirerek: “Buyur, ye!” dedi ve ilave etti: “Ben orucum!”. Selman: “Hayır sen yemezsen ben de yemem” dedi. Beraber yediler. Akşam olunca Ebu'd-Derda (Selman'dan gece namazı için müsaade istediyse de, Selman: “Uyu” dedi. Beraber uyudular. Bir müddet sonra Ebu'd-Derda namaza kalkmak istedi. Selman tekrar: “Uyu!” dedi. Uyudular. Gecenin sonuna doğru Selman “Şimdi kalk!” dedi. Kalkıp beraber namaz kıldılar. Sonra Selman şu nasihatta bulundu: “Senin üzerinde Rabbinin hakkı var, nefsinin hakkı var, ehlinin de hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver.” Ertesi gün Ebu'd-Derda, durumu Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e anlattı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) “Selman doğru söylemiş” buyurdu."

80 "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in katibi Hanzala İbnu'r-Rebi el-Esedi (radıyallahu anh) anlatıyor: Birgün Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'la karşılaştık. Bana: “-Nasılsın?” diye sordu. “-Hanzala münafık oldu”dedim. “-Sübhanallah, sen neler söylüyorsun?” diye şaşırdı. Ben açıkladım. “-Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca çoklukla unutup gidiyoruz”. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) de: “-Allah'a yemin olsun ben de aynı şeyi hissediyorum” dedi. Beraberce Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e gittik ve bu durumu açtık. Bize: “-nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e kasem olsun siz, benim yanımdaki hali dışarda da devam etirip (cennet ve cehennemi) hatırlama işini koruyabilseniz melekler sizinle yataklarınızda, yollarda müsafaha ederdi. Fakat ey Hanzala, bazan öyle bazan böyle olması normaldir (münafıklık değildir)” dedi ve (son cümleyi üç kere tekrarladı.”"

90 "Yine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “İsrailoğulları bir kısım günahlar işlemeye başlayınca alimleri onları bu işlerden menettiler. Ancak onlar dinlemediler, vazgeçmediler. Zamanla alimler de onlarla oturmaya, dayanışmaya ve beraber içmeye başladılar. Allah da bunun üzerine, berikinin dalaletini öbürüne katarak, biriyle diğerinin küfrünü artırdı. “Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle onları lanetledi...” (Maide, 78). Sonra, ayakta bulunan Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) oturarak sözünü tamamladı: “Hayır, nefsimi kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim, onları hak adına kötülüklerden men etmezseniz (siz de rızaya eremezsiniz)."

92 "Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “nefsimi kudret elinde tutan Zat'a kasem olsun, ya ma'rufu emreder ve münkerden de yasaklarsınız veya Allah'ın katından umumi bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.”"

126 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zeyneb Bintu Ebi Seleme'nin ismi Berre idi. “nefsini tezkiye ediyor” denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onu Zeyneb diye isimlendirdi."

465 "Bera İbnu Azib (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ramazan orucu farz kılındığı vakit, Müslümanlar ay boyu kadınlara temas etmezlerdi. Bazı kimseler bu meselede nefislerine itimad edemiyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: “...Allah nefsinize güvenmiyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple tevbenizi kabul edip sizi affetti.” (Bakara, 187)."

478 "İbnu Müseyyeb anlatıyor: “Süheyb (radıyallahu anh) muhacir olarak Mekke'den yola çıktı. Kureyş'ten bazıları onu takibe başladılar. Bunun üzerine o da devesinden inerek sadağında ne kadar ok varsa hepsini çıkardı. Takipçilere: “Allah'a kasem olsun oklarımın hepsini atıncaya kadar bana yetişemezsiniz. Sonra elimde durdukça kılıcımı kullanacağım. Eğer dilerseniz, size Mekke'de toprağa gömdüğüm malın yerini söyleyeyim, mukabilinde siz de beni serbest bırakın, yoluma devam edeyim” dedi. Takipçiler teklifini kabul ettiler. (O da sağ salim yoluna devam etti). Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yanına varınca şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öyle kimse de vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek nefsini satın alır...” (Bakara, 207). Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Ebu Yahya'nın alış-verişi karlı oldu” der ve ayeti tilavet buyurur”, (Rezin'in ilavesidir. Bagavi ve İbnu Kesir tefsirlerinde senedsiz olarak kaydederler)."

5620 "Hz. İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Dul nefsine velisinden ehaktır. Bakireden nefsi hususunda izin alınır, onun izni sükütudur.”"

437 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam), Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a uğradı. O namaz kılıyordu... devamını yukarıdaki gibi aynen kaydetti. Ancak şu ziyade var: “nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zü'l-Celal'e yemin ederim ki, Allah, Fatiha'ının bir mislini ne Tevrat'ta, ne İncil'de ne Zebur'da, ne de Furkan'da indirmemiştir. O (namazlarda) tekrarla okunan yedi ayet ve bana ihsan edilen yüce Kur'an'dır.” Nesai'nin yine Ebu Hüreyre'den yaptığı bir rivayette: “O (Fatiha süresi) benimle kulum arasında taksim edilmiştir. Kuluma istediği verilmiştir” ziyadesi vardır."

546 "Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhüma), “Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki, (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola...” (Nisa 29) ayetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: “Bu ayet indiği zaman kişi, bir başkasının yanında yemeyi nefsine haram etti. Sonra Cenab-ı Hakk bu ayeti Nûr suresinde yer alan şu ayetle neshetti: “...Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde, veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarlar elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir ara veya ayrı ayrı yemenizde bir sorumluluk yoktur” (Nur 61). Bundan önce zengin kişi, ehlinden olan kimseyi yemeğe davet ederdi de çağrılan kimse: -(Nisa suresindeki ayeti gözönüne alarak): Benim bundan yemem günahtır, zira fakirin bundan yeme hakkı benden fazladır” derdi. (Nur suresindeki) bu ayetle, Müslümanlara (ayette sayılan kimselere ait olmak üzere) üzerine Allah'ın ismi zikredilen yemeklerinden yemeleri helal kılındığı gibi, ehl-i kitabın yiyecekleri de helal kılındı.”"

589 "İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: “Ben et yediğim zaman kadınlara karşı zaafım artıyor ve bende şehvet galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi nefsime haram ettim” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey iman edenler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın. Doğrusu Allah, aşırı gidenleri sevmez. Allah'ın size verdiği rızıktan temiz ve helal olarak yiyin. İnandığınız Allah'tan sakının” (Maide 87-88)."

601 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İman edenler, bununla beraber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir” (En'am, 82) ayeti indiği zaman, bu ayet Müslümanlara çok ağır geldi ve: “Hengimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)” dediler. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Hayır, burada kastedilen o değil, şirktir. Lokman'ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi?: “Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür” (Lokman, 13)."

660 "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek: “Ey Allah'ın Resulü! Ben şehrin öbür tarafında bir kadına elledim, cima yapmaksızın onunla nefsimi tatmin ettim. Ve işte ben buradayım, istediğin cezayı ver” dedi. Hz. Ömer atılarak: “Allah seni örtmüş, keşke sen de kendini örtüp açıklamasaydın” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hiçbir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) peşine bir adam göndererek onu çağırtıp şu ayeti okudu: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir... Bu, öğüt kabûl edenlere bir öğüttür” (Hûd, 114). Bunun üzerine bir adam: “Ey Allah'ın Resulü bu hüküm sadece soru sahibi için mi (başkasına da şamil mi)?” diye sordu. Resûlulah (aleyhissalatu vesselam): “Herkes için” cevabını verdi."

696 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), (Zülkarneyn'in inşa ettiği) sed hakkında buyurdular ki: “(Ye'cüc ve Me'cüc) onu hergün oyuyorlar. Tam delecekleri sırada başlarında bulunan reis: “Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız” der. (Onlar bırakıp gidince) Allah, seddi, daha sağlam olacak şekilde eski haline iade eder. Böylece günler geçer, kendilerine takdir edilen müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarını Allah'ın arzu ettiği vakit gelir. O zaman başlarındaki reis: “Haydi dönün, yarın inşaallah bunu deleceksiniz” der -ve ilk defa inşaallah tabirini kullanır-.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) devamla der ki: “Dönüp giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi ne halde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve (o günkü çalışma sonunda) derler. Açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. (Önlerine çıkan) suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar. Ye'cüc ve Mecüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Şöyle derler: “Arzda olanları ezim ezim ezdik, semada olanları da alçaltıp alt ettik.” Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları toptan helak edip, herbirini parçalanmış halde yere serer.” Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sözünü şöyle tamamladı: “Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat'a kasem olsun, yeryüzündeki bütün hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir.”"

748 "İbnu Abbas, (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) muhacir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men edildi. Ayet şöyle buyurur: “Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helal olmaz. Sağ elinin malik olduğu (cariyeler) müstesna. Allah her şeye nigahbandır” (Ahzab 52). Keza Allah, “Mü'min cariyelerinizi..” (Nisa, 25); “nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın”ı (Ahzab, 50) helal kıldı. İslam'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Mealen): “... Kim imanı tanımayıp kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır” (Maide, 5). Yine ayet-i kerime şöyle buyurur: “Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikahla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helal kıldık...” (Ahzab, 50) İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz. Peygamber'e haram edilmiştir."

754 "Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), “Sonra biz o kitabı kullarımızdan (beğenip) seçtiklerimize miras bıraktık. İşte onlardan kimi nefsine zulmedendir. Onların bazısı mutedildir, onlardan bir kısmı da Allah'ın izniyle hayrat (ve hasenat yarışların)da öncü ol(up kazan)andır...!” (Fatır, 32) ayeti hakkında şunu söyledi: “Bunların hepsi aynı makamdadır, hepsi de cennettedir.”"

838 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhüma) (cariyeye temasını önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: “Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?...” diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu.”"

857 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) buyurdu ki: “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af taleb eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilakis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk'ın: “Bilakis, onların irtikab edegeldikleri, kalplerini paslandırmıştır” (Mutaffifın 14) mealindeki ayette zikrettiği pasdır.”"

901 "Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Şu Kur'an'ı muhafazaya itina gösterin. Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal ‚ kasem olsun Kur'an-ı Kerim'in (hafızalardan) kaçması, develerin bağlarından boşanıp kaçmasından daha kolaydır.”"

964 "Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Gerçek mücahid, nefsiyle cihad edendir.”"

969 "Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allah Teala Hazretleri, Allah rızası için yola çıkan kimse hakkında: “Bu kulum, benim yolumda cihad etmek üzere bana inanarak peygamberlerimi tasdik ederek yola çıkmıştır, artık onu ya cennetime koymak yahut da ücret veya ganimet elde etmiş olarak, çıkmış olduğu meskenine geri çevirmek hususunda garanti veriyorum” diyerek te'minat verir. Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, Allah yolunda yaralanmış hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yaralandığn ilk günkü manzarasıyla gelmiş olmasın: (Yarası taze) kan renginde, kokusu da misk kokusunda olarak. Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ediyorum ki, Müslümanlar'a meşakkat vermeyecek olsam, Allah yolunda gazveye çıkan hiçbir seriyyeden asla geri kalmazdım. Ancak onları hayvana bindirecek imkan bulamıyorum. Onlar da beni takibe imkan bulamıyorlar. Benden geri kalmak da onlara zor geliyor. Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e kasem olsun Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim."

1038 "İbnu Ya'la anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Halid İbnu Velid ile birlikte gazveye çıktık. Bize, düşmandan, izbandut gibi dört tanesini yakalayıp getirdiler. Derhal öldürülmelerini emretti ve hemen ok atılarak öldürüldüler. Bu haber Ebu Eyyub el-Ensari (radiyallahu anh)'ye ulaştı. O şunu söyledi: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bu çeşit öldürmeyi yasakladı. nefsimi kudret elinde tutan Zat-i Zülcelal'e kasem olsun, (değil insan) bir tavuk bile olsa onu öldürücü atışlar için hedef kılmayız.” Ebu Eyyub'un bu sözü Abdurrahman'a ulaşınca dört köle azad etti.”"

1076 "Mücemmi' İbnu Cariye el-Ensari (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte Hudeybiye sulhünde hazır bulunduk. (Sulh yapılıp) oradan döndüğümüz zaman, halk, develerini hızlandırarak (bir yere birikmeye) başladılar. Biz hayretle: “Bu insanlara ne oluyor, (niçin hayvanlarını hızlandırıp bir yere üşüşüyorlar?)” diye sorduk. “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a vahiy gelmiş” dediler. Biz de, halkla birlikte harekete geçip develeri hızlandırdık. İlerleyince Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı Kura'u'l-Gamim denen (Mekke ile Medine arasında Usfan'ın önünde bulanan) yerde bulduk. Devesinin üzerinde duruyordu. Halk toplanınca bize süresini tilavet buyurdular. Askerlerden biri: “Yani bu sulh bir fetih midir?” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Evet!” deyip ilaveten: “Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim bu bir fetihtir” buyurdu. Süre-i celileyi okumaya devam eden Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaadetmiştir. İman edenler için bir delil olması ve sizi doğru yola ulaştırması için bunları size hemen vermiş ve insanların size uzanan ellerini önlemiştir”mealindeki ayete kadar (Fetih 20) okudu. (Ayet-i kerimede işaret edilen acil ganimetle) Hayber kastediliyordu. Buradan ayrılınca Hayber'e gazveye çıktık. (Elde edilen ganimet) Hudeybiye'ye katılanlara taksim edildi. Bunlar bin beş yüz kişi idi. Bunlardan üç yüzü süvari idi. Ganimet on sekiz hisseye ayrıldı. Süvari olana iki, yaya olana bir hisse verildi.”"

1226 "Muvatta'da şu ziyade var: Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ka'b'a sordu: “Nereden biliyorsun (ki çekirge deniz avıdır)?” Ka'b şu cevabı verdi: “Ey mü'minlerin emiri, nefsimi yed-i kudretinde tutan Zat-ı Zülcela1'e yemin ederim, bu (bir nevi) balık hapşırmasıdır, her yıl iki sefer hapşırır.”"

1264 "Nafi' alatıyor: “Haccac-ı Zalim, Abdullah İbnu Zübeyr (radıyallahu anh)'le savaşmak üzere Mekke'ye indiği zaman, Abdullah İbnu Abdillah ile Salim İbnu Abdillah geldiler ve Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüm)'le konuştular: Kendisine: “Bu yıl haccı terketmen sana bir zarar vermez. Zira biz, halk arasında savaş çıkıp seninle Beytullah arasına girileceğinden korkmaktayız”dediler. Abdullah onlara: “Benimle Beytullah arasına girilerek engel çıkarılırsa, ben de Kureyş'in Hz. Peygamber'le Beytullah arasına girdiği zaman Resûlullah'ın davrandığı şekilde davranırım. Şahid olun, şu anda umreye niyet ettim!”dedi ve derhal kalkıp Zülhuleyfe'ye gitti. Umreye niyet ederek ihram giydi, telbiye getirdi. Sonra şunu söyledi: “Yolumu serbest bırakırlarsa umremi tamamlarım. Beytullah'la aramda engel olurlarsa Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yaptığı gibi yaparım.” Ve şu ayeti tilavet etti. (Mealen): 'Resûlullah'ta sizler için güzel örnek vardır” (Ahzab 21). Sonra yoluna devam etti ve Beyda sırtına kadar geldi. Orada: “Bunların ikisinin hükmü de aynı. Eğer benimle umrem arasına girip mani olurlarsa haccıma da mani olmuşlar demektir. Sizleri şahid kılıyorum, umre ile birlikte hacca da niyet ettim” dedi. Yoluna devam etti. Kadid'e geldiği zaman bir kurbanlık aldı. Sonra (Mekke'ye girip) hacc ve umre her ikisi için tek bir tavafyaptı.” Bir rivayette şöyle denmiştir: “Her ikisi için de ihrama girdi ve böylece Mekke'ye geldi. Beytulah'ı tavaf etti. Safa ve Merve arasında sa'y etti, buna bir ilavede bulunmadı, ne kurban kesti, ne traş oldu, ne taksirde bulundu, ne de ihramla haram ettiği şeylerden birini nefsine helal kıldı. Kurban gününe kadar bu hal üzere devam etti. O gün kurban kesti, traş oldu. İlk yaptığı tavafla hem haccın hem de umrenin tavafını yerine getirdiği kanaatinde idi. Sonunda: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) böyle yapmıştı” dedi.”"

1279 "Müslim'in diğer bir rivayetinde şöyle denir: “Biz, hacc-ı ifrad için ihram giyip Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'la birlikte ilerledik. Hz. Aişe (radıyallahu anha) de umre için ihrama girdi. Seref'e gelince Hz. Aişe hayız oldu. (Mekke'ye) gelince Kabe'yi, Safa ve Merve'yi tavaf ettik. Sonra, beraberinde kurbanlık olmayanların ihramdan çıkmaları emredildi. “Neleri nefsimize helal edeceğiz?” diye sorduk. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “(İhramlıya yasak olan) her,şeyi!” dedi. Bunun üzerine kadınlarımızla da yattık, kokular süründük, elbiselerimizi giydik. (Bunların hepsini yaparken) bizimle arefe (yani hacc ihramı giyme) günü arasında sadece ve sadece dört gece vardı. Sonra terviye günü (Zilhicce'nin 8'i) tekrar ihrama girdik. Bir ara Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Aişe (radıyallahu anha)'nin yanına girmişti, onu ağlıyor buldu. “Neyin var?” diye sordu. “Hayız oldum, herkes ihramdan çıktı, ben çıkamadım, tavafımı da yapamadım. Herkes artık (umresini tamamladı), hacc için (Arafat'a)çıkıyor!” diyerek yakındı. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Bu hal, Cenab-ı Hakk tarafından Adem (aleyhisselam)'in kızlarına yazılmış bir kaderdir, (sana mahsus bir kusur değil). Sen de, (ihrama giren herkesin yaptığı gibi) yıkanı ve hacc için ihrama gir' dedi. O da öyle yaptı. (Mina, Arafat ve Müzdelife'deki) vakfelerin hepsine katıldı. Hayızdan temizlenince de (ifaza) tavafını yaptı. (Bunlar bittikten sonra Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ye: “Artık hem haccını hem de umreni yapmış, her ikisinin de ihramından çıkmış oldun!” dedi. Hz. Aişe (radıyallahu anha): “Ancak benim içimden Beytullah'ı tavaf etmeden hacc yaptığım hissi geçiyor” dedi. Bunun üzerine (oğlan kardeşine seslenerek): “Ey Abdurrahman (kızkardeşin) Aişe yi Ten'im'e götür, orada umre için ihrama girsin!” dedi. Bu vak'a Hasbe gecesi cereyan etmişti Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) mülayim bir insandı. Hz. Aişe (radıyallahu anha) birşey arzu etti mi onun arkasını takip eder (yerine getirirdi).”"

1577 "Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, Maiz İbnu Malik el-Eslemi (radıyallahu anh) gelerek: “- Ey Allah'ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zina fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) onu reddetti (geri çevirip meselenin üzerine gitmedi). Ancak Maiz ertesi gün tekrar geldi. Yine: “- Ey Allah'ın Resûlü, ben zina fazihasını irtikab ettim!” diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) adamın kavmine birisini yollayarak: “Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?”diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber: “Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki salih kişilere denk akıl (ve feraset) sahibi biliyoruz” dediler. Maiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler. Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı. Ravi der ki: Gamidiye adında bir kadın da gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Maiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah'a kasem olsun ben hamileyim de!” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): “Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel” dedi. Kadın gitti çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi. “İşte çocuk, doğurdum!” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam): “Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!” buyurdu. Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı. “Ey Allah'ın Resûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) çocuğu alıp, Müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Halid İbnu Velid (radıyallahu anh) elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Halid'in kadına küfrettiğini işitince: “Ey Halid ağır ol!” dedi ve ilave etti: “nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şayet alış-verişte sahtekarlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi !” Sonra Resûlullah (tekfın) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi.”"

1637 "Hz. Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selamı yaygınlaştırın.”"

1709 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat ettiği zaman, babam Ebû Bekir (radıyallahu anh), Mescid-i Nebi'den bir mil kadar uzaklıkta olan) Sunh nam mevkide idi-ki Aliye (denen Medine'nin yüksek kısmını ki burası Hazrec'e mensüp Beni'l-Harise'nin menzillerinin bulunduğu mevki)yi kasdetmektedir-Hz. Ömer (radıyallahu anh) kalkıp : “Vallahi Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) vefat etmedi. Allah mutlaka onu geri gönderecektir, o da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek. . .” diyordu. Derken Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) geldi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ın yüzünü açtı ve öptü. “Annem babam sana feda olsun. Sağlığında hoştun, ölümünde de hoşsun! nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Allah sana ebediyyen iki ölüm tattırmayacak!” dedi. Sonra dışarı çıkıp: “(Hz. Ömer'i kasdeterek): “Ey (Peygamber ölmedi diye) yemin eden kişi, ağır ol!” dedi. Hz. Ebû Bekir konuşmaya başlayınca Hz. Ömer (radıyallahu anhüma) oturdu. Hz. Ebû Bekir Allah'a hamd ü sena ettikten sonra: “Haberiniz olsun! Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki artık Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse o da bilsin ki Allah hayydır, ölümsüzdür!” dedi ve şu ayeti okudu: “Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer 30). Şu ayeti de okudu: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah, Şürkederlerin mükafatını verecektir” (Al-i İmran 144). Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya” başladı. Ensar (radıyallahu anhüm), Beni Saide yurdunda, Sa'd İbnu Übade'nin etrafında toplandı. (Muhacir de oraya geldi. Ensariler): “Bizden bir emir, sizden de bir emir!” dediler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde (radıyallahu anhüm) de oraya geldiler. Hz. Ömer konuşmaya başladı ise de Hz. Ebû Bekir onu susturdu.Hz. Ömer (bilahere) şöyle diyordu: “Vallahi, ben konuşmayı şu sebeple arzu etmiştim: (Zihnimde) hoşuma giden sözler hazırlamış, Ebû Bekir bunlara ulaşamaz (onun hatırından bunlar geçmeyebilir) diye endişe etmiştim. Ama, yemin olsun, Ebû Bekir öyle bir konuştu ki, vallahi içimde hazırlamış olduğum güzel sözlerin hepsine isabet etti, (benim aklıma gelmeyen daha da güzelini) beliğ şekilde ifade etti. Onun sözleri arasında şu da vardı: “(Ey Ensar) biz (Kureyşli)ler emirleriz, sizler de vezirlersiniz!” Bu söz üzerine Hubab İbnu'1-Münzir ayağa kalktı ve : “Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir emir, sizden de bir emir olacak!” dedi. Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh): ' “Hayır! Olmaz bu. Bizler emirleriz, sizler de vezirlersiniz” dedi. Rezin şunu ilave etti: “Hz. Ebû Bekir devamla şunu söyledi: “Bu “iş” (hilafet), şu Kureyş cemaati için meşrû tanınacaktır. Onlar, yer itibarıyla Arapların ortasındadır, şerefçe de (eskiden beri) en gözdeleridir. Öyleyse, Ömer'e veya Ebû Ubeyde'ye biat edin!”"

1710 "İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor; “Ben, Muhacirler'den bir çoğundan Kur'an öğreniyordum. Abdurrahman İbnu Avf, onlardan biri idi. (Ben Mina'da onun menzilinde iken, o da, Hz. Ömer'in son defa yapmış olduğu haccda onun yanında idi. Abdurrahman yanıma dönüşte:) “Bugün Hz. Ömer'in yanına gelen bir adamı keşke sen de görseydin. Dedi ki: “Ey mü'minlerin emiri, bir adam görsen ki sana: “Keşke Ömer ölmüş olsa da falancaya (Bezzar'ın rivayetinde Talha İbnu Ubeydillah'a) biat etsem. Vallahi Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'in biatı çabucak oldu bitti” dese ne dersin?” dedi. Hz. Ömer bu söze (daha önce hiç görmediğim kadar) öfkelendi ve: “İnşaallah bu akşam halka hitab edip, (ahd ve müşaverede olmaksızın) idareyi gasbetmek isteyen bu heriflere karşı onları uyaracağım” dedi. Abdurrahman ilaveten dedi ki: “(Bunun üzerine) Hz. Ömer'e: “Ey mü'minlerin emiri, dedim, böyle bir şey yapma. Zira hacc mevsiminde insanların cühela ve serseri takımı biraraya gelir. Konuşmak üzere halkın içinde doğrulduğnun zaman bunlar olaki, etrafında ekseriyeti teşkil ederler. Korkum şu ki, siz kalkar birşeyler söylersiniz, o cahillerin her biri bir başka şey anlar, esas ifade etmek istediğiniz maksad tamamen kaybolur. Şu halde acele etmeyin, Medine'ye varın. Orası daru'l-hicret ve sünnettir (hicretin yapıldığı, sünnetin yaşandığı mahaldir). Orada fıkıh uleması ve insanların eşrafıyla başbaşa kalır, dilediğinizi rahatça söylersiniz. Alimler sözlerinizi eksiksiz öğrenirler ve maksadınız ne ise onu anlarlar.” (Bu sözüm üzerine) Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Pekala, vallahi inşaallah Medine'ye vardığımda ilk fırsatta bu toplantıyı aktedeceğim!” dedi. İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) devamla dedi ki: “Zilhicce'nin sonlarında Medine'ye geldik. Cuma günü öğle olur olmaz camiye gitmede acele ettim.” Rezin şu ilavede bulundu: “Öğle sıcağında çıktım.” Sonra önceki hadisi anlatmaya (İbnu Abbas) devam etti ve dedi ki: “(Camiye gelince) Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl (radıyallahu anh)'i minberin köşesinde oturmuş buldum. Dizim dizine değecek şekilde yanına oturdum. (Sağıma soluma bakmaya) başlamadan Ömer İbnu'1- Hattab (yerinden minbere doğru) çıktı. Onun gelmekte olduğunu görünce yanımdaki Said İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl'e: “Bu öğle, Ömer, halife olduğu günden beri hiç yapmadığı bir konuşma yapacak” dedim. Zeyd, söylediğimi hoş karşılamadı ve: “Daha önce konuşmadığı şeyi konuşması ne mümkün!” deyip beni reddetti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) minbere oturdu. Müezzin ezanını tamamlayınca, doğruldu. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve senada bulundu. Sonra şunları söyledi: “Emma ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı Hakk'ın söylememi takdir buyuracağı bir konuşma yapacağım. Bilemiyorum, belki de ecelim yakındır, (bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi anlar ve hafızasına alabilirse bineğinin götürdüğü her yerde nakletsin. Kim de anlamış o1maktan korkarsa, hiç kimseye hakkımda yalan söylemesini helal etmiyorum. Allah celle şanuhu, Muhammed"

1728 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Bir kimse evine veya yatağına gir'ince hemen bir melek ve bir şeytan alelacele gelirler. Melek: “Hayırla aç!” der. Şeytan da: “Şerle aç!” der. Adam, şayet (o sırada) Allah'ı zikrederse melek Şeytanı kovar ve onu korumaya başlar. Adam uykusundan uyanınca, melek ve şeytan aynı şeyi yine söylerler. Adam, şayet: “nefsimi, ölümden sonra bana geri iade eden ve uykusunda öldürmeyen Allah hamdolsun. İzniyle yedi semayı arzın üzerine düşmekten alıkoyan Allah'a hamdolsun”dese bu kimse yatağından düşüp ölse şehit olur, kalkıp namaz kılsa faziletler içinde namaz kılmış olur.”"

1755 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “nefslerinizin aleyhine dua etmeyin, çocuklarınızın aleyhine de dua etmeyin, hizmetçilerinizin aleyhine de dua etmeyin. Mallarınızın aleyhine de dua etmeyin. Ola ki, Allah'ın duaları kabul ettiyi saate rastgelir de, istediğiniz kabul ediliverir.”"

1762 "Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam), bir adamın şöyle söylediğini işitti: “Allah'ım, şehadet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur.” Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) buyurdular: “nefsimi kudret elinde tutan Zat'a yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Azàmı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Azamla dua ederse Allah ona icabet eder, kim onunla talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir. “"

1764 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam şöyle dua etmişti: “Ey Allah'ım, hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semavat ve arzın celal ve ikram sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyümsun (kainatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!” (Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) sordu: “Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?” “Allah ve Resûlü daha iyi bilir`?” “nefsimi kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Azam'ı ile dua etti. O İsm-i Azam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir.”"

1777 "Muvatta, Tirmizi ve Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle denir: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'ı yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına rastladı. Secdede idi ve: “Allahümme inni eüzu bi-rızake min sahtike ve eüzu bi-muafatike min ukübetike ve eüzu bike minke La uhsi senaen aleyke. Ente kema esneyte ala nefsike. (Allahım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senayı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)” diyordu.”"

1783 "Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a, Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) gelerek: “Bana namazda okuyacağım bir dua öğret” dedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu duayı okumasını söyledi: “Allahümme inni zalemtü nefsi zulmen kesiran ue la yağfiru z-zünübe illa ente fà'ğfir li mağfireten min indike verhamni inneke ente'l-ğàfüru'r-rahim. (Allahım ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir mağfiretIe bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin”."

1797 "Hz. Bera (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Yatağına girdiğin zaman şu duayı oku: “Allahım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden ümitvarım, gazabından da korkuyorum. Senin ikabına karşı, senden başka ne melce var, ne de kurtarıcı. İndirdiğin Kitab'a, gönderdiğin Peygamber (aleyhissalatu uesselam)'e imàn ettim” “Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan fıtrat üzere ölmüş olursun. Şayet sabaha erersen hayır bulursun.” Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Resûlullah (àleyhissalatu vesselam), uyumak isteyince sağ yanı üzerine dayanır ve şöyle dua ederdi: “Allàhım! Kullarını topladığın -veya yeniden dirilttiğin- gün, beni azabından koru”."

1813 "Hz. Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Balığın karnında iken, Zü'n-Nün'un yaptığı dua şu idi: La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü mine'z-zalimin. (Allahım! Senden başka ilah yoktur, seni her çeşit kusurlardan tenzih edirim. Ben nefsime zulmedenlerdenim.)” Bununla dua edip de icabet görmeyen yoktur.”"

1841 "Ebü'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hz. Davud (aleyhisselam)'un duaları arasında şu da vardır: “Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allah'ım! Senin sevgini nefsimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.” Ebü'd-Derda der ki: “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) Hz. Davud'u zikredince, onu “insanların en abidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)” olarak tavsif ederdi.”"

1867 "Resûlullah (aleyhissàlatu vesselam)'ın zevcelerinden Cüveyriyye (radıyallahu anha)'nin anlattığına göre, “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz bir gün sabah namazını kılınca, daha kendisi namazgahında iken, erkenden yanından çıkmış, gitmiş, kuşluktan sonra Cüveyriyye (aynı yerinde zikrederek) otururken geri gelmiş ve: “Bırakıp gittiğim halde duruyorsun (hiç yerinden kımıldamadın galiba?)” diye sormuştur. “Evet” cevabı üzerine şunu söylemiştir: “Ben senden ayrıldıktan sonra dört kelime(Iik bir dua)yı üç kere okudum. Eğer bunlardan hasıl olan sevab tartılacak olsa, senin burada sabahtan beri okuduğun duaların sevabının ağırlığına denk olur. O dua şudur: “Sübhanallahi ve bihamdihi adede halkıhi ve rıda nefsihi ve zinete arşihi ve midade kelimatihi. (Allah'ı mahlukatı sayısınca, nefsinin rızasınca, arşının ağırIığınca, kelimelerinin adedince tesbih (noksanlıklardan tenzih) ederim.”"

1903 "İbnu Şihab (radıyallahu anh) anlatıyor: “(Diyete iştirakte) tatbikat (sünnet) şöyledir: Akile amden yapılan öldürmelerin diyetine (huküken) iştirak etmez. Gönül rızasıyla ederse o başka. Keza, akileye az da olsa çok da olsa kölenin bedelinden yüklenmez. Kölenin bedeli, ne miktara baliğ olursa olsun, ona, malı olarak tasarruf edenedir. Çünkü o, şu hadise binaen ticaret mallarından bir ticaret malıdır: Amden öldürenin diyetine sulhen tesbit edilen diyete; itiraf yoluyla sübüt bulan cinayete terettüp eden (diyete); işlenen bir cinayete terettüp eden erş'e (diyete) ve kölenin bedeline akile iştirak etmez, kendi arzusu ile iştirak ederse o başka.” (Keza bir başka) tatbikat dahi şöyledir: “Kişi hataen hanımını yaralarsa, diyet öder, fakat kısas yapılmaz. Ancak kadına amden ulaşan (kötülüğü sebebiyle) kısas yapılır.” Bana ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: “Kadın, nefsinin üçte birine ulaşan ve aşan yaralamalar amden olduğu takdirde, erkekten kısas isteyebilir.”"

2724 "Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdularki: “Sizden biri namaz kılarken uyuklayacak olursa, uykusu gidinceye kadar hemen yatsın. Zira, uyuklayarak namaz kılanınız, istiğfar ederken kendi nefsine sebbetmeye kalkar da farkında olmaz.”"

2760 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Münafıklara en ağır gelen namaz yatsı namazıyla sabah namazıdır. Eğer bu iki namazdaki hayrın ne olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa onları kılmaya gelirlerdi. nefsimi kudret eliyle tutan Zat'a kasem olsun! Ezan okutup namaza başlamayı, sonra halkın namazaını kıldıması için yerime birini bırakmayı, sonra da beraberlerinde odun desteleri olan bir grup erkekle namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini üzerlerine yıkmayı düşündüm.”"

2846 "Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artardı. Sanki bir orduya “Düşmanınız akşama veya sabaha size baskın yapacak!'' diye tehlikeyi haber veren komutan gibi (fevkalade ciddi bir eda ile): “Ben size, Kıyamet şu iki parmak kadar yakınlaşmış olduğu bir zaman da peygamber gönderildim '' der ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak gösterir, sözlerine şöyle devam ederdi: “Emma bad! Bilesiniz, sözlerin en hayırlısı Kitabullah'tır. En güzel yol da Muhammed'in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan ihdas edilenlerdir. Her bid'at dalalettir.” Ayrıca şunları da söyledi: “Ben her mü'mine kendi nefsinden daha yakınım. Nitekim, kim bir mal bırakırsa bu ailesi içindir. Kim bir borç veya (bakıma muhtaç) horanta bırakırsa bu bana aittir ve benim üzerimedir.”"

2976 "Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) vitrni kılarken şu duayı okurdu: “Allah'ım gadabından rızana sığınırım. Cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana (yapılması gereken) senayı sayamam. Sen, kendi nefsine yaptığın övgüdeki gibisin.”"

3029 "Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “İnsanlar kıtlığa maruz kaIdılar. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir cum'a günü hutbe verirken bir bedevi kalkıp: “Ey Allah'ın Resulü, malımız helak oldu, horantamız kaldı, bizim için Allah'a dua ediver!'' dedi. Buunun üzerine aleyhissalatu vesselam ellerini kaldırdı. Biz gökte bir bulut göremiyorduk. nefsim elinde olan Zat'a yemin olsun, daha ellerini geri çekmeden, semada dağlar gibi bulutlar peydah oldu. Derken daha minberden inmemişti bile ki, sakalından yağmur damlaları dökülmeye başladı. O gün, ertesi güne kadar yağmur yağdı. Daha sonraki günde de yağdı, onu takib eden günde de yağdı, hatta müteakıp cum'aya kadar yağış devam etti. Öyle ki, o bedevi veya bir başkası kalkıp: “Ey Allah'ın Resulü, binalarımız yıkıldı, mallarımız suda boğuldu, bizim için Allah'a dua ediver (artık yağmur kesilsin)'' dedi. Aleyhissalatu vesselam ellerini kaldırıp: “Allahım etrafımıza yağdır, üzerimize olmasın!'' diye dua ettiler. Eliyle bulutlara doğru hangi istikametteki buluta işaret etti ise, bulutlar orada açıldı. Bütün Medine buluttan temizlendi.” Bir rivayette de şöyle denmiştir: “Allahım, (yağmur) etrafımıza yağsın, üzerimize değil! Allahım, dağların ve tepelerin üzerine, vadilerin içine ağaç biten yerlere olsun!'' Hz. Enes der ki: “Bulut hemen çekildi biz de çıkıp güneşte yürüdük.''"

3117 "Bir başka rivayette şöyle der: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam), oruçlu iken mübaşerette bulunurdu. O, nefsine hepinizden çok hakim idi.''"

3269 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim, bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan razı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler.''"

3309 "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “nefsim yed-i kudretinde olan zata yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın!”"

3426 "Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın gelerek: “Ey Allah'ın Resülü, dedi. Sana nefsimi bağışlamaya geldim.'' Aleyhissalatu vesselam kadına şöyle bir nazar edip sonra tepeden tırnağa gözden geçirdi, bir de sabit baktı ve sonunda (hiçbir şey söylemeden) başını yere eğdi. Kadın, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın, hakkında hiç bir hükme varmadığını görünce oturdu. Derken bir adam doğrulup: “Ey Allah'ın Resülü! Sizin ona ihtiyacınız yoksa onu bana nikahlayın!'' dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: “Yanında (buna mehir olarak verecek) bir şeyler var mı?'' diye sordu. Adam: “Vallahi yok. Ey Allah'ın Resülü!'' deyince: “Ailene git, bir şeyler bulabilecek misin bir bak!'' dedi. Adam gitti ve az sonra geri geldi: “Hayır, vallahi ey Allah'ın Resulü hiç bir şey bulamadım!'' dedi. Resûlullah tekrar: “İyi bak, demirden bir yüzük de mi yok!'' buyurdu. Adam tekrar gidip yine geri geldi ve: “Hayır! Vallahi ya Resûlullah, demirden bir yüzük bile yok! Ancak işte şu izarım var, yarısı onun olsun'' dedi. Sehl der ki: “Adamın ridası yoktu'' Aleyhissalatu vesselam: “İzarın ne işe yarar? Onu sen giyecek olsan onun üzerinde bir şey olmayacak, şayet o giyecek olsa senin üzerinde bir şey kalmayacak!'' buyurdular. Bunun üzerine adam oturdu. Epey bir müddet oturduktan sonra, kalktı. Resulullah aleyhissalatu vesselam onun döndüğünü görünce, geri çağırılmasını söyledi. Adamı çağırdılar. “Kur'an'dan ne biliyorsun (hangi süreler ezberinde?)” diye sordu. Adam: “Şu şu süreleri biliyorum!'' diye bildiklerini saydı. “Yani sen bunları ezbere okuyor musun?” diye tekrar sordu. Adam: “Evet! '' deyince, Resûlullah aleyhissalatu vesselam: “Haydi git, ben kadını sana temlik ettim'' buyurdu.'' Bir rivayette: “Kur'an'dan bildiklerin(i öğretmen) mukabilinde onu sana nikahladım” buyurdu.”"

3429 "Abdullah İbnu Amir babasından naklediyor: “Beni Fezre'den bir kadın bir çift ayakkabı mehir mukabilinde evlendi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: “nefsin ve malın için bir çift ayakkabıya razı mısın?” diye sordu. Kadın: “Evet!” dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bu evliliğe müsaade etti.''"

3525 "Ubeydullah, Nafi'den, o da Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlattığına göre, Hz. Ömer radıyallahu anh: “Ben müslüman olduğum zamandan beri ayakta abdest bozmadım!” demiştir.” Tirmizi: “Bu, Hz. Ömer'den daha sıhhatli olan rivayettir. Önceki rivayet zayıftır'' der. Keza ilaveten der ki: “Ayakta abdest bozma yasağı te'dib içindir, tahrim için değil.'' Yine der ki: “İbnu Mes'ud radıyallahu anh'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kişinin ayakta akıtması, nefsine karşı işlediği bir kabalıktır.”"

3797 "Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Bizden biri hayızlı olur, Resûlullah aleyhissalatu vesselam da onunla mübaşeret etmek dilerse, ona hayız olur olmaz izarını bağlamasını emreder, sonra mubaşeret ederdi. Sizden hanginiz, nefsine, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın nefsine hakim olduğu kadar hakim olur?” Ebu Davud'un bir rivayetinde, “fevr” (evvelinde -ki “hayz olur olmaz” diye karşıladık-) yerine “fevh” denilmiştir (ki bu da “çoğunda” ve “evvelinde” manasına gelir.)"

3841 "Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında yemeğe oturunca, Resûlullah aleyhissalatu vesselam yemeye başlamadıkça, kesinlikle elimizi yemeğe vurmazdık. Bir seferinde yine O'nunla yemeğe oturmuştuk. Derksen bir cariye (küçük kız çocuğu) geldi, sanki arkasından bir iteni var gibi hemen elini yemeğe soktu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam elinden tuttu. Arkadan bir bedevi geldi, sanki onun da arkasından iten biri vardı, alelacele o da elini yemeğe soktu. Aleyhissalatu vesselam onun da elinden tuttu. Ve şunu söyledi: “Şeytan, üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyen yemeği kendine helal addeder. Nitekim, sayesinde yemeğimizi kendine helal kılmak için bu cariyeyi getirdi. Ben de elinden tuttum. Bunun üzerine şu bedeviyi getirip onunla yemeği kendine helal kılmak istedi, ben onun da elinden tuttum. nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun şeytanın eli o ikisinin eliyle birlikte avucumdadır.” “Resûlullah aleyhissalatu vesselam, bunları söyledikten sonra besmele çekip yemeye başladı.”"

3861 "Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Şeytan muhakkak ki hassastır, cidden pek hassastır. Kendinizi ondan sakındırın. Kim elinde et kokusu olduğu halde geceler, sonra da kendisine bir fenalık ulaşırsa sakın ha nefsinden başkasını suçlamasın.”"

3867 "Mikdam İbnu Ma'dikerb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ademoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Ademoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak (nefsinin galebesiyle) illa da (mideyi doldurma işini) yapacaksa bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine (tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın).”"

3995 "Yine Ebu Davud'un Sehl İbnu Huneyf'ten yaptığı bir diğer rivayetinde: “Rukye sadece nefse (insana değen gözden), veya zehire veya sokmaya karşı vardır.”"

4000 "Yine Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Cibril aleyhisselam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldi ve: “Ey Muhammed, hasta mısın? diye sordu. “Evet!” cevabını alınca, Cibril aleyhisselam şu duayı okudu: “Bismillahi erkike, min külli dain yü'zike ve min şerri külli nefsin ev aynin hadisin. Allahu yeşfike, bismillahi erkike. (Seni Allah'ın adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasedci gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifa versin, ben Allah'ın adıyla sana dua ediyorum).”"

4071 "Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde şöyle denir: “Cemile, Evs İbnu's-Samit radıyallahu anhüma'nın nikahı altında idi. Evs ise, kendisine kadına karşı şiddetli istek bulunan birisi idi. Bu duygusu şiddet peyda edince (nefsini frenlemek maksadıyla) hanımına zıharda bulundu. Bunun üzerine, Allah Teala Hazretleri, onun hakkında kefaret-i zıhar(la ilgili ayet)i inzal buyurdu.”"

4092 "Rebi'a İbnu Ebi Abdirrahman der ki: “Yanında bir miktar ilim olan kimseye, nefsini zayi etmesi münasib düşmez.”"

4101 "İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'dan işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş bu işten beni men etti. Dediler ki: “Sen her (işittiğin) şeyi yazıyorsun, halbuki Resûlullah aleyhissalatu vesselam bir insandır, memnun ve öfkeli halde de konuşur.” Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a anlattım. Parmağı ile ağzına işaret ederek: “Yaz, nefsimi elinde tutan Zata yemin olsun, ondan haktan başka bir şey çıkmaz!” buyurdu.”"

4112 "Müslim'de Ebu Hüreyre'nin bir rivayeti şöyledir: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi.” Rezin şu ziyadede bulundu: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdu ki: “nefsim elinde bulunan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, günah işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb'e düşeceğinizden korkarım.” Bu rivayet, Münziri'nin et-Terğib ve't-Terhib'inde kaydedilmiştir (4, 20)."

4117 "Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Bir adam vardı, (günah işleyerek nefsine zulmetmekte) çok ileri idi. Ölüm gelip çatınca oğullarına dedi ki: “Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve rüzgarın önünde saçın. Allah'a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği azabı verir!” Ölünce, bu söylediği ona yapıldı. Allah da arz'a emrederek: “Sende ondan ne varsa bana toplayıver!” dedi. Arz da topladı. Adam ayakta duruyordu. “Sen böyle bir vasiyeti niye yaptın?” diye Rabb Teala sordu. “Senden korktuğum için ey Rabbim!” cevabını verdi. Allah Teala Hazretleri bu cevap üzerine onu affetti.”"

4156 "Nesa'i'nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Berire radıyallahu anha kendi nefsinin hürriyete kavuşması için dokuz okiyye üzerine mükatebe yaptı. Her sene bir okiyye ödeyecekti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam onu, (hürriyetine kavuştuğu zaman) kocası ile beraberliğe devam etme veya boşanma hususunda muhayyer bıraktı. Kocası köle idi. Berire kendini (kocadan ayrılmayı) tercih etti. Urve der ki: “Kocası hür olsaydı, Aleyhissalatu vesselam Berire'yi muhayyer bırakmazdı.”"

4199 "Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam, kendisine Ebu Süfyan'ın gelmekte olduğu haber verilince, ashabıyla istişare etti. Önce Ebu Bekr radıyallahu anh konuştu. Ondan yüzün çevirdi (iltifat etmedi). Sonra Hz. Ömer radıyallahu anh konuştu. Ondan da yüzünü çevirdi. Derken sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh (Resûlullah'ın maksadını sezerek) ayağa kalktı ve “Ey Allah'ın Resulü, biz (ensariler)i mi kastediyorsunuz? nefsimi kudret elinde tutan zata yemin ederim, eğer bize bineklerimizi denize sürmemizi emredecek olsanız, mutlaka (gözümüzü kırpmadan) daldırırız. Bize onlara binip Berkı'l-Gımad'a gitmemizi emretseniz onu da yaparız!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalatu vesselam halkı hazırladı. Yola çıktılar ve Bedr'e kadar gelip indiler. Orada, Kureyş'in su almaya gönderdiği kimselerle karşılaştılar. İçlerinde Beni Haccac'a ait siyahi bir köle vardı. Onu yakaladılar. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın ashabı Ebu Süfyan ve arkadaşları hakkında bilgi soruyorlardı. Köle: “Ebi Süfyan hakkında bilgim yok. Ancak (burada) Ebu Cehl, Utbe, Şeybe ve Umeyye İbnu Halef var!” dedi. O böyle söyleyince Ashab onu dövdü. O da: “Evet, ben size haber veriyorum. Bu Ebu Süfyan'dır!” dedi. Onu bıraktıkları zaman başkaları sordular. O yine: “Ben Ebu Süfyan hakkında bir şey bilmiyorum, lakin burada halkın içinde Ebu Cehil, Utbe, Şeybe, Umeyye İbnu Halef var!” dedi. Böyle söyleyince onlar da aynı şekilde dövdüler. Bu esnada Resûlullah aleyhissalatu vesselam namaz kılıyordu. Bu hali görünce namazı bıraktı ve: “nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, size doğruyu söyleyince onu dövüyorsunuz! Yalan söyleyince de bırakıyorsunuz” dedi. Ravi der ki: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam elini koyarak “burası falancanın öldürüleceği yer, şurası feşmekancanın öldürüleceği yer” diye teker teker gösterdi.” Ravi der ki: “Allah'a yemin olsun onlardan hiçbiri, Aleyhissalatu vesselam'ın elini koyduğu yerin dışına sapmadan, gösterdiği yerlerde öldürüldüler.”"

4212 "Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): “Ka'b İbnu'l-Eşref'in hakkından kim gelecek? Zira bu Allah ve Resulüne eza veriyor!” buyurdular. Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh atılarak: “Onu öldürmemi ister misiniz?” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Evet!” deyince Muhammed İbnu Mesleme: “Hakkınızda menfi şeyler söylememe de izin veriyor musunuz? (Güvenini kazanmamız için buna gerek olacak)” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “(İstediğinizi) söyle(yin)” buyurdu. Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh Ka'b İbnu'l-Eşref'e gelip onunla konuştu, aralarındaki (eski) dostluğu hatırlattı ve: “Şu adam var ya, sadaka istiyor ve bize sıkıntı oluyor!” dedi. Ka'b bunu işitince: “Ha şöyle! Vallahi ondan daha da çekeceksiniz!” dedi. Muhammed İbnu Mesleme: “Biz ona şimdi gerçekten tabi olduk. Onu büsbütün terkedip sonunun ne olacağını seyretmekten de korkuyoruz” dedi. Ka'b: “Söyle bana dedi, içinde ne var, ne yapmak istiyorsunuz?” Muhammed: “Onu yalnız bırakmak, ondan ayrılmak istiyoruz” deyince, Ka'b: “Şimdi beni mesrur ettin” dedi. Muhammed ilave etti: “Bana biraz ödünç vermeni taleb ediyorum.” dedi. Ka'b da: “Bana rehin olarak ne bırakacaksın?” diye sordu. Muhammed İbnu Mesleme: “Ne istersin?” dedi. Ka'b: “Kadınlarınızı bana rehin bırakmalısın!” dedi. “Ama sen Arapların en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı nasıl rehin bırakalım? (Şu yakışıklığın sebebiyle hangi kadın nefsini senden men edebilir?)” dedi. Ka'b: “Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakırsınız!” dedi. “Ama nasıl olur, birimizin çocuğuna hakaret edip: “Bir veya iki vask hurma karşılığında rehin edildin” diye başına kakarlar. Ama sana zırhları yani silahı rehin bırakalım” dedi. (Ka'b bu teklifi makul bulup:) “Pekala, bu olur?” dedi. Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme, ona el-Haris İbnu'l-Evs, Ebu Abs İbnu Cebr ve Abbad İbnu Bişr ile birlikte gelmek üzere randevulaştı. Bunlar geceleyin gelip onu (dışarı) çağırdılar. Ka'b yanlarına indi. Kadını: “Ben bazı sesler işitiyorum, bu sanki kan sesidir (gitme!) dedi. Ancak O: “Hayır, bu gelen Muhammed İbnu Mesleme ile süt kardeşi ve Ebu Naile'dir. Mert kişi geceleyin yaralanmaya bile çağrılsa icabet eder!2 dedi. Muhammed İbnu Mesleme arkadaşına: “Gelince, ben elimi başına uzatacağım. Onu tam yakaladım mı göreyim sizi!” dedi. Ka'b kılıncını kuşanmış olarak indi. “Sende tıyb kokusu hissediyoruz!” dediler. Ka'b: “Evet! nikahımda falan kadın var. Arap kadınlarının (sevdiği) kokuyu sürüyorum” dedi. Muhammed İbnu Mesleme: “Ondan koklamama müsaade eder misin?” dedi. Ka'b: “Tabi ederim, kokla!” dedi. Muhammed yakalayıp kokladı. Sonra: “bir kere daha koklamama müsaade eder misin?” dedi. Sonra onu yakaladı. “Göreyim sizi!” dedi ve orada öldürdüler.”"

4236 "Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan'dan almış. Misver ve Mervan her ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir. Derler ki: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam Hudeybiye senesinde Medine'den çıktı. Yolda bir yerlere ulaşınca Aleyhissalatu vesselam: “Halid İbnu'l-Velid, Kureyş'e ait gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak el-Gamim'dedir, siz sağ tarafı takib edin!” dedi. Vallahi, Halid müslümanların varlığını sezemedi. Ne zaman ki müslüman askerlerin kaldırdığı toz bulutunu görünce, (müslümanların geldiğini) Kureyş'e haber vermek üzere hayvanını koşturarak gitti. Resûlullah aleyhissalatu vesselam yoluna devam etti. Seniyye nam mevkiye gelindi. Oradan (devam edildiği takdirde) Kureyşlilerin bulunduğu yere inmek mümkündü. Ama devesi orada ıhıverdi. Halk: “Kalk, kalk, yürü, yürü!” dedi ise, de deve kalkmamakta ısrar etti. Halk bu sefer: “(Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın devesi) Kasva çöküp kaldı. Kasva çöküp kaldı!” dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: “Hayır! Kasva çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok. Ancak onu, “Fil'i (Mekke'ye girmekten alıkoyan) Zat” dourdurmuştur!” buyurdu. Sonra ilave etti: “nefsimi kudret eliyle tutan o Zat'a yemin olsun. (Kureyş, Mekke'de) Allah'ın haram kıldığı şeyleri tazim sadedinde her ne taviz isterlerse onlara vereceğim!” Sonra deveyi zorladı, deve sıçrayıp kalktı. Ravi dedi ki: Resûlullah aleyhissalatu vesselam Kureyş tarafından saptı, suyu az olan Semed Kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi. (Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı. Çok geçmeden suyu kurudu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a susuzluktan şikayette bulundular. Aleyhissalatu vesselam sadağından bir ok çıkardı, onu kuyuya koymalarını söyledi. Allah'a yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya başladı ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara yetecek kadar akmaya devam etti. Onlar bu halde iken Büdeyl İbnu Verka' el-Kuza'i, Huza'a kabilesinden bir grupla çıkageldi. Huza'alılar (Mekke civarında tavattun etmiş bulunan) Tihame kabileleri arasında Resulullah'ın sırdaşı ve dostu olagelmişlerdi. Dedi ki: “Ben (Mekke'nin) Ka'b İbnu Lüeyy ve Amir İbnu Lüeyy kabilelerini birçok Hudeybiye sularının başına, beraberlerinde sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm. Onlar seninle savaşacak. Beytullah'ı ziyaretine mani olacak olmasınlar! Resûlullah aleyhissalatu vesselam dedi ki: “Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece umre yapmaya geldik! Mamafih Harb Kureyş'in (iliğine işlemiş). Halbuki çok da zarar gördüler. Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar) kendilerine müddet tanırım, onlar da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben öbürlerine galebe çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha (kendi rızalarıyla) girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle savaşmak zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer"

4238 "Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile birlikte Hudeybiye'ye geldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı. Suyu bunlara bile yetmiyordu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam kuyunun kenarına oturdu. (İyice hatırlıyamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu coştu. Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra Aleyhissalatu vesselam, bizi bir ağacın altında biat etmeye çağırdı. Önce ben biat ettim, sonra herkes gelip sırayla biat etti. Nihayet halkın ortasında kalınca: “Ey Seleme, biat et!” buyurdu.” “Ey Allah'ın Resulü, en başta ben biat ettim!” dedim. “Yine de!” buyurdu. Resûlullah aleyhissalatu vesselam beni çıplak, yani silahsız bulmuştu. Bana deriden yapılmış bir kalkan verdi. Sonra bey'at almaya devam etti. Son kişiden de bey'at alınca: “Ey Seleme, sen bana biat etmiyor musun?” dedi. “Ey Allah'ın Resulü, ben sana başta da, ortada (da olmak üzere iki kere) biat ettim” dedim. “Olsun, yine de” buyurdu. Ben de üçüncü sefer biat ettim. Sonra bana: “Ey Seleme! Benim sana verdiğim kalkanın nerede?” dedi. “Ey Allah'ın Resulü dedim, amcam Amir çıplak olarak bana rastladı, ben de kalkanı ona verdim. Bu sözüm üzerine Aleyhissalatu vesselam güldü ve: “Sen, dedi, vaktin birinde adamın dediği gibisin: “Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o bana, kendi nefsimden daha sevgili olsun!” Sonra müşrikler bizimle sulh hususunda haberleşmeye başladılar. Öyle ki; birbirimize gidip gelmeler oldu. (Sonunda) sulh yaptık. ben Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh'ın hizmetçisi idim. Atını sular, kaşağılar, kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü) Allah ve Resulü yolunda hicret için malımı ve ailemi terketmiştim. Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle karıştık. Ben bir ağacın yanına gelip dikenlerini süpürerek dibine yattım. Mekke halkından dört müşrik yanıma geldi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a hakaret etmeye başladılar. Ben onlara kızdım ve bir başka ağacın dibine geçtim. silahlarını ağaca asıp yattılar. Onlar bu vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi şöyle sesleniyordu: “Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym öldürüldü!” “Hemen kılıncımı çekip, bu uyuyan dört kişiye hızla yürüyüp silahlarını aldım, elimde deste yapıp, sonra da: “Muhammed'in yüzünü mükerrem kkılan o Zat'a yemin olsun, sakın sizden kimse başını kaldırmasın. İki gözü taşıyan (kellesini) uçururum!” dedim. Sonra onları sürerek Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a getirdim. O sırada amcam Amir radıyallahu anh da Abelat'tan Mikrez denilen bir adamı, üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde yetmiş müşrik olduğu halde Resulullah'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam onlara bir nazar edip: “Bırakın onları, fücûrun başı da sonu da onların olsun!” dedi ve hepsini affetti. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri şu ayeti indirdi: “O sizi Mekke'nin karnında (hudud"

4277 "İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim, şöyle diyordu: “Allah'dan daha kıskanç kimse yoktur. Bu sebeptendir ki fevahişin açığını da kapalısını da haram kıldı. Medihten Allah kadar hoşlanan bir kimse de yoktur. Bu sebeptendir ki nefsini medhetmiştir.”"

4281 "İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor. “Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): “Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?” diye sordu. Ashab radıyallahu anhüm: “Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!” dediler. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: “Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir.”"

4282 "Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kuvvetli kimse, (güneşte hasmını yenen) pehlivan değildir. Hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman nefsini yenen kimsedir.”"

4325 "Abdullah İbnu Hişam radıyallahu anh anlatıyor: “Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalatu vesselam, Ömer radıyallahu anh'ın elinden tutmuştu. Hz. Ömer: “Ey Allah'ın Resûlü! Sen bana, nefsim hariç herşeyden daha sevgilisin!” dedi. Resûlullah hemen şu cevabı verdi: “Hayır! nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça (imanın eksiktir)!” Hz. Ömer radıyallahu anh: “Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: “İşte şimdi (kamil imana erdin) ey Ömer!” buyurdular.”"

4326 "Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde bulunan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, sizden birine, beni görmeyeceği bir gün gelecek ki, o gün beni beraberlerinde görmek, ona ehlinden ve malından daha makbul olacak.” Resûlullah'ın bu sözünü, Ashab, kendilerine ölümünü haber veriyor diye yorumladılar. Bunun üzerine, ölümüyle kendisini kaybedince getirmiş olduğu bereketleri müşahede ettikleri müddetçe duyacakları, Aleyhissalatu vesselam'a kavuşma temennisini kasdettiğini bildirdi.”"

4334 "Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ashabıma sebbetmeyin (dil uzatmayın). nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun (sizden) biri, Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd'e hatta yarım müdd'e bedel olmaz.”"

4412 "Ebu Zerr'in Buhari'de gelen bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın bi'set (peygamber olarak gönderiliş) haberi Ebu Zerr radıyallahu anh'a ulaşınca, kardeşi (Üneys)e: “Devene bin! şu vadiye (Mekke'ye) git! Kendisini peygamber zanneden ve semadan haber geldiğini söyleyen şu adam hakkında bana bilgi edin, sözlerini dinle ve bana getir!” dedi. Kardeşi gidip, Mekke'ye vardı. Onun sözlerinden dinledi. Sonra Ebu Zerr'in yanına döndü ve şu bilgiyi verdi: “Onu gördüm. İnsanlara güzel ahlakı emrediyordu. (İnsanlara getirdiği) kelam da şiir değil.” “Arzuladığım kadar merakımı gideremedin!” dedi. Azık hazırladı. İçerisinde su olan dağarcığını yüklenip yola çıktı. Mekke'ye geldi. Mescide uğrayıp Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı kolladı. Esasen O'nu tanımıyordu. Doğrudan sormayı da uygun görmedi. Böylece birkaç gece geçirdi. Tutup (bir kuytuya) yattı. Derken Ali radıyallahu anh onu görüp, bir yabancı olduğunu anladı. Onu görünce takip etti. Bu ikisinden hiçbiri diğerine herhangi bir şey sormadı. Bu suretle sabaha erdiler. Sonra kırbasını ve azığını Mescid'e taşıdı. O gün de öyle geçti ve Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı akşama kadar göremedi. Bunun üzerine yattığı yere döndü. (Az sonra) Ali radıyallahu anh ona uğradı ve adama: “Yerimi öğrenme zamanı gelmedi mi?” dedi. Böylece Ebu zerr'i kaldırdı ve beraberinde götürdü. (Ebu Zerr onu geriden takip etti.) Birbirlerine hiçbir şey söylemediler. Üçüncü güne ermişlerdi. O gün de aynı şekilde hareket ettiler. Ali Onu beraberinde ikamet ettirdi. Ve: “Seni bu memlekete getiren sebebi bana söylemez misin?” diye sordu. Ebu Zerr: “Bana yardımcı olup yol göstereceğin hususunda ahd-u misakda bulunur (kesin söz verir)sen açıklarım!” dedi. Ali söz verdi, o da açıkladı. Ali dedi ki: “O haktır ve Allah'ın Resûlüdür. Sabah olunca peşimi takip et. Ben, senin hakkında korktuğum bir şey görürsem, sanki su döküyorum gibi doğrulurum. Değilse yürümeye devam ederim. Böylece girdiğim yere sen de girinceye kadar beni takip et!” Ali böyle yaptı. O da onu takip edip geldi. Ali, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına girdi. O da onunla birlikte içeri daldı. Resûlullah'ın sözünü dinledi ve anında müslüman oldu. Resûlullah kendisine: “Hemen kavmine dön. (Gördüklerini) onlara haber ver. Emrim sana gelinceye kadar (orada kal)” ferman etti. Ebu Zerr de: “nefsim elinde olan Zat'a yemin olsun, ben de haberi onlar arasında bağırarak söyleyeceğim!” dedi. Oradan çıkıp Mescid'e geldi. Yüksek sesle: “Eşhadu en-la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!” dedi. Halk üzerine atılıp, onu iyice dövdüler, canını pek yaktılar. Derken Abbas radıyallahu anh gelip üzerine kapanarak (mani oldu). “Yazık size! bunun Gıfarlı olduğunu, Şam'a giden tüccarlarınızın yolunun oradan geçtiğini bilmiyor musunuz?” diyerek onu ellerinden kurtardı. Ebu Zerr, ertesi günü aynı şeyi tekrarladı. Mekkeliler, üzerine atılıp tekrar dövdüler. Yine"

4415 "Bera radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a sündüs bir cübbe hediye edildi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam ipek elbiseyi yasaklamıştı. Halk bu elbiseden çok hoşlandı. -bir rivayette: “İpek bir elbise hediye edildi, elimizle yoklamaya başladık, hepimiz hayran olmuştuk” denmiştir. -Resûlullah: “nefsim (kudret) elinde olan Zat'a yemin olsun, Sa'd İbnu mu'az'ın cennetteki mendilleri bundan hayırlıdır” buyurdular.”"

4581 "Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam Tebük'ten dönünce, (sefere katılmayıp Medine'de kalmış olan) mütehallifinden bazıları onu karşıladılar. Bu sırada toz kaldırdılar. Bunun üzerine beraberinde bulunanlardan bazıları burunlarını sardı. Resûlullah aleyhissalatu vesselam yüzündeki sargıyı çıkardı ve: “nefsimi kudret elinde tutan zata yemin olsun. Medine'nin tozu, her hastalığa şifadır!” buyurdu ve O'nun devamla “Cüzzamdan, barastan (ala tenlilikten)” diye saydığını gördüm.”"

4633 "El-Haris el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Allah Teala hazretleri, Yahya İbnu Zekeriyya aleyhimasselam'a, beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Beni İsrail'e de söylemesini emir buyurdu. Ancak O, bu hususta ağır aldı. İsa aleyhisselam kendisine: “Allah sana beş kelime öretip onlarla amel etmeni ve Beni İsrail'e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim” dedi. Yahye aleyhisselam: “Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azab görmemden korkarım!” dedi ve halkı Beytu'l-Makdis'te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere de oturdular. (Söz alıp): “Allah bana beş kelime gönderdi ve onlarla amel etmemi ve size de amel etmenizi emretmemi bana emretti: -Bunlardan birincisi Allah'a ibadet etmeniz, ona hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: “Bu benim evim, bu da işim. (Çalış kazandığını) bana öde!” der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur? Aynen bunun gibi, Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, namazda bulunan kulunnun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı müddetçe. -Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer; O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın içinde misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan) koku, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur. -Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: “Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak istiyorum” der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır. -Allah size, Allah'ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece zikrullahla koruyabilir.” Resûlullah aleyhissalatu vesselam (burada hikayeyi tamamlayarak) dedi ki: “Ben de size beş şeyi emrediyorum: Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihad, hicret ve cemaat. Zira, kim cemaatten bir karışcık ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından biridir!” Bir adam: “Ey Allah'ın Resulü! O kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse (yine mi cehennemlik)?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: “Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah'ın kulları! Sizi müslümanlar, mü'minler diye tesmiye eden Allah'ın çağrısı ile çağırın!” buyurdular.”"

4638 "Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Abdest imanın yarısıdır. Elhamdülilllah mizanı doldurur; sübhanallah velhamdulillah arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur'an ise lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır, kimisi de helak eder.”"

4664 "Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Mü'min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda, malında bela eksik olmaz. Ta ki hatasız olarak Allah'a kavuşsun.”"

4732 "Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh'ın yanında idik. Bize: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor?” dedi. Ben atılıp: “Ben biliyorum!” dedim. “Sen iyi cür'etlisin, nasılmış söyle bakalım!” dedim. “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim. Demişti ki: “Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker bu fitneye kefaret olur!” Ömer radıyallahu anh atılıp: “Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak (bütün cemiyeti sarsacak) fitneyi kastetmiştim!” dedi. Bunun üzerine ben: “Ey mü'minlerin emiri! O fitne ile sizin ne alakanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı mevcut!” dedim. “Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?” dedi. “Hayır açılmayacak, bilakis kırılacak!” dedim. Hz. Ömer (hayıflanarak): “(Eyvah!) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!” buyurdu.” Ravi der ki: “Biz Huzeyfe radıyallahu anh'a sorduk: “Ömer bu kapının kim olduğunu biliyor muydu?” “Evet dedi. Yarından önce bu gecenin olacağını bildiği katiyette onu biliyordu. Ben size hadis rivayet ettim; boş söz (ve efsane) anlatmadım.” Huzeyfe radıyallahu anh'a soruldu: “O kapı kimdir?” “Ömer radıyallahu anh'tır!” buyurdu.”"

4802 "İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) aramızda doğrulup: “(Hastalık nev'inden) hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez!” buyurmuşlardı ki bir bedevi: “Ey Allah'ın Resûlü! Nasıl olur? Bir deve sürüsüne, kuyruğu ile haşefesini uyuzlamış bir deve gelince hepsini uyuzlu yapar!” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Pekala, birincisini kim uyuzladı? Ne sirayet, ne safer (inancınızda hakikat) vardır. Şurası muhakkak ki, Allah her nefsi yaratmış, onun hayatını, ölümünü, rızkını ve uğrayacağı musibetlerini yazmıştır.”"

4820 "Ubeydullah İbnu Mihsan el-Hutami radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur.”"

4845 "İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh dedi ki: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam, (zaman zaman) bana ihsanda bulunuyordu. (Her seferinde ben): “(Ey Allah'ın Resûlü!) bunu, buna benden daha muhtaç olan birine verseniz!” diyordum. Resûlullah aleyhissalatu vesselam da: “Al bunu! Bu maldan, sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda olmadığın halde gelen birşey olursa onu al ve temellük et (yani kendi malın kıl, malın olduktan sonra) dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta) olmayan mala nefsini bağlama!” buyurdular.” (Hadisi İbnu Ömer'den rivayet eden) Salim der ki: “Bu (hadis) sebebiyle Abdullah, kimseden bir şey istemezdi, (kendiliğinden) gelen bir şey olursa onu da reddetmezdi.”"

4888 "Said İbnu'l-As radıyallahu anh hazretleri İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan naklen anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Mü'min, haram kana bulaşmadıkça dininde genişlik içindedir.” Said İbnu'l-As der ki: “İbnu Ömer radıyallahu anhüm (Resûlullah'ın sözünden sonra şunu) söylediler: “Kişi, nefsini bulaştırdığı takdirde, kurtuluşu olmayan çok ciddi amellerden biri, haksız yere haram kan dökmesidir.”"

4946 "İbnu Firas, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan nakladiyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm, (başkasının lehine olarak) kendi nefsine kısas uyguluyordu.”"

4950 "İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Cahiliye devrinde görülen ilk kasame hadisesi, biz, Beni Haşim içinde cereyan etmişti. Beni Haşim'dan (Amr İbnu Alkame İbni'l-Muttalib İbni Abdi Menaf adında) bir erkeği, Kureyş'in bir başka koluna mensup (Hıdaş İbnu Abdillah İbni Ebi Kays el-Amiri adında) bir adam ücretle tutmuştu. (Amr) develerle birlikte (Hıdaş'la) yola çıktı. Beni Haşim'den bir kimse ona uğradı. Bu adamın deri çuvallarının ipi kopmuştu. “Bana yardım et, ip ver de şu çuvallarıma bağlayayım, develer ürkmesin!” dedi, o da ona bir ip verdi ve onunla çuvalları bağladı. Konakladıkları vakit bir tanesi hariç bütün develer bağlandı. Onu ücretle tutan patron: “Bu deve niye bağlanmadı?” diye sordu. Öbürü: “Bunu bağlayacak ip yok!” dedi. “Pekiyi onun bağı nerede?” diye sordu ve efendi hizmetçiye bir sopa fırlattı. Meğerse onun eceli bu değnekte imiş. (Adam yaralanır, fakat daha ölmeden) Yemenli bir zaz kendisine uğrar. Yemenliye sorar: “Sen hacc mevsiminde Mekke'de hazır bulunur musun?” Adam: “Bazan bulunurum, bazan bulunmam” der. Yaralı ona: “Benim için bir elçilik yapar mısın?” diye ilave eder. Adam: “Evet yapar (istediğinizi duyururum)” der. Yaralı: “Sen hacc mevsiminde hazır bulunduğun zaman: “Ey Kureyşliler!” diye bağır. Sana “Buyur!” ettikleri vakit: “Ey Haşimoğulları!” de.! Onlar: “Buyur!” edince Ebu Talib'i sor. Ona: “Benni falancanın bir ip sebebiyle öldürdüğünü haber ver!” der. Bunu söyledikten sonra o işçi vefat eder. Onu ücretle tutan patron, (Mekke'ye) dönünce Ebu Talib yanına gelerek (öleni) sorup: “Arkadaşınıza ne oldu?” der. O da: “Hastalandı, (tedavisi için) elimizden geleni yaptık. (Ama maalesef) öldü, defin işini de ben üzerime aldım!” diye cevap verir. Ebu Talib: “O, senin bu alakanı hak etmişti” der. Aradan bir müddet geçer. Sonra ölen ücretlinin vasiyette bulunduğu Yemenli zat hacc mevsiminde gelir ve: “Ey Kureyşliler!” diye seslenir. (Kureyşliler toplanıp): “İşte biz Kureyşlileriz!” derler. Bu sefer adam: “Ey Haşimoğulları!” der. Onlar: “İşte biz Beni Haşimiz!” derler. Adam bu sefer de: “Ey Ebu Talib!” der. Kendisine: “İşte şu Ebu Talib'tir!” derler. Adam: “Bana falan kimse, size bir elçilik (yapmamı, bir haber) tebliğ etmemi söylemişti. O da şu: Onu falan kimse bir ip yüzünden öldürmüş” der. Bunun üzerine Ebu Talib ona gidip: “Bizden üç şeyden birini seç: İstersen yüz deve öde, zira sen bizim adamımızı öldürdün. (Bu iddiamızı inkar edecek olursan), dilersen, kavminden elli kişi senin öldürmediğine dair yemin etsinler. Bunlara itiraz edecek olursan, biz de seni onun sebebiyle öldüreceğiz.!” der. Adam kavmine gelip durumu haber verir. “Yemin edelim!” derler. Onlardan bir erkeğe nikahlı olup, doğum da yapmış olan Beni Haşimli bir kadın gelip: “Ey Ebu Talib! Benim şu oğlumu o elli kişiden bir adam yerine tutmanı, fakat ona, (yeminlerinin yaptırıldığı Ka'be rüknü ile Makam-ı İbrahim arasında) yemin ettirilmemesini talep ediyorum!” d"

4968 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim! Meryem oğlu İsa'nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir hakim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur.” Sonra Ebu Hureyre der ki: “Dilerseniz şu ayeti okuyun. (Mealen): “Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce onun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyamet gününde ise İsa onlar aleyhine şahitlik edecektir” (Nisa 159)."

4986 "Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça, dünyanıza şerirleriniz varis olmadıkça Kıyamet kopmaz.”"

5035 "Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “(Ashab, Resûlullah'a): “Ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?” diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: “Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?” diye sordu. Ashab: “Hayır!” deyince: “Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?” diye tekrar sordu. Ashab yine: “Hayır!” deyince: “nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb Teala: “Ey filan! ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim mi?” diye soracak. Kul: “Evet ey Rabbim!” diyecek. Rab Teala: “Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?” diyecek. kul bu soruya: “Hayır!” karşılığını verecek. Rab Teala da: “Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni unuttuğun gibi!” diyecek. Sonra ikinci kul Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teala ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: “Evet! Ey Rabbim!” der. Rab Teala da: “Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?” diye sorar. Kul: “Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!” der ve elinden geldiğince (Hak Teala hakkında) hayır senada bulunur. Rab Teala: “Bu hususta lehine şehadet edecek biri var mı?” diye soracak. Kul: “Hayır, yok!” diyecek. Rabb Teala: “Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!” der. Kul kendi kendine: “Benim aleyhime şahidlik yapacak da kim?” diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: “Haydi konuş!” denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, allah'ın gadabına uğrayan münafıktır.”"

5040 "Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün) güldüler ve: “Neye güldüğümü biliyor musunuz?” buyurdular. Biz: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” dedik. “Kulun Rabbine olan hitabından!” buyurdular ve şöyle devam ettiler: “Kul şöyle der: “Ey Rabbim, sen beni zulümden korumadın mı?” Rab Teala: “Evet korudum” buyurur. Kul da: “Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şahid olmasını asla istemiyorum” der. Rabb Teala: “Bugün sana tek şahid olarak nefsin, çok şahid olarak da kiramen katibin kafidir” buyurur.” Resûlullah devamla dedi ki: “Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına: “Konuş!” denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: “Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim” der.”"

5044 "Ebu zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü dedim, Kevser havzının kapları nedir?” Şu cevabı lütfettiler: “nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık bir gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse artık ömrünün sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Genişliği uzunluğuna denktir. Bu da Amman'dan Eyle'ye olan mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır.”"

5056 "Yine Sahiheyn ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den kaydettikleri bir rivayet şöyledir: “Biz bir davette Resûlullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(n dan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: “Ben Kıyamet günü ademoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım:) Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: “İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?” demeye başlarlar. Birbirlerine: “Babanız Adem var!” derler ve ona gelerek: “Ey Adem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti). Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?” derler. Adem aleyhisselam da: “Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. (Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter). nefsim! nefsim! nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a gidin!” diyecek. İnsanlar Nûh aleyhisselam'a gelecekler: “Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûra) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?” diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek: “Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kkadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. nefsim! nefsim! nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a gidin!” diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler: “Ey İbrahim! Sen allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin, bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?” diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara: “Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!” deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: “nefsim! nefsim! nefs"

5089 "Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Cennetin etrafı mekarihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etraf ı da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır.” Sahiheyn'de, Ebu Hureyre'den bu rivayet aynen gelmiştir. Ancak iki yerde “huffet” (=sarılmış) kelimesine bedel “hucibet” (=örtülmüş) kelimesi kullanılmıştır."

5117 "Yine Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Mü'minler cehennemden kurtarılıp, cennetle cehennem arasındaki köprüde bir müddet hapsedilirler. Bu sırada, aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas edilir. Böylece günahlardan temizlenip paklandıktan sonra cennete girmelerine izin verilir. nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, onlardan herbiri, cennetteki evini, dünyadaki evinden daha iyi bilir.”"

5160 "Abdullah İbnu Amr İbni's-Sa'di, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan naklediyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam bana ihsanda bulunurdu. Ben de: “Siz bunu, benden daha muhtaca verin” diyordum. Aleyhissalatu vesselam da: “Al bunu! Sen beklemez ve istemez olduğun halde sana geleni al! Bu şekilde gelmezse, nefsini peşine takma!” buyurdu.” Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: “Bu sebeple İbnu Ömer radıyallahu anhüma, ne bir şey isterdi, ne de kendine ihsan edilen bir şeyi reddederdi.”"

5189 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Bir adam, nefsinin hoşuna giden bir takım elbise içinde saçları da yapılmış olarak giderken yürüme sırasında kibre düşmüştü ki, birden yere battı. Kıyamet kopuncaya kadar orada zorlukla batmaya devam edecek.”"

5190 "Cabir İbnu Atik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kıskançlıktan bir nevi var ki Allah sever; bir kısmı da var ki Allah onu sevmez. Allah'ın sevdiği kıskançlık, kişinin (mehariminden haram kılınmış bir fiil görmesi ile) şüphe halinde duyduğu kıskançlıktır. Allah'ın sevmediği kıskançlık, şüphe olmadan kıskançlık duymasıdır. Aynı şekilde birkısım gurur vardır ki Allah hoşlanmaz, birkısmı da var, Allah hoşlanır. Allah Teala'nın sevdiği gurur, kişinin savaş sırasında ve sadaka verme esnasında nefsine güvenerek duyduğu gururdur. Allah'ın buğzedip sevmediği gurur ise, taşkınlık ve övünme sırasında duyduğu gururdur.”"

5327 "Ebu İdris el-Havlani, Ebu Zerr radıyallahu anh'tan anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam, aziz ve celil alan Rabbinden naklen anlattığına göre, Rabb Teala şöyle buyurmuştur: “Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım: Öyleyse birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dall (doğru yoldan sapmışlar)sınız. Öyleyse benden hidayet isteyin de sizi hidayet edeyim! Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hariç, hepiniz açlarsınız. Öyleyse benden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim! Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse benden giyinme talep edin de sizleri giydireyim! Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları affederim. Öyleyse benden mağfiret talep edin de sizleri bağışlayayım. Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız. Ey kullarım! Şayet sizlerin öncekileri sonrakileri; insi olanları, cinni olanları hepsi de sizden en müttaki bir insanın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi zerre miktar artırmazdı. Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insi olanlarınız, cinni olanlarınız sizden en facir bir kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre kadar bir eksiklik hasıl etmezdi. Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri, insi olanları, cinni olanları bir düzlükte toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim, bu, benim nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık ancak meydana getirirdi. Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için sayıyorum. Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi levmetmesin (kınamasın, başına geleni kendinden bilsin).”"

5335 "Şeddad İbnu Evs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de, nefsini hevasının peşine takan ve Allah'tan temennide bulunan kimsedir.”"

5382 "Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam: “İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz?” buyurmuştu. Cemaat: “Evet, görüyoruz!” dediler. Bunun üzerine: “İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan ruhunu) takip etmesindendir!” buyurdular.”"

5466 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ölüp de pişman olmayan yoktur, mutlaka herkes nedamet duyar: İyi yolda olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedamet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedamet duyar.”"

5527 "Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, tahannüs'de bulunuyordu. -Tahannüs ibadette bulunma demektir.- Bu maksadla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice radıyallahu anha'ya dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında Hak gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek gelip: “Oku!” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Ben okuma bilmiyorum!” cevabını verdi. (Aleyhissalatu vesselam hadisenin gerisini şöyle anlatır: “Ben okuma bilmiyorum deyince) melek beni tutup kucakladı, takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: “Oku!” dedi. Ben tekrar: “Okuma bilmiyorum!” dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve: “Oku!” dedi. Ben yine: “Okuma bilmiyorum!” dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti” (Alak 1-5) dedi.” Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme (bir korku) vardı. Hatice'nin yanına geldi ve: “Beni örtün, beni örtün!” buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükûnete erince) Hz. Hatice radıyallahu anha'ya, başından geçenleri anlattı ve: “nefsim hususunda korktum!” dedi. Hz. Hatice de: “Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!” dedi. Sonra Hz. Hatice, Aleyhissalatu vesselam'ı alıp Varaka İbnu Nevfel İbni esed İbni Abdi'l-Uzza İbni Kusay'a götürdü. Bu zat, Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri ama olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine: “Ey amcamoğlu! Kardeşinin oğlunnu bir dinle, ne söylüyor!” dedi. Varaka Aleyhissalatu vesselam'a: “Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam gördüklerini anlattı. Varaka da O'na: “Bu gördüğün melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!” dedi. Resûlullah aleyhissalatu vesselam: “Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?” diye sordu. Varaka: “Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O'na husumet edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir yardımda bulunurum!” dedi. Ancak çok g"

5536 "Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kisra ölünce, ondan sonra başka kisra yoktur. Kayser de öldü mü ondan sonra kayser yoktur. nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, siz her ikisinin de hazinelerini Allah yolunda harcayacaksınız.”"

5584 "Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre, “Ümmü Şerik, Aleyhissalatu vesselam'a nefsini hibe edenlerdendir.”"

5585 "Sabit rahimehullah anlatıyor: “Ben Hz. Enes radıyallahu anh'ın yanında idim. Onun yanında bir kızı vardı. Enes dedi ki: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın gelerek nefsini ona arzetti ve: “Ey Allah'ın Resûlü! Senin bana ihtiyacın var mı?” dedi. Bunun üzerine Enes'in kızı: “Bu kadının hayası ne kadar az! Ne ayıp, ne ayıp!” dedi. Enes: “Hayır, o senden daha hayırlı! Resûlullah'a rağbet ve arzu duydu ve nefsini ona arzetti” buyurdu.”"

5592 "Yine Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki kadın, şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadında hoşuna giden bir husus görürse, hemen hanımına gelsin; zira bu, nefsinde uyananı giderir.”"

5594 "İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize hacet duasını öğretti. Şöyleydi: “Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım dileriz, O'ndan af talep ederiz, nefsimizin şerlerinden, amellerimizin kötülerinden O'na sığınırız. Allah kime hidayet verirse onu saptıracak yoktur. Allah kimi de saptırmışsa, onu da hidayete erdirecek yoktur. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. Muhammed'in O'nun kulu ve resûlü olduğuna da şehadet ederim. Ey iman edenler, adını zikrederek birbirinize talepte bulunduğunuz Allah'tan ve aranızdaki akrabalık bağın(ı koparmak)tan korkun! Şurası muhakkak ki Allah üzerinizde murakıbtır” (Nisa 1). “Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun. Sakın ha müslümanlar olmaktan başka şekilde ölmeyin” (Al-i İmran 102). “Ey iman edenler Allah'tan korkun ve sağlam bör söz söyleyin. Ta ki Allah sizin işlerinizi salaha çıkarsın ve günahlarınızı da affetsin. kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab 70-71)."

5671 "İmam Malik rahimehullah'a ulaştığına göre, “Hz. Ömer veya Hz. Osman- radıyallahu anhüma, bir erkeği “hürüm” diye nefsiyle aldatıp evlenen ve birçok çocuk doğuran cariye hakkında “adam, çocukların, köle emsalleriyle fidyelerini öder” diye hükmetmiştir.” İmam Malik; “Bu kıymet, nazarımda en adilidir” demiştir. Rezin tahric etmiştir."

5686 "İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü! Hanımım değen eli reddetmiyor!” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Onu uzaklaştır!” emretti. Adam: “nefsimin ona takılmasından korkuyorum” deyince: “Öyleyse ondan faidelen!” buyurdular.”"

5776 "Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam yeminde mübalağa edince: “Hayır! Ebu'l-Kasım'ın nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki...” derdi.”"

5789 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Süleyman aleyhisselam (bir gün): “Bugün, kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunca cihad edecek bir yiğit doğuracak!” dedi. Arkadaşı (veya melek) ona: İnşaallah de bari!” uyarısında bulundu. Ama Hz. Süleyman inşaallah demedi. Söylediği gibi, o gün, bütün hanımlarına uğradı. Kadınlardan sadece biri hamile kaldı. O da yarım insan doğurdu.” Resulullah aleyhissalatu vesselam sözüne devamla: “nefsimi elinde tutan Zat'a yemin olsun! Eğer Süleyman aleyhisseİam inşaallah!” demiş olsaydı hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad eden çocuklara sahip olacaktı” buyurdu.”"

5827 "Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Sakın sizden kimse kararsız olup da: “Ben insanlarla beraberim, eğer insanlar iyilik yaparsa ben de iyilik yaparım, kötülük yaparsa ben de kötülük yaparım” demesin. Aksine, nefsinizi sabit tutun, halk iyilik yaptımı siz de iyilik yapın, kötülük yaparsa zulme yer vermeyin.”"

5828 "Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Bir mü'minin nefsini alçaltıp zelil kılması muvafık değildir.” Orada bulunanlar: “Kişi nefsini nasıl zelil kılare?” dediler. “Takat getiremeyeceği belaya karşı kendini ileri sürer!” buyurdular.”"

5887 "Hz. Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Sizden kimse: “Ramazanın tamamında (namaza) kalktım, tamamında orucumu tuttum” demesin.” (Hadisi Ebu Bekre'den rivayet eden Hasan Basri der ki:) “Bilemiyorum, Aleyhissalatu vesselam bu sözüyle kişinin nefsini tezkiye etmiş olmasını mı mekruh addetti veya “uyumak da lazım yatmak da” mı de(mek iste)di?”"

5888 "Sehl İbnu Hanif radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Sakın biriniz: “nefsim pis oldu!” demesin, aksine: “nefsim kötü oldu” desin.”"

5970 "Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Ensardan bir zat Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam'a gelerek: “Ey Allah'ın Resûlü! Benim bir cariyem var, onunla azil yapabilir miyim?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam ona: “Cariye için takdir edilen şey (çocuk) kendine gelecektir!” cevabında bulundu. Bundan bir müddet sonra aynı zat Aleyhissalatu vesselam'a gelerek: “O cariyem hamile oldu!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah: “Bir nefse takdir edilmiş olan şey mutlaka olur!” buyurdular.”"

5982 "Bera İbnu Azib radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın yaptığı haccda biz de beraberdik. (Bir ara) yolda bir yerde konakladı ve cemaatle namaz kılma emrini verdi. Bu sırada, Hz. Ali radıyallahu anh'ın elinden tutarak (yanındaki ashabına): “Ben mü'minlere nefislerinden evla değil miyim?” diye sordu. Hep bir ağızdan: “Elbette evlasın!” dediler. Aleyhissalatu vesselam tekrar: “Ben her mü'mine, kendi nefsinden evla değil miyim?” buyurdular. Ashab yine hep bir ağızdan: “Evet evlasınız!” dediler. Bunun üzerine (Ali'yi göstererek): “İşte bu, ben kimin dostu isem, onun dostudur! Allah'ım, sen buna dost olana dost, düşman olana düşman ol!” buyurdular.”"

5990 "Abduldah İbnu Mes'ud anlatıyor: “İslam'ı ilk izhar eden yedi kişi idi: Resûlullah aleyhissalatu vesselam, Ebu Bekr, Ammar, annesi Sümeyye, Süheyla, Bilal ve Mikdad. Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Cenab-ı Hak amcası Ebu Talib'le korudu. Hz. Ebu Bekr'i Allah kavmi ile korudu. Diğerlerine gelince, müşrikler onları tutup, demirden zırhlar giydirdiler ve vücutlarının yağlarını eritmek üzere kızgın güneşte dağladılar. Bunlardan hiçbiri müşriklerin yaptıklarına dayanamadı, hepsi de onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Bilal hariçti. Çünkü o, nefsini Allah yolunda alçalttı da alçalttı. Azab veren kavmi de onu öldürmeyi küçümsediler. Onu tutup çocuklara teslim ettiler. Bu aylak gürûh onu Mekke sokaklarında ve dağ yollarında eziyet vererek dolaştırıp eğlendiler. O, bunlara aldırmayıp: “Allah birdir Allah birdir!” demeye devam etti.”"

5992 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ashabıma sebbetmeyin. nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, şayet sizden biri, Uhud dağı kadar çok altın infak etse, ashabımdan birinin bir müdd hatta onun yarısı kadarki infakına, sevapta yetişemez.”"

6200 "İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam: “Allahümme inni euzü bike mine'ş-şeytani'r-racim ve hemzihi ve nefhihi ve nefsihi “Allahım, şeytan-ı racimden, onun dürtmelerinden, telkinlerinden, atacağı kibirden sadece sana sığınırım” diye dua ederdi.”"

6422 "Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kim bir cenaze üzerine namaz kılarsa ona bir kıratlık sevab vardır, kim de defnedilinceye kadar cenazeye iştirak ederse ona iki kıratlık sevab vardır. Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun.. Kırat, şu gördüğünüz Uhud dağından daha büyüktür.”"

6459 "Hz. Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, düşük çocuk, ahirette annesini göbek bağından tutup cennete çekecektir, yeter ki annesi düşük sebebiyle sevap kazanacağına inanıp sabretsin.”"

6530 "Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Muaz Şam'dan dönünce Resulullah aleyhissalatu vesselam'a secde etmişti. Aleyhissalatu vesselam hayretle : “Ey Muaz! Bu da ne?” dedi. O açıkladı: “Şam'a gitmiştim, onların reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladım. İçimden, aynı şeyi size yapmak arzusu geçti.” Aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: “Bunu yapmayın! Zira, şayet ben, bir kimseye, Allah'tan başkasına secde etmeyi emretseydim, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, bir kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabbinin hakkını da eda edemez. Kadın (deve sırtındaki) semere binmiş iken kocası nefsini talep edecek olsa, kadın bu isteğe mani olamaz.”"

6589 "Zübeyr İbnu'l-Avvam radıyallahu anh'ın anlattığına göre: “Ümmü Külsüm Bintu Ukbe nikahı altında idi. Hanım, hamile olduğu halde kendisine: “Bir talakla nefsimi boş kıl!” diye talepte bulundu. Bunun üzerine o da hanımını bir talakla boşadı. Sonra namaza gitti. Döndüğünde hanımını doğum yapmış buldu. Zübeyr: “Bu kadına ne oluyor? O, beni aldattı, Allah da onu aldatsın!” dedi. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gidip durumu anlattı. Aleyhissalatu vesselam: “İddet süresi, beklenmedik bir anda sona ermiştir. Sen ona yeniden talip ol!” demiştir.”"

6606 "Rifa'a İbnu Arabe el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: “Allah huzurunda şehadet ederim ki, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, and içtiği zaman kullandığı yemini şöyle idi: “nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim.”"

6618 "Mikdam İbnu Ma'dikerb ez-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kişi elinin emeğiyle kazandığından daha temiz bir kazanç elde etmemiştir. Kişinin nefsine, ailesine, çocuğuna ve hizmetçisine harcadığı sadakadır.”"

6708 "Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Şüphesiz, borç sahibi (ödemeden) ölünce, borcu Kıyamet günü ondan alınır. Fakat şu üç sebeple borçlanan kimse bu hükmün dışındadır: 1. Adamın gücü Allah yolunda (savaşta) zayıflar, o da Allah düşmanına ve kendi düşmanına karşı kuvvetlenmek için borçlanır. 2. Bir adamın yanında bir müslüman ölür, onu kefenleyip gömecek parası olmaz, bu maksatla borçlanır. 3. Bir adam, bekarlık sebebiyle nefsinden Allah'a karşı korku hisseder. Dinine zarar gelir endişesiyle (borçlanarak) evlenir. Allah Teala hazretleri, Kıyamet günü, bunların borçlarını kendisi öder.”"

6752 "Mes'ud İbnu'l-Esved radıyallahu anh anlatıyor: “(Fatıma isimli) kadın, Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın evinden kadifeyi çalınca biz bunu büyük bir hadise olarak değerlendirdik. Kadın Kureyş'ten (taşınmış) birisiydi. Lehinde konuşmak üzere Resûlullah'a geldik: “Biz onun cezasına mukabil kırk okiyyelik fidye verelim” dedik. Aleyhissalatu vesselam: “Cezasını çekerek temizlenmesi onun için daha hayırlıdır” buyurdular. Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın sözündeki yumuşaklığı görünce, Üsame'ye geldik ve: “Git, kadın lehine Resûlullah'a konuş (da eli kesilmesin)” dedik. Resûlullah aleyhissalatu vesselam bu hali görünce (sertleşti ve) hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı, şöyle söyledi: “Aziz ve celil olan Allah'ın cariyelerinden bir cariyeye terettüp eden Allah'ın haddlerinden birini (tatbik etmemem için) üzerimde niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! Eğer o kadının tenezzül ettiği şeye (hırsızlığa) Muhammed'in kızı Fatıma tenezzül etseydi Muhammed (hiç çekinmeden) onun elini mutlaka keserdi.”"

6821 "Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Ben bir harbe katıldım. Abdullah İbnu Ravaha şöyle demişti : “Ey nefsim ! Seni cennet(e sokacak olan mukatele)den hoşlanmıyor görüyorum. Allah'a yemin ederim ki sen istesen de istemesen de savaşacaksın!”"

7129 "Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Rü'ya üç kısımdır: Biri Allah'tan bir müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rü'ya görecek olursa, dilerse onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse onu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın.”"

7139 "Abduldah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: “Ben Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ı Ka'be'yi tavaf ederken gördüm, şöyle diyordu: “Sen ne temizsin, kokun da ne güzel! Sen ne yücesin, senin hürmetin ne büyük! Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! Mü'minin Allah katındaki hürmeti, senin hürmetinden daha büyüktür. Mü'minin malının, kanının hürmeti de böyledir. Biz mü'min hakkında sadece hüsn-i zanda bulunuruz.”"

7160 "Avf İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Yahudiler yetmişbir fırkaya bölündüler, onlardan sadece bir fırka cennetliktir, yetmiş fırka cehennemliktir. Hıristiyanlar ise yetmişiki fırkaya bölündüler. Bunlardan da yetmişbir fırka cehennemliktir, sadece biri cennetliktir. Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! Benim ümmetim yetmişüç fırkaya bölünecek, bunlardan biri cennetlik, yetmişikisi cehennemliktir.” “Ey Allah 'ın Resülü! Cennetlikler kimlerdir?” diye sorulmuştu. “Onlar, cemaattir” buyurdular.”"

7165 "Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam (bir gün): “Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin” buyurmuştu. Yanındakiler: “Ey Allah'ın Resülü! Bizden biri nefsini nasıl tahkir eder?” diye sordular. “Bir kimse öyle bir şey görür ki, onunla ilgili birşey söylemesi Allah'ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o, bu hususta konuşmaz. (Yani, insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur). Allah Teala hazretleri de Kıyamet günü, ona: “Şu şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin?” diye hesaba çeker. Adam: “Konuşmamı halk korkusu engelledi” der. Allah Teala da: “Sen (insanlardan değil), önce benden korkmalıydın” der.”"

7193 "Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ye'cüc ve Me'cüc (seddi) her gün kazarak nihayet güneşin ışığını görmeye yakın, başlarındaki kişi onlara: “Haydi dönün, kazımıza yarın devam ederiz!” der. Allah Teala hazretleri, sabah oluncaya kadar seddi eski güçlü haline iade eder. Bu hal onların müddetleri doluncaya kadar devam edecek. Vakit dolup da Allah onları insanların üzerine göndermek istediği zaman, aynı şekilde yine kazacaklar, güneşin ışığını görecekleri gedik açılacağı zaman, başlarındaki “haydi dönün inşaallah yarın kazmaya devam ederiz” diyecek. Onlar da “inşaallah!” diyecekler; ertesi günü gelecekIer. Bu sefer seddi bıraktıkları gibi bulacaklar. Yine kazacaklar, bu sefer insanların üzerine çıkacaklar ve (uğradıkları) suyu içip tüketecekler. İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine Yecüc ve Mecüc: “Biz yeryüzündeki insanları kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık” diyecekler. Sonra Allah, onların enselerine musallat olacak deve kurtlarını gönderecek, bunlarla onları öldürecek.” Resûlullah aleyhissalatu vesselam devamla dedi ki: “nefsim elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, yerdeki hayvanlar onların etlerini yemek suretiyle muhakkak ki iyice semirecek ve memeleri sütle dolacaktır.”"

7209 "Sehl İbnu Sa'd radiyallahu anh anlatıyor: “Biz (hacc sırasında) Zülhüleyfe'de Resulullah aleyhissalatu vesselam ile beraberdik. O, birden şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karsılaşti. Bunun üzerine: “şu laşenin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kafire ondan ebediyen tek damla su içirmezdi” buyurdular.”"

7215 "Habbab radiyallahu anh “Akşam, sabah, Rablerinin rızasını dileyerek O'na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabı senden sorulmayacaktır, senin hesabın da onlara sorulmayacaktır, öyleyse onları kovup da zalimlerden olma” (En'am 52) mealindeki ayetle ilgili olarak şunu anlattı: “Akra' İbnu Habis et-Temimi ve Uyeyne İbnu Hisn el Fezarı Resulullah'ın yanına geldiler. Aleyhissalatu vesselam'ı Suheyb, Bilal, Ammar ve Habbab gibi zayıf müslümanlarla oturmuş buldular. (Bu gariban takımını) Resulullah'ın etrafında görünce onları küçümseyip hakir gördüler. Aleyhissalatu vesselam'a yaklaşıp başbaşa kaldılar (yani biz bir kenara çekildik). Onlar: “Biz, senin bize hususi bir sohbet oturumu ayırmanı isteriz, ta ki Araplar bizim üstünlüğümüzü tanısınlar. Zira sana (her taraftaki) Araplardan (durmadan) heyetler geliyor. Onların bizi bu (değersiz) köle bozuntularıyla beraber görmelerinden utanıyoruz. Şu halde, her ne zaman biz sana gelirsek, onları yanından kaldır. Biz gidince, dilersen yine onlarla beraber ol!” dediler. Aleyhissalatu vesselam da: “Pekala!” diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: “Bu teklifimizi bir yazı ile de teşvik et” dediler.” (Habbab) der ki: “Aleyhissalatu vesselam hemen bir kağıt istedi, yazması için Ali radiyallahu anh'ı çağırdı. Biz hala bir kenarda oturmuş duruyorduk. Derken Cibril aleyhisselam indi ve şu vahyi getirdi. (Mealen): “Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden olasın” (En'am 52). Ayet-i kerime daha sonra Akra' İbnu Habis ve Uyeyne İbnu Hisn'i zikrederek devam etti: “Böylece, “Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?” demeleri için onları birbiriyle imtihan ettik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?” (En'am 53). Ayet şöyle devam etti: “(Ey Muhammed) ayetlerimize iman edenler sana gelince: “Size selam olsun!” de. Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık ister de arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır” (En'am 54). Habbab devamla der ki: “Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam'a yaklaştık, Öyle ki dizlerimizi dizlerinin üzerine koyduk. Aleyhissalatu vesselam bizimle otururdu. Kalkıp gitmek istediği zaman doğrulur ve bizi öyle terkederdi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şu vahyi indirdi: “(Sabah-akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma -yani eşraf ile beraber oturma-. Bizi anmasını kendilerine unutturduğumuz yani Uyeyne ve Akra'- ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma” (Kehf 28). Sonra onlara (yani mü'minlere ve kafirlere iki kişinin misalini (Kehf 32-44) ve dünya hayatının misalini (Kehf 45) getirdi (yani mezkur ayetleri bu maksatla inzal buyurdu). Habbab der ki: “(Bu hadiseden sonra) biz (zayıf takımdan olan sahabiler) Resulullah aleyhissalatu vesselam'la beraber"

7224 "Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam tekrar tekrar buyurdular ki: “Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun ki, Al-i Muhammed'de hiçbir zaman akşamdan sabaha bir sa' miktarında ne zahire ne de kuru hurma bulunmuştur.” Halbuki o sıralarda Aleyhissalatu vesselam'ın dokuz zevceleri vardı.”"

7257 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ey Ebu Hureyre, vera sahibi ol (harama götürme şüphesi olan şeylerden de kaçın) ki insanların Allah'a en iyi kulluk edeni olasın! Kanaatkarlığı esas al ki insanların Allah'a en iyi şükredeni olasın. nefsin için sevdiğini insanlar için de sev ki (kamil) mü'min olasın. Sana komşu olanlara iyi komşuluk et ki (kamil bir) müslüman olasın. Gülmeyi az yap, zira çok gülmek kalbi öldürür.”"

7265 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Eğer ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı bir üçüncüsünü isterdi. Onun nefsini ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.”"

7283 "Rifa'a el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: “Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte bir seferden dönmüştük. Buyurdular ki: “Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun! İman edib, sonra doğru yoldan ayrılmayan hiçbir kul yoktur ki cennete sokulmasın. Siz ve iyi (dindar) nesliniz cennetteki meskenlere yerleşmedikçe (diğer ümmetlerin mü'minleri olan) cennetliklerin cennete girmemelerini de ümit ederim ve Rabbim ümmetimden yetmişbin kişiyi hesapsız olarak cennete dahil etmeyi bana kesin vaadetti”"
 
Son düzenleme:
Üst