Murâkabenin anlamı nedir

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Korku; denetleme, gözetleme, kontrol etme, kendi iç alemine bakma, dalıp kendinden geçme, devamlı gayeyi düşünme; kalp ile daima Allah'a bakma; kalbi kötülüklerden korumak için nefsi kontrol altında bulundurma; kişinin daima Rabbinin her halini bildiğini bilmesi; diz çöküp gözleri kapayıp herşeyi zihinden çıkararak hakkın ilhamına vesile olma, anlamında bir tasavvuf terimi.

Gerçek murakabe, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığı kazanmaktır. Çünkü Rabbimiz; "Allah herşeyi gözetmektedir" buyurmuştur (el-Ahzâb 33/33).

Cibril hadisinde de murakabeye işaret vardır. Cibril Hz. Peygamber (s.a.s)'e; "Bana ihsanı anlat" dedi. Rasulullah (s.a.s) de; "İhsan, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen de O, seni görüyor" buyurdu.

Cibril:

"Doğru söyledin" dedi (Buharî İmân, 38; Müslim, İman I). Tasavvuf'a göre, avâmın murakabesi, Allah korkusu; havassın ki ise ümittir. Murakabe her iyiliğin temelini oluşturur ve hayatın her safhası ile ilgilidir. İnsan bu sayede geçmişin bir değerlendirmesini yaparak içinde bulunduğu durumu düzeltir, daima doğru yolda bulunur, Rabbi ile olan ilişkilerinde kalbini iyice kontrol eder, hiç bir zaman Allah'ı aklından çıkarmaz; Allah'ın kendisini gözetlediğini, kendisine çok yakın olduğunu, yaptıklarını gördüğünü, söylediklerini işittiğini bilir. Böylece kendisi ve toplumu için faydalı, dünya ve ahirette mutlu bir kişi olur.

Ahmed ARPA
 

muhsin iyi

Deneyimli Üye
Kademeli
Varlık âleminde Allah’ın (c.c.) isim ve sıfatlarını görmeye ve üzerinde düşünmeye tefekkür, yapılan günahlar ve iyilikler üzerinde düşünmeye ve günahlara tövbe, güzel amellere şükretmeye muhasebe denir.

Murakabe, kulun Allahın (c.c.) kendisini gözetlediğinin şuurunda olduğunun çabasıdır. Allah’ın (c.c.) zatını düşünmek doğru değildir. Bu hadis-i şeriflerde de yasaklanmıştır. Ama kulun Allah’ın (c.c.) kendisini gözetlediğini düşünmesi büyük bir ibadettir. Buna ihsan hali de denir. Tasavvufun gayesi bu ihsan halini meleke yapmaktır.

Bilindiği üzere ihsan, meşhur Cibril hadisinde çok güzel tanımlanmıştır. Hz. Cebrail Aleyhisselam insan kılığında bir gün Mescid-i Nebevi’ye gelerek peygamberimize (s.a.s) bazı sorular sormuş, sonra da verilen cevapları ‘Doğrudur.’ diye bizzat kendisi tasdik etmiştir. Bu durum orada hazır bulunan sahabelerin de dikkatini çekmiştir. En son olarak peygambere (s.a.s) sorduğu ‘ İhsan nedir?’ sorusuna şöyle yanıt almıştır: İhsan, senin Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen Allah’ı görmesen de Allah seni görmektedir. İşte murakabenin de amacı bu ihsan halini yakalamaktır. Namazda huşuyu temin için belirtilen huzur hali, yani Allahın (c.c.) karşısında ibadet etme duygusunu yaşatan hal, murakabenin de ta kendisidir. Murakabe namaz dışındaki vakitleri de namaz gibi büyük bir ibadete dönüştürür. Günlük beş vakit namaz, murakabenin yanında sanki arabanın kontak anahtarını çevirmek gibidir. Namaz dışındaki diğer zamanlar için yapılan murakabe ise arabanın hedefe doğru hareket etmesine benzer. Huzurla (yani Allah’ın karşısında olma duygusu ile) kılınan namazlar, zamanla kişiye ibadetteki ihsan halini yaşatmakla kalmaz, murakabeye de zemin hazırlar. Zaten ihsan hali ile murakabenin aynı şeyler olduğunu da ifade ettik.

Murakabe sırasında namazda olduğu gibi insanın üzerine Allah’tan feyz ve nur dalgaları akmaya başlar. Devam eder.

Murakabe çok zor bir ibadettir. İnsanın tek başına bu hali gün boyu koruması şurada dursun beş dakika bile sürdürmesi imkânsızdır. Çünkü nefis murakabede çok zorlanır. İnsan namazda bile huzur halini birkaç dakika devam ettiremiyor. Namaz sırasında insan nefsi dünya işleri ile meşgul olarak huzur halini bozmaktadır. Namaz dışındaki murakabe hali de namazdaki huzuru yakalamamaya benzer. Nefis Allahın kendisini izlediği, Allahın kendisi ile beraber olduğu düşüncesinden hemen sıkılmaya başlar ve bunun doğal sonucu olarak da murakabeden kaçar. Tarikatlar insan için çok zor bir ibadet olan murakabe yerine müridi önce rabıta yolu ile eğitmeye çalışırlar. Rabıta ile murakabe birbirlerine çok benzerler. Yöntemleri ve amaçları aynıdır. Rabıtada hayal edilen şeyh murakabede olduğu gibi müridin üzerine feyz ve nur dalgalarını serper. Şeyh somut ve bilindiği için rabıta nefse murakabeye göre daha kolay gelir. Onun için nefsin rabıtaya alışması zor değildir. Kişinin emmâre ve levvâme nefislerde rabıtayı alışkanlık haline getirip bütün hayatına yayması gerekir. Oysa bu evrelerde kişinin murakabeyi alışkanlık haline getirmesi ise adeta imkânsızdır.

Rabıtaya karşı olan bazı kişiler şu sözü çok dile getirirler: ‘Biz niçin ilk dönem velilerin eserlerinde, hayatlarında rabıtaya rastlamıyoruz?’ İlk dönem velileri murakabe gibi bir yolla nefislerini olgunlaştırmışlardı. Elbette rabıtanın yabancısı değillerdi. Çünkü onlar da peygamberlerin ve velilerin ruhlarından feyz, nur almayı ve onlarla konuşmayı biliyorlardı. Çünkü murakabelerinin tabii sonucunda veli olduklarında bu yetenekleri elde ediyorlardı. Daha doğrusu Allah onlara bunları hediye olarak da sonradan veriyordu. Ama puta tapma yasağının tabii sonucu bu sırlarının toplumda yanlış anlaşılacağını ve değerlendirileceğini bildiklerinden bunları sofilerin eğitiminde pek uygulamaya koymamışlardır. Daha sonra İslam toplumlarının olgunlaşması ve tarikat pirlerinin ortaya çıkışı ile birlikte murakabeye zemin hazırlayan ve sofinin yetişmesinde, olgunlaşmasında, seyr ü sülukunda, nefis merhalelerinin kat edilmesinde bu son derece önemli bir yeri olan rabıtaya da yer ve değer verilmiştir.

Mülhime nefse ulaştığında sofinin telebbüsü rabıta ile birlikte murakabeye yönelmesi gerekir. Telebbüsü rabıta şeyhin kılığına bürünme, kendisini ortadan kaldırıp vücudunda şeyhi ikame etme çabasıdır. Bu halle kendisinin Allah’la birlikte olduğunu düşünme veya Allah’ın kendisini gördüğünü, izlediğini, kontrol ettiğini, takip ettiğini düşünmesidir. Bu durum kişide zamanla meleke halini alır. Artık her zaman Allah’la birlikte olur. Görünüşte zor gibi olan bu durum zamanla sanki araba kullanan bir insanın yanındakilerle konuşması, sigara içmesi, başka ufak tefek işleri de yapması gibi rahat bir durum halini alır. İşte bu murakabe halini yakalayanlar Allah’a yükselmede şimşek hızını elde ederler. Çeşitli halleri yaşamaya başlarlar. Bütün bunlar yalnız başına yapılabilecek ve yaşanabilecek şeyler değillerdir. Bir yol göstericiyi gerekli kılarlar. Bu yola girecekler için mürşid-i kâmil zorunludur. Zira bu sırada insana ezeli düşmanı şeytanlar da musallat olabilirler. Yaşanan bazı halleri Rahmani diye yutturmaya kalkarlar. Bu yolda daha önce yürümüş birisinin rehberliği olmadıkça insanın ayağı her an kayabilir.

Murakabe ile insanın üzerine nur ve feyz dalgaları akmaya, daha doğrusu adeta yağmur gibi yağmaya başlar. Bu sayede ezeli düşmanı şeytana karşı ruhu da güçlenir. Zira nur ve feyz ruhun gıdalarıdır. Ruhun güçlenmesi ve şeytan karşısında kendisini savunabilmesi için nur ve feyz ekmek ve su gibidir. Şeytanlar nur ve feyzden rahatsız olurlar. Bu rahatsızlığın sonucu olarak da zzzzz veya sssss sesine, yani arı uğultusuna benzer ve sürekli devam eden bir ses çıkarırlar. Elbette şeytanlar mülhime nefsi birdenbire terk etmezler. Çünkü çok inatçıdırlar. Ordular halinde sıra ile insanlara musallat olurlar. Bu uzun bir zamanı alabilir. Bu sırada vücudu bir duman gibi sararak letaiflerin çalışmasına engel olurlar, nurun ve feyzin müride ulaşmasının önüne geçerler. Ama mülhime nefisteki mürit murakabeye, zikre, rabıtaya devam ede ede üzerindeki nur ve feyz dalgalarını artırır ve buna paralel olarak da ruhu güçlenir. Bu sayede şeytanların kendisinden yavaş yavaş uzaklaşmalarını sağlar. Nur ve feyz dalgaları onların dermanlarını keser, onları uzaklaşmaya mecbur ederler. Şeytanlar müride emmâre ve levvâme nefislerde de musallat olabilirler. Bu durumlarda iken sofilerin rabıtaya, özellikle telebbüsü rabıta önem vermeleri gerekir. Mülhime nefse ulaştıklarında ise telebbüsü rabıta ile birlikte murakabeyi hayatlarına yaymaları gerekir. Yani otururken, yürürken, başkaları ile konuşurken, işlerini yaparlarken her zaman Allah’ı da akıllarını getirmeleri, O’nun istiva ettiği arş-ı alada kendilerinin yanındaymış gibi izlediğini, gördüğünü düşünmelidirler. Bu sayede gün be gün olgunlaşırlar. Nefisleri mutmainne nefse doğru ilerlemeye başlar. Nasıl güneş bitkileri ısı ve ışığıyla büyütürse Allah (c.c.) da kendisini murakabe eden kişileri feyz ve nuru ile olgunlaştırır. İnsan-ı kâmil olmalarını sağlar.

Murakabede gelen feyz ve nur elbette rabıtadan gelen feyz ve nurdan daha çoktur. Ama emmâre ve levvâme nefis sahibi için murakabe kullanışsızdır. Yani tarikata yeni giren veya fazla mesafe kat etmemiş, daha doğrusu nefsi mülhimeye ulaşmamış dervişlerin murakabe yapmaları güçtür. Yapmaya çalışsalar bile bir verim alamazlar. Ayrıca murakabeden zevk de alamazlar. Ama mülhime nefis sahibi daha önce rabıta yolu ile ruhunu yavaş yavaş olgunlaştırmıştır. Zamanla rabıta yolu ile nur ve feyz dalgalarını algılamaya da başlar veya en azından bu sırada vücudunda bir dirilik hali yaşar. Mülhime nefse ulaştığında letaifleri açıldığı için nurları kalp gözü ile gördüğü gibi göğsüne gelen hoş bir baskı ile feyzi de algılar. Artık böyle bir sofinin murakabe derslerine de geçmesi gerekir. Zira kalp gözü açık olduğu için şeytanların da tasallutuna uğraması an meselesidir. Bazı şeytani halleri de yaşayabilir.

Rabıta bir amaç değildir, murakabeye geçmek için bir köprüdür. Ama sofi murakabeye geçse bile rabıta derslerini ihmal etmemelidir. Onun ayrı bir kazancı vardır. Şeyhi ile sadatlarla (zincirdeki şeyhlerle) hatta peygamberle manevi âlemde görüşmesi ve konuşması ancak bu yolla mümkün olacaktır. Yalnız diğer zamanlarda her anını telebbüsü rabıtayla murakabe yolu ile geçirmeye bakar. Mülhime nefis insanların ayağının kaydığı bir yerdir. Yalancı peygamberler, mehdiler, kutuplar, veliler hep bu makamda iken çıkar. Çünkü sofiler mülhimede iken hem şeytani hem de Rahmani halleri yaşayabilirler. Çoğunlukla bunları birbirine karıştırırlar. Neyin Rahmani neyin şeytani olduğunu bilemezler. Gelen bu hallerle şımarıp şeyhlerinden üstün olduklarını ve şeyhlerinin kendilerini kıskandığını da sanabilirler. Çünkü şeytanlar bu konularda çok vesvese verirler. Kısacası mülhime nefis çok tehlikeli ve ayakların kaydığı bir makamdır. Bundan ileriye geçmek elzemdir. Kişi bu nefiste şeytanların konuşmalarını da işittiğinden çok büyük badireler yaşayabilir. Şeytanlar çeşitli tehditler ve şantajlar da yapabilirler. Sofi onların bu tür tehdit ve şantajlarını köpek havlaması gibi saymalıdır, onlara bir parça bile ehemmiyet vermemelidir. Ayrıca şeytanlar öyle tiyatro sahneleri tertipler ki sofileri kolayca kandırabilirler. Özellikle sofiye güya cinlerin reisi, şeyhülislamı gibi manevi makamları tevcih ederek onları yine güya kendi dişi cinleri ile evlendirerek zinaya düşürebilirler. Tabii bunlar nefsin de hoşuna gider. Daha bunlar gibi nice akla hayale gelmeyen oyunlar olabilir. Zaten böyle bir yanlışa düşen sofinin bir daha o çukurdan çıkması çok zordur. Manevi ilerlemesi durduğu gibi, gün be gün gerilemeye, hatta psikolojisi ve ruhu da bozulmaya yüz tutar. Şeytanların tuzaklarına düşmüş olur. Manevi gıdasızlıkların sonucu olarak ruhsal ve psikolojik bozukluktan başka yüzdeki veya vücuttaki bazı organların işleyişini bozacak çeşitli çarpmalar da, felç halleri de bundan sonra yaşanmaya başlanabilir. Allah (c.c.) korusun.

İnsanların bazıları şeytanları çeşitli duyu organları ile algılamaya başlayınca hemen ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Genellikle bu konuları istismar eden ve bu yolla para kazanan insanlara başvuruyorlar. Hâlbuki yarar bekledikleri insanlar da kendileri gibidirler. Yalnız onlar bazı rahatlama tekniklerini biliyorlardır. Örneğin çeşitli muskalar veya abdestli iken üzerinde bir iki küçük Kuran-ı Kerim taşıma gibi. Bunlar duruma göre cinni şeytanları biraz da olsa uzaklaştırmaya yardımcı olabilirler. Yoksa kimse öyle sihirli sözlerle, okunan dualarla şeytanları tamamen üzerinden atamaz. Atsa bile yine gelirler. Bu dünyada onlarla imtihan edilmekteyiz. Dahası cihat halindeyiz. Bu savaş hali son nefese kadar da devam edecektir. Son nefeste imanı onlara kaptırmamak için çok zorlu bir imtihandan geçirileceğimiz hadislerde belirtilmektedir. Buna göre, demek ki, şeytan musallatlarında mücadeleci bir ruh takınmamız gerekir. Pes etmek, korkmak, kaçmak bir Müslüman’a yakışan tavırlar olmamalıdır. Bilakis ibadet hayatımızı artırarak nura ve feyze talip olup şeytanı mağlup etme yoluna girmemiz gerekir. Yukarıda emmâre ve levvâme nefislerde bunun yolunun nasıl olduğunu belirttik. Mülhimede ise şeytanla mücadelede zikir ve rabıtanın yanında murakabe en başlıca temel yoldur.

Şunu unutmamak gerekir ki, şeytanlar her Müslüman’a musallattır. Hatta namaz kılmayan insanlara bile musallat olabilir. Bu durum ayet ve hadislerle sabittir. Üzerinde şeytan olmayan Müslüman yoktur. Ama Müslümanların çoğu bundan habersizdir. Şeytanlar bunlara vesvese yolu ile sokulurlar. Yani kendisini pek belli etmezler. Ama Müslümanlar tarikat yoluna girdiği zaman bazen kartlar açık olarak oynanmaya başlanabilir. Aslında her şey Allah’ın (c.c.) emri ve izni ile olur. Böyle bir durumda düşman bizim için bir kamçıdır. Sofinin hak yolda nura ve feyze ciddi bir şekilde yönelmesini sağlar. İbadetlere, özellikle rabıta ve zikre yönelmesine vesile olur. Allah (c.c.) şeytanları boş yere sofilere musallat etmez.

Tabii murakabenin temel işlevi Allah (c.c.) rızasını kazanmaktır. Şeytanla mücadelede sağladığı kazanç ancak talidir (ikinci derecedir, yan kazançtır). İnsan ibadetleri sadece Allah (c.c.) rızası için yapmalıdır. Başka bir gaye gözetmemelidir. İnsan murakabe sırasında [FONT=&quot]‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ [/FONT][FONT=&quot]sözünü çok söylemeli, kalbini de bu söze göre düzenlemelidir. [/FONT] Burada sözünü ettiğimiz murakabeye, maiyyet murakabesi (Allah ile birlikte olma murakabesi) denir. Şu ayete dayanır: ‘Ve her nerede olsanız O (Allah) sizinle beraberdir (Hadid suresi, ayet 4).’ Maiyyet murakabesi, bu ayette anlatılan hususu tefekkür edip hallenmekten ibarettir.

Aslında maiyyet murakabesine geçmeden önce belli bir zaman süresince İhlas suresinin okunup tefekkür edilerek Allah’ın doğru bir şekilde tanınması gerekir. Buna Ahadiyyet murakabesi denir. Maiyyet murakabesi hal olduktan sonra diğer murakabelere geçilebilir: Akrabiyyet, muhabbet, vahdaniyyet murakabeleri…

Murakabelerin temeli ve anası maiyyet murakabesi olduğu için onun üzerinde durma lüzumu hissettik. O hal olduktan sonra diğerleri de inşallah kendiliğinden gelecektir.

Allah (c.c.) hepimize murakabesini ve bunun tabii sonucu rızasını nasip eylesin. Amin. Muhsin İyi
 
Üst