Komşu Hakkı

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Komşu hakkı nedir? Komşuya küsmek ne zaman câiz olur.

Islâm dini, hem dünya hem de âhiret mutluluğunu sağlamak için gönderilmiştir. Insanların birbirlerini sevmeleri ve dayanışma içerisinde olmaları, dünya mutluluğunun başta gelen şartlarındandır. Kişinin Allah`ı ânıp (zikir) kendi içinde yalnızlığını gidermesi, kendisiyle olan dayanışması, sonra İslamın belirlediği görev ve haklarla aile içerisinde dayanışma, sonra yakın ve uzak komşularla dayanışma, sonra mahalle, köy ve bölge halkıyla dayanışma ve bütün bir Islâm ümmeti olarak dayanışma... Işte bunlar sosyal huzuru, sosyal adâleti, hattâ sosyal güvenliği sağlayan en önemli etkenlerdir. Komşularla dayanışma, yani komşu hakkını gözetme de bu dayanışma birimlerinin başta gelenlerindendir. Allah (c.c.) kendisine şirk koşulmamasını istediği âyette yakın ve uzak komşuya da iyilikle bulunulmasını istemiş (Nisâ 4/36) ve komşuyu mü`min, kâfir diye ayırmamıştır. Bu yüzden tefsirciler bu âyetle, kâfir komşuya da iyilikte bulunma emredilmiştir, görüşündedirler. (Kurtubî V/184; Davudoğlu X/591). Rasûlullah Efendimiz: "Cebrail komşuyu bana o denli tavsiye etti ki, komşuyu komşuya mirasçı ilân edeceğini sandım" (Buhârî, edep 28; Müslim, birr 140,141; Ebû Dâvûd, edep 123; Tirmizî, birr 28; ibn Mâce, edep 4; Müsned N/85,160...) "Vallahi mü`min olamaz! (üç defa) Kim, ey Allah`ın Rasûlü? Şerrinden komşusu emin olmayan kişi" (Tirmizi, ahkam;18; Müsned I/235, 303, 313) buyurmuşlardır. Bunlarda da komşu mü`min -kâfir diye ayrılmaz. Diğer bir hadîs-i şerîfte ise kâfir komşunun da hakkı olduğu açıkça söylenir: "Üç türlü komşu vardır: Üç hakkı olan komşu, iki hakkıolan komşu ve bir hakkı olan komşu. Akraba olan Müslüman komşunun, komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve Müslümanlık hakkı olmak üzere, üç, akraba olmayan Müslüman komşunun, Müslümanlık hakkı ve komşuluk hakkı olmak üzere iki; gayr-i müslim olan komşusunda komşuluk hakkı olmak üzere bir hakkı vardır." (Kurtubî V/184) "Kapısı en yakın olan komşu iyilikte bulunmaya, diğerlerinden daha lâyıktır"(Buhârî, edep 32, suf`a 3)

Komşu kimdir? Bu konuda meseleyi dar ve geniş tutanlar, iç içe değişik tariflerde bûlunmuşlardır: En yakın kırk ev, her yönden kırk ev, bağırılınca sesin ulasacâğı kadar ev, sabah namazına aynı mescide gelenler, mesciddeki ikamet sesini duyan evler... (Kurtubî V/185 vd.) diye belirleyenler olmuştur. Bunların bir kısmı hadîslere dayanmakta oIsa da anlaşılacağı üzere komşuluk sınırı zamana ve zemine göre esnek bırakılmıştır. Elbette şehirle köy, komşuluk sınırında aynı değildir. O halde bunda en güzel belirleyici örftür. Köy ve şehri ayrı ayrı düşünerek, âdeten komşu denen evleri komşu diye bilmek, komşu tariflerinin ortalamasıdır.

Komşunun hakkı nedir? Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bunu detayıyla anlatan hadisleri vardır: "Ebû Zer! Çorba pişirdiğinde suyunu bol koy ve komşunu da gözet (Müslim, birr 142,143; Dârimî, at`ime 37 .) Âlimler, bu hadisde fakire olduğu gibi, komşuyu düşünmekte cimriye de bir kolaylık sağlanmıştır, demişlerdir. Çünkü, yağını, etini bol kat değil de, suyunu bol kat denmiştir. (Kurtubî V/186) Yani yağından, etinden veremeyen cimriler de hiç olmazsa bolca koydukları suyundan versinler demektir. Aslında Rasûlullah Efendimiz komşuya çok basit şeylerin değil, âdeten vermeye değer şeylerin verilmesini tenbihlemiştir. (Müslim, birr 143) Ama alan açısından da "bir koyun bacağı bile olsa küçümsemeyin" (Buhârî, hibe 1, edep 30; Müslim, zekât 91; Tirmizî, velâ 6) buyurmuştur.

Komşu hakkı bunlardan ibaret değildir. Rasûlullah Efendimiz bir hadislerinde de: "Komşu komşusunun duvarına bir ihtiyaç için sopa çakmasına engel olmasın." (Buhâri, mezâlim 20, esribe 24; Müslim, müsâkât/36; Timizî, ahkâm 18) Ebu Hurayra sonraları: "Ne oluyor? Bakıyorum bunu terketmişsiniz. Vallahi bunu tekrar omuzlarınıza yükleyeceğim." (Kurtubî, V/186) diyecektir. Rasûlullah Efendimizin başka bir hadisleri komşuluk hukukunu oldukça geniş anlatır.

"Borç istediğinde verirsin, yardım istediğinde yardım edersin, muhtaç ise verirsin, hasta ise ziyaret edersin, ölürse cenazesine gidersin, bir nimete kavuşursa sevinirsin ve onu kutlarsın, bir musîbete uğrarsa üzülürsün ve ona ta`ziyet edersin,`tencerinin kokusuyla onu rahatsız etmezsin, ona pişirdiğinden verirsin, binanın üzerine çıkmazsın, onun izni olmadan ferahlatıcı rüzgârını kesmezsin, meyva aldığında ona da hediye edersin, hiç olmazsa evine getirirsin; çocuğun onun çocuğunun gıpta edeceği birşeyle çıkmâz. Ne dediğimi anlıyor musunuz? Komşunun hakkını ancak Allah`ın çok az şanslı kulu gözetebilir." Bir defasında Efendimiz Aişe annemize hitaben: "kurban etini dağıtmaya önce komşumuz yahudiden başla" buyurmuşlardır. (Kurtubî V/188)

Komşunun çok önemli haklarından biri de, "kevser" sûresinden önceki sûreye ad olan "Mâ`ün" hakkıdır. "Mâ`ûnu tefsirciler çok olmasa da farklı kapsamda açıklamalarına rağmen, hemen hemen birleşilen anlam: Evlerin günlük ihtiyaçlarında kullanılan iğneden baltaya kadar her türlü araç ve gereçlerdir. Bazılarına göre binek bile "Mâ`ûn" kapsamına girer. Allah (c.c.) "Mâ`ûn"u vermeyenleri lânetlediğine göre, komşunun geçici olarak istediği bu tür gereçleri vermemek de yasaklanmıştır.

Komşu ile konuşmamaya gelince: Rasûlüllah Efendimiz: "Müslümanın kardeşiyle üç günden fazla konuşmaması helâl değildir" (Buhârî edep 57, 62, isti`zân 9; Müslim, birr, 23, 25, 26; Eb0 Dâvûd, edep 47; Tirmizî, birr 21, 24), buyurduğundan, Müslüman komşu, üç günden çok dargın terkedilmez. Ancak dîne ve ırza karşı kötü bir tavrı var ve sözle de bunu terketmiyorsa, kendisiyle konuşmamak da onu sıkıyor, yalnızlığa itiyor ve hatâsından caydırıcı bir özellik taşıyorsa, konuşmamakla ta`zir edilebilir. Bunu özellikle birçok kişinin yapması da etkili olur. Saadet asrından da Tebük seferinden geri kalan Kâ`b b. Malik`e bu tür bir boykot uygulanmış ve iyi sonuç âlınmıştır. (Aynî XXI/44; Ayrıca Kur`ân-ı Kerîm, Tevbe 9/120 âyetinin tefsirleri ) Aksi halde konuşmamak câiz görülemez.

Alevî Komşu

Alevî bir komşumuz var: Yalnız çok lâf taşıyan, küçük çocukların Iâfını dinleyen birisi. Onunla komşuluk yapabilir miyiz?

Mahremlik ölçülerine riayet ediyorsanız, ona Islâmî hayatı gösterdiğinizi ve onun yaptığı tahribatı hesaba katarak, kârınız zararınızdan çok ise, ya da zararınız hiç yok ise meşru ilişkilerde bulunabilirsiniz, bulunmalısınız. Müslüman olmayan komşunun da üzerinizde hakkı vardır.

Kaynak:Sorularla islamiyet
 

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
SORU
İslam'da çevre ve komşuluk konusunda bilgi verir misiniz?

CEVAP

Komşu: Aynı mahalle veya çevrede yaşayan insanların birbirlerine göre aldıkları ad.

Türkçe'de yaygın şekliyle fiziki olarak birbirine yakın veya bitişik yerlerde yaşayanlara komşu denir. Yakınlık veya bitişik olma ev bakımından, iş yeri, arazi veya şehir itibariyle de olabilir. Dilimizdeki iş yeri komşusu, arazi komşusu, komşu köy, komşu kaza, vilâyet tâbirleri bunu ifade eder.

Araplar komşuya "car" derler. "câr" evi diğerinin evine bitişik (mücâvir) olan, birbirini himaye eden, koruyan, birinin yardımına ve imdadına koşan anlamlarına gelir.[1>

Köyde, kentte, tarlada, bahçede birbirine komşu olan insanların ve özellikle Müslümanların huzur içinde yaşamaları için gerekli şartlardan biri de beşeri şartlardan biri de beşerî münasebetlerini iyi düzeyde tutmalarıdır. Bu sebeple yüce dinimiz komşuluk hakkına büyük önem vermiştir.[2>

Komşuluk, toplum hayatımızda yeri ve önemi inkâr edilemeyen içtimâî bir müessesedir ve insanların toplum halinde yaşamalarının zarûrî bir neticesidir. İnsan sosyal bir varlık olduğuna, bu sebeple tek başına yaşayamayacağına göre etrafında komşuların olması kaçınılmazdır.[3>

Allahü Teâlâ, yakınımız olsun olmasın bütün komşularımıza iyi davranmamızı, iyilik etmemizi emreder:

"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi eş (ve ortak) tutmayın. Anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinin mâlik olduğu kimselere (kölelerinize) iyilik edin. Allah (C.C.) kendini beğenen ve dâima böbürlenen kimseyi sevmez."[4>

Aileden sonra hukukuna en çok riayet etmemiz gerekenler, yan yana bir arada yaşadığımız komşularımızdır. Komşu hakkı, dinimizde çok önemli bir yer tutar. Aile yuvasında olduğu gibi komşularıyla da iyi geçinmek ve yardımlaşmak şarttır.

Akşam-sabah yüz yüze geldiğimiz, her zaman görüştüğümüz insanlar, komşularımız sayılır.

Büyük müfessir İmam Kurtûbî bu ayetin tefsirinde:

"Görmüyor musun? Allah ana babaya ve akrabaya iyilikten sonra komşuları zikretmiş ve haklarına riâyet edilmesini emretmiştir" diyerek konunun önemine dikkat çekmiştir.[5>

Nisâ suresinin 36. ayetinde, yakın komşu ve uzak komşu olarak iki kelime geçmektedir.

Değişik ölçülere göre komşu sınıflamaları yapılır. Bunlardan evleri yahut evlerine giriş kapıları birbirine bitişik olanlara "kapı komşusu" adı verilir.

Yakın komşu: Akraba veya evleri birbirine yakın olanlara "yakın komşu" denir.

Uzak komşu: Evleri birbirine pek yakın veya akraba olmayan, yahut gayr-i müslim (yahudi, hıristiyan) olanlara da "uzak komşu" denir.

Burada zikredilen yakınlık-uzaklık meselesinde tam bir açıklık yoktur. Kapı komşusu dışında olanlar veya akraba haricindekiler yakın komşu mu, uzak komşu mu kabul edilecektir? Ne kadar yakınlık, ne kadar uzaklık bu hususta ölçü olarak alınacaktır? Rivayete göre Hz. Aişe (R.Anhâ) bunun her taraftan kırk evlik bir mesafe olduğunu ve bunlar arasında komşuluk hukukunun olacağını söylemiş, Hz. Ali (R.A.) de, bir kimsenin sesinin duyulabileceği yere kadar olan mesafe içinde kalanların komşu sayıldığını ifade etmiştir.[6>

KOMŞULAR ÜÇ GRUBA AYRILIR:

Hz. Peygamber (S.A.V.)'in yaptığı bir sınıflamaya göre hakları yönünden komşular üç gruba ayrılır:

1. Üç hakka sahip komşular: Bunlar hem akraba, hem müslüman olanlardır. Bunların komşu, akraba ve müslüman olmaktan doğan üç çeşit hakları vardır.

2. İki hakka sahip komşular: Akraba dışındaki müslüman komşular. Bunların komşu ve müslüman olmaktan ileri gelen iki çeşit komşuluk hakları vardır.

3. Bir hakka sahip komşular: Akraba ve müslüman olmayanlardır. Bunlar, akraba olmayan ehl-i kitap (yahudi, hıristiyan) veya müşrik komşulardır. Bunların sadece komşu olmalarından kaynaklanan bir tür hakları bulunur.[7>

Kısaca belirtmek gerekirse, komşu tabirine, müslüman, yahudi, hıristiyan, kâfir, âbid-fâsık, dost-düşman, mukim-misafir, zararlı-zararsız, yakın-uzak istisnasız bütün komşular dahildir.

Kelimenin Arapça karşılığından da açıkça anlaşılacağı gibi, "birbirine yakın, bitişik (mücâvir) olma"nın getirdiği bir takım sosyal vecibeler ve ilişkiler düzeni vardır. Bunlara genel ifadesiyle "komşuluk" denir.

Komşuluk ilişki ve vecibeleri, küçük yerleşim bölgelerinde (köy, kasaba vb.) sosyal dayanışma ve bütünleşme açısından çok önemlidir ve titizlikle korunmaya çalışılır. Eskilerin "ev alma, komşu al" sözü de bu hassasiyetin bir ifadesi sayılır.

Gerçekten kapalı cemaat arz eden ve şehirleşmenin az olduğu yörelerde komşular birbirlerini ziyarete giderler, yardımlaşırlar, korurlar.

Halk arasında komşu olmadıkları halde bir eve sık sık ziyaret yapan kimseye "komşu kapısına çevirdi" denmesi sözü edilen ilişkiler ağının yoğunluğunu gösterdiği gibi, "komşuda pişer, bize de düşer", "komşu ekmeği komşuya borçtur" tarzındaki atasözleri de aynı ilişkiler yapısının mahiyetini tüm açıklığıyla ortaya koyar.[8>

HADİS-İ ŞERİFLERDE KOMŞULUK

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

"-Vallâhi mü'min değildir, vallâhi mü'min değildir, vallâhi mü'min değildir."

- Kim Ya Rasulallah? diye sorduklarında, Peygamberimiz şöyle buyurdu:

- Komşusu, belâlarından emin olmayan kimse (mü'min değildir)."[9>

Hadiste, "mü'min değildir" sözü olgun, kâmil mü'min değildir" anlamındadır. Zira bu hareket ebedî cehennemde bırakacak imansızlık hareketi değildir. Diğer bir ifade ile bu hareket olgun mü'min olmak için gerekli, fakat iman etmiş olmak için şart değildir.

Müslim'in naklettiği diğer bir rivayette hadis şöyledir:

"Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez."[10>

Hadiste geçen "Cennete giremez" ifadesinden de "Kıyamette ilk önce kurtulmuşlar içinde cennete giremez" şeklinde anlaşılmalıdır. Yani bu hareketinin cezasını çeker, sonra cennete girer. Şayet komşuya eza etmenin günah olmadığı görüşünde ise, durumu cehenneme girmeyi zaruri kılmış olur.

Hadisimiz, komşuya eziyetten sakınmayı, onlara kötü hareketlerden kaçınanın imanının kemâle erdiğini, komşuya verilen zararın Allah'a isyana, onun da cehennem azabına götüreceğini ifade etmektedir.[11>
İyi Komşularla Beraber Olmak

Allah'ın iyi kullarına ölüm anında şöyle hitap edilir:

"Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve (onlarla birlikte) cennetime gir."[12>

Hz. Ali (R.A.)'den şöyle rivayet edilmiştir:

"Resülullah (S.A.V.) bize ölülerimizi sâlih kimselerin içerisine defnetmememizi emretti ve kötü komşudan diriler incindiği gibi ölüler de incinir" buyurdu.[13>

İnsan için hem bu dünyada hem de ahirette iyi kimselerle beraber olmak mutluluk ve huzur vesilesi olur. Dünyada iyi kimselerle beraber olmak, iyi komşularla beraber olmak demektir. İyi komşularla beraber olmak, hiç şüphesiz ki Cenab-ı Hakk'ın insana büyük bir lütfudur. Bu sebeple iyi komşulara sahip olan kimseler bundan dolayı ayrıca Allah'a hamd etmelidirler. Çünkü huzur ve saadetimizi sağlayan bir çok şey vardır. Bunlardan biri de iyi komşulardır. İyi komşularla beraber olan kimse mutlu ve huzurlu olur. Onun içindir ki, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) hadis-i şeriflerinde:

"Ev almadan önce komşunuzu, yola çıkmadan önce arkadaşınızı araştırınız." buyurmuştur.[14>

Bir atasözümüzde bu hadis-i şerif, "Ev alma, komşu al" şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü komşu evden daha önemlidir. Komşular kötü ise en güzel evde bile insan rahat edemez, huzuru kaçar. Bu nedenle Peygamber Efendimiz, kötü komşudan Allah'a sığınmamızı emrederek şöyle buyurmuştur:

"Devamlı ikamet ettiğiniz yerdeki kötü komşudan Allah'a sığınınız. Çünkü göçebelik anındaki kötü komşu geçicidir" buyurmuştur.[15>

Peygamberimiz, başka bir hadis-i şeriflerinde, insanı mutlu ve huzurlu kılan üç şeye temas ederek şöyle buyurmuştur:

"İyi komşu, uysal bir binek ve geniş ev, kişinin saadetini sağlayan unsurlardandır.[16>

Peki, hadis-i şeriflerde methedilerek huzur ve saadetimizin kaynağı olduğu belirtilen iyi komşu kimdir? İster istemez insanın aklına böyle bir soru gelmektedir. Buna şöyle cevap verebiliriz:

"Komşuların birbiri üzerinde komşuluk hak ve hukuku vardır. İyi komşu, bu hak ve hukuka riayet eden ve komşularına karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirendir. Peygamber Efendimiz bu hususa temas eden hadis-i şeriflerinde de:

"Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı için en hayırlı olandır. Allah katında komşuların en hayırlısı da komşusu için en hayırlı olanıdır." buyurmuştur.[17>
Komşu Hakkı

Yüce dinimiz İslamiyet'e göre komşunun komşu üzerinde hakları vardır. Buna komşuluk hakkı diyoruz. Dinimiz komşuluk hakkı üzerinde çok durmuştur. Hz. Aişe R. Anha'dan rivayet edilen hadis-i şerifte Rasülullah (S.A.V.):

"Cibril bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim."[18>

Demek ki, komşu hakkı o kadar büyük ki, Cebrâil (a.s.) defalarca Peygamber Efendimiz'e gelip komşu hakkının öneminden bahsetmiştir.

Hadisteki, "Komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim" ifadesi komşunu komşusu üzerindeki hakkını açıklamak için getirilmiştir. Çünkü İslam'ın ilk yıllarında kardeşlik ahdi de mirasçı olmayı gerektiriyordu. Sonraları bu kaldırılarak mirasın sebepleri olarak, soy yakınlığı, nikâhtan dolayı yakınlık ve velâ akdi yürürlükte bırakılmıştır.

Hadis, komşu hakkının yüceliğine, onunla yardımlaşma ve güzelce ikramda bulunmanın gerekliliğine, komşuya zarar vermemeye, hastalanınca ziyaret etmeye, sevinçli ve kederli günlerinde yanlarında bulunmaya işaret etmektedir.[19>

Komşular Arasında Yardımlaşma

Yüce dinimiz İslamiyet kadar yardımlaşmaya önem veren hiçbir din ve nizam yoktur. Dinimiz genel olarak hayatın her safhasında yardımlaşmayı emretmiş, öyle ki zenginlerin mallarında fakirlerin hakkının olduğunu belirtmiştir.[20> Komşular arasında yardımlaşma daha da önemlidir. İnsanın başı darda kaldığı zaman ilk olarak müracaat edecek olduğu kimse hiç şüphesiz ki komşusudur. Hiç kimse benim her şeyim var, komşuma muhtaç değilim, diyemez. Mutlaka komşusunun maddî-manevî yardımına ihtiyacı olur.

"Komşu komşunun külüne muhtaçtır" derdi atalarımız. Alacakları evden önce komşuyu düşünür, arar soruştururlardı. Çünkü komşuluk bağları samimi ifadesini onlarda bulmuştu. Yeyip içtikleri ayrı gitmezdi aralarında. Onlarla paylaşılırdı en güzel ve samimi sohbet ortamları, dertler, sevinçler hep beraber yaşanırdı. Sıkıntı ve keder, bu samimi atmosferde bir bir kayboluverirdi. Ne var ki zaman, mazimize ait birçok güzel hasletimizi aldı götürdü aramızdan. Müstakil evlerin yerlerini dev apartmanlara bırakması, birçok insanın "birbirine katlanmak zorunda olduğu" bir yaşam tarzına dönüşmesi ve sosyal hayatın şahısları içine çekerek; okul, iş, çarşı derken, bir sürü meşguliyet içinde komşular da, komşuluklar da unutulup gitti. Aynı apartmanı paylaşmamıza rağmen ne alt, ne üst, ne de yan kapı komşumuzun kim olduğunu bile bilemez olduk. Rastlantılar sonucu sadece bir "merhaba" dan ibaret aramızdaki bağlar. Herkes kendi içinde, kendi derdiyle muzdarip, kendi sevinciyle mesrur. Oysa bu ne inancımıza ne de örfümüze uymakta.[21>

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:

"Yanı başınızdaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü'min değildir."[22>

Sosyal duyarlık konusunu çarpıcı biçimde gözler önüne seren hadisimizin mesajı, pek tabii olarak, sadece hâne komşularına yönelik değildir.

Öte yandan hadisimizdeki "aç olan komşu"nun mutlak olarak zikredilmiş olması, "müslüman komşu" gibi bir tahsise ve tavsife gidilmemiş bulunması, olgun müslümanın duyarlık alanını iman sınırının ötesine taşımaktadır. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun, "aç olan komşu"nun sırf komşuluk hukuku gereği olarak ilgi duyması, ihtiyacının giderilmesi hedef olarak gösterilmiş olmaktadır.[23>

BİR OLAY

Vali iken kendisine bir köşk yaptırıp, çarşının gürültüsünden kurtulmak isteyen Sa'd b. Ebî Vakkas'ı teftiş için Hz. Ömer (R.A.), Muhammed b. Mesleme'yi azıksız olarak Kûfe'ye gönderdi. On dokuz günlük bir yolculuktan sonra Medine'ye dönen Muhammed b. Mesleme, kendisini niçin azık vermeden yola çıkardığını Hz. Ömer (R.A.)'den sordu:

Medine'deki müslümanlar açlıktan kırılmak üzereyken sana bir şeyler verip de nimeti sen, vebâlini de ben yükleneyim istemedim. Zira ben, Peygamber (S.A.V.)'i şöyle buyururken dinlemiş bulunmaktayım:

"Komşusu açken mü'minin tok dolaşması yakışık almaz."[24>

Bu olaydan da anlaşıldığı gibi küçülen dünyamızda açlara yardıma koşmak, bunu da en yakın komşusundan başlatmak her olgun ve imkânı olan mü'minin temel görevidir. İman olgunluğunun alâmetidir.

Ne zaman sosyal duyarlık ve yardımlaşma üzerinde durulacak olsa, hadisimiz mutlaka hatırlanır. Hadisin bir rivayeti;

"Aç olarak geceleyenin aç olduğunu bilmesi halinde"[25> yardımcı olmayan müslümanın iyi bir müslüman olmadığını bildirmektedir. Bile bile ilgisiz kalmayı ve duyarsız davranmayı olgun mü'min olmanın delili saymaktadır.

Yardımda bulunmak bir başlangıç değil, bir neticedir. Yardım yapma duygusu ve duyarlılığı ise, o yardımın gerçek âmili ve öncüsüdür. O halde yardımın bizzat kendisinden önce" yardım duygusunun" gönüllerde yer etmiş olması esastır. İmkânı olduğu halde çevresine yararlı olamayanlar, bu duyguyu gönüllerine yerleştirmemiş olanlardır. Çevresine sıcak bakmanın zevkini tadamayanlardır.[26>

Yardım, her şeyden önce bir duygu ise; onun iman ile ilgisi de pek açık ve köklüdür. Zira insan hareketlerini yönlendiren en müessir güç, imandır, iç yöneliştir. O halde çevreye karşı duyarsızlık ve yardımsızlık pek tabii olarak imanın olgunluk derecesiyle alakalı olacaktır. Bu sebeple hadisimizdeki "mü'min değildir" hükmü, "yapması gerekenleri icrâya sevk edecek derecede ve olgun bir imana sahip değildir" anlamındadır. Gerçeğin tâ kendisidir. Özellikle "kendi aralarında yumuşak, merhametli, şefkatli"[27> olmaları gereken müslümanların, hemen yanı başlarındaki komşularına karşı ilgisizliği elbette imanıyla irtibatlandırılacak bir göstergedir. İşte hadisimiz de bunu yapmakta, bu gerçeğe dikkatlerimizi çekmektedir.[28>

Unutulmamalıdır ki, bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber Efendimiz, "hangi mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle Allah'ın korumasından düşer."[29> Buyurmuştur. İbn Hazm da aynı delilleri değerlendirerek "bir beldede bir kişi açlıktan ölecek olursa, o belde halkının tümü ölenin katili sayılır ve ölenin diyeti onlardan tahsil edilir.[30>

Ve bazı neticeler:

Hadisimizin şu neticenin çıkarılması mümkün gözükmektedir.

1. Zengin komşuya komşularını aç bırakması haramdır.

2. Onların aylıklarını giderecek kadar yedirmek ve çıplak iseler giydirmek vaciptir.

3. Servette zekâttan başka mükellefiyetler de bulunmaktadır.

4. Senelik zekâtını başka mükellefiyetten kurtulamazlar. Duruma göre başka birçok görevleri daha vardır. Aksi halde kenz yasağıyla ilgili ayetteki tehdide muhatap olurlar.

5. Gerçek ve olgun mü'minler çevrelerine karşı ilgisizliğe ve duyarsızlığa düşmezler. Muhtaç kimselerin ihtiyacını karşılamak imanın kemâline işaretttir.[31>

İyi Komşuluğun Prensipleri

1. Kendimiz için istediğimiz güzel şeyleri komşularımız için de istemek:

Rasülullah (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki bir kul kendisi için istediğini komşusu için de ve yahut din kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olamaz.[32>

Bir arada ve yan yana yaşamak durumunda olan ev veya iş komşuları hemen hemen her gün karşılaşırlar, hatta günde birkaç defa yüz yüze gelebilirler. Özellikle apartman dairelerinde, iş hanlarında ve benzeri yerlerde bir arada oturanlar arasındaki münasebetler, ayrı ayrı binalarda ikamet eden komşularınkinden çok farklıdır. Şu veya bu şekilde komşu olanların karşılıklı sevgi, saygı, güven, iyi duygu ve temiz düşünce içinde olmaları için birbirlerinin haklarına riâyet etmeleri, eziyet verici veya rahatsız edici hal ve hareketlerden sakınmaları gerekir. Ancak bu takdirde huzurlu olunur. Aksi takdirde huzurun devamı beklenemez.[33>

Ebu Zerr'den (R.A.) Resulullah'ın (S.A.V.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Ey Ebu Zerr! Çorba yaptığın zaman suyunu çok koy, fazlası ile de komşularını gözet."[34>

Yine Müslim'in Ebu Zerr'den (R.A.) naklettiği bir başka rivayette ise:

"Dostum Resulullah (S.A.V.) bana:

- Çorba yaptığın zaman suyunu bol koy. Sonra da komşularının haline bak. Muhtaç olanlara çorbadan bir miktar götürerek iyiliğin dokunsun." diye tavsiyede bulundu.[35>

Hadisteki " Feksür mâehâ" emri mendup ifade eder.

2. Komşularımızı İncitmemeye Özen Göstermek

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde:

"Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse komşusunu incitmesin. Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse misafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun.[36>

Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayet edildiğine göre sahabilerden biri:

- "Ya Rasülullah! Falan kadının nâfile olarak çok namaz kıldığından, çok nâfile oruç tuttuğundan ve çok sadaka verdiğinden bahsediliyor, şu var ki diliyle komşularını incitiyor" dedi. Peygamber Efendimiz:

- O kadın cehennemliktir, buyurdu. Sahabi:

- Ya Rasülullah! Falan kadının da nâfile olarak az namaz kıldığından, az nâfile oruç tuttuğundan ve az sadaka verdiğinden bahsediliyor, şu kadar var ki, diliyle komşularını incitmiyor" dedi. Peygamber Efendimiz:

- O, cennettedir" buyurdu.[37>

Allah Rasülüne bazen sahabilerden biri gelir ve:

- Ey Allah'ın Rasülü! Bana öyle bir amel göster ki, onu yaptığım zaman cennete gireyim? derdi.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de gelen kimsenin durumunu göz önüne alarak ona bir şey emrederdi. Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayet edildiğine göre yine bir defa sahabilerden biri Peygamber Efendimize gelmiş ve aynı talepte bulunmuştu. Peygamber Efendimiz de kendisine kısaca:

- "İyi ol" buyurmuştu. Sahabi:

- Ya Rasülallah! İyi olduğumu nasıl bileceğim? deyince, Efendimiz şu cevabı vermişti:

- Komşularına sor; eğer onlar senin iyi olduğunu söylerlerse, sen iyi bir kimsesin, yok, eğer kötü olduğunu söylerlerse o zaman sen kötü bir kimsesin, demektir.[38>

Demek ki, iyiliğimizin ve kötülüğümüzün ölçüsü yakın çevremiz ve komşularımızdır. Komşularımız iyi olduğumuzu söylüyorlarsa biz Allah'ın katında iyiyiz, komşularımız kötü olduğumuzu söylüyorlarsa, Allah katında da kötüyüz, demektir.

İYİ KOMŞULUK

"İyi komşu nasıl olur? Komşuluk münasebetleri kayboluyor" diye şikâyet olunuyor." Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri "Marifetnâme" adlı eserinde, İslâm ahlâk ve yaşayışından çıkardığı "İyi komş

uluk için uyulması gereken şartlar"ı, kırk tane olarak tesbit etmiş. Bunları bugünkü dile çevirdik ve gördük ki, hiç eskimemişler... Bakınız Hazreti Şeyh ne diyor:

Ey Aziz, mâlum olsun ki, edep ehli kimseler:

"Komşunun komşularıyla geçiminin edep ve erkânı kırktır" demişlerdir.

1. Kişinin kendi evine bitişik olanlarla, karşısında bulunup da kapıları görünenlerden kırk eve kadar oturanlar, -zımmî (hıristiyan vatandaş) da olsalar- komşularıdır. Bunlara, iyilik etmek ve gerçekten akrabalarmış gibi güzel davranmaktır.

2. Komşunun ev halkına, kötülük etmeyip, onların namusunu korumaktır.

3. Komşuya gelip gidene uzun uzun bakıp, rahatsız etmemektir.

4. Komşusu açken, kendi tok yatmamaktır.

5. Komşuyu el veya diliyle incitmekten sakınmaktır.

6. Komşunun evine, penceresinden, duvarından izinsiz bakmamaktır.

7. Komşularına azdan çoktan ?zımmî de olsa- hediye vermekti...

8. "Komşu çanağı" göndermektir. Yani kokusu duyulacak bir yemek pişirildiğinde, bitişik komşuya hediye etmektir.

9. Satın aldığı meyveden, rastladığı komşusuna hediye etmektir.

10. Komşuları borç isterse, vermektir.

11. Komşuları muhtaç kaldıysa, ihtiyaçlarını gidermektir.

12. Komşusunu bayramlarda ziyaret etmektir.

13. Komşunun hayvanlarına taş atmamaktır.

14. Komşunun çocuklarını, kendininkilere dövdürüp sövdürmemektir.

15. Komşuların izni olmadan, kendi binasını, onlarınkinden yüksek ve önlerini kapayacak şekilde yaptırmamaktır.

16. Komşularını, kendi taraflarından, duvara ağaç kakmaktan menetmektir.

17. Komşularına, kendi oluklarının akıntısıyla veya yolunun toprak kazıntısı ve kar kürün tüsüyle rahatsız vermemektir.

18. Komşuların sırlarını ve ayıplarını soruşturmamaktır.

19. Komşuların hallerini ve işlerini başkalarına söylememektir.

20. Komşularına yolda rastladıkça ilk önce selâm vermektir.

21. Komşularla konuşurken lâfı uzatmayıp, lüzumu kadar konuşmaktır.

22. Komşularından su, tuz ve ateş gibi zarurî maddeleri esirgemeyip vermektir.

23. Komşuların hediyesini, az da olsa kabul edip, çok bilmektir.

24. Komşuların ayıplarını örtmektir.

25. Komşularına dert ortağı olmaktır.

26. Komşularından izin almadan evini yabancıya satmamaktır.

27. Komşusu bir yerden dönünce ziyaret etmektir.

28. Komşularını kederli günlerinde teselli etmektir.

29. Komşuları tarafından davet olununca, kabul edip gitmektir.

30. Komşuları tarafından davet olununca, kabul edip gitmektir.

31. Komşusu bir şey isteyince memnuniyetle vermektir.

32. Komşusu bir kusur işleyince, af ederek, sevgi uyandırmaktır.

33. Komşuları hasta olunca ziyaret etmektir.

34. Komşulardan biri vefat edince, cenazesinde hazır bulunmaktır.

35. Komşuların yetimlerini himâye etmektir.

36. Komşularıyla buluşunca, güleç yüzlü olup, tatlı söz söylemektir.

37. Komşuların kendisine nasıl davranmasını istiyorsa, onlara öyle muamele etmektir.

38. Başkalarından gelse tahammül edemeyeceği eziyete, komşusundan gelince tahammül etmektir.

39. Komşulardan kabalık edenlere aldırmamaktır.

40. Komşulardan sert söyleyenlere, mülâyim davranmaktır.[39>

KAYNAKLAR:

[1> İzzet ER, İslam'da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1997, c.3, s.63-64.
[2> Haydar HATİPOĞLU, Diyanet Aylık Dergi, Ekim, 1993, s.2.
[3> Dr. Durak PUSMAZ, "İslam'da Komşuluk İlişkileri", Diyanet Aylık Dergi, Nisan 1995, Sayı:52, s.23.
[4> Nisa:4/356
[5> Dr. Durak PUSMAZ, a.g.m., s.23.
[6> İzzet ER, a.g.e., c.3, s.64.
[7> İzzet ER, a.g.e., c.3, s.64.
[v8> İzzet ER, a.g.e., c.3, s.64.
[9> Buhari, Edep, 29 (VIII.12).
[10> Müslim, İman, 73.
[11> İhsan ÖZKES, R.Salihin Terceme ve Şerhi, Esra Yayınları, Konya, 1996, c.2, s.173-174.
[12> Fecr:89/27-30.
[13> Aclûni, Keşfül-Hafâ, 1/72.
[14> Aclûni, Keşfül-Hafâ, 1/178.
[15> Nesâî, İstiâze, 44; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/344.
16> Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/407-408.
[17> Ahmed, Tirmizi, Hakim (İbn Ömer'den) 250, H.No:151.
[18> Buhari, Edeb,28; Müslim, Birr ve Sıla ve'l-edeb, 140 (2624,2625)
[19> İhsan ÖZKES, a.g.e., c.3, s.172.
[20> Bkz. Zariyat, 56.
[21> Havva ERGENE, İslami Hayat, "Komşuluk İlişkileri", 24.10.1997 tarihli Zaman Gazetesi.
[22> İbn Ebî Şeybe, Kitâbü'l-İman (neşr: el-bânî) s.33 (Dımaşk. ts, ) Hadisin değişik rivayetleri için bk. El-Bânî, Silsiletü'l-ehâdisis'sahîha, I, 69-71; Hakim ve Beyhaki, 250, H.no:190.
[23> İ. Lütfi ÇAKAN, Hadislerle Gerçekler, Erkam Yayınları, İstanbul, 1990, c.1, s.114-115.
[24> Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/55.
[25> Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, 1/232; Heysemî, Mecmeuzzevâid, 8/167; el-Bânî, Silsile, a.g.e., 1/70.
[26> İ. Lütfi ÇAKAN, a.g.e., c.1, s.112.
[27> Fetih 48/29.
[28> İ. Lütfi ÇAKAN, a.g.e., c.1, s.112.
[29> Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/33.
[30> Bk. Seyyid Kutup, İslamiyyeti'l-İslam, s.221.
[31> İ. Lüfti ÇAKAN, a.g.e., c3, s.114-115.
[32> Müslim, İman, 72.
[33> Haydar HATİPOĞLU, "Komşuluk Hakkı" (Hutbe), Diyanet Aylık Dergi, Ekim 1993, s.2
[34> Müslim, Birr ve sıla ve'l-edeb, 142 (2625).
[35> Müslim, Birr ve sıla ve'l-edeb, 143 (2625).
[36> Buhari, Edeb, 31; Müslim, İman, 75.
[37> Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/440. (Kaynağına baktım fakat hadisi bulamadım.)
[38> Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/72.
[39> M. Ertuğrul DÜZDAĞ, Müslüman Aile, İz Yayıncılık, 3. Baskı, İstanbul, 1995, s.83-85.
Vehbi AKŞİT, İSLÂM'DA KOMŞULUK İLİŞKİLERİ
 

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
SORU
Peygamberimizin (asm) Yahudi komşuları var mıydı?

CEVAP
Değerli kardeşimiz;
Medine, Arabistan Yarımadasının mühim şehirlerinden biri sayılıyordu. Vadi olan arazisi oldukça geniştir. Vadi tamamen dağlarla çevrilidir. İklimi tatlı, arazisi münbittir. Havası güzel, suyu serin ve oldukça boldur. Yağışı Mekke'den fazladır.

Hz. Resülullah (s.a.v.)'ın hicretine kadar şehir Yesrib ismini taşıyordu. Bu adı, buraya ilk gelip yerleşen "Yesrib" isimli Amalikalıdan aldığı söylenir.(1) Ancak, bu kelimede "fesad" mânâsı bulunduğundan, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu ismi beğenmedi ve onu "Medine" diye değiştirdi. Artık Müslümanlar arasında şehir "Yesrib" diye değil, "Medine" adıyla anılmaya başladı. Bir ara "Medinetû'n-Nebî" diye de anıldıysa da, sonraları sâdece "Medine" olarak kaldı. Tarihçiler, Medine'nin 94 kadar ismi bulunduğunu kaydederler ve bunları teker teker zikrederler.(2)

Medine'de Müslümanlardan başka Yahudîler ve Hristiyanlar da oturuyordu. Bu bakımdan nüfusu kalabalık bir şehirdi. O zamanki nüfusunun 10.000 civarında olduğu tahmin edilmiştir.

Buradaki Müslümanlar, Evs ve Hazreç kabilelerine mensup idiler. Evs ve Hazreç adındaki iki kardeşten üreyip çoğalan bu iki kabîle arasında Arapların seciyeleri icabı ihtilâflar, kavgalar ve çarpışmalar birbirini kovalamıştı. Bu dahilî muharebelerin sonuncusu Buas Harbi idi ki, 120 sene devam etmiş ve Efendimizin (asm) Medine'ye hicretlerinden beş sene kadar önce son bulmuştu. Bu kanlı muharebede her iki tarafın da en namlı bahadırları ya ölmüş veya malûl düşmüşlerdi. İşte, Ensâr böyle perişan bir vaziyette iken Resûli Kibriya Efendimizin (s.a.v.) hicreti vuku bulmuştu.

Hicreti Nebevî'yle bu iki kardeş kabîle arasındaki düşmanlık, eski uhuvvet ve muhabbete kalboldu. Dargınlık ve kırgınlıklar tamamen ortadan kalktı. İki taraf şâirlerinin okudukları kahramanlık ve fecaat destanları, Arap edebiyatını dolduran ve senelerce kadınlar, çocuklar tarafından terennüm edilen bu asırlık düşmanlığın yeni bir uhuvvete dönmesi, hiç şüphesiz, Cenâb-ı Hakk'ın, Sevgili Efendimize (s.a.v.) ihsan ettiği bir armağanıdır.(3)

Hz. Âişe (r.a.) der ki:

"Buas günü, Allah'ın, Kendi Resulü (s.a.v.) için hazırladığı bir gündür ki, bu muharebenin neticesi üzerine, Resûlullah (s.a.v.), Medine'ye hicret etmiştir. Öyle ki, hicret sırasında birbirleriyle çarpışmış Evs ve Hazreçlilerin cemiyetleri dağılmış, eşrafı öldürülmüş ve yaralanmıştı. Bu perişanlık üzerine Allah, birbirleriyle çarpışıp durmuş olan Ensâr' in İslâm camiasına girmeleri için bu günü Peygamberine (s.a.v.) hazırlamıştır."(4)

Buradaki Yahudîler ise, üç kabileye mensup idiler: Benî Kaynuka, Benî Kurayza ve Benî Nadir...

Şehirde sayıları en az olan, Hristiyanlardır. Bunlar, İslâm'ın Medine'de hızla yayılışı karşısında tahammül edemediler ve kısa bir zaman sonra Medine'den ayrıldılar. Uhud Savaşında müşrikler safında Müslümanlara karşı savaşan bu Hristiyanlar, sonraları Bizans'a sığınmışlardır!

Siyasî hayat itibarıyla Medine, o sırada ibtidaî denecek bir seviyede idi. Henüz kabîle hayatı yaşanıyordu. Tıpkı müşrik Araplarda olduğu gibi, Yahudîlerde de her kabîle kendi başına müstakil bir topluluk teşkil ediyordu. Kendi reislerinden başka hiçbir otorite kabul etmiyorlardı.

Burada, eşitlik mefhumundan ve tatbikatından da uzak bir hayat tarzı hâkimdi. Meselâ, güçsüz kabilelere ödenen diyet, güçlü ve nüfuzlu kabilelere ödenen diyetin yarısı idi. Cemiyet hayatı, kanunlardan mahrum bulunuyordu. Gerektiğinde hakemler seçiliyor ve bu hakemlerin şahsî kanaat ve görüşlerine göre hüküm ve kararlar veriliyordu. Okuma yazma bilenlerin sayısı oldukça azdı.

İşte, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), coğrafî, siyasî, içtimaî yönleriyle ana hatlarını anlattığımız böyle bir şehre hicret edip gelmişti. Önünde mühim vazifeler vardı ve halli gereken birçok ağır mesele kendisini bekliyordu.

ABDULLAH B. SELÂM'IN MÜSLÜMAN OLMASI

Hz. Yusuf (a.s.)'ın sülâlesinden olan Abdullah b. Selâm, Medine Yahudilerinin ileri gelen âlimlerinden biri idi.

Büyük bir âlim olan babası Selâm'dan birçok şeyle birlikte, Tevrat'ı ve tefsirini de öğrenmişti. Ayrıca, babası, âhir zamanda gelecek peygamberin sıfat ve alâmetleri ile yapacağı işleri de kendisine anlatmış ve, "Eğer o, Harun neslinden gelirse, ona tâbi olurum, yoksa tâbi olmam." demişti. Selâm, Efendimiz (s.a.v.) henüz Medine'ye gelmeden önce de vefat etmişti.

Resûl-i Kibriya Efendimizin (s.a.v.) Medine'ye gelişini Müslümanlara müjdeleyen Yahudînin sesini Abdullah b. Selâm da işitmiş ve kendisini tutamayarak, "Allahü Ekber!" deyip tekbir getirmişti.

Bunu duyan halası, "Allah, seni umduğuna erdirmesin! Vallahi, Musa Peygamber'in geleceğini duymuş olsaydın bundan fazlasını yapmazdın!" diyerek ona çıkışmıştı.

Abdullah ise, "Ey hala!.. Vallahi, gelen de onun kardeşidir! O da onun gibi bir peygamberdir!" demişti.

Bunun üzerine halası, "Yoksa, Kıyamet'e yakın gönderileceği bize haber verilen peygamber, bu mudur?" diye sormuştu.

Abdullah, "Evet..." cevabını verince de, "Öyle ise, davranışında haklısın!" demişti.(5)

Resûl-i Kibriya Efendimiz (s.a.v.), Medine'ye teşrif buyurdukları zaman, Abdullah b. Selâm da onu görmek için gitmiş ve Efendimizin (s.a.v.) nurlar saçan mübarek simasını görünce, "Şu sîmada yalan yok! Şu yüzde hile olamaz!" diye kendi kendine söylenmişti.(6)

Peygamberimize Soru Sorması ve İslâm'ı Kabulü

Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), henüz Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin evinde misafir kaldığı bir sıradaydı. Abdullah b. Selâm da, Efendimizi (s.a.v.) ziyarete geldi ve ona birtakım sualler sordu. Tevrat'tan sorduğu suallerine yine Tevrat'a uygun cevaplar alınca, şehâdet getirerek Müslüman oldu.(7) Sonra da,

"Yâ Resûlallah!.. Yahudî milleti, iftiracı, yalancı bir millettir. Yarın benim Müslüman olduğumu duyunca türlü yalanlar uydurup iftirada bulunurlar. Müslümanlığım duyulmazdan önce beni onlardan sorup mevkiimi tasdik ettiriniz!" dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onu bir tarafa gizleyip Yahudî ileri gelenlerinden bazılarını davet etti ve onlara,

"Ey Yahudî cemaati!.. Siz, benim, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğumu pek iyi bilirsiniz! Ben hak dinle geldim; Müslüman olunuz!" dedi. Yahudiler,

"Biz, senin peygamber olduğunu bilmiyoruz!" diye karşılık verdiler ve bu sözlerini üç sefer tekrarladılar. Bundan sonra Resûli Ekrem,

"Sizin içinizde Abdullah b. Selâm adında birisi var. O nasıl bir kişidir?" diye sordu. Yahudiler,

"O, bizim içimizde hayırlı bir babanın hayırlı bir oğludur. Kendisi de babası da en faziletlimiz, en âlimimizdir." diye şehâdet ettiler. Resûlullah,

"Abdullah b. Selâm, Müslüman olursa, siz ne dersiniz?" diye sordu.Yahudîler,

"Hâşâ!.. Abdullah İbni Selâm, hiçbir vakit Müslüman olamaz!" dediler.

Efendimiz (s.a.v.), sualini üç sefer tekrarladı. Her seferinde onlar da aynı inkârı cevabı verdiler. Bunun üzerine Resûl-i Kibriya, Abdullah İbni Selâm'a hitaben,

"Yâ İbni Selâm!.. Gel!.." diye çağırdı. Abdullah, saklı bulunduğu yerden çıktı ve Müslüman olduğunu ilân etti; Yahudilere de,

"Ey Yahudî cemaati!.. Allah'tan korkunuz! Size geleni kabul ediniz. Vallahi, siz de bilirsiniz; o, yanınızdaki Tevrat'ta ismini ve sıfatını yazılı bulduğunuz Resûlullah'tır." diyerek onları İslâm'a davet etti.(8) Fakat Yahudîler,

"Sen yalan söylüyorsun! Sen şerir oğlu şeririmizsin!" dediler ve onu, kıymetini düşürmek için türlü türlü kusur ve kabahatler isnad ederek kötülediler. Abdullah b. Selâm,

"Yâ Resûlallah!.. Korktuğum işte bu idi! Ben, sana onların gaddar, yalancı, fâcir ve müfteri bir millet olduğunu haber vermemiş miydim? İşte, dediğim çıktı!" dedi.(9)

Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Yahudileri huzurundan çıkardı. Abdullah b. Selâm ise evine gitti. Onun davetiyle bütün ev halkı ve halası da Müslüman oldu.(10) Yahudilerin bazı ileri gelenleri, Abdullah b. Selâm'ı türlü türlü desise ve sözlerle Müslümanlıktan vazgeçirmeye çalıştılarsa da muvaffak olmadılar.

Abdullah b. Selâm'la birlikte birçok Yahudi âlimi de samimî olarak İslâm'ı kabul edip Müslümanlıkta sebat gösterdiler, îman etmeyen diğer Yahudi âlimleri ise, "Muhammed'e bizim şerlilerimiz tâbi oldu! Eğer hayırlı olsalardı atalarının dinini terketmezlerdi." diye ileri geri konuşmaya başladılar. Bunun üzerine, Cenâb-ı Hak, indirdiği âyeti kerîmede meâlen şöyle buyurdu:

"Onların hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap içinde bir cemaat vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar."(11)

Dipnotlar:

1- Süheylî, Ravdû'l Ünf, II/16; Müslim, Sahih, IV / 120.
2- bk. Âsim Koksal, Hz. Muhammed ve İslâmiyet, Medine Devri, I / 30.
3- Tecrid Tercemesi, X /123.
4- Buharî, Sahih, II/309.
5- İbni Hişam, Sîre, II/163; Belâzurî, Ensab, I/266.
6- İbn-i Sa'd, Tabakat, I/235; ibn-i Abdi'l-Berr, istiab, III/922; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 92.
7- Buharî, a.g.e., II/335; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, III/108
8- İbn-i Hişam, Sîre, II/164; Buharî, Sahih, II/335.
9- İbn-i Hişam, a.g.e., XII/164.
10- a.g.e.
11- Âli İmrân, II/113.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

kalpteniman

KF Ailesinden
Özel Üye
Çok uzun yazılar fakat çok faydalı yazılar. H.z Allah ve Resulü razı olsunlar inşaAllah...
 

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Amin hocam sizdende razı olsunlar inşallah.Elhamdülillah.
İnşallah bu güzel dualarınızlada daha gayretli olucağım.Allah nice hayırlar nasip etsin.Hayır Allahtandır.
 
Üst