Kuddûs

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Temiz, hiç bir lekesi olmayan, bütün eksiklik ve kusurlardan münezzeh olan, herhangi bir eksikliği kabul etmeyen, fazilet ve güzel sıfatlardan dolayı öğülen.

Istılahta ise; Kuddûs denilince, Yüce Allah'ın isimlerinden birisi akla gelir ki, bu isme göre O, zatına yakışmayan her şeyden münezzeh, bütün vasıflarda en mükemmel, tahdîd ve tasvire sığmayan, öğülmeye lâyık kemâl, fazilet ve güzellik sıfatları kendisinde olandır.

Kur'ân-ı Kerîm'de Kuddûs kelimesi, Yüce Allah'ın ismi olarak iki yerde el-Melik ismiyle birlikte geçmektedir (bk. el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1). Ayrıca bir yerde de, Allahü Teâlâ'nın meleklere insan neslini yaratacağını bildirdiğinde, onların"... Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa Biz seni hamdinle devamlı takdis ediyoruz, noksan sıfatlardan tenzih ediyoruz... " şeklindeki cevaplarında "nukaddisu" kalıbıyla zikredilmektedir (el-Bakara, 2/30). Burada da aynı luğât ve ıstılâh anlamlar sözkonusudur.

Yüce Allah'ın bu ismi, O'nun, teşbîh ve tecsîmden, bir başka şeye benzemekten, beşerî sıfatlardan münezzeh olduğunu ifâde etmektedir. Nitekim Beyhakî, bu Kuddûs ismini, kendi yaptığı ayırıma göre, Allah'tan teşbîhi nefyeden isimler arasında saymaktadır (Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât, Beyrut ty., s.38).

Yukarıda sözü geçen Bakara sûresi 30. âyette "nüsebbihu" ve "nukaddisu" kalıplarıyla "tesbîh" ve "takdîs" bir arada kullanılmıştır. Bu iki kelime, aralarında bazı farklılıklar olmasına rağmen iç içedir ve birbirini bütünleyicidir. Açık bir tesbîhde takdîs, açık bir takdîsde de tesbîh vardır. Zirâ, tesbihde de, Allah'ı her türlü noksan Sıfatlardan uzak tutmak anlamı görülmektedir. Aradaki fark; takdisde isbâtın tesbîhde ise nefyetmek sûretiyle isbâtın ağırlıkta olmasıdır. Bunu şöyle îzah etmek mümkündür:

Kötülenen ve âcizlik ifâde eden sıfatların nefyedilmesi, ortadan kaldırılması, aynı zamanda öğülen ve kemâl sıfatlarının isbât edilmesi demektir. Nitekim "Ortağı ve benzeri yok" demek, O'nun tek ve yegane varlık olduğunu isbât etmek olur. Yine aynı şekilde "O hiç bir şeyde âciz kalmaz" demek, O'nun güçlü ve kuvvetli olduğunu; "O kimseye zulmetmez " demek de O'nun hükmünde âdil olduğunu ortaya koyar. Zirâ, âciz kalmak ve güçlü, kuvvetli olmak, zulmetmek ve adaletli olmak birbirinin zıddıdır. Dolayısıyla birisinin isbâtı, diğerinin nefyini, ortadan kaldırılmasını gerektirmiş olur.

Övülen ve kemâl ifâde eden sıfatların isbât edilmesi de kötülenen ve âcizlik ifâde eden sıfatların nefyini gerektirir. "O âlimdir" demek, O'nun cahilliğini, "O kâdirdir" demek de O'nun güçsüz ve âciz olduğunu nefyetmiş, ortadan kaldırmış olur.

İşte tesbîh ile tasdîs arasındaki fark burada ortaya çıkar. "O şöyledir" dediğimizde yani bir şeyin varlığını isbât ettiğimizde "takdîs"; "O şöyle değildir" dediğimizde, bir şeyin öyle olmadığını isbât ettiğimizde de tesbîh sözkonusu olmuş olur. Fakat netice itibariyle daha önce de sözü geçtiği gibi, esas itibariyle aralarında pek büyük bir fark yoktur. Tesbîhde takdîs, takdîsde de tesbîh sözkonusudur. Her ikisi içiçedir. Nitekim Yüce Allah bu ikisini İhlâs Sûresinde bir araya getirmiştir. İhlâs Syresinin ilk iki âyeti olan "Kul huvallâhu ehad. Allâhu's Samed" (Deki; O Allah birdir. Allah Sameddir, yani her şey varlığını ve devamını O'na borçludur. O hiç bir şeye muhtaç değildir) âyetleri takdîsi, geriye kalan "Lem yelid ve lem yûled ve lem yekun lehû kufuven ehad" (Kendisi doğurmamıştır ve bir başkası tarafından da doğurulmamıştır. Hiç bir şey O'nun dengi olmamıştır) âyetleri ise tesbîhi ifâde eder. Bunların her ikisi de yani hem takdîs ve hem de tesbîh; Yüce Allah'ın vahdaniyetini ve yegane tek varlık olduğunu, O'nun benzeri ve ortağının bulunmadığını isbâta yöneliktir (Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kur'an Dili, 1/301 ve 7/4954: Beyhakî, a.g e., 38).

Abdurrahim GÜZEL
 
Üst