Neden Kimi İnsan Zengin Kimisi Fakir Doğuyor

  • Konuyu başlatan Kayıtsız Üye
  • Başlangıç tarihi
K

Kayıtsız Üye

Ziyaretçi
Öncelikle Allah'a inanıyorum.

Ama yıllardır düşündüğüm bir türl cevabını bulamadığım bir soru var.
Neden Kimi İnsan Zengin Kimisi Fakir Doğuyor
 

ma'vera

Emektar
Özel Üye
İnsanoğlunun maddi Zenginliği ve fakirliği bir ayrımcılık değil, aksine imtihan vesilesidir. Bu durum aynı sağlam bir insana karşılık, doğuştan engelli olan bir insanın durumu gibi düşünebiliriz.
Allah'a ve ahirat gününe inanan her müslüman hayatın zorluklarının kendileri için birer sınav olduğunun bilincindedir.

"Fakat insana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da: "O bana bir bilgi üzerine verildi." der. Belkibu bir imtihandır, fakat pek çokları bilmezler." (Zumer 49)
"Bu bana ancak ilmim sayesinde verilmiştir." kısmı Taberi ve İbn-i Kesir tarafından şu şekilde izah edilmiştir..
"Kendisine nimet verilen insan şöyle der: "Allah benim bu nimetlere layık olduğumu bildiği ve benim yaptıklarımdan razı olduğu için bu nimetler bana verilmiştir."

"Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mukâfat ise Allah'ın yanındadır." (Teğabun 15)

"İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin(ebedî hayatın)bütün güzellikleri Allah katındadır." (Âl-i İmran 14)
Burayde el-Eslemi diyor ki:
"Bir gün Rasulullah bize hutbe okuyordu. Hasan ve Huseyin, üzerlerine giydikleri kırmızı entarileriyle, bazan o entarilere takılıp düşerek çıkıp geldiler. Rasulullah (s.a.v.) minberden indi onları kucaklayıp getirdi ve önüne koydu. Sonra şöyle buyurdu: "Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak birer imtihandır."buyuran Allah ne kadar doğru buyurmuştur. Ben baktım ki bu iki çocuk yürürlerken ayaklan takılıp düşüyorlar. Sabredemedim konuşmamı kestim, onları alıp getirdim."(Sonra hutbesine devam etti.)(Tirmizi, K.el-Menasık, bab: 31, Hadis no: 3774 ; Ebu Davud, K. es-Salah, bab: 233, Hadis no: 109 ; Ahmed b. Hanbel, C.5, S. 354Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, C. 8, 318-319)

"Onlar görmediler mi ki, Allah dilediği kimseye rızkı serer ve daraltır. Şubhesiz ki bunda iman edecek bir kavim için ibretler vardır." (Rum 37)

"Hâlâ bilmediler mi ki; Allah, rızkı dilediğine açar ve kısar. Şubhesiz ki bunda iman edecek bir kavim için nice ibretler vardır." (Zumer 52)

Özellikle mu'minleri sözkonusu etmiştir. Çünkü âyetler üzerinde iyiden iyiye düşünen ve onlardan yararlananlar onlardır. Rızkın genişliğinin kimi zaman bir tuzak ve bir istidrâc olduğunu, kısılmasının da yükseklik ve ecri büyütmek için verildiğini yalnız onlar bilirler.(İmam Kurtubi, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, C. 15, s. 190-191)
Ey Muhammed, kendilerinden sıkıntıyı kaldırmamızdan sonra refah ve nimete kavuştuklarında: "Bu bize ilmimiz sayesinde verildi." diyen bu kafirler hiç bilmezler mi ki? Allah, rızkını dilediğine bol verir dilediğininkini de daraltır. Şubhesiz ki bunda, Allaha iman eden bir topluluk için birçok ibretler vardır. Zira müminler, bunları yapanın ancak Allah olduğuna iman ederler.
Yüce Allah'ın onlara verdiği nimetlere, bahşettiği rızka gelince, bunlar yüce Allah'ın iradesine bağlıdır. Bunlar, rızıklarının kısılmasında ve bollaştırılmasında Allah'ın takdirine ve hikmetine uygun biçimde düzenlenir. İnsanları sınamak ve dilediği biçimde iradesini uygulamak için.

"Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah katında büyük ecir vardır." (Enfal 28)

"Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: "Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez." (Kasas 76)

"Derken Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, "Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı. Hakikat şu ki o, çok büyük devlet sahibidir" dediler.Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, şöyle dediler: "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükafatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir."
Derken biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek taraftarları olmadığı gibi, O, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler de: "Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı çok da, az da verir. Şayet Allah bize lutufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar iflah olmazmış" demeye başladılar.İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz.
(En güzel)akıbet, takva sahiblerinindir.(Kasas 79 - 83)

Bir gün önce Karun gibi olmayı arzulayanlar onun ve evinin yere battığını görünce kendi kendilerine şöyle demeye başladılar:
"Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını bol veriyor, dilediğinin ise daraltıyor. Eğer Allah'ın bizlere lutfu olmasaydı, dünkü temennimizden dolayı, bizi de Karun gibi yere geçirmiş olurdu. Vay, demek ki, kâfirler asla yakalarını kurtaramazlarmış.

Kıssa ayetlerinin içerdiği öğüt, ibret ve ahlaki hükümler;
1-Kuşkusuz Allah mallarıyla böbürlenen ve şımaranları sevmez.
2-Allah'ın servetle nimettendirdiği kimseler kuşkusuz, Allah'ın üzerlerindeki elini inkar etmemeli, şımarmamalı ve devamlı olarak Allah'ın, şımaranları ve inkar edenleri helak ettiğini, mal ve güç olarak onlardan fazla olduğunu hatırlamalıdır.
3-Yine Allah'ın servet verdiği kimseler, hedefe yönelmeli, kendilerine verilen nimetlerden başkalarına vermeleri, Allah'ın kendilerine iyilikte bulunduğu gibi onların da başkalarına iyilik etmeleri gerektiğini hatırlamalı, Allah'ın verdiği bu nimetleri taşkınlık ve bozgunculukta kullanmamalı, Allah'ın gazabını anımsamalı. Allah'a verdiklerine karşı fiili olarak şükretmeli, herkesin yaptığı şeylerden hesaba çekileceği ahirat gününü unutmamalıdır.
4-Servet sahibi olmayan kimselerin onu herhangi bir yolla elde etmek için gözlerini ona dikmemeli, kanaat ve sabırla yetinmeli, doğru yoldan ayrılmamalı, iman ve salih amelin sevabının daha kalıcı olduğunu, buna ancak sabredenlerin ulaşacağını yakinen bilmelidir.
5-İlim verilen kimseler görevlerini yerine getirmeli, Karun'un sahip olduğunu arzulayanlara, salih amel ve imanla Allah'ın sevabını arzulamanın daha iyi olduğunu hatırlatmalıdır.
6-Kuşkusuz Allah, Karun'u şımarıklığı, inkarı, taşkınlığı ve bozgunculuğu sebebiyle cezalandırmıştır. Bunun için Karun'un sahib olduğu servete sahib olmayı umanlar, maddi genişliğinin her zaman hayırlı olmayacağını kavramalıdır. Doğal olarak bu hüküm geniş alanlı ve kapsamlıdır. Burada iyilik ve fazilet övülmüş; rezillik, taşkınlık, aşırılık ve inkar yerilmiş. Mu'minlerin gönüllerindeki huzur ve sekinet teşvik edilmiş, onların doruğa ulaşmalarının ancak iyi ahlak ve salih amelle olacağı belirtilmiştir.


İnsanların her birini içinde bulunduğu bütün şartlarla birlikte düşünmek, başından geçen farklı hâdiselerle ve imtihan edildiği değişik olaylarla beraber nazara almak gerekiyor. Bir insan hakkında vereceğimiz hüküm diğerine ölçü olmuyor. Birisini yükselten aynı hâdise, berikini alçaltabiliyor. Birinin hakkında hayırlı olan, diğeri için şer olabiliyor. Birinin nefret ettiğine bir başkası can atabiliyor. Herkes kendi şartları içinde bir imtihana tâbi tutuluyor. Önemli olan bu şartların farklılığı değil, bu imtihandan başarıyla çıkmaktır.
Bazı dünya nimetlerinden faydalanma noktasında, insanlar arasında birtakım farklılıklar görülüyor. İnsanoğlu, böylece, kâdere teslim ve kısmete rıza hususunda da ayrı bir imtihan geçiriyor. Bu imtihanı kazanan fakirler çok olduğu gibi, kaybeden zenginler de az değildir. Çünkü, kısmetine razı olmayan insan, ne kadar varlıklı olursa olsun, daha fazlasına göz dikerek kâdere isyan yolunu tutabilir. Yine, dünya payından az hisse alan nice fakirler de kendilerinden daha fakir insanları düşünerek şükür yolunu tutabilirler.
Servet imtihanı oldukça ağırdır.Zekâtını eksiksiz vermek, bununla da yetinmeyip fakirleri sadakayla sevindirmek, o şaşaaya rağmen tevazu içinde yaşamak, kalbini dünyaya kaptırmamak ve maddî imkânlarına güvenmemek bu imtihanın en önemli sorularıdır. Bunlar, nefsin hiç mi hiç hoşuna gitmez.
Mevki ve makam sahibleri için de benzer bir tablo çizilebilir. Biz kendi aklımızca, servet ve makam sahiplerinin daha fazla şükür ve ibadet edeceklerini sanırız. Ama uygulamada çoğu kez bunun aksiyle karşılaşırız. İbadet ehlinin, genellikle, fakirler ve orta gelirli kişiler olduklarını görürüz.
Yanlış anlaşılmasın; zengin olmak ve ileri makamlara çıkmak elbette istenmeli ve bu konuda gerekli sebeplere baş vurulmalı. Ama, elde edilemeyince de üzüntüye kapılmadan, gam ve kederde boğulmadan, “Hakkımda hayırlısı böyle imiş.” denilebilmelidir.
Bir gün bu imtihan meydanı kapanacak. Her şey gerilerde kalacak. Mahşer meydanına gelen insanlar, oraya imanlarından ve salih amellerinden başka bir şey getirecek değiller. Bu nokta dikkatten kaçmamalı. Önemli olan, bu kısa dünya hayatında şöyle veya böyle yaşamak değil, o dehşetli meydana, dünya imtihanını kazanmış birisi olarak gelmektir. Çünkü, böyle bir gelişin mukâfatı ebedî saadettir.
Şu nokta da çok önemlidir:
Bu dünya hayatını zehir eden hâdiseleri kendimiz ihdas ediyoruz. Birbirimize yük oluyor, zulmediyor, azab çektiriyoruz. Kalp kırmaktan, mal gasp etmeye kadar bizi rahatsız eden her ne varsa, hepsinin arkasında kendi nefsimiz, kendi irademiz yatıyor. Bunlar olmasa, hepimiz ilâhî takdirle gelen bütün musibetlere karşı teslim, tevekkul ve rıza ile dayanabilir, sabredebiliriz.

Hâdiseleri güzel yorumlama hissini kaybetmişsek, her şeye menfi nazarla bakıyorsak, ruhumuzda kıskançlık, hırs, haset hâkim olmuşsa, kanaat nedir bilmiyorsak dünya hayatımızı kendi elimizle harap ediyoruz demektir. Artık ne başkalarıyla kavga edelim, ne de kadere itirazda bulunalım. Dünyanın en ileri makamları da bize verilse, en büyük servetlerin de sahibi olsak, bu ruh ve bu ahlâk bizde oldukça saadeti yakalamamız mümkün değildir.
Zengininzekâtını, sadakasını tam olarak verdiği, “Komşusu aç iken tok olan benden değildir.”hadisindeki tehditten herkesin korktuğu, güzel ahlâkın bütün şubeleriyle hâkim olduğu bir beldede insanlar bir cennet hayatı yaşarlar. Dikkat edersek, bizi rahatsız eden hususlar kaderden düşen payımız değil, insanların nefislerinden gördüğümüz zararlar, yanlış davranışlar, haksızlıklar, zulümlerdir.
İnsanlar belli hedeflere, makamlara yahut servetlere iki yolla ulaşırlar. Bunlardan birisi, meşrudur, diğeri gayr-ı meşru.
Bir insan, zorbalık, haksızlık veya sahtekârlık yaparak yahut kul hakkını bir şekilde çiğneyerek bazı menfaatler elde etmiş olabilir. Şuurlu bir Müslüman, bu tip kazançlara heveslenmek şöyle dursun, onlara sahib olmaktan Allah’a sığınmak mecburiyetindedir. “Falan hırsızlık etti de servet sahibi oldu; bana böyle bir fırsat düşmedi.” diyen insanın, Allah ve âhiret inancı sarsılmış demektir. Bu adamın asıl zararı, kaybettiği o maddî servetler değil, yitirdiği insanî ve İslâmî değerlerdir. Buna ağlamalı, buna üzülmeli ve bunlara yeniden kavuşmanın yollarını aramalıdır.
Servet ya meşrudur, alın terinin neticesi, gayretin mahsulüdür; “Doğru ve dürüst tacir, kıyamet gününde sıddıklar ve şehidlerle beraber haşr edilecektir.”hadis-i şerifindeki müjdeye dahildir veya, gayrimeşrudur, haksızdır, üzerinde zulüm damgası vardır.
Kazanç meşru ise sahibine düşman olunmaz, gayrimeşru ise ona heveslenilmez. Her iki halde de bizim başkalarıyla fazla işimiz yok demektir. Biz haksız kazanç üzerinde durmak istemiyor ve söz konusu soruyu, “Meşru kazanç noktasında kullar arasında görülen farklılığın hikmeti nedir?” şeklinde kabul ediyoruz.
Çoğu insan, zengin olmayı ve lüks içinde yaşamayı saadetle karıştırır. Nice varlıklı insanlar saadetten mahrumdurlar. Öte yandan orta gelirli yahut fakir nice insanlar da mesut bir ömür geçirirler.
Saadet; servet ve makamla değil, imanla, salih amelle ve güzel ahlâkla yakalanır.

Bir hadis-i Şerifte ise bu çok güzel bir misalle anlatılmıştır...

"Dünya dört kişi içindir: Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim vermiştir de kul, malı hususunda Allah`tan korkmakta, (mal ve ilmi kullanarak) sıla-ı rahm yapmakta, (mal ve ilimde) Allah`ın hakkı olduğunu bilmektedir; işte bu kimse en faziletli bir makamdadır. Bir kul vardır. Allah ona ilim vermiştir, mal vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve "malım olsaydı onu falan kişi gibi (hayırda) harcardım" der. İşte bu kimse niyetindekini yapmış gibi sevaba nail olur, ikisi de eşit şekilde ücrete konar. Bir kul vardır Allah ona mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir.malını cahilane harcar. malı hususunda Rabbinden korkmaz. (Cimriliği, cahilliği sebebiyle) malıyla sıla-ı rahim yapmaz; malında Allah`ın da hakkı olduğunu hiç düşünmez, işte bu kimse, mertebelerin en düşüğündedir. Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir ama: "Eğer malım olsaydı, onunla filan kimsenin yaptıklarını ben de yapardım der. Bu da niyetiyle muamele görür. Niyet ettiği kimsenin vebalini aynen elde eder."
Ebu Kebşe el-Enmari
 
Moderatörün son düzenlenenleri:
Üst